(2) Fâtih’in Vakfiye Şartları Tam Tatbîk Edilmeden, Ayasofya Gene Zındanda Zincirlidir!
13 Temmuz 2020
(4) Fâtih’in Vakfiye Şartları Tam Tatbîk Edilmeden, Ayasofya Gene Zındanda Zincirlidir!
20 Temmuz 2020

FÂTİH’İN VAKFİYE ŞARTLARI TAM TATBÎK EDİLMEDEN, AYASOFYA GENE ZINDANDA ZİNCİRLİDİR!

(3)

Zıyâiyye BEKÇİSİ

 

42. Müslümanlık Târihinde, “Zımmî” adı verilen bütün gayr-i müslimlere, Kitâb, Sünnet, İcmâ’-ı Ümmet ve Kıyâs-ı Fukahâ ile sâbit (Şerîat hükümleri) tatbîk edilmişdir. Çünki Şerîat-ı Garra-yı Ahmediyye’de, zımmî hukûku ne ise, hükûmet-i İslâmiyyenin, onu zımmîlere tatbik mükellefiyeti vardır. Bunu, “HOŞGÖRÜ” olarak görmek fevkal’âde yanlışdır. İslâmiyyet’de, küfrü, şirki, fıskı, haram ve mekruhları (hoşgörmek) gibi bir düşünceye aslâ yer olamaz. Hanefiyyedeki 8 olan ef’âl-i mükellefîn, bir müslümanın 24 saatinin bütün dakikalarını bu 8 sınıfdan birisi içinde hükme bağlar. Kâfirlerin îmâna girme ve münâfıkların da (ıslah olma) ve îmân etme şıkkından başka bir şeye ihtiyaçları düşünülemez… İslâmiyyet bütün îmân-küfür sınıflarındaki insanların niyet ve fiillerine bir kıymet ta’yîn etmiş, bir dakikalarının bile hükümsüz bırakılmasına müsâade etmemişdir. Mutlak Dîn oluş da, zâten bunu iktizâ etder. Bu da, onu diğer din ve inançlardan ayıran, mutlak hakîkat oluşunun başka bir delîli ve isbâtıdır…

43. Ateizma ve sâir bâtıl dinlerin, İslâm karşısında kendilerini son derece âciz görmelerinin ve bunun netîcesinde de İslâmiyyet’e azılı düşman olmalarının sebebi de, karşılarındaki bu MUTLAK dînin, insanı her dakikası ile fiillerini murâkabe edib kemâle erdirmesidir. Bu dînin mutlak dîn oluşu, onun, tenâkuzlardan münezzeh bu sonsuz mükemmeliyetinden ileri gelmektedir… İslâmiyyet, Mutlak hakîkatına rağmen kendisinin küfür, şirk, nifâk, zulüm, haram, mekrûh dediği şeylere eğer “HOŞGÖRÜ” ile bakacak olursa, hâşâ ve kellâ, o zaman edille-i erbaa ile ef’âl-i mükellefîn disiplini, kendi içinde tenâkuza düşmüş olur… Bu da, İslâmiyyet’in yani onu vaz’ eden Allâh Azze ve Celle Hazretlerinin SÜBHAN olmadığı, “Noksan sıfatlardan münezzeh olmadığı” ma’nâsını tazammun eder… Bu ise mutlak muhâl, mümteni’ ve müstahildir… Böylesine “Mutlak Hakîkatım” diyen bir nizâm, “Hoşgörü ile bakacağı” insanları, bâtılda ve karanlıkda kabûl edib neden lâ’netlesin!?. “Hâsirûndan” olduklarını ve ebediyyen cehennemde kalacaklarını neden söylesin! Veya, lâ’netleyib ebediyyen cehenneme çakacağını söylediğine, nasıl “HOŞGÖRÜ” ile bakacak olsun??? Binâenaleyh “Hoşgörü” gibi bir mefhûmun İslâmiyyet’de aslâ yeri olmaz, 15 asır da olmamışdır. İslâmiyyet’e “Hoşgörü” yamayanlar, İslâm’ı, kendi öz umde, düstur ve değişmez kânunları ile tenâkuzda göstererek, bir nev’i onu, tezatlar içinde kalmış bir dîn gibi takdîm edenler, onu küçültmek isteyenlerdir… Bu, Haçlı Batı edeniyyetinden kamalizmaya, oradan da Ankara maarifi ile Anadolu insanlarına bulaşan sârî ve korkunç bir i’tikad hastalığıdır… Diyalogçu Feto cebhesi, önündeki islâmî mâniaları, hep bu herşeyi mubah gösterici şeytanlık ile geçmiye çalışmışdır! Bugün dümeni elinde tutan DİB’işçi ve ilâhiyatçı politikacıların yani “İslâm güncellemecileri ile revizyonistlerinin” de, dîni tahrîf ve tahribde, bu ibâhacı yani “Hedefe götüren her şey mubahdır” dedirten  maymuncuğu, herkese mavi boncuk dağıtma politikalarını yürütmede de pek sık kullandıkları,  yuvarlayıb yutdurdukları görülmektedir!…

44. Zımmîler, cizye denilen vergiyi verdikden sonra ancak ibâdetlerini yapmakda serbestdir… Ancak, içinde yaşadığı İslâm Hükûmetine verdiği zimmet ahdini bozamazlar. Yani, gene içinde ve hâkimiyyeti altında yaşadıkları İslâm Hükûmetinin günlük hayatı tanzîm eden bütün islâmî kânûn, kâide, hüküm, işleyiş, âdâb, usûl, cemiyet örf, an’ane ve teâmüllerine, ters iş ve fiil ortaya koymamakla mükellef ve buna mecburdurlar. Zinâ yaparlarsa recmedilir, hırsızlık yaparlarsa elleri kesilir, içki içerlerse 80 darb cezâsı alır; ve gerek hadd ve gerek ta’zîr cezâlarının tamâmı müslümanlara olduğu gibi aynen onlara da tatbîk edilir, nizamları, huzûr ve sükûnu bozmakda hiç kimsenin imtiyâzı olamaz. Zımmîler, statü ve hukukları ne ise, hükûmet-i İslâmiyye üzerinden müslümanlara zimmetlenmiş Allâh kulları demek olduklarından, adâlet ve hukuklarına tam riâyet içinde yaşarlar. Ticâret ve ziraatlerinde, san’at ve işlerinde serbest, me’mûriyyet ve askerlikden muafdırlar… İhânet etmedikleri müddetçe de, her türlü zulümden berî, her ihtiyaçları hukuk çerçevesinde karşılanır. İslâm’ın şevketli ve satvetli devirlerinde aynen böyle olduğu, binbir kaynak ile sâbit ve mevsukdur…

Müteveffâ Kadir’in de zırvaladığı gibi “Kamalistler korkmayın! Şeriatı getirdiğimiz zaman sizlerin kerhânelerinize dokunulmıyacakdır” gibi saçmalıklar, küfür tehlikesine kadar giden birer hezeyan ve cehâlet eseridir… İslâm Hukûku ve Târih-i İslâm, bütün tatbîkatıyla da apaçık meydandadır… Gerileme devrinin ve hele Tanzîmât sonrasının zaman zaman görülen bir takım küfre müeddî şeytânî tatbîkatları, birer mîzan ve esas olarak İslâm’a sûret-i kat’iyyede mâledilemez… Bunlar, müteveffâ Bahriye Üçok gibi ilâhiyatçıların yıllarca evvel “Falan hükümdârın sarayında kadın şarkıcılar vardı, dolayısıyla İslâm’da kadınların şarkı söylemelerine cevaz vardır” gibi dişi fetvâlar (!) uydurmasına benzer! Şimdiki Sarıklı Politikacı Bay Erbaş Ali’nin de “İkonaların olduğu yerde yüksek din gurulumuz, namaz kılınabileceğine cevaz vermişdir” demesi buna benzer! Bütün bunlar, insanları İslâm’a tâbi’ etmek yerine, İslâm’ı tâğûtlara boyun eğer hâle getirmekdir ki, mütecâsirleri, bunun ebedî cezâsından kurtulamazlar… Bu kabil bâtıl ve gayr-i meşrû’ “fetvâ” denilen teşehhî ve tahrifler, İslâmiyyet’in özüne ve hakîkatına şimdikilerle mukâyese edilemiyecek kadar vâkıf şerefli ve mü’min ECDÂDI, zere kadar utanmadan TEKZİBDİR, “Biz sizi tanımıyoruz, siz de kimsiniz!” demekdir ki, bu kafadakilerin fiilleriyle Ayasofya’nın açılışı ve zincirlerinin kırılarak zındandan halâs oluşu aslâ bahse mevzû’ edilemez…

 Merdçe şunu diyebilirlerdi:

“İkonalı, putlu, kurtlu, freskli, tasvirli ve şirk sarmalı içinde namaz kılmak, ibâdet etmek, TEVHÎD i’tikâdı taşımak, İslâm Dîninde her ne kadar aslâ câiz değilse de.. (NOT:Câiz olsa Fâtih Cennetmekân zemânından i’tibâren 500 yıla yakın, üzerleri elbetde sıvanmazdı!) “Ancak bizim, nice dinler, ideolojiler, devletler ve kavimlerin hayatlarından toplayıb karıştırarak “İnşâ etdiğimizi” söylediğimiz bize hass güncellenmiş beşerî dinde, bu, câizdir, hiçbir uhrevî ve dünyevî mahzûru yokdur!” Lâyık felsefe elindeki DİB’iş’in böyle söylemesi, göz küllememek adına en azından merdçe olurdu! Ancak “İslâm’da câizdir” demeleri, Allâh’ın dîninde tasarruf hakkı muhâl olan bir beşerî sultanın, o dîni değiştirmiye ve tahrîfe ma’tûf böyle bir hükmü gene devlet kuvvetine dayanarak neşretmesi, son derece hukuksuz ve haddi aşmakdır; Müslümanların mâzî, hâl ve istikbâline, gene devlet sultasını kullanarak jakobence darbe yapmakdır…

45. Çok Büyük başların:

“Ayasofya’yı insanlığın ortak kültürel mîrâsı vasfını koruyarak câmi olarak ibâdete açacağımızın altını da tekrar çiziyorum.”

“Ayasofya mülkünün tek sâhibi hem Fâtih Cennetmekândır” denilecek, hem de O’nun vakfiyenâmesinde aslâ geçmiyen ve geçmediği içün de aslâ rızâsının olamıyacağı keyfî ve uydurma bir vasfı yani “insanlığın ortak kültürel mi’râsı” olmayı, İslâm ve Fâtih düşmanı “UNESCO böyle istiyor” diye, Ayasofya Câmi-i Kebîri’nin başından “ABD’lilerin çuval geçirmesi” gibi geçireceksin! Bunu DİB’işçiler kabûl etse de, müslüman milletin toprak altındaki milyarlarca müntesibinin kabûl etmesi imkansız değil, muhaldir…

 “İnsanlığın mîrâsı” gibi İslâm Hukûku ve vakfiye şartlarında aslâ geçmiyen bu kabil egzantirik ifâdeler, birilerine: “Evet sizin de bizim halkın da gönlünüzü hoş edeceğiz! Fâtihgillere ve bütün toprak altındaki milyarlarımıza rağmen, siz sevgili müttefiklerimizin ve Papa cenablarının acı, hüzün ve üzüntü duymanıza sebeb yok!” demekdir ki, bu, politik, dembokratik, rüşvet-i kelâm cinsli, tasarruf sâhibi olunmadığı hâlde haddi aşabilen bir dildir… Bu ifâdeye de katılmamız aslâ mümkin olamaz… Bir yandan vakfiye şartlarına uyulacaktır derken, öteki taraftan da Statü denilerek vakfiye şartlarına ters bir takım “lâyık hukuk” dili ile vakfa ters beyanlar ortaya konulursa, burada, hakîkatı ketmeden bir politika çarkı döndürülüyor demek olur!. Bu, vakıf şartlarına kâğıt ve lâf üzerinden uyulacağını şimdiden bile ifhâm ediyorsa da, zâten mevcûd beşerî hukûk içinde uyulmıyacağı ortadadır!… Hele “İnsanlığın ortak kültürel mîrâsı” demek, “Fâtih’in vakfiye şartlarına uyulacak, böylece meşhur FÂTİH LÂ’NETİ de ortadan kalkacakdır” demekle, tam tenâkuz ortaya koyar! İçdeki efkâr-ı umûmiyyeye şirin görünme manzaraları ile, bunca tezatları kapaklamak imkânı da aslâ vârid olamaz!

46. Ayasofya’ya “İnsanlığın kültürel mîrâsı” denilirse, “Fâtih’in Mîrâsı” demek ne olacaktır? Turizm Vekâleti, Vakıflar Müdürlüğü ve DİB işleri gibi böyle üç-beş yerin irâdesine tâbi’ olan bir VAKIF, vakfiye şartlarına göre aslâ yürütülmüş olamaz… Vakıfları, tamâmen müstakıl “Vakıf Mütevellî Hey’etleri” idâre temek zorundadır… Hiçbir lâyık demb.kratik cumb.krasi, vakıflara, cami ve mescidlere el koyub kendi mülkü gibi tasarrufda bulunamaz… Yahudi ve hıristiyanların vakıf, kilise ve havralarını neden Ankara idâre etmez de, müslümanlara gelince mutlak sulta sâhibi kesilir??? Bu takdirde, Ayasofya üzerinde, Ankara lâyık Politikacılarından, onların emireri DİB’iş Başkanlığı, Turizm Vekâleti, Vakıflar Müdürlüğüne; Putin’den, bilmem kim patrik-laik dembokratına kadar; en mühimi de, UNESCO denen Global-ateist İslâm düşmanı ve Yahudi hâkimiyyetindeki teşkîlâtın, Ayasofya üzerinde doğrudan “TASARRUF HAKKINA” kadar, bir ortaklar, şerikler  ve patronlar silsilesinin irâdesi ortaya çıkacaktır ki, bu irâdeler curcunası içinde “Atamız Fâtih Cennetmekân Hazretlerinin İRÂDESİNİ yani vakfiye şartlarını” değil tatbik, görüb tanımak bile imkânsız değil, muhâl olacakdır!…

Hulâsa gidiş, politikacıların dalgalara göre dümen kırması elinde hangi meçhûl, hatta tehlikeli istikâmetlere yönelir, bunu, önümüzdeki gün ve aylarda aslâ sevinerek göremiyeceğiz demekdir!. Şer’î-Fikrî seviyeleri olmadığı içün satha bakarak hemen heyecanlanma noktasında olanlar, şamatacılığı tabiat-ı sâniye edinenler, troller, parti yalakalığını geçim kapısı yapanlar, bir takım yalama ve yalaka AKAPALI vezninde tarihçi geçinen müsveddeler, kadîm ve şedîd CHP ateizması karşısında durmayı mücerred (HAKÎKAT) zannederek pek çarpık bir i’tikâd ve mantıkla yaşayanlar, cübbeli-sarıklı bazı hafif, yamuk ve soytarı tipler de, pek erken sevinmiş olduklarını anlıyabilecekler midir, buna da aslâ ihtimâl vermiyoruz!. Çünki, hakîkatdan başkasının hatırına kat’iyyen hayat hakkı tanımıyan adamlar olmadıkça, bu gibi mes’elelerde doğru noktada durmak aslâ mümkin değildir!

47. Müslümanlar Ayasofya’ya, 1453’den beri, “İslâmiyyet’in ortak VAKIF MÎRÂSI” OLARAK VE Ataları Fâtih Cennetmekânın parasını ödiyerek MÜLK edindiği bir VAKIF KÜLLİYESİ OLARAK BAKMAKTADIR. Vakfiye ŞARTLARI aynen ve samimiyyetle tatbik edilecekse, oraya bütün gayr-i müslim dünyâ ile içdeki (C.Halt Partisi) kuyruklarını da (VÂRİS KILARAK), ikide bir Ayasofya hakkında iğrenç hezeyanlar savurmalarına kapı açılamaz… Onlara ne kadar taviz verilirse, ne kadar şımartılır ve yüzlerine gülünürse, daha çoğunu istemek üzere azıb şımaracakları, aklî, tatbîkî ve târîhî bir hakîkatdır! “Aç canavara sevgi gösterdikçe onun iştihasının daha da ziyâdeleşib, muhâtabını yedikden sonra, üstüne bir de diş kirası istiyeceği” Osmanlı irfânında bilinmez bir hakikat değildir!.Ve bundan sonra da, İngiliz, ABD, Yunan, Alaman, Papalık ve Moskof cenahları gibi sürülerin tahrikleri ile, nice Allâh tanımaz  düvel-i eşkıyânın: “Kültür Mîrâsımızdır, elbetde karışırız” demelerinin ardı arkası kesilmiyecekdir! Böylece, “T.C.’nin, Hükümranlık Haklarımız” demeleri de, bu manzara karşısında ayrıca iri ve gülünç bir tenâkuz teşkîl eder!!! Tek hükümrân, mülk sâhibi HÜKÜMDÂR olan Fâtih Cennetmekân olub, onun vakıf şartnâmesi dışında kim ne derse keenlemyekündür, lâf u güzafdır… Zerre kadar müslümanlığı olan bir ferd, “Vâkıfın şartları Şâriin (Allâh Azze’nin) nassı (âyetle sâbit hükmü) gibidir” der; “Hukûk ancak bu kâideye riâyetle ortaya çıkar, aksi halde hukuksuzluk ve zincirli zından hayâtı devâm eder” der, başka hiçbir şey dememeyi, müslümanlığının en mühim îmân, nâmus ve şeref borcu ve îcâbı olarak görür…

48. Çok yüksek tepelerden fermân buyruluyor ki:

“Esasen, tek parti döneminde alınan bu karar, tarihe ihânet olmanın yanında hukuka da aykırıydı. Çünkü Ayasofya ne devletin, ne de herhangi bir kurumun malı değil, vakıf mülküdür.”

Bu söz doğrudur. Ancak şu ana kadar Ayasofya ile alâkalı yapılanlar, telefon görüşmesiyle Putin’e sözlenen sözler, v.s. bununla tam bir tenâkuz teşkîl etmektedir. Putin’le yapılan konuşma, ajanslar tarafından şöyle verilmiş ve tekzib de edilmemişdir:

“Sputnik’in aktardığına göre, Putin görüşmede, kararın ülkesinde yarattığı ‘büyük toplumsal tepkiyi’ iletti. Kremlin’e göre Erdoğan da bunun karşısında ‘gereken açıklamayı yapıp yabancı ülke vatandaşları dahil, dileyen herkesin Ayasofya’ya girebileceğinin ve Hristiyanlar için kutsal olan objelerin korunacağının garantisini verdi.”

İyi ammâ, bu cümlenin yanına yukarıdakini koyub tekrar okursak, karşımıza nasıl bir manzara çıkacak ve bundan kim, nasıl mutlu, kutlu, putlu, kurtlu, şutlu ve umutlu olacakdır???

Buyrun:

“Esasen, tek parti döneminde alınan bu karar, tarihe ihânet olmanın yanında hukuka da aykırıydı. Çünkü Ayasofya ne devletin, ne de herhangi bir kurumun malı değil, vakıf mülküdür.”

İçe başka dışa bambaşka beyanlarla yürünürse, o zaman kim, kime ve nasıl inanacaktır; bunlara, “dembokratik politika” deyib inanmak, bir Müslüman içün nasıl mümkin olabilecektir?.

“Ebedî Şeflik” saltanatında alınan bu karar, “Târihe ihânet ve hukûka da aykırı” ise, şimdiki “Vakfiye dışı STATÜ’nün ve ikonaların korunacağının GARANTİSİNİ VERMEK, Ayasofya Câmi-i Kebîri’ni bitli-butlu tevhidsiz-müşrik turist nâm mahlûkâtın ayakları altına sermek”, Fâtih Cennetmekânın “MÜLKÜ” olarak o mülk sâhibine “İHÂNET ve ONUN HUKÛKUNA AYKIRILIK” olmıyacak mıdır???

Ayrıca, “Ayasofya ne devletin, ne de herhangi bir kurumun malı değil, vakıf mülküdür.” deniyor… Bu hükmü kabûl edersek, vakfiye şartlarına ters “STATÜ” ve “ikonaları” alenen ortaya çıkarıb görünür yapmak içün, üzerlerindeki sıvalarını, Fâtih Cennetmekân’a TERSLEŞEREK kaldırmak, ve O’nun kapatdıklarını AÇIĞA çıkarmaya, görünmezi görünür YAPMAYA neden DEVLETİN müdâhalesi oluyor? Hani “Devletin malı değildi de, vakıf MÜLKÜ idi???”

“Dileyen herkesin girdiği ve Hristiyanlar için kutsal olan objelerin korunacağı garantisi verilen” yere, CÂMİ’, yani Allâh Azze ve Celle’nin EVİ, BEYTİ denilemiyeceği 15 asırdır yalınız müslümanların değil, bütün cihânın ma’lûmu değil midir?! Hiç kimseyi memnûn edemiyecek mavi boncukları herkese dağıtmakla yürütülen bir politika, nasıl lâyık dembokratik cumhûriyet politikasıdır?. “Dört dörtlük lâyık olmak” böyle bir şey midir?. “Din esaslarına dayalı devlet sistemine karşıyız” derken, Fâtih’in hem torunu olmak, hem de O’na: “Senin din esaslı devlet sistemine KARŞIYIZ, biz Lozan’da dayatanların sistemi içindeyiz, dolayısıyla sana da KARŞIYIZ” demeyi beraberce yürütmek, nasıl bir inanç, muhâkeme, mantık ve duygudur?..

49. (NOT: Kayserili Hacı Gül’ün, “Dembokrasi ile İslâm ikircikli değildir” deyişindeki muhâliyyet, böylece âbide çapında ortaya çıkmıyor mu?. Abduş’un ikirciklisi, kimlerin fikirciklisi olmayı netîce vermektedir?. Biz doğruları, mantık içinde böyle yazınca, bizim (fikircikli) oluşumuz, kimin (ikircikli) oluşunu zarara sokacakdır?.. Aslında Hacı GÜL’ün Türkçesi de, İngilizcikli oluşu kadar bozuk ve itirciklidir! Adam “ikircikli= mütereddid, kararsız” kelimesini, hiç alâkası olmıyan “zıtlaşan, tersleşen” ma’nasında meşhur etmişdir ki, onun İngilizcikli TÜRKÇE’sine de bu yakışmış gitmiş, böylece Türkçe’nin ocağına o da, ikircikli-incircikli bir çubuk dikircikli olmuşdur! En tepelerdekilerin TÜRKÇE dersleri almalarına şiddetle ihtiyaç vardır! Yoksa Hacı Abdulla gibi “Seçim sath-ı mâiline girdik” yerine “mahalline girdik”; bazı ulular gibi “Ba’de harabi’l-Basra” yerine “..harâbü’l..”, bisküvi yerine piskevit.. ve kezâ..derler! Tabii bu kabil lisâniyât, terkib, telâffuz ve lehçe kusurları, LEHDE puan toplamaz, van minüt çekib, çekib gitmek gibi de olmaz!)

50. DİB’iş Başkanının 12/7/2020 târihli beyânatında da şunları görüyoruz:

“İnşallah 24 Temmuz’dan itibaren ibadet yapmaya başladığımızda o resimlerin üzerini bir şekilde perdelemek ya da teknolojik imkanlardan yararlanarak ışıkla karartmak ve namazdan sonra da tekrar perdeyi açarak ya da o karartmayı kapatarak ziyaretçilerin müşahedesine sunmak şeklinde bir uygulama yapacağız. Bu konuda Din İşleri Yüksek Kurulumuzun da cevazı vardır, herhangi bir sakınca yoktur. İnşallah güzel bir sistemle bunu çözeceğiz…”

Bu mesnetsiz söylerle denilmek isteniliyor ki, herkes kendisini, sahnesi olan büyük bir tiyatro salonunda farzedebilir; namaz vakti gelince sahnenin perdeleri kapanacak, namaz (!) bitince, perde açılıb oyuna devam edilecek!. Karagöz-Hacıvat oyunlarında da “ışıklandırmalardan” ciddî mikyasda fâidelenildiği bir vâkıadır! Demek ki, Fâtih Cennetmekân “Tiyatro-Câmi’ vakfetmiş”  dedirtecekler??? Âkif denen zavallı da “Asrın idrâkine söyletmeli İslâm’ı” diyordu! Ve “Âsım’ın neslini pek özlüyordu!” Şimdi Âsım’ın nesli büyüdü, devletlû bile oldu ve “Asrın idrâkine söyletmeli Ayasofya’yı” deyib, böyle sahneli ve perdeli tiyatrolar ile vazifesini “Dört dörtlük lâyık olmak gibi, dört dörtlük icrâ edeceğe benziyorlar!.”

Üstelik, DİB’işin Din İş. Yüksek Gurult.sunun da “Cevâzı varmış!” Ne güzel, Fâtih Cennetmekânın kemikleri sızlarken, çek perdeyi kıl namazı (!) çek perdeyi koy sahneye tiyatroyu!

Bu, dünyâyı sevindirir belki ama, Fâtih’in “Bedduası” kalkar mı, yoksa 33’e mi katlanır, bunu da ALLÂH AZZE ve CELLE Hazretleri bilir! “Yüksek GURUL” tarafından bunun da bir “cevaz”, “ıvaz”, “vaaz” ve “sıvaz” kapısı herhalde bulunacaktır! Yeter ki aransın! Hem arayan, ya Mevlâsını veya belâsını bulurmuş ya, işte o kabilden!

51. DİB’iş Başkanı Bay Ali devam ediyor:

“İnşallah Ayasofya’nın yeniden açılması Fatih’in yaptığı bedduanın son bulması anlamına geliyor. Vakfiyeler genelde bu cümlelerle biter. Vakıf edenin bu şekilde bedduası vardır. Yani ‘Benim vakfettiğim bu eseri amacı dışında kullananlar olursa, Allah’ın, meleklerin, bütün Müslümanların, bütün insanların laneti onların üzerine olsun’ tarzında bir bedduayla biter ki, Fatih Sultan Mehmet’in Ayasofya Vakfiyesi’yle ilgili yapmış olduğu bu beddua da gerçekten diğer vakfiye sonlarında bitenlerden biraz daha ağır, biraz daha farklıdır. Çünkü Ayasofya Fatih’in gözünde fethin en büyük sembolüdür.”

500 yıla yakın ALLÂH BEYTİ olan Ayasofya CÂMİ-İ KEBÎRİ, Câmi-Tiyatro havasına sokulunca, Fâtih Cennetmekânın “Benim vakfettiğim bu eseri amacı dışında kullananlar olursa, Allah’ın, meleklerin, bütün Müslümanların, bütün insanların laneti onların üzerine olsun” şeklindeki bedduası da der’akab sona erecekmiş! Çünki “amacı dışında” bir milimcik kullanılmamış olacakmış! İkonalı, bitli-butlu turist denen müşriklerin KAHHÂR-I ZÜLCELÂL ALLÂH AZZE VE CELLE HAZRETLERİNİN EVİNDE (BEYTİNDE) yarı ÜRYÂN dolaşmaları, Fâtih Cennetmekânı, Peygamberân-ı Izâm (Aleyhimüsselâm) Hazerâtını ve milyarlarca toprak altındaki ulemâ, evliyâ, şühedâ ve müslimanı hiç rencide edib “ÂHHH!” etmelerine, inim inim inlemelerine sebeb olmıyacakmış!

52. Demek ki Ankara’daki Böyyük Başkan İdâreciler, artık yatağa girdiler mi “Lâ’netden kurtulmuş olarak” rahat, huzur içinde, Fâtih Cennetmekânı da (iknâ odasına) sokmadan iknâ ederek, kalb-i selîm içre ve bugüne kadar lezzetine hiç varamadıkları kadar sıhhatli bir uykuya dalabilecekler; vicdanları çok rahatlamış olarak ve bütün gam, gussa, keder, sıkıntı, yanıb yakınmalardan âzâde kalarak müthiş güzellikde bir uykuya sarılıb, çok renkli istikbâl rüyaları, seçim ve seçim sandıkları, oy patlamaları, iktidâr ve saltanat sarayları da görebileceklermiş…

Ne diyelim, 83 milyonun yerine onlar rahat uyusun! Onlar çok daha rahat uykulara lâyık ve laikler…Nasıl olsa halkın yerine onlar yemiyor mu? Gelen bayramı da halkın yerine onlar kutlar, mutlar, putlar, kurtlar ve şutlarlar!

Cübbeli-sarıklı, cennetlik ve yobazımtırak  “paralel diyânet ve denâetler” de, nasıl olsa başka “cevâz ve ictihâd kapıları” açıb, “Ülülemre itaat” fetevâ-yı asriyye ve şerriyyelerini mer’iyyete sokmadılar mı?

Doğrusu, şu gelecek Kıyâmet içün İsrâfil Aleyhisselâm  tarafından (Nefha-i ûlânın) işletilmesi, tam bir temizlik ve rahatlık olacağa benziyor!..

(Mâba’di var)

İlk intişârı: 18.07.2020 / 22:45:40 (tt)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir