-1- İslamoğlu’nun Tasavvuf Üzerinden İslâm’ı Tahrîfi
23 Eylül 2017
Teşekkür Mü Teeccüm (Kızmak) Mı Borçluyuz?
8 Mart 2021

23 NİSAN, NARKOZLU İNSAN VE VARLIĞI SİLEN NİSYÂN!

(23 Nisan Gösterileriyle Çocukların Zihnine Hangi Subliminal Mesajlar Veriliyor?)

Ömer YİĞİTOĞLU

 

İlham Gencer adında bir şarkıcının A haber’de Yaz-Boz programı 30.12.2013 târihinde  şarkılar hakkında söylediği hakîkatler gerçekden câlib-i dikkatdir. Şarkıların insanın rûhuna ve ahlâkına nasıl te’sîr etdiğini, düşmanlarımızın bizi kandırmak ve ahlâkî çöküntüye uğratmak için nasıl ve ne ile propaganda yapdıklarını binâenaleyh Türkiye’de bilinen en meşhur şarkıların hangi millete âid olduğunu güzel bir şekilde îzâh ediyor.  Buyrun okuyalım:

“Müzikle insanlar kandırılır. 3 yaşında çocuğun zihnine bir kelimeyi sokarsınız siz müzikle, o üniversiteyi bitirinceye kadar o kelimeyle o çocuk bir hâin olur, bir düşman olur, Türk düşmanı olur, İslâmiyet düşmanı olur, insanlık düşmanı olur. Şarkılarla, müziklerle yapılan ihâneti hiçbir silâhla yapamazsınız. Onun için Türkiye’deki ihtilaller de hep şarkılarla olmuşdur. … Şarkıyla yapılıyor her şey Türkiye’de. Silahla değil, iddia ediyorum bundan sonra da bir darbe  olursa şarkıyla yapılır.”

“Memleketim” yüzde yüz İsrail’in milli marşıdır. “

“Sev Kardeşim, Hayat Bayram Olsa” şarkıları darbelerin Yahudi şarkılarıdır.”

“İsrail her ülkede zaten oradaki iktidârı devirmek ve insanları birbirine düşürmek içün her ülkede bu çeşit şarkılarla propaganda sistemi kurmuşdur. Zaten Hollywood dünyası bunların ele başısıdır.”

“Dağ Başını Duman Almış” resmen İsveç şarkısıdır. İsveç milli şarkılarından biridir.” (1)

(Bu İsveç millî şarkısını sanki Türklerin Gençlik Marşı imiş gibi neredeyse her millî (!) bayramlarında söylerler.)

Ben de “23 Nisân Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” ile ilgili internetdeki bir videoyu izledikden sonra bu videodaki şarkı ve yapılan gösteri ile zihinlere verilmek istenen subliminal mesajı sizinle paylaşmak istedim. Daha nice videolar var ki, linkini buraya koymaya hayâ ediyor insan… Şimdilik bununla iktifâ edelim.

Videonun linki:

(https://www.youtube.com/watch?v=33Ho209x6ss)

Video izlenirse, yazdıklarım daha iyi anlaşılacakdır.

Evvelâ, bu 23 Nisan gösterisinde seçilen şarkının sözlerine bir göz atalım:

Dere aynı, tepe aynı
Gece gündüz hep aynı
Yaşamak bir işkence oldu sana
Senin isteklerinden anlar mı
Bu bahçe tarla
Duramazdı artık buralarda

Bir gün köyden çıktı artık
Şehirli olacak aklına takmış
Giymiş basma mor fistanı
Yanaklarında güller açmış

Ellerine kına yakmış ellerine
Gözlerine sürme çekmiş gözlerine
Dillerine mersi düşmüş dillerine
Sosyeteye girmiş köylü güzeli

Sonunda işler girdi yoluna
Zengin kocayı taktı koluna
Bakındı durdu sağına soluna
Şaşırdı kaldı filmin sonuna

(Söz: Hakan Peker-Erhan Güleryüz)

Allâh Allâh!.

Dikkat etdiyseniz bu şarkı sözlerinde, rejimin istediği Modern ve Avrupalı prototip bir hayat tarzı tahayyül etdiriliyor. Köylü olmak utanç verici, işkenceli ve (nefsânî) isteklere cevâb vermeyen, basit bir hayat tarzı olarak zerk edilib küçümseniyor.

“Dillerine mersi düşmüş dillerine”  derken köylünün kendi dilini beğenmeyerek aşağılık kompleksine kapılıb Fransızca olan “Merci (Mersi)” kelimesi kullanmaya başlamasının ya’ni Avrupa’ya özenmesinin “Sosyete”ye girmesine vesîle olduğu, dolayısıyla ancak bu şekilde MEDENÎ sınıfına girildiği şuur altına yerleşdiriliyor…

“Zengin kocayı taktı koluna” derken de, küçücük yaşdaki kızların zihinlerinde, İslâm’ın ta’rîf etdiği zevceden nâmütenâhî uzak, insanın kıymetinin ancak para ile ölçüleceğini dolayısıyla mutluluğun kaynağı olan zengin bir koca arayışının ilerisi için temeli atılıyor… Erkeklerin de şuuraltına “Hımm, benim bir kızla evlenebilmem için her şeyden evvel paramın olması lâzım. Zengin olmalıyım. Kızların hayali, zengin erkeklerdir.” diye iyice oturtuluyor! Hatta günümüzde de bazı anneler, kendilerine hep zengin bir damat bulmak peşinde koşarlar. Demek ki onların da zihinlerine bunlar, böyle şarkıyla, oyunla, reklâmla zerk edilmiş. Bir de dikkat çeken bir husûs, videodaki “Koca adayları” olan küçük çocuklar Batı’dan idhâl, takım elbiseli, boynunda Batı’ya esîr ve köle olduğunun işâreti ve Batı’da hizmetçi garsonların aksesuarı olan ve Fransızca’da “Papillon” denen illet, yani papyon var!.  Kızların kıyâfet rengi de Kırmızı. Bilinir ki, kırmızı renginin verdiği birtakım mesajlar vardır. Bunlardan bazısı şunlardır: “KIRMIZI’nın canlandırıcı etkisi var. Motivasyonu, enerji, coşku ve yaşama sevincini, sıcaklık ve AŞK duygularını, kan basıncını ve vücut ısısını harekete geçirir.” (2) 

Şehirli olmak için kendisinden, dînî îmânından, âilesinden, hayâsından soyunarak memleketini terk eden köylü kızının, bu kötü davranışları sonunda işlerinin yoluna girdiği, dînî veya âilevî baskılardan kurtulub istediği gibi açılıb saçılıb mutlulukdan ellerine kına yakdığı, gözlerine sürme çekerek haram bataklığına sürüklendiği hikâyesi, nasıl da altın tas içinde iyi ve güzel bir şeymiş gibi sunuluyor…

Korkunç!.

Şimdi de bu şarkının geçdiği videonun tahlîlini yapalım..

Bu video, bizlere şu hakîkatleri, yüzümüze çarparcasına haykırıyor:

“İşte İslâm’ın amansız düşmanları olan biz, sizin tesettürlü, iffetli ve hayâlı hanımlarınızı böyle herkesin içinde, aşağılık kompleksine sürükliyerek dolayısıyla tesettür kıyafetlerinden kurtulurmuşcasına onları fırlatdırıb attırarak, erkeklerle dans etdirerek iffetsizleşdirdik. Ve bunları alkışladık. Çığlık çığlığa “Ooooo” diye bağırarak beğendiğimizi i’lân etdik! Fransa’daki dansa müdâhale eden Kânûnî’nin torunlarına, Batının danslarını, fuhuş malzemelerini, ahlâksızlığını ve bedeni teşhîr etme hayâsızlığını kendi ülkemize biz getirdik. Buna medeniyet dedik ve böylece devletimizi “muâsır medeniyetler seviyesine çıkardık!” Yapdığımız inkilaplara, kurduğumuz yeni laik=ateist düzene karşı gelib halkı ayaklandırmasınlar diye, asdığımız âlimlerin torunlarına, haçlıdan idhâl uydurma düzenin kuruluşunu yani dedelerinin devletlerinden dolayısıyla İslâm’dan kurtuluşumuzu “Bayram” diye i’lân etdik. Ve bu bayramlarda da “Avrupa standartı olan o prototip hayat tarzı”nı şarkılarla, nümâyişilerle, danslarla ve daha pek çok usûl ile millete bunu aşıladık. Siz her 23 Nisan’ı coşkuyla, heyecanla, gururla kutlarken, biz ne kadar seviniyor ve sizin hâlinize ne kadar gülüyoruz bilemezsiniz! Yüzyıllardır Osmanlı’dan çekdiğimiz sıkıntının semeresini almanın mutluluğu içerisinde, o kadar bahtiyâr ve mes’ûduz ki, anlatılamaz !…

Bu arada neden 23 Nisân’da haçlı standartlarıyla işliyen (parlamentonun temellerini atdık) ve “Çocuk Bayramı” i’lân etdik biliyor musunuz? Nereden bileceksiniz, hâlâ size verdiğimiz yüz yıllık uyuşdurucunun te’sîrindesiniz… Hayrânı olduğumuz Haçlı dünyâsı, 23 Nisan’ı “Aziz George” ya’ni “Aya Yorgi” Günü olarak kutluyor da ondan…”

“…Onlar için Aya Yorgi, Kutsal Topraklar’daki Hristiyanların idamına karşı çıkan yerel bir kahramandı.

Rum Ortodoks Başpiskoposu Atallah Hanna, onun için “Hristiyan inanç ve değerlerini savunarak inancı için ölen büyük bir şehit olduğuna inanıyoruz” diyor.

Aziz, tüm mülkünden vazgeçip dinine bağlı kaldığı için hapsedilip işkence görmesiyle ve sonunda idam edilmesiyle biliniyor.

Batı dünyası Aziz George Günü’nü 23 Nisan’da kutlarken, Filistin topraklarındaki doğu kiliseleri tarafından kullanılan eski takvimde bu gün, 6 Mayıs’a denk geliyor.”(3)

İşte biz Batı hayranları, daha doğrusu Batı uşakları, bir bayram ihdâs edeceksek eğer, onların kutsal günlerine denk getirelim dedik. Daha da ötesi ona da “Milli Bayram” dedik ve siz de hemen sâhiblendiniz bu bayramı!. “Çocuk Bayramı” adı altında Osmanlı torunlarının körpecik, ma’sûm, saf ve temiz dimağlarını pisleterek şuuraltlarına fuhşu ve ahlâksızlığı işte böyle zerk etdik. Sadece küçük çocuklara değil, “Çocuk Bayramı” adı altında müştehât ve bülûğa ermiş genç kızlara da kalça, göbek sallatıyoruz!.

Yine gençler ve daha büyük olanlar için de 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’nı ayarladık. Kısacası 7’den 70’e hepinize aynı haltı yedirtiyoruz. Ve en mühim prensiblerimizden biri, partnerli dans tekniğidir. Ateş ile barut misâli olan kız ve erkekler beraberce dans etmelidir. İşte biz, sürü olan halkımıza bu şuuru da zerk etdik. Zerk etdik ve hâlâ ediyoruz, İslâm yok oluncaya dek etmeye de devâm edeceğiz… Ediyoruz ki, dimağları fuhuşla, sefâhetle dolsun, buna şimdiden alışsınlar. Soyunduklarında ve Batı’dan idhâl etdiğimiz kız-erkek karışık tahrîk edici danslarla alkışlansınlar ki yapdıklarının güzel bir şey olduğuna kâni’ olsunlar!. Bir gün, devletlerinin ve tüm İslâmî değerlerinin ellerinden gitdiğinin farkına varamasınlar… İslâm’dan uzak zevkperest nesiller yetişsin.. Avrupa’dan bir farkımız kalmasın. Aslında biz, ciddi manâda ilk ne zaman kızlarınızı soyunmaya yani bedenlerini teşhîr etmeye alışdırdık ve Osmanlı’dan intikam aldık biliyor musunuz?.. (3 Temmuz 1932’de) Cumhûriyet gazetemizde tertîblediğimiz güzellik yarışmasında Osmanlı torunu Keriman Halis’i “Türkiye Güzeli” i’lân etdik. Aynı sene 31 Temmuz’da da Belçika’nın Spa şehrinde 28 ülkenin katılmasıyla “Dünyâ Güzellik Yarışması” düzenlenmişdi. Türkiye’yi temsîlen Keriman Hâlis’i yarışmaya gönderdik. Hatta yarışmayı gören Halit Turhan Bey anlatıyor:

“…Jürinin önünde kızlar birer birer geçip giyimleriyle, bakışlarıyla, tebessümleriyle puan toplamaya çalıştılar. Yarışma sonunda, jüri salona geçip, puan değerlendirmesi yapmak istedi. Başkan kürsüye geçerek: 

 “Sayın Jüri üyeleri! Bugün Avrupa’nın ve Hıristiyanlığın zaferini kutluyoruz. 1400 senedir dünya üzerinde hakimiyetini sürdüren İslamiyet artık bitmiştir. Onu Avrupa Hıristiyanları bitirmiştir. Elbette Amerika’nın ve Rusya’nın hakkını inkar ede­meyiz. Netice bu “Hıristiyanlığın Zaferi”dir. 

Bir zamanlar sokağı bile kafes arkasından seyrede­bilen müslüman kadınların temsilcisi Türk Güzeli Keriman, mayo ile aramızdadır. Bu Türk kızını zafe­rimizin tâcı olarak kabul edeceğiz ve onu kraliçe seçeceğiz. Ondan daha güzeli varmış, yokmuş, bu hiç önemli değil… Bu sene güzellik kraliçesi seçmiyoruz. Bu sene Hıristiyanlığın zaferini kutluyoruz, Avrupa’nın zaferini kutluyoruz … 

Bir zamanlar Fransa’da oynanan dansa müdahele eden Kanuni Sultan Süleyman’ın torunu, işte mayo ve sütyen ile önümüzdedir. Kendini bizlere beğendirmek istemektedir. Biz de bize uyan bu kızı beğendik. 

Müslümanların geleceği böyle olması temennisiyle, Türk güzelini dünya güzeli olarak seçiyoruz. Fakat kadehlerimizi Avrupa’nın bu coşkulu zaferi için kaldırıyoruz.” dedi.” (4)

   

Sonra, hedefimize ulaşmamızda en büyük malzememiz olan Keriman Hâlis’i Avrupa’dan dönünce, Türk hudutlarına girdiği zaman tören eşliğinde karşılamaya gitdik. Kraliçeler gibi karşıladık. Tebrîk mesajı verdik. Onu iltifat yağmuruna tutduk. Çünki Keriman Hâlis bizim için büyük bir onurdu. Onunla gurûr duyuyorduk. Keriman Halis iyice meşhur olmuş, tüm dünyâda yankı uyandırmışdı. Öyle ki onun resimleri yerli ve yabancı gazetelerde basılıb kartpostal yapılarak satıldı ve elden ele dolaşdı. Japonya bile bu hâdiseden çok etkilenmişdir. Hatta Japonya okullarında okutulan hem temel eğitim hem de lisans eğitimi ders kitablarında “Keriman Hâlis Olayı” diye okutulan bir mevzû’ vardır. Burada, Türkiye Cumhuriyeti’nde ilk kez bir güzellik kraliçesinin Türk kadınını erkek egemenliği baskısından manevi olarak kurtarıldığından söz edilmektedir. (5) 

1934’de çıkardığımız soyadı kânunu ile ona “Kraliçe” ma’nâsına gelen “Ece” soy isminî resmî olarak verdik. (6)

İşte biz mücâdelemizde tahmîn edemeyeceğimiz kadar başarılı olduk. Osmanlı’nın torununu soyarak büyük zafer elde etdik. Başımız göğe erdi. Artık ölsek de gam yemeyiz. Siz uyumaya devâm edin. Gelecek nesiller için genç kızlara güzel bir örnek bırakdık. Sağolsun Avrupa da gençlere örnek olacak birbirinden ahlâksız sanatçılar yetişdiriyor. Çocuklarınız her geçen gün İslâmî değerlerden ve sizden uzaklaşadursun.  Avrupa borazanı, yem gibi yutsun çocuklarınızı da, siz Müslümanların çektiği acıları zevkle, kahkahayla izleyelim! Aslında tüm bu zaferleri elde etmemize Avrupa sebeb oldu. Ona ne kadar teşekkür etsek azdır.”

İşte böyle…!

Son 106 yılda, Müslümanları, (Dînini, dilini, târihini, eserlerini, harflerini, medreselerini, DEVLET SİSTEMİNİ, AHKÂMINI, namusunu, iffetini mefharet hislerini yok ederek) köküne bir daha bağlanamayacak derecede koparan; ve bunların yerine Fransa’dan, İsviçre’den getirilen kânunlarla, yok edilen o amansız boşluğu doldurmaya çalışan; ve bu inkilaplarını “Yapdığımız zulümleri size zorla kutlatırız” dercesine MİLLİ BAYRAM adı altında kutlamak içün bayramlar ihdâs edenler…

Başından geçen tüm bu zulümleri, istihâleleri ve inkilapları senelerdir görmeyerek uyuyan veya görmek istemeyen, ecdâdına küfreden, ecdâdını yok edenleri KAHRAMAN zanneden, kökünü kazıyanları kök edinen; ve RUHSUZ, dedesini asanların i’lân etdiği bayramları (!) coşkuyla kutlayan ve hâlâ da narkozlanmışcasına uyanamayan bir “ulus!”

Bu korkunç manzaralara, bu dünyâda daha önce aslâ rastlanmamışdır. Hattâ bu rezillikleri, “kraldan çok kralcı” şahsiyetsizliği ve pespâyeliğine düşerek, 14 asırlık hilâfeti kaldırıb San Fransisko dayatması olan demokrasiyi bile İngiliz’lerden daha çok tahsîn, takdîs ve takabbül ederek sâhiblenmişlerdir. Böylelikle dünyâda bir ilke imzâ atmışlardır…

Kaynaklar:

(1) https://www.youtube.com/watch?v=XHFwob-g-5E

(2)http://www.kigem.com/renklerin-hayatimizdaki-etkileri.html

(3)http://www.bbc.com/turkce/haberler/2014/04/140423_aya_yorgi_aziz_george

(4) http://suffagah.com/1932-turk-dunya-guzeli-neyin-zaferi-oldu 

(5)http://www.yenisoz.com.tr/turkiye-de-ilk-guzellik-yarismalari-ve-keriman-halis-5-makale-10180

  http://blog.milliyet.com.tr/ilk-dunya-guzelimiz-keriman-halis-ece-ve-naylon-guzellik/Blog/?BlogNo=401162

(6) https://tr.wikipedia.org/wiki/Keriman_Halis 

(İntişârı: 25.04.2016)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir