1) Parti kongresi denen şeytânî showlar, kökü, menşei, idhâl yeri, soyu ve bütün genleri ile, haçlı Avrupa standardı politika içinde bir mekanizmadır. Dembokrasinin (ma’bedi) dedikleri parlamento ve buna dayalı sistemlerin (tapınakçıları), “kutsal” zamanlarına, bu kongreyi de eklediler… Ve “yola devam” böylece yaşatılarak (kulatapış) sürüb gidecek… Tabii bir yandan da, “Müslümanım!” demeyi dillerinden aslâ düşürmeden…
2) “Başkanlık” propagandası icâbetdiği yerde “geleneğimizde de var” denilerek, geleneğe şirinlik de takılıb akıllar esir alınmıya çalışılıyor!. Fakat “parti, pırtı, dembokrasi, parlamento, kongre, layıklık, republica, bilmem daha nice haçlı geleneğinin unsurları” ne zamandan beri “bunların geleneğine girmiş”, bunu akledib sesini yükselten bir tek ferd-i vahid yok!. İslâm Milletinin geleneğinde değil ammâ, îmânında olan tek sistem (Hılâfet)dir… Dembokrasi içindeki başkanlıkla bunun farkı nâmütenâhîdir; ve vahy ile haçlı bâtıl Batı aklı arasındaki fark kadardır…
3) İslâmiyyet’i, “sünnîlik=ehl-i sünnet ve’l-cemaat üzerinden” baraj ateşi altına alarak yerle bir etmek istiyen hendekçiler, CHP’nin, DÎNE 93 yıllık doğrudan ateşiyle mukâyese edildiğinde, daha tehlikeli olmaya doğru gidiş peşindeler!. Müslümanları, “Müslümanım” nâralarıyla narkozlıyarak kendilerinden geçirme kurnazlıkları ve işe böyle mübâşeretleri cidden korkutuyor!
4) “Türkiyenin KADERİNİ ta’yinde parlamentodan başka hiçbir kuvvet tanımadığını” beyân ederek RTE’a meydan okuyan ve bunun içün de azledilen Davudzâde, Kongre denen Batı âletinde de konuşdu; ve ismini ağzına almamıya hassâsiyet gösterdiği Reis Bey’e, açıkdan olmasa da tahtında müstetir verdi veriştirdi! Bir kerecik dil ucuyla da olsa ne teşekkür ne ihtirâm…
5) Bilhassa “Partisinin ve gençliğin sevgisi” ve bunların sıhhat ü selâmet ve muvaffakıyetini, birlik ve beraberliğini, uzun uzun öne çıkardı, bunları göze sokdu ve tebârüz etdirdi. Yapdığı nice muvaffak olduğu işlerini sayıb dökdü. Bütün bunlara (kongre sâkini garîbanları) ŞÂHİD tutdurdu; ve onların bu şehâdetini Beştepe’nin gözüne gözüne vurarak:
“İşte sen, bu ŞÂHİDLERE, bunca ŞEHÂDETLERE rağmen, bu kadar güzel ve mükemmel işler yapan muzaffer ve muvaffak bir BAŞBAKANI azleden adamsın!”
Demeye getirdi!. “Kol kırılır yen içinde kalır!” formülü de yüze göze bulaştırıldı…
6) Konuşmasını, bir daha fırsad elime geçmez düşüncesinden hareketle iyi hazırlamış ve Beştepe’ye 12’den salladığı mermilerle, keskin nişancılığını ortaya koymuşdur!. “Angajman kuralları” icâbı şimdi atış sırası Beştepe’de!. Fırtına obüsleri burada ne kadar işe yarar göreceğiz!!!
Davudzâde’nin içi çok dolu olmasına rağmen (aleniyete dökmeden), ince ayar mesajlarla ve hücumlarını 56’lık havanlarla tazeleyib durdu… O kadar ki “Cumhurbaşkanım” kelimesini bir kere bile kullanmadan sadece ve bir kerecik ve o da dudak ucuyla “Kurucu Genel Başkan” demekle yetindi; ve bir nevî “Mahkeme kadıya mülk olmaz” demeye getirdi!. “Bu hareketde hiç kimse vazgeçilmez değildir!” demeyi de unutmadı; ve bir tokat gibi patlatmakdan çekinmedi!
7) Her zaman her “Müslümanım” diyen politikacı gibi “Allâh, Dîn, Mevlânâ, Konya, demokrasi, halk irâdesi v.s.” gibi ma’lûm kelimeleri (telbis=bulama malzemeleri)ni dilinden düşürmiyen mumâileyh, Parti ve gençliği (sâhiblenme) ve RTE’a ŞARİK olma noktasındaki mağlûbiyetinin acısını, sık sık hissetdirdi!. “Parti demek ben demek, ben demek parti demek” kânununun vâzıı ADAM’a inâd, “Parti ve AKP gençliği” içün, yürek sancısını saklıyamadı!. İkinci ihtilâf noktası olan “Başkanlık” şehvetine taraftar ve âlet olmayışını, dilinin ucuna bile almıyarak tekrar gözlere sokdu…
8) Konuşmasının tamâmına, kendi gurûruna rağmen, sanki “Mağrûr olma Sultan Reis, senden büyük ALLÂH var!” deyiş hâkim gibiydi!. Gurûrun şeytan’a hass bir sıfat olduğunu bütün müslümanlar bilse gerek!. Yürek ne kadar yansa da “hubb-ı câhı” kaybetmemek içün, varsa 32 dişini sıkarak konuşmayı tercih etmiş görünüyordu. Çünki vasata “Receb Tayyib Erdoğan” savt-ı ulyâsı hâkim olmuş; ve musikînin omurgası, siyasetin de omurgasının kimde olduğunu bangır bangır bağırıyor gibi gürültü kesbetmişdi!
9) Salondaki “Karanfil Katliâmını” gördükçe, basitliği, isrâfı, görgüsüzlüğü, sonradan görmeliği, benzetilen olunduğunu, şahsiyet za’fını da gördüm; ve (karanfillerin) nerelerde ne içün boşuna harcandığı beni rahatsız etdi, içim yandı!
10) Hele Yeni Boşbakanın zevce-i muhteremelerine acımam da, (karanfillere) acımamdan az olmadı!. Zavallı S.Hanım belli ki şeytânî politika zaman ve mekânlarında ve (erkekli-dişili) gulguleler arasında örselenib fıtratını kaybetmemiş bir kişi gibi duruyordu… Bu boğucu havaların şıkıdımlarından olmıyan Anadolu hâtunu olabilir… Mülahham bir fizikle bu hanımı oralarda dolaştırmak, ona bir nevi (acındırıcı) işkencedir! Onun, salona girerken devamlı asık ve heyecanlı bir yüzle dudaklarını da kıpırdatarak (dua okuduğu) görülüyordu… Bu okumaların cihâna ifâdesi, ağleb-i ihtimâl, zikretdiğimiz işkenceden kendisini muhâfaza kasdı taşımış olmasıdır!
Kadınlarını “teşhir illeti” demiyelim ammâ, onları sokak meydan politika “platformlarında” gözlere sokma hastalığı, yanılmıyorsam “rakımı da çekerim” sözüyle bilinen (papatyaları meşhûr) davulcu kaynanası Kösemra Sultanın zaman-ı saltanatlarında yani müteveffâ Özal ile başladı!. Receb Bey’in Emnânımıyla hızlandı, Hacı Abdullah Efendi’nin Hayrünnisâ’sı ile tavan yapdı, Davudzâdenin tabîbânımı SÂRE hanımla “gelenekselleşiverdi” ve Türkün (!) olmazsa olmazı oldu!. Yeni Boşbakan Alioğlu bu utanç verici hâl-i pürmelâli aslâ devam etdirmemeli, Anadolu Hâtunu olan hanımına işkence olacak vaz’iyyetleri irtikâb etmemelidir!. İşkence, Mösyö Sezeryan’ın (S.mra) nâm kişiyi pataklamasından ibâret gibi de telâkkî edilemez!…
11) “Kadın Hakları” denilen şeytanlaştırıcı mefhumlardan T.C.’nin hâlâ yakasını kurtaramıyarak, kadını fıtratı dışında sun’î bir takım erkekleşmelere mahkûm edişi iğrençdir; ve artık bunu lâ’netleyemiyen zihniyetin devamı da, istikbâl içün korkutucudur…
Hele Bu hanımın erkeklere elini vermeyişini tenkîd eden Cehennem Partisi kanalizasyonları, hemen kubur farelerinin istilâsına uğrıyarak çığlık atdılar; ve en küçük dînî tezâhür üzerinden kâfirliklerini cihâna i’lân etdiler…
12) Maocu Perincek kanalının renkden renge tahavvül eden metamorfozik ve kertenkelozofik programcısı Önkibar’a göre, Yeni Boşbakanın 17 şirketi, 28 gemisi ve son derece lüx 2 yatı vardır. Eğer yoksa, şerefsizce ve gâvurca bir iftira… Varsa, yıllarca memurluk maaşıyla ve şu kadarlık bakanlık geliriyle bu kadar “mal varlığı” toplıyan kim olursa olsun onun, “beyannâme” neşrederek değirmenin suyunun nereden akdığı hakîkatını ortaya çıkarması şartdır! Çıkaramıyorsa, aynı keyfiyet bu taraf içün de bahis mevzuu demekdir!
13) Hulâsa, makâm-ı muâllâdaki irâde-i seniyyeye mutâbık ve muvâfık Batı standartlarında “halkın irâde ve hâkimiyyeti” sahnelendi; showlar yapıldı, mesajlar alınıb verildi, Beştepe’nin nasıl bir “makâm-ı riyâset” olduğu ilk def’a cihâna i’lân edildi… Gelecek günlerin hangi dembokratik laik cumbokrasi (fitnelerine) gebe olduğu bilinemeden de, sahne ve oyun bugünlük bitdi, herkes evinin yolunu ve dedikodu mahallinin adresini buldu!…
(İntişârı: 23.05.2016)