“Dünyâ Kadınlar Günü” Denen Bâtıl, Haçlı Batı İfsâdı!
8 Mart 2021
Hîle ve İstihzânın “Şaka” Kılıfıyla Dünyâya Zerkedilmesi…
31 Mart 2021

ÇANAKKALE ZAFERDİ, YA SONRASI!

Zıyâiyye BEKÇİSİ

 

İslâmiyyet’in bu zaferle temel alâkası hakkında bir tek cümleye rastlamadık… Çanakkale’de harbeden askerin ana hedefi, Allâh’ın Dîni’ni kurtarmakken, bu, üstdeki İttihadçı ve Haçlı-Batı kelleli adamlar elinde bambaşka istikâmetlere malzeme yapıldı… Bir harıltı hurultu arasında “Çanakkale Piyasası” teşkîl edildi; ve her şebeke, bu piyasayı kendi menfaatleri ve fikirleri istikâmetinde karnavala çevirdi…

“Çanakkale içinde aynalı çarşı” türküsünün bazı abuk sabuk kelimelerinden tutun da; “Bedr’in aslanları ancak o kadar şanlı idi” yâvelerine kadar, saptırılan hedefin korkunçluğunu bir hesâbedin!

Bedir’de, başında Allâh Azze’nin Sevgilisi ve Kâinâtın Fahri Rasûl-i Rusül Aleyhisselâm’ı taşıyan o aslanlar, neden “ANCAK” Limon Von Sanders kumandasındaki dünya mehmedçikleri “KADAR ŞANLI” olabiliyor da, daha fazla “ŞANLI OLAMAZ” oluyormuş!?. Hem, Alaman kâfirinin müslüman üzerinde “velâyeti” câiz mi de, bu adam ittihadçı masonlarca asâkir-i İslâmiyye’nin başına kumandan yapılıyor?.  

“Size ölmeyi emrediyorum!” diyen bir kumandanın emrine itaat şer’an câiz midir?. Kumandanlar içinde bazılarının, Beşiktaş’daki metresine mektub yazarak “Eşşek sürüleri gibi ölmeye koşuyorlar!” dediği de doğru mudur?.. Eskişehirli bir askerin, kumandanının bir tür bakışı ve alıkonulmasını istemesi karşısında firar ederek 15 sene dağlarda yaşayıb sonra evine vasıl oluşu; ve ölümüne yakın bu hadiseyi Devrek’li (M. K’ya) bir sır olarak emânet edişi tahkik ve tedkik edilmiş midir?.

İttihadçı masonlar, neden ateizmaya karşı olan Anadolu gençlerini bu harbde “ölüme gönderirken”; İngiliz gâvuru da, İslâm ülkelerinden topladığı en dindar ve gözü pek müslüman gençleri “Hılâfet tehlikede, onu kurtaracaksınız!” diye kandırarak Çanakkale’ye taşıması ve orada kırdırması, iki taraf arasında bir yakın işbirliği gibi durmuyor mu?.

Bu cins nice gizli planları yürüten karanlık kuvvetler, oradaki Seyyid Onbaşı gibi yüzbinlerce Anadolu askerine elbetde ma’lûm değildi!.

“Bedir aslanları ancak bu KADAR şanlı idi” diyerek, neden böyle bir tahdîdle, sanki beton duvarlar arasına hapsediliyordu!?. Kimin kimden “daha şanlı” olacağına islâmî ölçü veya terâzîsi baytarlık ve şâirlik olan adamlar mı karar verecek, yoksa İslâm ulemâsından rusuh sâhibi aklı ve îmânı yerinde olan zevât-ı kirâm mı?. “Cehennem olsa gelen göğsümüzde söndürürüz” diyerek nice âyet ve hadislere ters düşen ve böylece cehennemi küçümsemenin îmanı yok edeceğinden bile habersiz, bu derece akâid ilmi iflâs etmiş adamların i’rabda ne kadar yeri olabilecekdir?.. Cumbaşkanı Tavil Tayyib Paşa bile Tv kanallarında, o mısraı alabildiğine gür bir sesle bu günlerde dünyâya duyurmakdan hazzedebiliyorsa, nasıl bir encâma namzet olunduğunu kimler fehmedebilecekdir?!

Çanakkale’nin KADERİ, İlm-i Ezelî’de Levh-i Mahfuz’da yazılmış ve kaza vakti geldiğinde, ancak okunabilecekdi… Burada, aslâ değişmiyen kaderi, hâşâ “değiştiren” bir şey yokdu ve olamazdı da… Siz buna, gene adı geçen Paşa gibi, gene Tv kanallarından coşkun bir sahne okuyucusu edâsıyla ve Sezai’nin bozuk akâid fışkırtan şiir dışı şi’riyle, “Sakın kader deme, kaderin üstünde bir kader vardır!” diyebilir misiniz?! Veya Başvekil gibi “Türkiye’nin KADER’ini TBBM dışında hiçbir merciin tayin edemiyeceğini” söylemek cür’etinde bulunabilir misiniz?! Veya, falan iri ve dembokrat siyâsîler gibi: “Türkiye’nin bu kaderini DEĞİŞTİRECEĞİZ!” deme cehâlet ve  i’tikadsızlığına düşebilir misiniz?

Çanakkale, 18 Mart 1915’de, KADERİ ne ise, ancak ona göre yaşadı… Bu kaderi de şu veya bu asker veya kumandan veya falan devlet çizmedi, yazmadı, ta’yin etmedi ve değiştirmedi; ve her müslümanın, (îmânı zarûrî) olan o KADERLE, zerre kadar oynaması veya onu zıd bir hâl ortaya koyması muhâldi…

Bu millete (îmân-ı şer’îsini) kaybetdirdikden sonra sen, “bin kere de zafer kazandırdım” diye ortaya çıksan, buna (zafer denilemez); Çanakkale’deki îmânla giden şühedâya da, bunu aslâ yutduramazsın!

Çekilen nutuklar, beyânlar, okunan şiirler, hamâset edebiyâtı, gösteriler, türküler, ilkeler, ülküler, bilmem neler ve neler, bunların topu da, Çanakkale şühedâsının hedefini, ters bir hedef olarak saptırmakdan başka hiçbir netîce vermiyor!

İslâmî onlarca kavmi içine alan ve dünyanın nice bölgesinden oraya koşub gelen (ümmetin) bir “DÎN” gayretini, toprak veya milliyet müdâfaası veya belli bir şahsın efsâneleştirilmesi istikâmetine bağlar da, ana ma’nâ ve hedefi ketmedersen, bunun altında hangi şeytanlık palazlandığını bir gün saklıyamaz olur ve rezîl olursun!

Kamal Paşa orada “Kâimmakâm=Yarbay” rütbesinde bir zâbitken, daha üst rütbedeki nice “miralayların=albayların”, Mustafa Fevzi Bey gibi ileride Mareşal ve emirkulu olacak paşaların neden hiç esâmîsi okunmaz; ve bir-iki kelimeyle de olsa neden onlara hiç yer verilmez?. Bunun altındaki tarihî müthiş saptırıcılık, hangi (dönmelerin döndürdüğü) bir dolap olarak bilinecek?.

Rûhu kalmamış, cesedden ibâret bir anlayışı, Çanakkale Zaferi vâkıasının başından çuval gibi geçirir de conileşirseniz, bunun vebâli altından kalkamazsınız!. Seyyid Onbaşı’nın 270 kg’lık top güllesini kaldırıb tek başına namluya sürüşüne ve “size ölmeyi emrediyorum” soyundan nice efelik nakâratına sarılmanız, mayınların hangi bin sıkıntı ile oralara döşendiğini ballandıra ballandıra anlatmalarınız, bu işin rûhunu yakaladığınız ma’nâsına gelemez… Bunlarla, o ana ma’nâ ve hedefi ketmedenin encâmı hayrolmaz…

Merhûm pederimin rahmetli (dayısı) Nu’mân Çavuş, Yemen’den Filistin’e, Balkanlar’dan Trablus’a ve Çanakkale’ye ve daha daha geri zamanlardaki cebhelere tam 20 (evet YİRMİ) sene koşub durmuş ve evine öyle dönmüşse, bu GÂZÎ’nin hedef ve ma’nâsını çiğniyenler ve saptıranlar, ağzına ÇANAKKALE ŞEHİD ve GÂZÎLERİ lâfzını alırken, akıllı olmalı ve kendilerine gelmeli, hatta ne halt etdiklerini de farkedebilmelidir… Çanakkale’de canını veren en az 250.000 müslüman erinin ma’nâsına her (18 martda) deli danalar gibi boynuz sallanmamalıdır…

Sâde onların değil, târih boyunca bütün şühedânın ne içün can vererek şehid olduğunu teslîm etmeden, ma’nâ ve hedef saptırılırsa, yarın hesâb günü” netîce, Çanakkale’de din, îmân, can, mal, nesil, akıl talan ve katline gelen haçlı-batı eşkıyâlarından zerre kadar farklı bir hâl de alamaz!

Dostlar alış verişde görsünle günlerinizi isrâf ediyorsunuz, hatta zamanınıza (ihânet) içindesiniz!

Hadi Çanakkale’den düşman geçemedi, durduruldu!

Sonraki senelerde ne oldu? İşin asıl bamteli işte burası…

Çanakkale’de hadi 250.000 ümmet evlâdı gitdi; sonraki 20 sene içinde Anadolu’nun ortasında ipe giden 500.000 kişiyi nasıl îzâh edeceksiniz?

Üç sene sonra gâvur nereleri geçdi ve hangi payitahtın göbeğine bağdaş kurdu?. İttihadçı hâinler o zaman, hangi düşmandan daha azılı düşmanlığı bu milletin kalbine nasıl sapladı?

Daha daha sonra… Lozan’da düşman kaç bin Çanakkale geçmişcesine iş becerdi?

Daha da sonra? Bunu TEFSÎR satırlarıyla ortaya koyalım, işin isbâtı da yerine otursun!

Cübbeli denen bir (soy..rının) “Kamal paşa cebinden para vererek Elmalılıya tefsir yazdırdı” diye salladığı som ve sulu iftirânın hedefi o Büyük Osmanlı Müfessiri’nin (Tab’-ı Evvel, 5. Cild ve 3712. sahîfesinden), müfterîsine ve meraklılarına okutalım:

“Şunu da UNUTMIYALIM Kİ, ÇANAKKALE, Sakarya, İnönü muzafferiyyetleri, İzmir’in istihlâsı (kurtarılması), Avrupalıların İstanbul’dan çıkarılmaları, hamdolsun Allâh Teâlâ’nın zamanımızda gösterib tanıtdığı âyât-ı islâmiyyedendir. Bu mücâhedelerde Türkiye Müslümanları (gâvurları değil) öyle bir ıztırar (mecbûriyet) ve İHLÂS ile Allâh Teâlâ’ya ilticâ ederek (sığınarak) çalışmışlardı ki, “……….=Onlar mı hayırlı, yoksa kendine yalvardığı zaman bunalmışa karşılık veren ve başındaki sıkıntıyı gideren mi?” (Neml,62) mazmûnu (ma’nâsı) aynen tecellî etmişdi. FAKAT BÜTÜN BUNLARIN TAHAKKUKUNDAN SONRA “…………..=Bil ki sen, ölüleri işitdiremezsin, arkasını dönüb kaçmakda olan sağırlara da da’veti duyuramazsın” buyrulduğu üzere DUYMAK İSTEMİYEN KALBSİZLER, SAĞIRLAR, KÖRLER, İSLÂM’IN ARTIK BÜTÜN VA’DLERİ OLMUŞ BİTMİŞ, İSTİKBÂL İÇÜN VAZÎFESİ KALMAMIŞ OLDUĞUNU İDDİA EDEREK MÜSLÜMANLIĞI KÖRELTMEK VE ALLAH’I UNUTUB ŞİRK YOLLARINA GİTMEK İSTİYORLAR. BÖYLE NANKÖRLÜKLER YAPILACAĞINI BİLDİĞİ İÇÜN ALLÂH TEÂLÂ DA, RABBİN NELER YAPACAĞINIZDAN GAFİL DEĞİL=………………… BUYURUYOR.”…………………. Yani mü’minlere, nâmütenâhî istikbâl olan Âhıret va’d ü tebşîr buyurulurken, Âhıret’e îmânı olmıyanların KENDİLERİNİ BEĞENEN KÖRLÜKLERİNİ VE SONUNDAKİ HÜSRANLARINI ANLATMIŞDI.”

Ve bugün gelinen netîce…

Müfessir Merhûm’un kalemiyle “KALBSİZLER, SAĞIRLAR VE KÖRLERLE” gelinen ve Çanakkale’de durdurulduğu sanılan düşmanların, kendi yerlerine vekîl bırakdıkları hâinlerle düşülen hendekler!

Cübbeli denen (soy..rıya) sormalı: Yukarıdaki satırları yazdırmak içün Kamal paşa “cebinden para verecek ve yaz” diyecek öyle mi?. Bu kamalist düzmesini papağan gibi ne zamana kadar tekrarlıyacak ve Müfessir Merhûm’a ne zamana kadar iftirâ edecek ve O’nun bedduasını alacaksın?. Âhıret’de de, O Zât-ı Şerîf’in karşısına nasıl çıkacaksın?

Hem farz-ı muhâl, o Paşa, çakırkeyf olduğu bir esnâ-yı husûsiyyesinde “al sana cebimden papeller, tefsir yazmıya başla!” demiş olsa; bu, en mercimek beyinli bir adam ve madama göre bile “tefsir yazdırmak” olamaz; Merhûm’un yukarıya derc etdiğimiz vesîka çapındaki satırları isbât eder ki, şunları demek olur:

“Al sana cebimden mangırlar, kalemini öyle bir kullan ki: BİRİLERİNE kalbsizler, sağırlar, dilsizler, KÖRLER, nankörler, MÜŞRİKLER v.s. diye, onların iç yüzlerini dünyanın gözüne sokarcasına, benim saltanat-ı şâhâne-i Kamâliyyem ve zaman-ı  müstebidânemde kelleni koltuğuna alarak verib verişdir!”

Akıl ve mantıksa, o, işte bundan başkası olamaz!

O dehşetengiz devirde 17 sene evinin duvarları arasını “dâr-ı İslâm” bilib kendisini o çilehâneye mahkûm eden bir Osmanlı Allâmesi ve Şa’bânî dervişini iyi anlamak içün, kamalist “uydurma ve propagandaları” ile birilerini “müslüman” gösterme ıkınışından uzak durabilmek, biraz akıl, îmân ve ferâsetden nâsibedâr olmayı iktizâ edeceği îzahdan vârestedir!

Evet, Çanakkale 5 sene sonra İngiliz parmaklarındaki Lozan’da öyle bir geçildi ki, gâvur, tam intikam aldı; ve bugünün hafifmeşreb nevzuhurları da, “Çanakkale’de o yüzbinlerce şehid’in ruhlarını nasıl muazzeb etdiklerinin farkında bile olmadan, o şühedâyı andıkları ve hatırladıkları zu’mu içinde…”

Kitab, Sünnet, İcmâ’ ve Fukaha kıyaslarına müstenid ahkâm-ı Kur’aniyye yasaklanmış; ve her türlü haram, küfür ve Merhûm Müfessirimizin buyurduğu “ŞİRK”; ve Haçlı gâvurlara “teşebbüh=tam benzeme” siyâsî, iktisâdî, hukûkî ve ictimâî her sâhada hadd-i gâyesine dayanmışken…

O yüzbinlerce Çanakkale şehidiyle, 15 asırlık yüzmilyonlarca diğer şühêdâ, “Biz bunlar içün mü can verdik!” diyerek, acebâ nasıl bir hâlet içindedir; ve kimlere nasıl beddua etmektedir!

 Tasavvuru çatlamıyan cevablasın!

Bu “bedduaları” şimdi duymuyor olunsa da, vakt-i merhûnu hulûl etdiğinde, sağır, dilsiz ve körlere, Fetö ve Londra localarına kadar bütün “kurtarıcı birâderân”; ve bütün ins ü cin pekâlâ duyacakdır…

 

(İntişârı: 21.03.2016)

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir