-1- 10 Kasım Münâsebeti İle İlk Ve Son (T.C. Reis-i Cumhûrları) Ne Dedi?..
10 Kasım 2023
-1- Cedd-i Azîzim Bartın Müftüsü Muhammed Rif’at Efendi Hazretlerini Yâdederken…
26 Kasım 2023

10 KASIM MÜNÂSEBETİ İLE İLK VE SON TÜRKİYE REİS-İ CUMHÛRLARI NE DEDİ?..

(2)

Mehemmed SAFFET

 

Bu seneki 10 Kasım’da yani “Ebedî Şef M. Kamal Paşa’nın” 78. Ölüm yıldönümünde, “Edebî Şef” CB RTErdoğan Bey çok “görkemli ve mahabbetli” tes’îd merâsimi ile “Beştepe Kongre ve Kültür” Merkezinde Paşa’yı “Rahmetle yâdederek minnetdarlığını da” beyân etdi. Haber medyada şöyle geçiyordu:

Bunun için diyorum ki, tarihimize bütünüyle sahip çıkacağız. Böylece, Gazi’nin deyimiyle, “Milletimiz de ecdâdını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır” diye konuştu……..”

CB’nın konuşmasında geçen “Ecdâdı tanımak” nedir, nasıl olmalıdır?. Bunun ölçüsü “Ebedî ŞEF” mi, “Millî Şef” mi, yoksa “Edebî Şef” Tayyib Paşa’nın gösterdiği adam ve madam cinsi mi olmalıdır?. Yoksa, laiklik mi, İslâmiyyet mi veya belli bir zümre mi, Haçlı Gâvur filozof ve târihçileri mi, Kamalist tarihçiler mi, parti felsefeleri mi, dembokrat politikacılar mı, yahut “Edebî Şef” Erdoğan Paşa’nın bizzat kendisi mi olmalıdır?. Bu noktada her istikâmetdeki “ecdâdı tanıma” ibresi, bambaşka cihetleri gösteriyor!. Ecdâdı “koruma kânunu” olmadığı içün, köprüaltı ağzıyla onlara hakâret ve küfredenler olduğu gibi; ecdâd müslüman olduğu içün müslüman ağzıyla onlara dua ve rahmet niyâz edenlere kadar her cins muhâtab bulabiliyoruz!.

Halbuki “Ebedî Şef” Kamal Paşa’nın “Osmanlı Sultanları hakkında” söyledikleri, “Edebî Şef” Tayyib Bey’in söylediklerinden çok farklı olub; Paşa’nın dedikleri, tam da tersden ve çok menfî görünüyor!. İki tarafın “ecdâd” hakkındaki kanaatlarının nasıl olduğu, kayıt ve kitablara geçmiş satırları ile vesîka çapında sâbit ve apaçık ortadadır… Paşa’nın “Ecdâd ve İslâmiyet” hakkındaki düşüncelerini çok dikkate değer ve çok merakâver bulduğumuz; ve CB’nının beyanları ile taban tabana çok zıd sözler gördüğümüz içün, aşağıya alarak kâriîn-i kirâm ile de paylaşmak istedik…

Paşa’nın söylediklerini bitirdikden sonra CB’nın da Paşa’yı pek senâ eden sözlerine geçeceğiz. Böylece Paşa’yı çok senâ eden CB’nının da aynen Paşa gibi mi düşündüğünü ve O’na aynen iştirâk etdiğini de mi düşünmeliyiz; yoksa ortada nasıl bir hesab vardır, bunu kâriînin fehmine mi havâle etmeliyiz?!…

Evvelâ Paşa ne demiş onları görelim:

1) “Osmanlı Devleti, maatteessüf ölmüşdür. Bâbıâlî Hükûmeti maatteessüf ölmüşdür… Afvedersiniz, hatâ etdim: Maatteesssüf demiyecekdim, MAALİFTİHÂR ÖLMÜŞDÜR! Çünki onlar ölmeseydi, milleti öldüreceklerdi.” (İzmir’de Halkla konuşma, 31.1.1923, “Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri”, c.2, s.88; Doğan “Batılılaşma İhâneti”, s.106.)

Görüldüğü gibi 1. Cumhurreisi ve “Ebedî ŞEF Kamal Paşa”, Osmanlıların “ölümünü iftihârla yani öğünerek ve gurur duyarak söylemeliydim” diyor!. Osmanlı ölmeseymiş, onların, milleti öldürecek kadar büyük bir millet KÂTİLİ olduklarını anlamak icâbedeceğini bu beyanlardan öğrenmek lâzım gelmiyecek midir?.

CB Erdoğan’ın, “Gazi’nin deyimiyle, milletimiz de ecdâdını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır” deyişi ile, yukarıya aldığımız “Ebedî Şef’in” sözleri arasında son derece büyük bir mübâyenet (zıdlık) bulunduğu îzahdan vâreste değil midir?..

2) Ayrıca aşağıdaki su satırlar da “Ebedî Şef”e âiddir:

“Biz Türkler, rûhen DEMOKRAT DOĞMUŞ BİR MİLLETİZ. Fakat milletimizi asırlarca idâre eden OSMANOĞULLARI, kendilerini ve YALDIZLI TAHTLARINI korumak içün atalarımızdan irsen gelmekde olan bu fıtrî hasletlerimizi körletmeye, uyuşturmaya çalışmışlardır. Her sâhada geri kalmamızın yegâne âmil ve sâiki bu olmuşdur.”  (Kemal Arıburnu: “Atatürk, anektodlar, anılar”, Ayyıldız matb-Ank,1960, s.162)

Buradan da Osmanoğullarının 600 sene hiçbir iyi, güzel ve doğru bir iş yapmadan, taş üstüne taş koymadıklarını; tam tersine atalardan gelen irsiyet âmilleri ile fıtrî hasletleri körleştirib uyuşturduklarını ve her sahada geri kalmanın sebebi bu Osmanoğulları olduğunu fehm ü idrâk eyliyoruz!.

3)“Herhalde Hılâfet başımıza BİR BELÂDIR. OSMANLI, PÂDİŞAHLIĞI ve HILAFETİ ALMADAN ÖNCE DEVRİNİN EN PARLAK AŞAMASINI YAPMIŞDIR. HILÂFETİ ALDIKDAN SONRA ÇÖKMEYE BAŞLAMIŞDIR.”  (Atatürk’den Düşünceler, Prof. Enver Ziya Karal, Devlet Kitabları, Atatürk Kitabları Dizisi: 1, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1981, s. 173, 48, 53, 148, 71, 96, 74, 75, 76, 160, 35.)

Cennetmekân Yavuz Sultân Selîm Hân ile beraber Hılâfet denen “belâ” Osmanlılara geçer geçmez devlet “çökmeye” başlamışdır, denilmek isteniyor… Bu çökmenin böylece tam 500 sene sürmüş olduğu söylenmekte değil midir?… Cihanda 500 senelik çöküşe dayanan başka bir devlet var mıdır?. Yoksa, bu pek esrarlı ve fiziküstü (!) bir hâdise sayılmalı değil midir?

4) “İSTANBUL’DA SALTANAT VE SEFÂHETLERİNİN, MENFAATLERİNİN DEVAM ETDİRİLMESİNİ, DÜŞMANLARIMIZIN ANAVATANIMIZI İSTÎLÂ ETMEK EMELLERİNE UYDURMAKDA, ONLARLA İŞBİRLİĞİ YAPMAKDA, DÜŞMAN DEVLETLERİN HER İSTEĞİNE BOYUN EĞMEKDE ASLA TEREDDÜD GÖSTERMEYEN, VİCDANLARI SIZLAMIYAN, MİLLETİMİZİN HÜR VE MÜSTAKİL YAŞAMA AZMİNİ KIRMAK İÇÜN HAİNCE TEŞEBBÜSLERDEN ÇEKİNMEYEN SULTAN VE HALÎFELERİN ARTIK BU VATANDA ASLA YERİ YOKDUR VE OLAMAZ!”  (Mustafa Kemal’in Sözü, N.H.Uluğ: “Üç Büyük Devrim” İstanbul, 1973, s. 183.)

Cennetmekân Vahîdüddîn Hân, Paşa’yı Anadolu HAREKÂTINA yani VATANI KURTARMAYA vazîfeli kılarak Samsun’a gönderdiği hakîkatına karşılık, Paşa’nın, Sultan ve Halifelerin artık bu “VATANDA ASLA YERİ YOKDUR VE OLAMAZ” deyişi cidden mühim, târihe geçecek kadar esrârengiz ve dehşetengiz bir vak’a sayılamaz mı?

5) Şu sözler de Paşa’dan:

“Evet arkadaşlar, o saraylar ve o sarayların etrafını çeviren HÂİNLER, asırlarca bu milleti gafletde bırakdılar; onu nûra koşmakdan men’ etdiler. Onlar, bu milleti ve memleketi yalınız iki zamanda düşünürlerdi: Biri paraya, diğeri askere muhtac oldukları zaman! Bir başdan memleketi SOYARLAR, diğer yandan milletden aldıkları askerle Viyana’yı, Mısır’ı, İran’ı zapt içün fütûhâta kalkarlardı. Halbuki milletin o fütûhatda hiçbir emel-i millîsi, arzu-i vicdânîsi ve menfaati yokdu. Onların HIRSI, onların ŞAN ve şerefi içün bu milletin evlatları bir daha dönmemek üzere onların arkasından sürüklenirdi. Sonra onların, saraylardaki debdebe ve dârâtını te’mîn içün paraya ihtiyaçları vardı. Bu parayı SOPAYLA alırlardı.” (Mustafa Kemal’in Adana Çiftçileri ile konuşması. 16.3.1923, “Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri”, c.2, s.121; Doğan: “Batılılaşma İhaneti”, s. 107-108.)

Osmanlılar, 600 yıllık ve üç kıt’adaki DEVLETİ, demek oluyor ki, HÂİNLİKLE, SOYGUNLARLA, HIRSLA VE SOPAYLA ayakda ve dimdik tutmuşlar… Cihan târihinde bu da, tersden akıldışı bir (rekor) olsa yeridir!.

6) “KAN İLE YAPILAN İNKİLAPLAR DAHA MUHKEM OLUR, KANSIZ İNKİLÂP EBEDÎLEŞTİRİLEMEZ! FAKAT BİZ, BU İNKİLÂBA VASIL OLMAK İÇÜN LÜZÛMU KADAR KAN DÖKDÜK!”  (Mustafa Kemal’den-Enver Ziya Karal: “Atatürk’den Düşünceler”, Devlet Kitapları, İstanbul, 1981, s. 170.)

Paşa bu beyânları ile de, “Kan dökmekle ebediyyen iftihâr edilebileceğini” bir “inkilâp kânunu” olarak keşfetmiş oluyor ki, bu da cihan çapında müthiş bir keyfiyet olarak telâkkî edilebilir…

15 Temmuz 2016’da ABD-Nato-Feto “inkilâbı” içün KAN DÖKEN Fetö takımları ise, buradaki ince ayar ve sırları bilemedikleri içün “dökdükleri KANLAR muhkem ve ebedî” bir iş ortaya koyamadan boş yere akıb hebâen mansûrâ oldu; ve bunun altında kalarak kendileri içün felâkete inkilâb ediverdi!. Belki de Feto-Nato-ABD inkilâbı, “lüzûmu kadar KAN DÖKEMEDİKLERİNDEN” bunun altında kalıb ezildiler!. Kan dökmenin de bir ihtisas işi olduğunu Feto acemileri bilememiş oluyorlar ki, bunun, câmi kürsülerinde millet bakıyesini aldatmak çün salya sümük höykürmekle elde edilebilecek bir kâbiliyyet (!) olmadığı ortaya çıkıyor… Feto yavşakları sırtlarını doğrudan doğruya ABD-NATO yerine îcâbetdiği kadar İngilize dayamış ve yaslamış olsalardı, bu inkilâb kendi başlarına ma’kûs bir felâkete inqılâb etmemiş olurdu!.

7) “BİZİM DEVLET İDÂRESİNDE TA’KÎB ETDİĞİMİZ PRENSİBLERİ, GÖKDEN İNDİĞİ SANILAN KİTABLARIN DOGMALARIYLA ASLA BİR TUTMAMALIDIR! BİZ, İLHAMLARIMIZI, GÖKDEN VE GÂİBDEN DEĞİL, DOĞRUDAN DOĞRUYA HAYATDAN ALMIŞ BULUNUYORUZ!” (“Atatürk Diyor ki”, Mustafa Baydar, Varlık Yayınları, İstanbul, 1981, 10. Baskı, s. 67.)

Paşa’ya göre Kelâm-ı Kadîm gibi ne kadar Kitab ve suhuf varsa bunlar, Allâh’ın, Peygamberan-ı ızâm Aleyhimüsselâm Hazerâtına inzâl buyurduğu KİTABLAR değil; “İNDİĞİ SANILAN KİTABLARDIR!” Paşa’ya göre hakîkatda böyle kitablar yok; “sanılan” kitablar var… Bu zamanda böyle kitabların dedikleri ile yaşanmaz; böyle (sanılan) kitablarla hayat yürümez; bu gerilik olur, denilmek istenmiş…

Fakat Târihe bakınca bu Kitablar, devr-i Âdem’den beri yüzlerce devlet kurub yaşatmış; ve milyarlarca insanı, yüzbinlerce âlim ve allâmeler, kumandan, sultan ve halîfelerle, devlet adamları, san’atkâr ve ediblerle onbinlerce sene adâletle ve seâdetle idâre etmişdir… Demek ki, îman ve fikirler, ins ü cin içün değişiyor; ve hakk u hakîkatı görebilmek her GÖZE bütün nûru ve lüzûm etdiği kadarı ile görünmiyebiliyor…

8) “LOZAN BARIŞ ANDLAŞMASI İLE, MODERN BİR ADLÎ TEŞKÎLÂT, MODERN VE LAİK KÂNÛNLAR YAPMAK M E C B Û R İ Y Y E T İ N İ  DE  MUKÂVELEVÎ OLARAK YÜKLENMİŞDİK.” (Prof. Hamza Eroğlu: “Atatürkçülük”, Olgaç Matbaası, Ankara, 1981, s. 154.)

Buradaki “Mecburiyyet, mukavele ve yüklenmişdik” kelimelerinin ortaya koyduğu ma’nâ, manzara ve (i’tirâfa) bakılırsa, “Lozan’ın zafer mi hezimet mi” olduğu pek güzel anlaşılır ve isbâtlanır… “Ebedî Şef” resmen ve alenen i’tirâf etmekdedir ki, “Lozan Andlaşması’na” Türk hey’eti “MECBÛR” edilmişdir… Ayrıca “MUKÂVELE” ile Türk tarafına “ZORLA YÜKLENDİĞİ” anlaşılmaktadır… Demek ki “HARBİ KAZANAN TARAF” zorlanan değil, zorlayan tarafdır!. Buradaki cümlenin ortaya koyduğu hakîkat, Lozan Andlaşması mevzuunda onu pek büyük bir muvaffakıyyet gibi gösterenlerle; ona yan bakanlara neredeyse hayat hakkı bile tanımıyacak kadar kendini kaybedenleri, yani CHP-Ulusallama ve Kamalist cenâh azgınlarını diri diri toprağa gömecek kadar keskin ve sivridir… Her sene Lozan sene-i devriyesinde ortalıkda deli danalar gibi böğüren bu cenâh, demek ki bu kadar açık ve keskin manzaraları çok iyi bildiklerinden, bunları örtmek üzere kuduruşa geçiyorlar!..

Yukarıya aldığımız ibâreden gene pek açıkça şu da anlaşılmaktadır ki, “Türk Hukûk (!) Sistemi” diye dünyanın gözleri önünde Haçlı Batı’dan taşınan bütün kânunlarla; “LÂYIKLIK” denen ateistlik de, “Lozan andlaşmasının, MECBÛR TUTULARAK VE MUKÂVELE İMZALATARAK TÜRK TARAFINA YÜKLENMESİ” ile bu memlekete çakılmışdır!!!.

Hakîkat bu kadar ve apaçık ortada olduğu hâlde, bu memleketde hâlâ daha “Lozan tartışmaları” ile milletin gözünü küllemiye kalkanlar varsa, bunların akl-ı selîm, samîmiyyet ve vicdân sâhibi mahlûkât olduğuna ihtimâl verilemez…

9) “EBEDÎ ŞEF KAMAL PAŞA’NIN” neler söylediğine devam edelim:

“Efendiler! Bütün beşeriyyetin tecrübe, ma’lûmât ve tefekkürde teâlî ve tekemmülü, HIRISTİYANLIKDAN, MÜSLÜMANLIKDAN, BUDİZMDEN SARF-I NAZÂR EDEREK BASİTLEŞTİRİLMİŞ VE HERKES İÇÜN ANLAŞILIR HÂLE KONULMUŞ ÂLEMŞÜMÛL SAF VE LEKESİZ BİR DİNİN TEESSÜSÜ; ve insanların şimdiye kadar kavgalar, levsiyât, kaba arzu ve iştihalar arasında bir sefâlethâne yaşamakda olduklarını kabûl ederek bütün vücudları ve zekâları zehirliyen ufûnet tohumlarına galebe etmiye karar vermesi gibi şerâitin husûlünü müstelzim olan bir “CİHANŞÜMÛL İTTİHÂDÎ BİR HÜKÛMET” tahayyülünün tatlı olduğunu inkâr edecek değiliz!”  (NUTUK, Türk Devrim Târîhi Enstitüsü, Devlet Kitabları, İstanbul 1981, 14. Baskı, s. 713)

Bu paragrafda anlatılmak istenenleri şöylece maddeleştirebiliriz:

1a) Buradaki 3 dîn, yani Hıristiyanlık, Müslümanlık ve Budizm, insanlığı yükseltmiyor ve geliştirmiyor. Yahûdiyyet dini ise bu meyanda nedense zikredilmemişdir…

2b) Bu 3 din “basitleştirilmiş” ve herkes içün “ANLAŞILIR” değildir. Dolayısıyla “Âlemşümûl, saf ve lekesiz” de olamaz. Mefhum-ı muhâlifi ile Müslümanlık da dâhil bu 3 din mevziidir (“bölgeseldir”), “karışıkdır, lekeli ve kirlidir…”

3c) Bu 3 din, Mülümanlık da dâhil, “İnsanlığın, kavgalar, pislikler, kaba arzu ve iştihalar arasında bir sefâlethânede yaşamalarına” sebeb olmuşdur.

4d) Bu 3 din, Müslümanlık da dâhil, “Bütün insanlığın vücudları ve zekâlarını zehirlemişdir; hem de pis ve çürük, iltihâbî kokular yayarak bu zehirlemeyi” yapmışdır…

5e) Tatlı bir hayâl olarak bu 3 dînin, Müslümanlık da dâhil, bu son derece menfî taraflarından uzak, “DÜNYA ÇAPINDA BİRLEŞİK BİR TEK HÜKÛMET TAHAYYÜL EDİLMELİDİR…”

6f) Neticeten: Gayr-i millî, Türke âid ve hass olmıyan, tamâmen global, bir tek basit ve anlaşılır, beşer icâdı bir dîn; ve gene dünya çapında gayr-i millî ve Türke âid ve hass olmıyan bütün milletlerin müşterek malı bir hükûmet… Bu hâliyle buna, adı geçen 3 dinin dışında bırakılan ve bütün dünyaya kendilerinin sâhib olacağı hayâli içinde bulunan yahudi idealindeki Yahve’nin dîni; ve siyonist idealindeki, diğer bütün insanlara yahudi ırkını hâkim yapacak olan bir (dünya hükûmeti) benzeri bir şey de denilebilir mi, denilemez mi?.

10) “Dini ve nâmûsu olanlar kazanamazlar, fakir kalmaya mahkûmdurlar! Böyle kimselerle memleketi zenginleştirmek mümkün değildir. Bunun için önce din ve nâmûs anlayışını değiştirmeliyiz. Partiyi (CHP’yi) bunu kabul edenlerle kuvvetlendirmeli ve bunları çabuk zengin etmeliyiz!”  (KAYNAKLAR:
(Kazım Karabekir – Hatırları – Kızıl Pençe – S. 86 – Mustafa Armağan
(Bkz. Kazım Karabekir, Paşaların Kavgası: Atatürk-Karabekir, Yayına hazırlayan: İsmet Bozdağ, Emre Yayınları, Aralık 1991, s.143
(Bkz. Kazım Karabekir Anlatıyor, Yayına hazırlayan: Uğur Mumcu, Umag Vakfı Yayınları, 1996, s.75-76.
(Bkz. Atatürk Din ve Laiklik Üzerine, Derleyen: Doğu Perinçek, Kaynak Yayınları, 3. Basım: 1999, s. 251-252.)

Paşa burada da:

  1. a) “Dîn ve nâmus” gibi şeylerin karın doyurmayıb bir işe yaramıyacağını nazarlara vermiyor mu?..
  2. b) Böyle mefhumlara kıymet veren bir milletin FAKİR kalacağına inanılmış… Böyle dindâr ve nâmuslu insanlarla memleket zengin olamazmış…
  3. c) Zengin olmak içün “din ve nâmus” kaldırılıb, yerine başka bir “din ve nâmûs” anlayışı oturtulmalıymış… Millet müslüman ise, onun “nâmus ve dîn” anlayışını değiştirmek acebâ nasıl olabilir?. Bunu faşist ve diktacı bir rejim kurmadan; ve 500.000 kadar kişiyi öldürüb kanını dökmeden yapılabilmesi mümkin midir?.
  4. d) Hâl böyle olunca, CHP’yi, “dîn ve nâmus” anlayışı olmayan veya başka bir anlayış şekline sâhib olan adam ve madamlarla kuvvetlendirmeli; ve bu kişileri hemen zenginleştirmeli imiş… “Ne edib edib çalışıb çabalayanlara değil, partici kim varsa onlara para akıtılmalı” denilmek istenmiyor mu?…

CHP’li ne kadar zengin varsa, 93 yıldır bu yollarla zenginleştirilmiş olmalıdır… “Sosyal (!) Adâletçi” CHP’nin, bütün servetlerinin meşrûiyyeti de, hangi “dîn ve nâmus” mayasıyla bugünlere gelmişdir düşünüle… Bir gün Türkiye’de (âdil) bir hükûmet iş başına gelirse, CHP de tepeden tırnağa (kayyumluk) demek değil midir?!!!

Ayrıca, 550 kişilik “Büyük Ulusallama Parala-mentosu”nda “NÂMUS ÜZERİNE AND İÇEN” bütün azâların da, “namuslu” olmakla kime “aykırı ve ters” olduklarını hesablamaları îcâb etmez mi?! Yoksa bu 550 kişinin “Dîn ve nâmus anlayışını değiştirmiş” kişiler olduğunu mu düşünmeliyiz?

Artık “Ebedî ŞEF’in istismârıyla” dünyalıklarını te’mîn eden adam ve madamların, hangi tür “dîn, îmân, nâmus ve ATA sevgisi” taşıdıklarını düşünmeleri; ve cihânın gözü önünde de bunun îzâhını yapabilmeleri îcâb etmez mi?…

93 yıllık “dîn ve nâmus” serüveni bu olan bir idârenin, milleti nereye nasıl götüreceği de iyi fikredilmeli değil midir?.. Bunca anarşi, terör, soygun, vurgun, ırza tasallutun; çocuk tâcizlerinin; kadın gırtlaklamaların, yangın ve tabiî felâketlerin, Feto-PKK, DEAŞ, DHKPC terörizminin, Tv fuhşiyatının; heykelhâne, fâizhâne, meyhâne, kerhâne ve kumarhânelerin hangi belâlara sebeb olduğu v.s.’nin dahî iyi düşünülmesi gerekmez midir?..

Bunun için önce din ve nâmûs anlayışını değiştirmeliyiz.”

Buyrulduğuna göre (!) 1924’den beri DİB’lığının, ilahiyatların ve Feto gibi sarık cübbeli kürsü şeytanlarının da nasıl bir anlayışı “DÎN” olarak millete zerk etdikleri ve edecekleri, âkil ve âmil olanlarca iyi düşünülmeli değil midir?!

 

(İntişârı: 14.11.2016)tt

Son tashîh ve ilâveler:  8 Kasım 2018 / 11:45:22

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir