Anadolu’muzu işgâl eden ve iliklerine kadar sömüren politika, Cennetmekân Abdülhamîd Han Hazretleri siyâseti hâriç, Tanzimât belâsından günümüze kadar “Haçlı Batı ve Yehudi projesi” olarak “Dîn ü Devlet” düşmanı hâin bir politikadır! Hele 1923 Ateist İhtilâlinden itibâren de bu, İngiliz projesi olarak başlamış ve akabinde Alaman fasist özentisine, sonra ABD soytarı yamaklığına, en sonda da AB eşik öpücülüğüne geçerek sürünmüş; her öptüğü postaldan tekme yedikden sonra, şimdi de, sokağa atılan kimsesiz bir sokak serserisine dönmüş bir politika…
Ne şahsiyet, ne haysiyet!
“Çözümlü-açılımlı” mütereddid, mütehayyir ve müzebzeb, bir ucûbe cümbüşü…
Kendi kendisi olmıya nâmütenâhî uzak ve matrut, zerre kadar kendi ruznâmesi olamıyan, dostunu düşmanını tanımakdan alabildiğine âciz, taklid maymunluğunda olanlara bile rahmet okutacak kadar pespâye; ve netîceten, ALLÂH demeye ve O’NUN nizâmına îmân ve tasdikde Ebû Cehillere bile taş çıkartıcı bir küfr-i înâdî “ANIT YANARDAĞI!”
Bir takım istismarcı cücelerin de, bu yanardağı söndürmek adına, mesânelerini sıkarak fışkırtdıkları söndürme ameliyesi!
Da’vâsı “i’lâ-yı Kelimetullâh” olan Osmanlı (i’tilâ devrinden) sonra, bıçakla kesilmiş gibi bir (asl inkârı); ve arkasından, taş kesilmişçesine bir ateizma ve ataizma çukurunun en dibini boylama…
Bütün bu şahsiyetsizliğin netîcesinde öyle bir “müslüman (!) politikacı” cinsi peydahlandı ki, bunlarla 15 asırlık müslüman siyâset adamlarını mukâyese etdiğinizde, ya “dünkiler müslümansa, bugünkiler ne” veya; “bugünkiler müslümansa, dünkiler neyin nesiydi, deli miydi?” demeden edemezsiniz…
Makas, 180 derece açılmış…
Müslümanlığa, Müslümanlığ’ın dışında öyle bir “operasyon” veya estetik (!) ameliyatı yaparak o DÎNİ, öyle bir iç ve dış şekle büründürdüler ki, genlerine kadar ucûbeleştirilen bu yeni “sun’î yapıya” aklı başında bir insanın “Müslümanlık” demesi, tek kelimeyle muhaldir!. “Zarûrât-ı dîniyyesi, edillesi, ülül emri, bey’atı, cihâdı, tasavvuf derinliği ve nihâyet hılâfeti” olmıyan; ve metbû’ olma yerine “laik-dembokrat bir cumhûriyet ve onun bunun ilkelerine” tâbi’ (köle= rıkkıyet hisseli), beşer elinde teşkîl edilen, oyuncak bir religion!
Biz buna “Kulatapış” religionu diyoruz!
Takrîben 20 sene kadar evvel müteveffâ Erbakan’ın şu sözleri bile dediklerimizin bir isbat vesîkasıdır:
“Getirin İsviçre anayasasını altına imzamı atayım. Osmanlı da laikdi. Amerikadaki laikliğin aynısını istiyorum.”
İşte yeni din ve “mücâhidi!”
Yıllarca yazdığımız makâle ve fıkralarımızda geçen “Şerîat” kelimesi sebebiyle, zırt pırt bizi “savcılara suç duyurusu” ile gammazlıyan, ma’lûm İkinci ve Kinci ŞEF’in damadı Metin Toker namındaki ateist bile, “İskenderpaşa etiketli Mücâhid (!) Erbakan’ın” bu sözleri karşısında dayanamamış; ve o ateist inancıyla ısyân edib, kendi “merdlik ve dürüstlük” dünyasından şu nâra ile patlamışdı:
“Kur’an’dan başka anayasa önerdin mi, adama sorarlar, Müslüman mısın değil misin?”
Bu hüküm, sâhibinin zımnen “müslüman olmadığı” ma’nâsını taşıdığı gibi, ateistliğinin bir isbatıdır; ayrıca, mefhûm-ı muhâlifi cihetiyle, Kur’an’dan başka düstur (anayasa) tanıyan herkesin, müslüman görünen bir sahtekâr olduğu hükmünü de taşımakdadır…
İşte, Tanzimat belâsından beri “evrile, çevrile, kıvrıla, kırıla, uydurula ve benzetile” ortaya çıkarılan “din anlayışının”, içimizdeki firavun mumyasına dönmüş, dağlanmış ve kavrulmuş iğrendirici keyfiyeti…
Gerçi biz, Kur’ân-ı Azîmüşşân’ın, 1789 Fransız ateizmasının kellesinden müdevver bugünki “anayasa” mefhûmu gibi bir anayasa olmasını kat’iyyen kabûl edemeyiz; ve O’nu, bundan mutlaka münezzeh biliriz… O, beşerin kellesindeki “anayasa” mefhumu derekesine tenzilden mutlak ma’nâda münezzeh olan, “devletle-halk arası bir mukâvele çapında” ucuzun ucuzu, basitin basiti, beşerîlik derekesinde bir nesne değil; Kâinâtı YARADAN’LA, kâinatla, ins ü cinle ve topyekûn varlıkla münâsebetlerin nasıl olması icabetdiğinin, vahye müstenid bir mukâvelenâmesidir; ve Sünnet, İcmâ’ ve Müctehid İmamların ictihadları olmadan da işletilmesi muhâl, böyle bir ANA KİTÂB=ANA KÂNÛN ve DÜSTÛR-I MUTLAK… O’na ve O’nun işâret etdiği delillere zıt ve ters her kânun ve nizam, mutlak ma’nâda (bâtıl ve merdud)… ALLÂH Azze ve Celle’ye îmân, aksi halde kat’iyyen vücûd bulamaz, bu muhâl…
Tabii bir ateist veya müslüman (!) görünen bir mezhebsizin, ekran şeytanı prof veya DİB üniformalı bir revizyonist veya reformistin, laik dembokrat cümhûrî bir politika cambazının bu hakîkatları anlaması aslâ mümkin de değildir… Bunları anlamak ve onlara teslîmiyyet, gayba, gaybın istediği teraziye göre îmânla mümkin, yoksa muhâl…
Dün de, (18.8.2015) tarihli haberlere bakılırsa, “Beştepe Saray İrâde-i Seniyyesi” ile BÖYYÜK bazı mücâhidînin (!) “ehlîleştirilme operasyonları ve yiyiciliklerine hıtâb edilerek” müstakbel seçim içün, kurbanlıklar gibi “besiye” çekilme “aşamasında” olduklarını görüyoruz…
Haber şöyle:
“Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlığında gerçekleştirilen Beştepe Cumhurbaşkanlığı Sofrası yaklaşık 3 saat sürdü. Sofraya, Mehmet Şevket Eygi, Ertuğrul Düzdağ, Kadir Mısırlıoğlu, Rasim Özdenören, Mesut Uçakan, Hasan Çelebi, Yavuz Bahadıroğlu, Hasan Celal Güzel, Vehbi Dinçerle ve Hasan Aksay katıldı.”
Dembokrasi ve “hılâfet tüccarlığı” yapanların karması bir halita…
Başka kaynaklı haberde de, bir ateistin yorumu:
“Beştepe Sofrası’ndaki “Milli mirasımız ve gelecek tasavvurumuz” konusunun tartışılacağı “sofraya” davet edilmesine tepki gösterir. Özgür Özel, “Saray’ın bir soytarısı eksikti, o da oldu” dedi.”
Kısıroğlu veznindeki Böyyük mücâhidlere (!) biz, “soytarı” veya “eyyâmcı yiyiciler” gibi teşhisler altında muhatab olmasak da, ancak şu “millî mirâsımız ve gelecek tasavvurumuz” mevzuu altında “sofrasına oturub gövde-i azizlerini” ikramlara boğan zât-ı devletlerine, şimdilik ve sâdece “şu 4 şuali sorabilme cesâretini onbinde kaç nisbetinde gösterebilmişlerdir” diye sorarız:
1) “Dine dayalı devlet sistemine karşıyız” buyurmuşdunuz, hâlen de bu îmân ve i’tikadda mısınız?
2) “Pensilvanyalı HOCİA ile aranızdan su sızmadığı demlerde 4 HAKK din var!” buyurmuştunuz, hâlen de bu îmân ve i’tikadda mısınız?
3) Viyana, Bağdad, Tahran, Haliç Kongre Salonu ve Çağlıyan meydanı gibi muhtelif zaman ve mekanlarda “Sünniliğe” pek şiddetli TEKME-tokat da atmış, hatta “Benim dinim sünnilik değil”; Viyana’da “ne demek sünnilik siz müslüman değilmisiniz YAHU?” diyerek onu aşağılamış, din dışı ilan etmiş ve pek küçümsemişdiniz. Hâlen de bu îmân ve i’tikâd üzere misiniz?
4) “Bir lûtîler meclisi de denilebilecek mekânda, “Eşcinsel vatandaşlarımızın hakklarını da güvenceye kavuşturmak ŞART!” buyurmuştunuz, hâlen de bu i’tikâd ve (inanç) üzre misiniz DEVLETLÛ EFENDİMİZ HAZRETLERİ?”
Sofra erkânı yiyici mücahidîn (!) hazerâtı ve kalem ve kelâm üstâdı (!) kimi boynu kravatlı (paçavralı); kimi, püsküllü fesi uçmuş bu zevât-ı zerzevât, yedikleri ve içdikleri (hürmetine), artık gece gündüz “BEŞTEPE SARÂ-YI HÜMÂYUNLARINI” takdîr ü takdîs ve medh ü senâda “Lâle devri” edebiyâtıyla millet-i merhûmeyi cûş u hurûşa getirmeğe me’zûn addedilebilirler…
Yolları açık ola!
Doğu Anadolu’da HARB, her gün biraz daha şiddetlenir ve milletin evlâdı kar gibi erir yok olurken…
Eğer yukarıdaki 4 suali sorma cesâretleri olsa da sorsalardı, Zât-ı Devletleri Efendi Hazretleri de hiç tereddüdsüz ve gözlerinin yaşına ve nüfuslarındaki (yaşlarına) zerre kadar bakmadan, “has..r” makâmında yapıştırırdı:
“Her gün eyri büyrü “hılâfet” tüccarlığı yapan sen, “Osmanlı ticâreti ve püsküllü fesiyle” köşeyi kıvıran sen, “Mason Efgânî-Karaman avukatlığıyla” ârızalı arâzîleri (Düzdağ) eyliyen sen, “dembokrasi nurculuğu” yapan havuz-yavuz kişi sen, sen, sen ve topunuz, ne haltetmiye bu yazdıklarınızı yalayıp “cumhuriyet sarayına, sofra-yı ılmâniyye ve dembokrâsiyyeye üşüştünüz ulan!?”
Seçime yakın bir alış-veriş ki, fıkıhda yeri, tasavvufda mahalli olmıyan pek garîbe-i hılkat manzara…
“Yiyin efendiler yiyin!
Bu hân-ı iştiha sizin!
Aksırıncıya tırsırıncıya kadar yiyin!”
Yiyemiyeceğiniz, kusacağınız, fitil fitil burnunuzdan gelecek güne, O GÜNE kadar yiyin!
Emr-i ma’rûf nehy-i münker yapamadığınızın, doğruları söyleyemeyib bel’amlığa düşdüğünüzün hesâbını vereceğiniz güne kadar yiyin!
Milletin gözünü külliyemiyeceğiniz güne kadar yiyin!
Bu günler de kalmaz; ve mutlaka geçer gider!
Zaman ve Mekândan münezzeh olanın dîvânında, sâdece ve mutlaka “HESÂBI” kalır!
(İntişârı: 19.08.2015)