İflâsdaki Müesseseler: Mekteb, Ta’lîm, Terbiye, Tahsîl, Maarif Ve İlââhirihî…
21 Eylül 2018
Kadının Çalıştırılması Sokağa Salınması Olacaksa, Orada Âile Erimişdir…
8 Mart 2019

18 YAŞ ALTINA ZİNÂYI SERBEST, EVLENMEYİ YASAKLAYAN BİR SİSTEM, ASIL DÎNÎ NİKÂHLA CİDÂLDE…

Tâhir MÂHİR

 

Först Leydi ve Leylâlar, geçmiş senelerde erkekleri gibi her yere girib çıkmazdı! Çeneleri çok işlemez, öyle olur olmaz her mevzu’da biliyor gibi konuşmaz, üzerlerine düşmeyen işlere hiç bulaşmaz ve burunlarını sokmaz; “ağır ol ki molla desinler” sözünden nasibedâr madamlar olarak ciddî ve vekârlı olmaya dikkat ederlerdi!. Modernistlik ve feministlikleri, şımarıklık derecesine vardırmazlardı! Avâm-ı nâs da onları (adam ve madam) yerine koyarak, kendilerine biraz daha başka bakardı!. Şimdi ise, her makam kapan herifler gibi, zirvelere tırmanan “bayâniyyelerin” de epey çözüldükleri; ve bilir bilmez her şeyi konuşdukları, çenelerinin çok fazla çalışdığını görür olduk!.

Siirt’li Först Leydi Emine Hanım ve kadın bakanlar ve bazı böyyük zevât:

“Ne kadar çok kadın ve kızı evi dışına çeker de bir İŞDE ÇALIŞTIRIRSAK o kadar kârdayız, ar yılı değil kâr yılı!”

Der gibi fâsid bir düşünceye kapılarak,  sanki durmadan “Kadınlar işe, çocuklar kreşe” nakarâtına sarılmış gidiyorlar… 

Birinci CB’nın 58 yılını 18’inden i’tibâren hesab etsek, 40 yılının 1.5 yılı, Lâtife hanımla evli geçdi, o kadarcık!. Geriye kalan 38.5 yılını ise Lâtife Hanım’ın yerine kimi koyarak geçirdi, bunu da Allâh Azze ve Celle bilir!. Lâtife o günün şartlarında gâyet modernist yetişmiş, Dr. Rızâ Nûr’un yazdıklarına bakılırsa, îcâbında Çankaya Köşkü balkonundan bağçedeki Paşasına akşam sonrası karanlıkda, “Kemâl! Ne yapıyorsun orada?” Gibi ün üne bağırıb çağırabilecek, Sarı Paşa’yı istintâk edebilecek kadar da diri ve iri manzaraya ve sese sâhib bir Uşşâkîzâdedir!.

Şimdi bu adı geçenlerin hepsi de, öteki tarafda irâde ve hâkimiyyetleri ellerinden alınmış, hesab gününü beklemede!. Bugünün saraylıları da, bir gün onların yanına gidecek; bizler de vakt-ı merhûnu gelince BERZAH  âlemine nasibse göçüb uçacağız!.. Osmanlı’dan sonra “Çeşm-i ibretle nazar kıl, dünyâ misâfirhânedir/Bir gelen bir dahî gelmez taaccüb kâşânedir” diyen politikacı bulmak da artık mümkin değil; topu da lâyık ve seküler, dünyâlık, dîni güncellemeci, “14-15 asır evvelki hükümleri artık kalkıb bugün uygulayamazsın” deyici,v.s.!

İkinci ve kinci CB’nın ise, bütün ömrü Mevhibe Hanım’la geçdi. Bu hanım da orada burada zırt pırt görünmez, ara sıra Çankaya’ya gider yemek yer, sonra da evinin yolunu tutarmış!. “Dîn, medenî bir cem’iyyet olarak ilerlememize mâni’ bir zehirdir” diyen Paşa’sının aksine, dîne o kadar da muârız değilmiş!. Dr. Rızâ Nur’un yazdığına bakılırsa, bir akşam sofrasında birisi çakır keyf olunca, yanındaki hanımı şap diye öper! Kadıncağız ise neye uğradığını şaşırır! Ne de olsa etrafında Osmanlı edeb, ta’lîm ve terbiyesi almış kişiler vardır!. Beklenmiyen bir zamanda böyle tâciz ve tasallut patlaması gibi bir hâl karşısında, işin ciddiyet, şahsiyet ve mahremiyet tarafı görmezden gelinemezdi… Mevhîbe sofrayı terkeder ve başka bir odaya kaçar gibi gider, “onuru ve gurûru ve sürûru” incinmiş olduğu hâlde  çarpılmışa dönen zavallı, iki gözü iki çeşme ağlamaya başlar!. Zevci de biraz sonra yanına gelir ve gûyâ tesellî edecek ya:

“Ne ağlıyorsun gülüm, öptüyse A….. öpdü ne olmuş yahu, mes’ele etme, çabuk dön yerine geç!”

Yollu deyyu…k havaları çalar!. İşte bu tür “kutlu, mutlu ve putlu” devrim ve devirimlerle Türkiya’yı “Muâsır Garb Medeniyetinin evc-i bâlâsına bu usûllerle öyle bir taşıdılar ki, 2-3 yıl içinde kendi kendini bu derece inkâr edenler karşısında dünyâ, taaccübünden parmaklarını ısırdı!

Şimdikiler ise, topyekûn ehâlinin kızını kısrağını, karısını anasını, “işçi, ırgat, gündelikçi, amele, emekçi, rençber, maraba daraba”  yaparak, onları komünist kolhozlarının (dişi paryaları) hâline mi döndürmek isterler acebâ???.

Yeni Maarif Vekîli Selçuk da, birkaç hafta evvel “Köy Enstitülerinin fazîlet ve meziyetleri…” diye neredeyse CHP ağzı ve diliyle ballandıra ballandıra bu kolhoları bir anlatmıya başladı ki, ne taaccüb!?

Çüşş demedik, denilmemeliydi amma, çok şaşırdık!. Bu maarif vekîli, Başkan Paşa’nın bir yerlere mesajı ve şirinlik göndermeleriydi!.

İpince politik ayarlar!..

Maarifin başındaki bu Selçuk, mâzîyi tahattur veya “nostaljik” rahatlamalar periyodundan, neredeyse notalar seslendiriyordu!.. İslâmcı Başkan Paşa, partisi ve zümresi, kadîm CHP karakterine hasret gidermek içün mü bu yollara baş vuruyordur, bilemedik!? Yaklaşan 31 mart mahallî seçiminde, acebâ CHP yoldaşlarına:

“Sizin hasret kaldığınız CHP artık biziz; siz de bize, siz de bize, biz de bize, herkes bize!” şeklinde yalvarış ve yakarış mesajı mı verilmek isteniyordu?.

Kim bilir, Başkan Paşa demiş ve Maarif Vekîli yapmışsa bir bildiği vardır; Başkan Paşalar öyle aldatan işlere zinhâr el atmaz;  her atdığını 12’den vurur, elleri öylesine açıkdır ki, herkese: “Ne istediniz de vermedik?” diyecek kadar da cömert, sert ve mert’dirler!..  Hatta rûhâniyyet ve ruhbâniyyeti ağır basanlar nezdinde, Başkan’ların bu kabil işlerinin cümlesinde bir kerâmet bile gizlenmiş olabilir!. Bunu, mezheb sâhibi saf ve lâf peşindeki KARA sünnîler anlayamaz!. Kim anlar?. Dîni güncellemeci, sözde değil özde AK partici olanlar anlar; som raizci hakîkî AK yüzlü, AK sakallı, AK saçlı, AK yazmalı, “yerli ve millî” olarak sâdece AK demiş, anasının AK ve helâl sütünü emmiş, AK ışık veren AK ampul gibi AK çehreliler anlar; ve AK nâsiyeliler, mâzîsi, hâli ve istikbâli AK olanlar, ölesiye AK kalacaklar, AK haşrolacaklar, AK hesâb kitabdan geçecekler, babası AK baba olanlar anlar!.

Raiz’in Maarifi, “imânlı müslüman gençlik” hatta “Büyük Doğucu ve Efgânîci ve Abduhçu Baytar Âkif’in Âsım’sal Gençliği ile koalisyon yapmış müthiş bir gençlik de yetiştirecek” ya hani, işte bunları, o hasreti yürek dağlayan “Köy Enstitülerinden” peydahlamaya kalkmasınlar?. Bundan CHP’nin ervâh-ı gayr-i TAYYİBESİ dahî şâd ü handân olmazsa yazıkdır!. O zaman CHP’ye (oy) vermeye ne hâcet, re’yini ver AK‘gillere bitsin iş!

27 senelik CHP şefokrasisi zamanında, Meşhur ateistlerden Maarif vekili Hasan Âli Yücel’in zamanında, bilmem ne umum müdürü olan meşhur komünist TONGUÇ BABA nâmıyla meşhur adama açtırılan Köy Enstitüleri… O zamanlardaki Stalin komünizmasındaki (kolhozların) Türkiya’da temsîlini esas almak üzere açılan ve ilk mekteb muallimi üreten (!) şu kahrolası enstitüler… Şehirlerin uzağına, halkın gözünden ırak yerlere kurulan bu enstitü adındaki kolhozlarda, kız-erkeğin beraberce aynı hamama girdiklerini, Raiz’in bu Maarif Vekili Selçuk nâm kimesne hiç bilmez mi?. Bu kadar da mı bilmez ve akletmezlerden bir zât-ı möhderemdir bu?. Yoksa bilmesine şey gibi bilir de, hasretiyle yanar ve gözünde mi tüterler?

Kastamonu’daki Gölköl Köy Enstitüsünün kuş bakışı şeklinin orak-çekiç şeklinde olduğunu bu vekîl denen möhderem hiç duymamış da, görmemiş de, sadece biz mi duyar-görür olmuşuzdur bre?. Nurcu abilerinden meşhur Sungur buradan gâvur olarak mezun olmuş, sonra da îmâna gelib “Müslüman” olmuşdu!. Yanılmıyorsam Adana tarafında olacak, Hasanoğlan Köy Enstitüsü denen yerde de, gebe kalan kız talebelerin o zamanın hangi meşhur oparatörü tarafından karınlarının boşaltıldığını da açık açık yazmamız istenirse, elimiz altındaki  alâkalı kitabları açar, yazarız da…

Daha yazalım mı, şimdilik bu kadar yetsin mi?.

Başkan Raiz’in bir garîb ve acîb Maarifçisi Selçuk, acebâ, bu kolhozların (Köy Enstitülerine ilhâm kaynağı olan ve Sovyetler zamanında komünistçe ziraat üretim ve ateist yetiştirme birlikleri)nin,  nesini  ve neresini, kimin nesine ve fesine uygun görüb, hangi cesâret ve (yerli- millî (!) kafayla) diline ve damağına alabilmektedir?.

Taaccüb!

Bir tarafdan sarıklı politikacılarıyla “Velâdet-i Nebî Haftası” rûhânîlikleri, ruhbanlık ve ahbarcılıkları; diğer tarafdan Selçuk Bey dili üzerinden “Köy Enstitülerini” veya sovyetler zamanının “kolhozlarını” hortlatma temrînâtı… Öyle bir periyoda girildi ki, dost-düşman, Hakk-bâtıl, iyi-kötü, homo-homo sapiens demeden, (oy) verecek her mahlûka “mavi boncuk!”

Taaccüb!

Muhâfazakâr Demokratların, AK fırka-teyn içine binmiş tayfa ve yolcularına bu tür “serenat” düzen ve dinleten kurnazlıkları, cidden hem çok taaccüb verici, hem de akıllara zarar!

Cumhûriyet Först Leydileri’ni yukarıda hatırlamışken, Müteveffâ Özal’ın Kösemrâ Sultânını hatırlamazsak hadnâşinaslık olmaz mı?. O da çok ortalarda görünür, feministlik ve (Batı ayarı yemiş madamlık) adına çok konuşurdu!. “Haccıma da giderim, rakımı da içerim!” vecîze-i avrâdiyyesi, ondan “Türk varlığına bir armağan” olsa gerekdir!. Bir de saltanat-ı Dıragut zamanında Alamanya’ya gitmiş, orada ne kadar “dînî nikahlı” Anadolu insanı varsa, onların sanki bütün dert ve köleliklerine merhem bulunmuş da, sıra “Belediye reisi adına” kıyılan (Allah adına kıyılmayan) nikâhların (!) eksikliğine gelmiş gibi, mukaddes nikâhı “yerin dibine geçire geçire” yüzlerce adam-madam salonlara depolanmış; ve şirkleri sağlama almak içün, bu “do… bağı” ile iyice ve sıkıca bacakları bağlanıvermişdi!..

Bir de, İngiliz ileri Muhibbânından Kayseri’li Hacı Aptulla Birâderin hâtûniyye-i yektâsı Hayrünnisâ Kadınefendi ortalarda sık görünürlerden ve “millî ve yerli” bir bacı sayılmalıdır!. İngiliz Kralı herifin yanına oturduğu hâlde, fayton içinde ikili bir gidişleri vardı ki, cihan, ölse bunu unutamaz! O kadar modern ve o kadar şık ve o kadar İngilizde “fenâ fi’l-mahbûb oluş” vesîkalıyor idi ki, dil ile ta’rîf gayr-ı kâbildir Efendim!

Kadınefendigiller Först Leydi ve Leylâ olunca, kabbak çiçeği gibi açılıb gün yüzü ve dünyâ nâsiyesini seyr ü temâşâ eder; cihân da, AK alınları ve Türk  hareminden işte böyle nâdîde güller ve yüzler görmeye başlar!. Gerçi 1930’lu yıllarda Keriman Hâlis, Türk Malı bir güzellik kraliçesi olarak bu işin ilk adımını  bütün vücûd münhanileri ile ve atasının takdîr u tebrîkâtıyla atmışsa da, olsun! Fazla mal göz çıkarmaz!

Ha, Millî Şef Kulak İsmet’in Hâtunu Mevhibe Hanımın da bir karesini hatırlamazsak eksik kalır!. 1931’li yıllarda çekilmiş bir  fotoğraf olsa gerek, orada Yunan keferesinin Başvezîri Venizelos nâm kefere Ankara’yı ziyâretdedir!. Mevhîbe bacıları, bütün modernliği ve yukarıda geçen Çankaya hâtırasındaki asâlet ve nefâsetiyle Venizelos keferesinin sağ koluna girmiş yürümektedir! Çankaya’daki “ağlama, öptüyse a..m öptü” diyen o “Kurtarıcı, tesellici, YERLİ ve Millî ŞEF” de, bu ikilinin arkasındaki safda, önündekilerin sanki ayak izlerine basa basa, pek neş’eli ve behşüş bir edâ ile, gurûr ve onur ve sürûr ile ve dişisiyle iftihar mimikleri hoplata zıplata ve dibine kadar batılılaşmış  yerli ve mîllî bir ŞEF-İ SÂNÎ olarak  ilerlemektedir!

Dr. Rızâ Nur, bu manzarayı da görse idi, kim bilir hangi tür “kav…dan” bahis açar ve nasıl, şey ederdi!

“Kadınlar kızlar işe, dikişe, nakışa, bakışa, atışa, yatışa, sokağa” dedin mi; onlara 8-10 saat iş başı yaptırdın, sabah karanlığı ve akşam karartılarında yollara dökdün mü; arkasından ihtilât ü ittifâk ve göz göze samîmiyyetler de başladı mı, bunların netîcesi olarak araya bir güzel “vesvâsi’l-hannâs” sızdı mı; bunların ardından da dırdırlar, fitne-fücûr ve muttasılan hiddet ü şiddet bütün şedâid ü şekâvetiyle başını uzatdı mı; daha sonra da zarûreten kanlı canlı manzaralar veya boşanmalı-boşaltmalı, 7.62’den sıkmalı ve  kırmızılara bürünmüş rengârenk sahneler!..

Biri mezarhâneye, öteki hapishâneye, bîgünâh ve ma’sûm yavrular da yetimhâneye!

Kim mes’ûl?

Tetiği çeken mi?

Hadi ordan fırlamalar!. Zevce ve ana olan kadınları veya olacak kızları, iş-miş-dikiş-dikiliş ve bilmem ne diye  diye bu şehvet terörü devrinde karanlıklarda bile sokaklara salanlar var ya, işte asıl mes’ul onlar ve onların sistemi!

Kâzûrât sistem ve onun, adam-madam, hem dall ve hem mudill olan, iri şeytanları ve başları!

Tv kanalizasyonlarına bakanlar, her gün bunların haberlerini ve dizileri ile sızılarını duya duya doymadan; artık şiddetsiz, tekme tokatsız, kansız cansız-manzarasız, boşanıb evlerinden ve iplerinden boşalmış çifler görmeden, kaç gün geçirebiliyor?

Bir yandan da, “İzinde , îmânında, sevgi saygındayız havaları tüttürmek” içün, “Velâdet-i Nebî Haftaları…”

Riyâkârlık, sahtekârlık ve gözkülleme politikaları…

Neymiş:

“Kadın içde, erkek dışda toptancı anlayış yanlışmış!”

O zaman bin kere tekrâr etsek azdır:

“Kadın da dışda, erkek de dışda ve işde, çocuklar da kreşde… Biraz zaman geçince mi neler oluyor? ŞU: Ana mezarda, baba hapisde, çocuklar da babaannede, halada-teyzede… Bunlar yoksa, bakımhânelerde-yetimhânelerde ve sefâlet, sefâhet ve felâket v.s.ler içinde; ve bin kere acınası hallerde… Tâcizlere-tecâvüz ve tasallutlara açık alçaklıklar ve kahpeliklerle kuşatılmış vaz’iyyetlerde…”

Lâyık-Demokratik-sosyal hukuk ve guguk düzeni…

Şevket’in “Fazîlet püsküren cumhûriyeti, özlediği ilk cumhûriyet…”

20. asrın ilk çeyreğindeki hasretlik şeyi!..

Alamanya’da da 10.000 muhâcir çocuk kayıb… Kimisi alamanlaştırılmak üzere alaman âilesi denilen Allâh’sız Gaddar’lara satılmış; kimisi çukurun çukuru şeytan piçi sübyancılara köle yapılmış; kimisi organ mafiası cânî ve kâtillerinin tezgâhlarına yatırılmış; kimisi, orda burda tekme tokat altında…

Kahrolası Bâtıl ve Haçlı Avrupa’yı, bu ümmet bakiyesi “ulus”a hedef-gâye gösterenler nerede şimdi?.

Hangi cehennemin dibindeler?

Böyle “medenî dembokrat” dünyanın edeniyet ve dembokrasisine; hukûkuna, ahlâkına, fazilet ve insâniyyetine,  sonsuz lânet demeyenin…

Ve kâtelehumullâh…

Kendisinin de, ervâhının da alnının ortasına sıkacaksın!

Sıkamazsan tüküreceksin!

İngiliz bile AB denen çukurdan çıkıb kurtulmak isterken; Ankara hâlâ AB kuyruğunda dilenci, gedâ!…

Bir yandan “Yahûd ve Nasârâdan uzak durun, aslâ dost olmayın, onların dînine girmedikçe sizden râzı olmazlar” diyen Allâh ve Rasûlü Aleyhisselâm’a meydan okumalar; öte yandan da acem palavralarından bin beter, “Velâdet-i Nebî Haftaları” ile sevgi-saygı sıkmalar…

Bir yanda âkîl bâliğ olanların “evliliğine” zinâ tehlikesi varsa “KAT’İYYEN FARZDIR” diyen bir DÎN ve onun insanlığa “Vâhid-i Kıyâsî” olan Muazzez ve Mukaddes Peygamberi Aleyhisselâm’ın “evlenmeyi âmir” nice emir ve tavsiyeleri; öte yanda, 18 yaş altındakilere zinâyı ve onun her türlü mukaddemâtını meşru gören, lâkin bunların “evlenmelerini” suç sayarak 8.000 babayı hapse atan, 8.000 anayı kocasız-desteksiz bırakarak mağdur eden; ve 16.000 yavruyu babasız bırakan, decâcileden, cebâbireden, zalemeden, tâğûtlardan müteşekkil o YAMUK VE UCÛBE sistem… Bu şeytânî düzen şöyle bağırıyor:

“Sen misin 18’ine kadar fuhuş temrînâtları yapmadan; ve “Belediye reisi adına” yapacağın o akdi beklemeden; zînâ ve mukaddemâtı haramlardan kaçarak “Allâh adına” deyib 13-15-17’lerinde “Allâh’ıh emri, Peygamberin kavli, imâmımız İmâm-ı A’zam Hazretlerinin ictihâdı mu’cibince” şeklindeki 15 asırlık mukaddes ve muazzez formülü tatbika koyan; ve ŞERÎAT nikâhını bunca “Devrim-evrim-değişim ve dönüşüm ve güncellenme”yi şeyine takmadan kıyıb dünya evine giren; ben de senin o evini başına geçirir; dinini-şerîatını ve ne kadar mukaddesâtın varsa, topunu da topa tutar yakar yıkarım!.. Babanızı 12.5 sene hapse tıkar, ananızı süründürür, siz yavruları da sefil ederim…”

Nasıl?

Hedef, İslâmiyyet’in, akil-bâliğ olan herkese helâl ve meşrû’ yolu gösteren DÎNÎ NİKÂHIDIR; BAŞKA HİÇBİR ŞEY OLAMAZ…

Manzarayı tasvirde kelimeler muhakkak âciz kalıyor…

Ve bu sistemin, “Velâdet-i Nebî Haftası” düzdüğünü bir düşünün!..

Cihân târîhinde bu kadar sahtekârlık görülmüş müdür?

Şeyhülislâm Merhum Mustafa Sabri Efendi Hazretleri’nin buyurduğu “Dâr-ı Azab’da” yaşama işkencesi…

Bunlara bağlı olarak da, “ipden boşalırcasına” boşanmalar, muda’af bir şekilde fırlarcasına çoğalmakda!. Tabii memnûniyyetden, Haçlı ve Vatikan tâcizci kardinallerinin ağızları kulaklarına varmaktadır!

Boşanmaların netîcesinde babasız veya anasız büyüyen çocuklar, maddî ve ma’nevî çökmüş; ve hayata tutunmaları zorlaşmış, garîb ve bîkes, âcizler ve hastalar ordusu!.

Müslüman olmak, bu kabil binlerce ictimâî cüzzam illetini kökden halleden dîne, adam gibi îmân edib onu tatbikle olur. “Veladet-i Nebi Haftası ve Yaftası” kabilinden gösterişlerle, dostlar alışverişde görsün riyâkârlıkları ve oyu alınacaklara yem gösterme kurnazlıkları ile, yağan lâ’netlere aslâ çâre bulunamaz!.

Bu ucûbe yollarla, Rahman’ın rızâsı değil de, ğadabını celbeden savrulub raydan çıkmalar sökün edecek; ve bu ısyân ve tuğyân, geriye, (belâlar ve binbir dert ve sıkıntılar) olarak dönecekdir…

Bütün bunlar, ucûbe sistemin, DÎNİ (İslâm’ı) demir pençesi içine alarak istediği şekle sokması; ve Allâh Azze ve Celle’nin irâde ve hâkimiyyetini bu kadar hiddet ve şiddet göstererek başına da naylon torba geçirib parçalara ayırması; ve sonra da asitde eritib yok etmesi değil midir?!…

Sonra da:

“Marmara Zelzelesi kapıda” endîşesi..

Feto pisliklerinin iblislikleri hiç bitib tükenmiyor…

PKK-PYD-ABD belâsı ile, “stratejik ortak ve müttefik” zillet ü illeti her gün cerahatlanıb akıyor!

Gâvurun pis ve mikrop yuvası doları ortalığı kasıp kavuruyor; seçim şeytanlıkları anamızı ağlatıyor; enflasyon canavarı homur homur, muhtekir hezelenin mal stoklaması, AB fitnesi..

NATO kalleşliği hiç dinmiyor; Karadenizi Ankara Muhâfazakâr dembokrat takımları tatlı tatlı seyr ü temâşâ eylerken, feto veznindeki nato, orayı Kapkaradeniz yapmak içün,  Ukrayna salağını “mayın eşşeği” yapıb kullanıyor!

  Akdeniz fokur fokur kaynarken, Sisi kuklasının Mısır’ı, Kabbala’nın İsrâil’i ve Olimpos, Soros ve Oros tepelerinin Yunanı da, cenubda cenâbetlik peşinde!.

Uçaklar, helikopterler düşüşde; sel baskınları, yangınlar, boşanmalar, soygunlar, hırsızlıklar, ihânetler,  can ve mal zâyiatı, cinâyetler, âile içi ahlaksızlık ve şiddetler, kıtâller, Lût kavmine özenmeler ve binbir türlü iğrençlikler…

Allâh Azze’nin mahlûku oldukları halde “ilâhız” kuduruşundakiler!

Fir’avnlar, nemrutlar, hâmânlar, bel’amlar ve kârûnlar!

Fe eyne tezhebûn?

Adam ve madamlar!

Kovadis!

 

İntişârı: 02.12.2018 / 13:52:25 (tt)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir