Cebrâil Aleyhisselâm’ı Desteklememek, Onu Sevmemek Ve Ona Düşman Olmak!
7 Mart 2014
(1) “Kutlu Doğum Ve Paralel Din” Ve Mezhebsizlik Denen “Dinsizliğin Köprüsü!”
19 Nisan 2014

“Uzun Adam”ın “Pensilvanya’daki zât” dediği ve târihdeki “haşhâşîlerin Hasan Sabbah’ına” benzetdiği Locafendi, “Allâh ile konuşmakdan,

KÂİNÂT  İMAMI, BÜTÜN DİNLERİN DE BAŞ PATRONU MU? 

Zıyâiyye BEKÇİSİ

 

 

“Uzun Adam”ın “Pensilvanya’daki zât” dediği ve târihdeki “haşhâşîlerin Hasan Sabbah’ına” benzetdiği Locafendi, “Allâh ile konuşmakdan, kimi zaman Hazret-i Îsâ, kimi zaman Hazret-i Mehdi olmaya, yeri geldiğinde de Kâinâtın İmamı nasbedilmeye”; Vatikan’ın T.C. mümessili Müteveffa Papaz Maroviç’in diliyle de “Allâh tarafından özel olarak görevlendirilmeye”; ve  kendi satırları ile ise, “VE BEN, KENDİMİ İRÂDEMİZ DIŞINDA GEÇİCİ BİR SÜRE İÇİN ALLÂH TARAFINDAN BİR İNÂYET VE LÜTUF OLARAK BU TİP İŞLERE SEVKEDİLMİŞLERDEN BİRİ OLARAK GÖRÜYORUM” demelere kadar, insanüstü dehşetengiz bir varlık!

 (Küresel Barışa Doğru, s. 112, 2002 tab’ı)

Öylesine bir allâme-i cihân ile karşı karşıya bulunuluyor ki, kendisini herşeyin zirvesinde gören veya öyle gösterilen, fevkal’âdenin de fevkinde, fizikötesi yarı tanrı gibi bir şey, süperin de süperi, zirve ve zırva bir  hârika!…

Artık böylesine nâmütenâhî kuvvet ve kudretlerle donatılmış, insanüstü bir varlığın “bir tek din içinde” ve hele, “dünyânın geri kalmışlarına âid bir dîn” içinde kalması mümkin midir?! Bu, onu çok dar bir mekâna hapsetmek, oraya sıkıştırmak olur ki, bu da, eşyânın tabiatına aykırıdır!. Dolayısıyla, böyle fizikötesi muazzam ve muhteşem bir varlığın bütün (religionlar) ve hatta kendi ifâdesiyle “ateistler=dinsizler” tarafından bile baştâcı edilen bir “uzlaşma zirvesinde,” en üst bir varlık olarak tahtına oturmaması; ve önünde, bütün beşeriyetin merkezinden muhitine doğru gitdikçe genişliyen bir açı içinde ve o açının iki kenarının sonsuza kadar uzatılması; ve bu iki hattın içine girecek mekân nisbetinin genişliği karşısında gaşyolmamak, gayr-i mümkindir!..

Bunları, bizzat kendi ağzından çıkan kelimeler çöplüğü olarak harfine kadar okuyalım:

“Aynı zamanda semâvî dinlerle başlıyarak Musevîlik gibi, Hıristiyanlık gibi, Müslümanlık gibi dünyâda bugün üç büyük dîn olarak sayılıyor. Gerçi Budizm de var. Bir ahlâk dîni o. Şimdilerde semâvî dîn olarak bilinen dinler bu dinler. Bunlar arasında bir uzlaşma başlatılırsa, merkezde böyle başlatılmış olur. Muhit hattında bu daha da geniş açı şeklinde kendisini hissettirir zannediyorum.

Bu işin içine Budizm de girebilir, Brahmanizm de girebilir, hatta ataistler de girebilirler. Tarihden kalma animistler de girebilirler. Herkes de..Önemli olan, esas böyle bir açılımı gerçekleştirmekdir. Bunu siz bir ilk adım sayabilirsiniz. Bir ilk basamağa adım atma sayabilirsiniz, kabul edebilirsiniz…

Merkezde böyle küçük bir açı, küçük görünebilir. Fakat va’d etdiği şeyler itibariyle muhit hattında kocaman bir açı hâline gelebilir. Ben öyle bir açı hâline gelebileceğine inanıyorum.”

http://www.youtube.com/watch?v=Mvy7RlQGpcI

İşte keyfiyet bu…

Bu sözleri bile te’vil ederek, meşrû’ imiş gibi göstermek üzere “ne var bunda, bu sözlerle bütün dinlerin birleştirilmesi istenmiyor ki!” diyecek kadar apaçık hakîkatı küllemek içün hayâ perdesini son ilmiğine kadar yırtan, sıyırıb atan mahlûkâta, tek kelimeyle “îmân ve fikir fâhişesi” denir…

Karşısındaki milyarlarca insanın, akıl, fikir, mantık, fehm, idrâk, telâkkî ve insanlık şerefi üzerine bevleden, “taraftarlık içinde betonikleşmiş” adamlarda, zerre kadar insanlık eserinden bahsetmek muhaldir…

Böylesine açık, sarih ve ana firân meydanda olan çırılçıplak sözlerin delâletleri karşısında, onu en tabii ma’sum sözmüş gibi görmek, lâ’netli bir kafa ve ruh kanserinin, ancak en iğrendirici hadd safhası olabilir…

Mutlak Hakîkat olan ve ALLÂH indinde mücerred “HAKK DÎN” bulunan ve hiçbir ferdden, kendisi dışındaki bir dinin kabul edilme ihtimâlini, muhâl derecesinde ademe mahkûm eden İslâmiyet’le, bu mutlak DÎNİN dışında kalan topyekûn (religion) ve hatta dinsizliklerin, “uzlaşma=mutâbakât” adına müsâvî kılınması (eşitlenmesi), bir tek vâkıa olarak şunu isbât eder ki; bu sözlerin sâhibi, İslamiyyet diye bir dîni, Allâh’ın mutlak dîni olarak aslâ kabûl etmemektedir; ve onu, bütün “beşerî inanç ve religionlar” seviyesinde, basit, alelâde ve sıradan, beşerî bir “religion” olarak görmek i’tikâdındadır…

Bu görüşe, kendi fıtrî karekterleri iktizâsı, hiçbir tel’in ve tahkîr eseri bile sıçratmamak mevkiinde bulunmamız, tam bir münâfıklık adına istenebilir!. Ancak, bir ferd, hem “Müslüman görünsün” ve hem de böyle bir keyfiyet iktisâbı içinde bulunsun, işte bu olamaz; ve bütün kâinâtın, böyle bir “Kâinât İmamı” karşısında ortaya koyacağı gaseyân, hiçbir hezeyanla mukâyese edilemiyecek kadar geniş bir çukura ihtiyâç ortaya koyar…

Ve bu çukurun ortaya koyacağı “açının merkezden muhite kazanacağı açı genişliğine”, rahatlama adına “inanmak” gibi bir i’tirâf da düşünülürse, ortaya çıkan manzara, cidden tam bir menfîlik zirvesi ve iğrendiren bir tablodur…

“Ya müslüman ol, ya müslüman görünme!” noktasına çakılabilecek dört başı ma’mûr bir yol şilti varsa, Kâinâtda işte o, ancak bu olabilir; ve bunun dışında daha derin ve ötede bir menfilik düşünmek ise, mutlak olarak abes ve hatta muhâldir…

Mutlak Hakîkat demek olan Allâh irâdesini, ondan “intikam alma” dışında bir kasda bağlanması muhal olacak bir şekilde tağyîr, tahrîf ve tebdîl ederek saptırmak; ve binnetice, böylesine nâmütenâhi derecede tahkîr etmek, Kâinâtda daha büyüğü muhâl olan bir cürümdür ki; bundan da eşedd olan bir haram, ihânet, Allah Azze’yi beğenmemek derekesinde şeytânî bir (kibir ve gurûr) ve küfr ü şirk de düşünülemez…


¨

(İntişârı: 17.03.2014)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir