(1) Şevket Eygi İctihâdına Göre İslâm Cumhûriyeti!
1 Kasım 2022
Yirmidokuz Kazık!
1 Kasım 2022

ŞEVKET EYGİ İCTİHÂDINA GÖRE “İSLÂM CUMHÛRİYETİ!”

(2)

Mehemmed SAFFET

 

Şevket Eygi’nin 18.12.2011 tarihli “İslâm cumhuriyeti!” yazısından 3 gün sonra da şu aşağıdaki serlevhalı yazısı intişâr etmiş olub, cumhûriyet (la republique) aşk-ı memnû’u bu yazıyla tavan yapmış görünüyor, okuyalım:

“Cumhuriyet mi, Mumhuriyet mi?” 

“Kuzey Kore Cumhuriyeti diktatörü öldü, yerine otomatik olarak oğlu geçti. Zaten müteveffa (vefat etmiş olan) babası da, kendi babasının yerine geçmişti.

Ya Rabbi!.. Şu dünyada ne acayip cumhuriyetler var!..”

Acaba Eygi arkadaş dünyada “acâib, beşerî ve izâfî” olmayan bir cumhuriyete (la republique’e) nerede rastladı, bunu Hakk rızasiyçün yazsa da, biz de kendileri gibi “cumhuriyetçi=la republique’ci” geçinsek!

Veya insan fıtratına uygun bir cumhuriyet=La republique olacaksa, bunun peygamberler tarafından insanlara bildirilmesi icab etmez miydi?. Veya Sahâbîler ve bütün İslâm ulemâ ve mütehassısları hep neden “hılâfet!” der dururlar da “La republique” demezler; ve mumâileyh, peygamberlerin ve İslâm mütehassısı ulemânın Âdem Atamızdan (Aleyhisselam’dan) beri demediğini diyerek, onlara muhâlefet etmekden neden korkmaz ve hayâ etmez?.

Tarih boyunca neden “atam, homosapiens maymunları!” diyenler “cumhuriyet=La republique” der de; “Atam Âdem Aleyhisselâm” diyenler bunu demez, “hılâfet” der?

Neden?.

YARADAN, Âdem ve âlini halife yaratdığından olmasın! Mübârek, mukaddes ve muazzez Kelâm-ı Kadîm böyle söylüyorsa iş bitmişdir efendim! Artık (la republique’acı) olmak biter, (hılâfetçi) olmak ruznâmemize oturur… Dileyen dilediğini olacak değil mi artık, gönül işi bunlar, ne kadar zorbalık yapılsa, fıtrat dışı olanlar gün gelib eriyor ve yok oluyor ağalar ve paşalar!. Eygi şöyle akıl yürütüyor:

“- Suriye de bir cumhuriyet. Eski cumhurbaşkanının yerine oğlu geçmişti.

Mısır diktatörü alaşağı edilmeseydi, yerine oğullarından birinin geçeceği söyleniyordu.

Mübarek devrildi de ne oldu? Mısır’daki Memlûk cumhuriyeti taş gibi yerinde duruyor.

Fransa’daki gerçek cumhuriyet mi?.. Hayır!.. Fransa Yahudi Cumhuriyeti…” 

Görülüyor ki, “cumhûriyet-mumhûriyet, republik-mepublik!” denen ve insanların uydurduğu şeyler, gene insanları aldatıb uyutmak içün onların önüne konulan “ankâ kuşu!” kabilinden oyuncaklardır! Anınçün, Şevket Bey âhır ömründe “cumhuriyet=La republique misyonerliğini” bırakıb, selefin üzerinde bulunduğu yol Âdem Aleyhisselamdan beri ne ise, onu tasdîk ve tahsîn etmelidir!. Tenâkuzlar içinde cirit atmak, kaş yapayım derken göz çıkarmak, bütün bunların ebedîyyen mes’ûliyyeti olacağı unutulamaz… “Fransa’daki yahudi cumhuriyeti” diyen adama sorsak: “Türkiya’daki ne cumhuriyeti?” Eygi “Gerçek cumhuriyeti” arıyor!. Anka kuşunu yani… Arayan bulur!

15 asırdır değil, Âdem Atamız (Aleyhisselâm’dan) bugüne kadar hiçbir peygamber, âlim ve velînin ağzına almadığı bir “la republique” kelime-i ecnebiyyesini, biz, neden “fazilet rejimidir bilmem nedir!” diye ve onun bir misyoneri gibi, Eygice ile reklâm edeceğiz? Onun istismarcı ve menfaatına tapan reklâmcıları, zaman zaman kudurma periyoduna girib sürüler gibi meydanları dolduruyor; ve “cumhuriyet mitingleri” yapıyor ve “kahrolsun Şeriat” diye de, o “fazilet rejiminin nasıl rezilet mü’mini” olduklarını, kâinata ilân ve isbât edivermiyorlar mı?…

Şevket Bey’in onlara yardımına, o istismarcı reklâmcıların ihtiyacları olmasa gerek!

Sonra bize, son nefesi verirken (hatm-i enfâs ederken), kabirde, âlem-i ervahda, Kıyâmet kopunca, mahşerde ve kitabını oku dendikde “cumhuriyet’den=la republique’den!” bir imtihân suâli de gelmiyecek!

“Ona neden inanmadın, onun neden misyonerliğini, reklâmını ve yalakalığını yapmadın!?”

Şeklinde önümüze bir kabir suâli koyacaklar mı?

Bizi, “dembokrasiden” kim imtihana sokub, şöyle sorgu suale (istintâk)a çekecek:

“- Dembokrasiye neden îmân etmedin Ey, Âdemoğlu; onu neden kutsamadın, Aydın’ın bilmem ne köyüne gidib dembokrasi çınarının önünde neden toprağa çakılmadın; Yassıada dembokrasi müzesini neden temâşâ etmedin; dembokrasi kahramanları üreten kültür ve küfür atanı, takanı, bakanı, çakanı ve bakamayanı, o beton kafalıları neden dinlemedin; ve onların istismarcı, sırıtkan ve münâfık leblerinden neden iki parmakla makaslamadın; ve o ufûnetleri burun düşüren hazeleyi, neden oylayıp kucaklayarak okşamadın, başına ve tepene çıkarmadın!?”

Bize, ammâ ve lâkin şunlar denecek mi denmeyecek mi:

“- Dünyada, Allâh’ın şeriatına göre seni güdecek bir başa sahib olmak içün ne yapdın? Ona bey’at etdin mi, Allâh içün cemaat teşkîl etdin mi, en büyük cemaat demek olan ve  zarûrât-ı dîniyyeden olan hılafetin lüzumuna iman ederek çalışıb çabaladın mı; bu uğurda hangi tebliğ ve neşrin içine girib hakk-ı sarihi ketmetmemek adına ortaya ne koydun; “men teşebbehe….” hadîsindeki emre muvâfık olarak yahudi ve nasrânîlere ve tüm gayr-i müslimlere benzememek adına hangi siyâsi ve tâğûtî rejimlerin misyonerliğinden Allâh Azze ve Celle’ye sığındın?”

“Bunlar ince işler, ben bilmiyordum!” deyince, o öteki dünyâda kıvırtmak mümkin mi?. O zaman ma’nâ i’tibâriyle bize şunları söylemiyecekler mi:

“- Bilmemek mâzeret değildir. “Bizi başımızdaki iri firavunlar ve onların ufaklıkları aldatdı onları cezalandır Yâ Rabbi!” deyip durmayın; onların da sizin de cezalarınız müşedded ve muda’af olacakdır, siz bilmezsiniz ben bilirim!”

Kur’ân’da, evet Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân’da beyân edilen bu ihtarlar tepemize balyoz gibi indiği o zaman, kim ne halt edecek; ve bizi, (hâşâ) hangi “İslâm dembokrasisi, hangi İslâm Cumhuriyeti, hangi İslâm republique’ası, hangi İslâm burjuvazisi ve hangi İslâm Sosyalizması, hangi İslâm sekülarizmi, hangi İslâm Partisi, hangi İslâm hümanizması, hangi İslâm diyalogçuluğu ve hangi İslâm Politikacısı” kurtaracak!?.

Orada, hangi antika çaydanlıkları toplamalar ve bitpazarı döküntülerine verilen zamanlar ve harcanan ömürler, kimlerin işine yarayacak?

Allâh Celle, bizden, îmân ve amel dışında, “cumhuriyet, republique, burjuvazi ve dembokrasi” misyonerliği de istiyor ve bizi bunlarla (hâşâ) mükellef tutuyor mu? Yoksa tâğûta âid ne varsa tepeden tırnağa “lâ ilâhe….” deyib, onları nefy ü redd ve inkâr etmemizi mi istiyor? Bunları, zarûrât-ı dîniyyenin en başında olanlar cümlesinden olarak, kat’iyyen ve kâtıbeten istiyor mu istemiyor mu?.

Papağan gibi “kelime-i tevhid” okumanın reklâmını yapıb milleti ılımlılaştırmanın ve agnostikleştirmenin, uyuşturmanın, pelteleştirmenin, modernleştirmenin, hoşgörü ve hakkörü kılmanın, diyalog manyağı yapmanın, hatta Haltettin Karamanlis gibi hayâsızca “diyalog âyetleri” bile uydurmanın iblisleri, orada bizi kurtarabilecekler midir?!

Tevhid kelimesinin, dünyada manâsını ve gâyesini bilmez ve bunu kalbimize cezm ü yakîn derecesinde tasdîk ve tahsîn etdirmezsek, orada tevhîd kelimesini öğretmeye, ne pirinç ayıklar gibi hadis ayıklama âleti şu dembokrat DİB başı gelir; ne cumhur republique’asından bir sarıklı başpiskopos zuhûr eder; ne vatikan diyalogcusu salya sümük bir kardinal tedârik edilir; ve ne de, Eygi uydurması “İslam burjuvazisinden” cübbeli-züppeli ve imam denen leş kargası bir soytarı ayarlatırlar!..

Nasıl, yalan mı?

Aklımızı başımıza toplayalım ve bir yandan ehl-i sünnet yolu ve onun avukatlığını sırtlanıb, öte yandan da şurdan burdan idhal malların misyonerliğine soyunub hem dall hem mudill olmayalım… Vebâli müthiş hatta ebedî olur, altından vallâhi kimse kalkamaz…

Bu iş çocuk oyuncağı değildir; ve yevmî çekişmelerin ve şeytânî pis ve necis politikanın hesabları ve dengeleri adına hakikatı ketmetmeye bu dînin zerre kadar tehammülü ve müsâmahası yokdur. Nice büyüklerimiz, bir âyet, bir hadis ve bir tek mes’ele içün işkenceler altında zındanlarda ve sehpalarda canlarını verdiler. Bir İmam-ı Malik gibi allâme müctehid, 40 sualin 39’una “lâ edri!” buyurdu… Bizlere ne oluyor ki, durub dururken Avrupa haçlılarından idhal nice politik muzahrafât içün “ben bilirim” deyib, bir çuval incirin içine etmekden çekinmiyoruz…

Bunlar, revâ mıdır, akıl mıdır, insaf mıdır, îmân mıdır, ehl-i sünnet olmak mıdır, ehliyet midir, emânet midir, haddi bilmek midir, ilim midir, ahlâk mıdır, selefe bağlılık mıdır, istikâmet midir, nedir ve nedir?

“Yahudi cumhuriyeti” varsa, “İslâm cumhuriyeti” de vardır veya olmalıdır mantığı, neyin, kimin ve nerenin mantığıdır?. Yehûdiyyetle İslâmiyyet arasındaki ortak paydaya bakınız: “Cumhûriyyet!”

Bu Eygi ve benzerleri Akgündüz ve Şevki gibilerin hem dall hem mudill olan mıntıkaları tevbe-i nasûh ile ıslâh edilmezse, ümmet bakiyesi ehâli-i etrâk ve ekrâdın vay hallerine!

Yâhu cumhuriyet denilen uydurmaları, Fransız ateistleri, “La Republique”  dediği nesne ne ise, onu, o olarak ve kendi inanç veya küfür ve şirk dünyasının zarûreti olarak îmâl etmiş; ve her rejim gibi kendi rejimini de, kendine yandaş ve müttefikler bulma ihtiyâcından hareketle dünyâya ihrâc eylemişdir…

Bu malın tabiatında babadan oğula devlet başkanlığı geçmezdi hani, geçer olmuşsa bu dümenin altında başka şeyler var. Bunları bir evvelki yazımızda kısmen ele aldık. Hulâsa seçim havalarına girerek halkı sandık başı yaptırıb, ona:

“- Bak, sen seçiyorsun, dolayısıyla senin dediğin oluyor, öyle ise seçdiğine sahib çık, onu ölesiye, olmazsa geberesiye sev, ona tapın ve koru, peşinden sakın ayrılma!”

Mesajı yüklemek!.

Aynı oyun T.C.de de 90 yıldır icra edilmiyor mu?. Buradaki babadan değil, “atadan” veletlerine (çocuklarına) geçiyor…

Halka, koruyacağı ve uğruna canını fedâ edeceği hedef olarak kendisinin YARADICISI neyi ve hangi istikametleri gösteriyor; Fransız ihtilâli ile dünyâya ihrâc edilen yahudi felsefesinin müridleri neleri gösterdi ve hâlâ daha neleri gösteriyor?. Allâh’ın gösterdiği hedefleri imhâ etmenin formül ve çârelerini 170 senedir içimize pompalayanlar, nerede  ve kimlerin kucağında yetişdiler?. Bunları hâlâ göremeyib, îmân sancı ve mes’ûliyyeti duymadan ve utanmadan, onların politik literatürdeki misyonerliğini yapmak ne oluyor?.

Bir tarafda “hoşgörü-diyalog” misyonerliği; ve karşısında da “bilmem nelerin” misyonerliği… Vardıkları nokta aynı değil mi? İki kanaldan da, yahudi-haçlı dünyâ hâkimiyyetine, global çete karargâhına veya evangelist-siyonist ocaklarına çıkılmayacak mıdır?

Şimdi gelecek satırlar ise çok daha hılâf-ı hakikat, okuyalım:

“Osmanlı devleti tarihe karıştıktan sonra Türkiye’de bir İslam cumhuriyeti kurulmuştu. Anayasanın ikinci maddesinde “Devletin dini İslam dinidir” yazılıydı, kabinede Şer’iye (Şeriat İşleri) bakanlığı vardı. İstanbul’da Dolmabahçe sarayında Halife-i Müslimîn Abdülmecid bin Abdülaziz Han oturuyor ve her Cuma merasimle namaza gidiyordu. Hafta tatili cumaydı. Mecelle yürürlükteydi. Bütün Müslüman kadınlar tesettürlüydü. Medreseler ulema ve fukaha yetiştiriyordu. Tekkelerde zikrullah yapılıyordu. Bu İslam cumhuriyetinin ömrü kısa oldu. Yerine vesayet rejimi kuruldu.” 

Osmanlı devletinden sonra T.C.’de “İslâm Cumhûriyeti” adıyla bir devlet kurulduğuna kim şâhidse beri gelsin!. Şevket Eygi ve kendisi gibi Akgündüz, Şevki ve Dilipok v.s. gibi 5-10 hafif akıllıdan başka, böyle bir iddiada bulunan başka bir tek kişi yeryüzünde bulunabilir mi?. La republique denen rejime geçişi, İslâm milleti mi istemişdi, yoksa tepeleri eline geçiren belli bir grup mu? Ve bunlar La republique ilânından sonra ehl-i hâl ve’l-akd’in teşkil etdiği bir istişâre meclisine mi gitdiler; yoksa, her din ve ideoloji ve ateist felsefelerden meb’usları kendileri belirleyib, kendilerini de onlara mı seçdirdiler!?..

Buna “İslâm Cumhuriyeti=İslam la republique’ası” demek içün insanın İslâm’ın elifinden bîhaber olması icab eder! Ve buna Kongo pigmeleri bile güler…

Teşkîlât-ı Esâsiye Kânûnunda “Devletin dini, din-i İslâmdır!” yazması o devletin “İslâm Devleti yani hılâfet” olduğunu göstermez; milletin ve dünyânın, bir iki sene daha uyutulması içün, kâğıt üzerindeki bir iki satırla göz boyandığını gösterir… Bütün bunlar, muvâfık ve muhâlif nice tanınmış zevâtın eserleri, makâleleri, hâtırâtı ve nutukları ile apaçık ortadadır. Hakikatları saptırmak son derece tehlikeli ve ebedî mes’ûliyeti olan bir işdir…

Eygi, yâvelerine şöyle devam ediyor:

“Kabinede şer’iye bakanlığı vardı. İstanbul’da Dolmabahçe sarayında Halîfe-i müslimin Abdülmecid bin Abdülaziz Han oturuyor ve her Cuma merasimle namaza gidiyordu.”

Kalpazanların sahte banknotlarını, hakîkî para diye yutdurmayalım!

İyi de, bir devletde hadi uyduruk adı “İslâm la republique’ası!” diyelim, orada hem “Şer’iyye vekîli” olacak; hem de “Halife-i Müslimîn!” diye alafranga beyinli ressam Abdülmecid!. Böyle soytarılık, İslâm târihinde  nerede ne zaman görülmüşdür?  Netekim darbecibaşı kâtil Kenan da, Abdülmecid gibi iyi boya ve fırça çekiyordu!. Biri “Halife olmadan halife” iken (!) öteki, emekli olub Akdeniz sâhillerinde keyf çatarken! Farkları bu… İkisinde de kafa, ma’lûm hevâ ve hevese tâbi’ dünyâlık kelle…

Yâhu Halife-i müslimîn olmak çocuk oyuncağı mıdır?

Cennetmekân Vahidüddîn Han Hazretlerinin başına gelen bin türlü sıkıntı ve işkenceleri, Dolmabahçe sarayından, üstelik, o Sultanın aleyhinde zerre kadar utanmadan gevezelik ve hezeyanlar püskürterek seyreden; ve Osmanlıların yüzkarası bir herife, adamın “Halife-i Müslimîn” demeğe nasıl dili varır hayret… İnsan biraz târih okur ve insaf sahibi olur! Ulemâ ve selefimiz ne demiş, bunları düşünür ve yazdığını nâmusluca ve dürüst yazar!. Bir evvelki makâlemizde Şeyhülislâm Merhûm Mustafa Sabri Efendi Hazretlerinin “Alafranga” dediği Abdülmecid soytarısı hakkındaki hüküm ve yazdıklarını burada tekrar hatırlamalıyız…

İşte, çilekeş ve hakkın yılmaz müdâfii Şeyhülislâm Merhûm Mustafa Sabri Efendi Hazretlerinin satırları… Daha evvel de aynen iktibâs etdik, şimdi ilâvelerle bazı yerleri tekrar edelim:

“- Hakikaten ne idi o hükûmetsiz Hılâfet! Ahkâm-ı Şer’iyyenin icrâsına me’mûr ve cismânî bir hükûmet reisi olan Hazret-i Peygamberin halîfesi ve vekîli olacak zâtın, elinden hükûmeti alınınca, o zât, Cenâb-ı Peygamberin nesine vekâlet edecekdi? Dolmabahçe sarayında ikâmete me’mûr olmakdan başka Abdülmecid Efendiye bir vazife ayrılmamış olduğundan, müşârünileyhin nasb olunduğu ve birbuçuk sene işgâl etdiği makâm, KAT’İYYEN MAKÂM-I HILÂFET DEĞİLDİ.”

Bu satırlar, o günleri bizzât yaşamış ve şer’î görüş ve fikirleri tarafımızdan mutlaka dikkate alınmak mevkiinde olan bir zât-ı muhterem allâmenin satırlarıdır; ve Hazret’in son derece isâbetle tesbitiyle de “Abdülmecid efendiye verilen makâm KAT’İYYEN MAKÂM-I HILÂFET DEĞİLDİ…”

Evet Akâidde İMAM olan ve âlem-i İslâm’da o kadar ihtirâm ve tasdîk görmüş bir allâme böyle söylerken, o Abdülmecid’den hâlâ:

“-İstanbul’da Dolmabahçe sarayında Halîfe-i müslimin Abdülmecid bin Abdülaziz Han oturuyor ve her Cuma merâsimle namaza gidiyordu.”

Demek, zarûrât-ı dîniyyeden bulunduğu şübhesiz olan o 14 asırlık “hılâfet” müessese-i mukaddesesini zerre kadar anlamamak;  ve hatta onunla bir nev’i istihzâ etmek olmaz mı?

Bir başka makalelerinde de Merhum Şeyhülislam:

“-Abdülmecid Efendinin Hılâfetine Şeytan bile güler….Kamal Paşanın tayin etdiği adamdan halîfe mi olur!”

Buyurmuyor mu?

Şeyhülislâm Merhûmun satırlarına daha devam edeceğiz biavnihî Teâlâ.

“Cumhuriyet= La republique” denince ilk akla gelen fazîlet olmalı imiş! Çok garib, bu faziletli cümhûriyet kâinâtın neresinde 3 saatcik yaşanmış, ilâc içün gösterilsin!. “Yahudi Cumhuriyeti” derken de, bu “fazilet”i Eygi denen adam hissedib ferahnâk oluyormuş mu??? Buyrun:

“Cumhuriyet denilince hatıra ilk gelen şeyin fazilet=erdem olması gerekir.

Bir cumhuriyet erdem üzerine kurulmamışsa, gerçek ve doğru cumhuriyet değildir.” 

Cumhuriyet denilince ilk akla gelen şeyin fazîlet olması gerekirmiş! Fazîlet, lûgatda ahlâklı, iffetli, ma’nevî kıymetlere sâhib olmakdır… İyi de, bütün bunların temeli vahiy mi olacak, beşerî akıl mı?. Cumhuriyet denen La republique’i uyduran asırların ötesindeki çok akıllı kadîm yunanlı, romalı, frengistanlı, britanyalı ve teksaslı filozof arkadaş ve yoldaşları, bu icadlarını neyi referans alarak uydurdular acaba?! Vahiy esas alınmamışsa; ve o zaman vahiy dışında da “fazilet” oluyorsa,  o takdirde vahye ne lüzum var?.

Eygi, iyice kafayı ve îmanını sıyırmışa benziyor!

Vahyi esas almışlarsa, onlara felsefeci denmez; ve bizim de bundan mutlaka haberimiz olması icâbederdi. Çünki vahye dayananlar (Muhbir-i Sâdık Aleyhisselâm) tarafından gerek nazarî ve gerekse amelî ne varsa mutlaka bize ulaşırdı. Ve Allâh da dînini tamamladığını beyân buyuruyor. O halde bize kadar vâsıl olmamışsa, bu la republique vahye dayanmıyor demekdir; ve o “ilk-orta-yeni çağlarda” yaşamış pek sivri zekâlı felsefeciler yani Eygi’nin o gönüldaş ve fikirdaşları, “kafatasları içindeki beyin loblarından” referans alıb, beşeriyyet meydân-ı ukalâsında reverans yapmışlardır! Ve frekansları da, Eygi’ninkisi ile aynısının tıpkısı demekdir!

Binâenalâzâlik, bu kabil bid’at-ı seyyie denen Allâh irâdesine ters beşer uydurmaları, evvelâ Allâh Azze’nin irâdesi önünde, sonra da buna ve peygamberlere ve müslîmîne tebean ukalâ-yı müslimîn huzûrunda bir derece-i i’tibâra nâil olamaz ve keenlemyekün addolunurlar!

Hâl ü keyfiyet şimdilik böyle olub, arîzamız dahi bugünlük bundan ibâret kabûl buyurulmalı; ve idhâl malı “la republique” denen frenk (gâvur) icadları (!) önünde, îmân mahsûlü kendi mallarımızın ne olduğunu ve ne olmasının zarûrî bulunduğu noktasında tenâkuz ve teâruzlara sarhoş gibi yaka-paça sürüklenmemeliyiz!. Bu gibi şirk ü küfre müeddî bid’atların ebedî mes’ûliyyeti de gerçek müslümanları perîşân etmeye kâfî ve vâfîdir.

Yoksa, işte yahudi saçına dönen işlerin ve felâketlerin içinde kalır; ve çâresizlikler karşısında bugün olduğu gibi apışır kalırız vesselâm……

 

(İntişârı: 04.01.2012)tt

Son tashîh ve ilâveler: 30.10.2018 / 12:38:49

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir