Allâh’ın Dînini Yazboz Tahtasına Çevirmenin Bedeli! Veya Bedduânın Türkçesi…
22 Aralık 2013
“Paralel Koalisyonun” Ana Hedefi!
22 Ocak 2014

“Dinlerarası Diyalog” projesi, T.C.’deki diyalogçu mukallidlerin bunu Müslümanlığa isnâd etme iftirâ ve sapıklığına rağmen, bu fitnenin mûcidi, hiç

DİNLERARASI DİYALOG FİTNESİ, İSLÂMİYET’İ BİTİRME PROJESİDİR! 

Zıyâiyye BEKÇİSİ

 

 

“Dinlerarası Diyalog” projesi, T.C.’deki diyalogçu mukallidlerin bunu Müslümanlığa isnâd etme iftirâ ve sapıklığına rağmen, bu fitnenin mûcidi, hiç şübhe yokdur ki doğrudan doğruya Vatikan’dır… İkinci Vatikan Konsülü, 1959-1965 tarihleri arasında, üç hıristiyan mezhebi olan katoliklik, ortadoksluk ve protestanlık kiliseleri arasında bir diyalog başlatdı…

 1964 senesinde, “Hıristiyan olmıyan dinler sekreteryası” adı altında bir teşkîl de, bu konsüle ilâve edildi.

 Adı geçen 2. Vatikan konsülü, bir beyannâme de neşrederek, kiliselerdeki Pazar âyinlerinde, Hazret-i Îsâ Aleyhisselâm’ı çarmıha (hâşâ) geren (çarmıh mes’elesi mutlak uydurmadır) yehûdîlere (lâ’net) okumayı ve (anti semitizmi) yasaklayıb kınadı…

1971’de de, Cenevre’de, “Yaşayan İnanç ve İdeolojilerin Mensuplarıyla Diyalog Komisyonu”na bağlı olarak, “Müslümanlarla Diyalog Şûbesi” tesîs edildi…

Bu noktada İsmail Mutlu’nun “Dinlerarası Diyalog” kitabından okuyalım:

“- ….. dinlerarası diyalog 1965’de gündeme gelmişdir. Fiilen de 1970’li yılların ortalarında başlamışdır. Gülen’in bu faaliyete katılımı ise 1996 gibi oldukça geç bir tarihdir. Bununla birlikde Türkiye’de diyalog denilince, ilk akla gelen isim hiç şübhesiz F. Gülen’dir. Müslüman Hıristiyan diyaloğunu teori olarak ele alan Gülen, konuyu pratiğe de döktü; 8 Şubat 1998 tarihinde gerçekleşen Vatikan ziyâretinde, Papa II. Jean Paul’e bir mektub sundu. 9 Şubat 1998 tarihinde, Papa II. Jean Paul ile bizzat görüşme yapdı.” (Dinlerarası Diyalog Nasıl Başladı, Nasıl Gelişdi?-İsmail Mutlu-Tab’ı: 2009-s: 201)

  1. Paul, 1991 senesinde ilân etdiği Redemptoris Missio (Kurtarıcı Misyon) nâm ta’mîminde şu propaganda ve iddiayı dünyâya üfürüyordu:

“- Dinlararası Diyalog, Kilisenin, bütün insanları Kiliseye döndürme hedefli misyonunun bir parçasıdır. Bu misyon aslında, Mesih’i ve İncil’i bilmiyenlere ve diğer dinlere mensub olanlara müteveccihdir.” (Diyalog Tuzağı, s. 19)

1973’de (Hıristiyan Olmıyanlar Sekreteryası Sekreterliğine) getirilen Pietro Rossano, kendi neşir organları olan Bulletin’de şöyle yazacakdır:

“- Dinlerarası Diyalogdan bahsetdiğimizde açıkdır ki, bu faaliyeti Kilise şartları çerçevesinde, misyoner ve İncil’i öğreten bir cemaat olarak yapıyoruz. Kilisenin bütün faaliyetleri, üzerinde taşıdığı şeyleri yani Mesih’in sevgisini ve Mesih’in sözlerini nakletmiye müteveccihdir. Bu sebeble diyalog, Kilisenin İncil’i yayma hedefli misyonunun içinde yer alır.”

1984’de Rossano’nun yerine geçen Kardinal Francis Arinze de, aynı hedefe işâret etmekte ve şöyle demektedir:

“- Papa 6. Paul’ün vizyonu gerçekleşmektedir. Çünki Dinlerarası Diyalog, Kilise misyonunun bir parçası olarak görülmektedir.” (Bulletin, 59/XX-2,1985,124—Diyalog Tuzağı, s.19-20)

Ahmed Seyyidoğlu, (16.12.20013) Târihli makalesinde, “Dinlerarası Diyaloğ” denen fitnenin, İslâmiyet’in Son Peygamberi Rasûl-i Rusül Aleyhisselâm zamanında başladığını söyliyenlerin, hakikatları saptırıb yamultduğunu beyan etmiş ve şöyle yazmışdı:

 “- Papaya yazılan mektubun şu aşağıdaki satırları, “dinlerarası diyalog” denen dünyâ çapındaki muazzam fitnenin, papalık tarafından başlatıldığını, hem de Pansilvanyalı emekli vâizin beyanları olarak son derece açık şöyle ortaya koymaktadır: “Papa 6. Paul Cenabları tarfından BAŞLATILAN ve devam etmekde olan DİNLERARASI DİYALOG içün Papalık Konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz.”

 “Hani “dinlerarası diyalog” İslâm ile başlamışdı?! 1998’de papaya yazılan mektubda böyle; aradan 8 yıl geçince, 2006’da yazılan “Diyaloğun Dinî ve Tarihi Temelleri” nam kitabın 41. Sahîfesinde ise Gülen tam tersini söylemektedir…”

 Ancak burada, “dinlerarası diyalog”, sadece “diyalog” olarak kaleme alınacakdır:

“- Diyalog anlayışımız, İslâm’ın özünden, Kitabdan, Sünnetden, ve dinin yoruma açık yanlarının upuzun bir tarih boyu yorumlanmasından kaynaklanmaktadır. İsterseniz şöyle de diyebilirsiniz; bu anlayışın kaynağı, Kur’an, Sünnet, İcmâ’ ve kıyas gibi aslî delillerle, yine bu delillerden çıkarılan, istihsan, istislah, istishab, beraat-ı asliye, örf ve âdetlerin meşrû’ olanları gibi fer’î delillerdir.” (Diyaloğun Dinî ve Tarihî Temelleri, F. Gülen 2006, s.41) 

Gülen’in, bu Vatikan faaliyetine katılışının 1996 olduğu yukarıda beyan edildi. Adı geçen, bu târihe kadar, 60 senelik ömründe, acebâ bu “Dinlerarası Diyalog” diye bir faaliyetin “İslâmiyyet’in aslî ve fer’î delilleri ile bu dinde bulunduğunu”, takibçilerine gerek kitâbet ve gerek hıtâbet tarîkı ile, bir kere bile neden duyurmamışdır veya duyuramamışdır?. Neden ağzına almamış veya alamamışdır da, bu tarihden sonra ve Papayı ziyaretine (1998’e) 2 sene kala bu misyona boyun eğmiş ve onu boynuna geçirmişdir? Neden??? Ne değişdi de, o zamana kadar Zaman cerîdesi, yahudi ve hıristiyanların ALEYHİNDE manşetler çekerken, evet, ne değişti de bu tarihden sonra yahudi ve nasrânîler (haçlılar) yere göğe sığdırılamaz olmuşdur? Neden? Bunlar da şimdi ortada, ammâ, daha daha da ortalıkda olmasına az kaldı!. Şu kardinallik perdesi de bir aralansın, bu perdenin arkasında ne tür kardinallerin suratları koleksiyon hâlinde dizili duruyor, hele bunlar da bir gün vesikalarıyla ortaya bir dökülsün!.. Akıl ve zekâsı, üzerine fil yatınca ancak fışkıranlar, evet, ancak o zaman anlıyacak!

2000 Yılına geldiğimizde de, Papa II. Paul, “hakikatı” bütün çıplaklığı ile ortaya dökmekde hiçbir mahzur görmiyecek ve bunu bütün dünyaya aşağıdaki gibi ilân edecekdir; ve bunun, nev-i şahsına münhasır bir haçlı seferi olduğunda da, aslâ bir şübhe bırakmıyacakdır: 

“- Birinci Bin yılda Avrupa Hıristiyanlaştırıldı. 2. Bin yılda Amerika ve Afrika Hıristiyanlaştırıldı… 3. Bin yılda da, Asya’yı Hıristiyanlaştıralım.” (Diyalog Tuzağı, M. Oruç-2003-s. 20) 

Bilindiği gibi bu beyanların üzerinden bir sene geçer geçmez,  2001’in 11 Eylülünde, ABD’de ikizkuleler denilen mahallerin kendi elleri ile patlatılması; ve bunun da, Asya içlerine ilerlemek içün bir “müslüman terörü” kılıfına büründürülerek, ıkış tıkış dünyâya servis edilme iblisliği başlatılmışdır! 

İşte bugün, (3. Bin’deyiz) ve Papa II. Paul’ün “Asyanın Hıristiyanlaştırılmasını!” işâret etdiği 2000’den, sadece 14 yıl geçmişdir. Ve Asya’nın, bilhassa Anadolu etrafındaki İslâm Coğrafyasının “Hoşgörü-Diyalog ve ibrâhimî dinler!” marşları ile, bu 14 yıl içinde nasıl hıristiyanlaştırılmak üzere ateşe verildiği, bütün dünyânın gözleri önündedir… 2001 Eylülünde, ABD başındakı oğul Puş’un, “haçlı seferleri başlamışdır” diye böğürüb höykürmesini, bizdeki Allâh’sız birâderleri Salamon, “dil sürçmesi” diyerek iblisçe küllemeye çalışmışsa da, mızrağın çuvala sığmadığı, artık bugün bütün tezek, gerzek ve zevzek dünyânın ma’lûmudur!.. Ayrıca, dünyâ haçlı politikasının karargâh merkezi  İngilizin o zamanki Hükûmeti başında bulunan Madâmiyyenin  de, “artık sovyet tehlikesi kalkmış, bundan böyle yeşil tehlike karşımızdadır” diyerek, alenen azması; ve İslâm Coğrafyasını hedef göstermesi, karşımızda duran haçlı seferi vâkıasının en büyük hüccetidir..

 “Hoşgörü-Diyalog-ibrâhimî dinler” perdesi altındaki bütün faaliyetler, Pensilvanya’sından Gezi Parkı ve Son “Haşhâşî” Ayaklanmasına kadar topu da, hiç şübhe edilmemelidir ki, Papa’nın “3. Bin yıl, Asya’nın hıristiyanlaştırılması” hedefinin tahakkukuna müteveccih makro planların, mikro projelerinden ibâretdir!.. “Arab Baharı” denen buharlaşmanın, anarşi, herc ü merc ve katliâmları dahî, bu ana planın yan dal ve yollarından ibâret bilinmelidir… 

Artık hiç kimsenin şübhesi kalmamalıdır ki, Vatikan ve etrafındaki haçlı dünyası, hipnoz etdiği “haşhâşîleri” ile, İslâm coğrafyasında üç koldan propaganda yaparak hedefine varmak ve böylece de müslümanları dinlerinden koparmak ve zombileştirib “haşhâşî gürûhuna” zammetmek planındadır: 

1)  HOŞGÖRÜ: Bu illetli ve vebâlı mefhûm, İslâmiyyet’e âid bütün ef’âl-i mükellefin, helâl-haram, îmân-küfür-nifak sınıflandırmalarını; ve bütün şer’î ölçü ve ıstılahları, hüküm ve esasları, zarûrât-ı dîniyye ve ana umdeleri, müslüman coğrafyasında felç edib işlemez hâle getirmek üzere reklâm edilmekte; ve bunun içün de harıl harıl “Türk Okulları” denen tezgâhlar açılmaktadır… “Türkçe Olimpiyatları” ve “dersâne” denen tezgahları da buna eklerseniz,  “İslâm Coğrafyası” başta olmak üzere dünyanın her tarafında, “hizmet” perdesi altında nasıl çalışıldığı dehşetle görülecekdir… Ve el atılan genç dimağ ve nesillere, islâmî ölçülere göre değil ama, mücerred hıristiyanlığa geçiş yaptıracak ölçülere göre idrâk ve telâkkîler, misyonerce zerkedilmektedir… 

2)  DİYALOG: Bu da, Hind, Çin ve Japon dinlerine hatta ateist felsefelere kadar bütün religionların, hassaten İslâmiyyet’in, hıristiyan şemsiyesi altında toplanmaları projesidir… Bunun içün de, “dinlerarası diyalog” perdesi altında, İslâm coğrafyası başta olmak üzere bütün dünyanın, “aydın, elit, entel, akademisyen, din görevlisi, ruhban takımı, kanaat önderi, sivrilmiş politikacıları ve dili lâf yapan iyice şeytanlaşmış ve şeytanlaştırıcı medya çıngıraklı ve engerek yılanları”, birer gönüllü misyonerler olarak bu işde kullanılmaktadır… İşte dünyâ, bu “diyaloglarla”, sempozyum, Abant bilmem neleri, dünyanın belli yerlerindeki enstitü şişirmeleri ve daha, şatafatlı nice kalpazanlık v.s.lerle tornadan geçirilib, (3. Bin’in) hedefine doğru, misyoner adımları ile yürütülmiye çalışılmaktadır… 

3)        İBRÂHİMÎ DİNLER: (3. Bin’de), Asya’nın hıristiyanlaştırılması önündeki en büyük Çin seddi İslâmiyet’dir. Bunun aşılması içün, bu Mutlak Hakîkat ve ALLAH Azze’nin yegâne Tevhîd ve Hakk Dîni, diğer iki izâfî,  mecâzî ve mutlak bâtıl iki religionla aynı seviyeye indirilmelidir… Allâh Azze’nin Mutlak Dîni ile, bu iki religion arasında aslâ bir fark olmadığı, üçünün de aynı hakikatları (hâşâ) taşıdığı, Pensilvanyalı emekli vâizin ibâresiyle  “üçünün de varıb dayandığı ana kaynak Hz. İbrâhim’dir!”  diyerek, (sonsuz kere hâşâ ve kellâ) bunların hangisi olursa olsun aralarında fark olmadığı; ve müntesiblerinin netîcede Hz. İbrahim’e müntehî olacakları; ve üçünün de, “kurtuluş yolu olduğu” zihinlere verilecek; ve bilhassa müslümanlar, kendi dinlerinin kıymetini de, öteki ikisininki kadarcık bilme ve görme çukuruna düşürüleceklerdir… Ondan sonra da hıristiyanlığa geçiş, artık önünde hiçbir engel bulmamış olacakdır… 

Hulâsa bugün, 1000 yıllık müteşerrî ecdâdımızın vatan edindiği Anadolumuz’da, ortalığı, yahudi tıyneti ve kahpeliği ile karıştırma ve idâreyi ele geçirme planları ile karşı karşıyayız… Vatikan, Telaviv, ABD, AB ve Londra şebekelerinin, içimizdeki cemadat veya “haşhâşî” taşeronları gibi mafyaları kullanarak varmak istedikleri ana hedef, İslâm coğrafyasına haçlı bayrağını dikmekdir… Bugün gelinmek istenen nokta,175 senedir bu ihânet çemberinin içindeki Aziz Dînimiz İslâmiyyet’i ortadan kaldırma ve silme projelerinin ön provalarıdır…

 Hükûmet denen, mütereddid, mütehayyir ve müzebzeb teşekkül de, “gâvur ve iblis dünyâsı ne der?” şeklindeki çürütücü ve köleleştirici bir aşşağılık duygusundan; ve “mahalle baskısı” denen iblisliğin peydahladığı rûhî cünûn illetinden  kurtulamazsa; ve ecdâd gibi HAKK’a (Mukaddes ve Muazzez Allâh ŞERÎAT’INA yani mutlak Hakk’a) dayanarak dirilemezse, kat’iyyen muvaffak olamıyacak ve bugünlerini de mumla arar hâle gelecek veya zorla getirilecekdir!.. 175 senedir bu milletin başına örülen çorap ve ihânetlerden hâlâ ders alamıyan politika cambazları, oynadıkları iplerden ya düşecekler veya o iplere dolanıb daha da feci olacak sonlarını hazırlıyacaklardır…

 Geçici ve maddî plandaki bir takım süflî ve ebede nisbetle serapdan ibâret muvaffakıyyetleri görerek; ve bunları, sarsılmaz, pörsümez, muhkem ve metin kaleler gibi tasavvur gerzekliği ve îmânsızlığına düşerek, ebedî istinadgâh olan Aziz Dîni görmemek ve münezzeh nizâma ittibâ’ ve inkıyâd etmemek; ve fakat, tam tersine haçlı gâvur kuyruklarına “haşhâşîler” gibi 10 parmakla sarılmak, kaybedişin en yakıcı ve geberteni olacakdır…

Bu millet, ya ecdânının çizgisine girecek; veya aslını (ecdâdını) inkâr ederek, (.iç) keyfiyeti iktisâb edenlerin encâmına gömülüb kaybolacakdır… Ve başta yahudi İsrâiliyyâtı ve onların köpeklerinin, sonra da, onun bunun kölesi ve uşağı olma âkıbeti…

İşte, kendisinde aslâ Reyb (şübhe) olmıyan Kitâb meydanda; ve işte, koskoca yaşanmış târih de ortada!…

Bunları görmemek içün ebû cehil ve haşhâşîcesine kör olub, gözlerini, mil çekilmişcesine de zifîrî karanlığa ve zulmetlere terkedenler, yalınız kendilerini değil; milleti de, toprak altındaki milyarlara bâliğ millet-i merhûmeyi de inletmiş, topunun da HAKKLARINI gasbetmiş ve BEDDUALARINI almış olacak; ve tam bir hezîmetle de, târihin nefret sahifelerine defnedilmiş bulunacaklardır…

Diğer yevmî hâdise ve desiselerin, uydurma ve tezgâhların, emniyet ve savcılarla alâkalı dümenlerin, tamâmının da altında, bahis mevzuu etdiğimiz (3. Bin yıla) âid HIRİSTİYANLAŞTIRMA ve dünyânın idâresini birtek merkezin eline verme ana projesi yatmaktadır… Bunun dışındaki her patırtı ve çatırtı, patlama ve çatlamalar, mevzii ve mahalli küçük çatışmalar olub; beyân etdiğimiz ana hedef görülmediği müddetçe de, bunların şu veya bu parti veya ideoloji veya doktrin veya devlet felsefesi  hesâbına halledilmesini öne almak, uzun va’deli hiçbir çâre ortaya koymıyacağı gibi, kanseri daha da derinleştirib, uzviyetin her yerine sıçramasına vesîle olacakdır…

……………………………………………………………..

NOT: HÖKÛMET-İ TAYYİBE’NİN YENİ ADLİYE BAKANI YAPILAN BOZDAĞ NÂM ADAMIN, (9 OCAK 2014) TARİHLİ 60 KURUŞLUK AKİT CERÎDESİNİN MANŞETİNDE ŞU SÖZLERİYLE BAŞTÂCI EDİLMESİNİ ŞİDDETLE NEFY Ü REDD VE PROTESTO EDİYOR; ZERRE KADAR İÇİME SİNDİRMENİN MUHÂL OLDUĞUNU, ÎMÂN-I ŞER’ÎNİN EN ASGARÎ DERECESİNDE OLMANIN BİR TEZÂHÜRÜ OLMAK ÜZERE, DÜNYÂ ÖNÜNDE SÂHİBİNE İÂDE EDİYORUM…

“DEVLET ŞERÎK KABÛL ETMEZ!”

DİYEBİLEN, BUNA DİLİ VARABİLEN VE BUNU KENDİ MİLLETİNİ ZERRE KADAR HESÂBA ALMADAN  DÜNYANIN GÖZÜ ÖNÜNDE ALÂMELEİNNAS İLÂN CÜR’ETİNDE BULUNAN BİR ADAM, BENİM  ALLÂH’A ÎMÂNIMA VE VİCDÂN DÜNYÂMA HAKÂRET VE ONU KINAMA VE AŞAĞILAMA HÂLİNDEDİR… 

1000 SENEDİR MÜSLÜMAN OLAN BİR MİLLET (ÜMMET), EN BÂRİZ HATLARLA GÖZLERE SOKARIZ Kİ, TOPRAK ÜSTÜ VE TOPRAK ALTINDAKİLERLE DE, BÖYLE BİR “ŞERİK KABUL ETMEME” ŞİRKİNİ…. ASLÂ KABÛL EDEMEZ; VE MÜSLÜMANLIĞIN EN TEMEL ESASLARINA GÖNÜL VEREN EN BASİT BİR FERD İÇÜN BİLE BU, SÂDECE MUHALDİR…

BUGÜN, NE KADAR VARSA O KADAR MÜSLÜMAN KAVİMLERİN VE TOPRAK ALTINDAKİ (ÜMMETİN), ŞERİKDEN MÜNEZZEH BİLDİĞİ BİR TEK VARLIK VARDIR; O DA, NOKSAN SIFATLARDAN MÜNEZZEH, KEMÂL SIFATLARLA MUTTASIF, MU…. ALEYHİSSELÂM BAŞDA OLMAK ÜZERE BÜTÜN RASÛL VE NEBÎLERİN HABER VERDİĞİ RAHMÂN VE RAHÎM OLAN ALLÂH AZZE VE CELLE HAZRETLERİDİR…

 RABBİMİZ TEÂLÂ’NIN DIŞINDA, DEVLET, DÜVEL-İ MUAZZAMALAR, DEVELİ VE ÇOBANLI MELİK-İ MUTANTANALAR, EMİRLİKLER, İMPARATORLUKLAR, KRALLIKLAR, NEMRUTLUKLAR, FİR’AVNLIKLAR, CUMHURİYETLER, DİKTATÖRLÜKLER, ŞANSÖLYELİKLER, ÇARLIKLAR, DEMBOKRASİLER, ŞAHLIKLAR, SALTANATLAR, SULTANLIKLAR, PADİŞAHLIKLAR, HANLIKLAR, HAKANLIKLAR, HALÎFELİKLER VE AKLA GELEN NE VARSA, TEŞKİLAT, “ÖRGÜT”, HAŞHAŞÎLİK CİNSİ ŞEYLERİN TOPU DA, “ŞERİK KABUL ETMEZ” DEĞİL; YÜZDE SONSUZ NİSBETİNDE ŞERİK KABUL EDERLER…HER BİRİNİN, VAKT-İ ECELDE YIKILIB GİTMESİ, HÂKİLE YEKSÂN OLUŞU, BAZILARININ POMPEİ MİSÂLİ KAHR U TEDMÎR EDİLİŞİ, BUNUN EN MÜCESSEM VE MÜŞAHHAS, BEDÂHAT DERECESİNDE BİR İSBÂTIDIR…

KELİME-İ TEVHİDE CEZM VE YAKÎN DERECESİNDE İNANMANIN ZARÛRÎ BİR NETÎCESİ DE, MÜCERRED ALLÂH AZZE VE CELLE HAZRETLERİNİN Ş E R Î K  KABÛL ETMEYİŞİ, GAYRININ BÖYLE BİR SIFATININ OLMAYIŞIDIR… ŞERİKDEN MÜNEZZEH OLMAK, VÂCİBÜ’L-VÜCÛD TEÂLÂ İÇÜN NE KADAR VÂCİB  İSE; MAHLÛKÂTI OLAN HERŞEY GİBİ DEVLET DENEN (HÂDİS) MAHLÛKUN DA, BÖYLE GAYR-İ KEMÂL SIFATLARDAN MÜNEZZEH OLUŞU, O KADAR MUHALDİR, MÜMTENİ’DİR, MÜSTAHİLDİR…

İNSANLIK TARİHİNDE  “ŞERİK KABUL ETMEZ” DENİLEN BİR DEVLET OLMAMIŞDIR VE KIYÂMETE KADAR DA SÛRET-İ KAT’İYYEDE OLMIYACAKDIR… BU NEFİY MUTLAKDIR; KENDİSİNDE ASLÂ ŞÜBHE EDİLEMEZ…

ALLÂH AZZE VE CELLE DIŞINDA “ŞERİK KABÛL ETMEZ” DENİLEBİLECEK BİR VARLIK (VE DEVLET) OLAMAZ… HÂLIKA MAHSUS BİR SIFAT, MAHLÛKA VERİLEMEZ; VE “DEVLET ŞERİK KABÛL ETMEZ!” DEMEK, “BENİM TANRIM DEVLETDİR!” DEMEYE MÜSÂVÎ NÂMÜTENÂHÎ BİR DALÂLET BİLİNİR…

 HÂLIK DA, MAHLÛKUN SIFATLARINDAN MUTLAK MA’NÂDA  MÜNEZZEHDİR…

MÜSLÜMANLARIN HASSÂSİYETLERİNİ KAŞIYICI ABUKLUKLAR, MES’ULLERİNİN BAŞINI, BİLHASSA EBEDÎ ÂLEMDE DERDE SOKAR…

  DERECESİ ASGARÎDE BİR AKIL ŞUNU DİYEBİLİR:

“- DEVLET, İÇİNDE UR GİBİ BAŞKA BİR DEVLET TAŞIMAYI; VEYA, SELÇUKLULAR GİBİ İÇİNDE HASAN SABBAH’IN HAŞHÂŞÎLERİNİ BESLEMEYİ KABÛL EDEMEZ!”

BÖYLE DEMEK VARKEN, “DEVLET, ŞERİK KABÛL ETMEZ” GİBİ, ALLÂH AZZE’YE MAHSUS “LÂ ŞERÎKELEH” İBÂRESİNDEKİ, MÜCERRED İSLÂMÎ MUTLAK HAKÎKATE BALTA SALLAMAK CİNSİNDEN MÜDÂHALE, TECÂVÜZ VE TASALLUT, SÛRET-İ KAT’İYYEDE KABÛL EDİLEMEZ; VE BU, ZERRE MİSKÂL ÎMÂN-I ŞER’Î SÂHİBİ EN SONDAKİ BİR MÜSLÜMAN TARAFINDAN BİLE, ŞİDDET VE SÜR’ATLE VE ÂNINDA REDD Ü NEFYEDİLİR…

BEKİR’İN, BAŞVEKÎLİNİN, HÜKÛMETİNİN, DEVLETİNİN VE CİHÂNIN BİLGİLERİNE…

(İntişârı: 17.01.2014)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir