Dînin, Lâ Teşbîh Ekseni, Omurgası Ve Genleri İle Oynamak…
16 Mart 2019
Devlet Laik (Dinsiz) İse, Onun Partileri De Zarûreten Öyle Olacak, Ne Var Bunda?
19 Mart 2019

TAZE SEÇİM NANELERİ!

Mehemmed SAFFET

 

Ecdâdımın hançeresinde “intihâb!”

“Fransız ihtilâli!” denilen hareketden sonra frenklerin dünyâya ihrâc ederek yeryüzünü kendilerine benzetmek içün kullandıkları vahiy dışı bir idâre tekniği, sandıklı seçim hâdisesi… Vahiy içindeki teknik ise, noksanlıklardan münezzeh Allâh’ın tayin etdiği bir teknik olarak müslümana âiddir; ve bu mücerred müslümanı bağlar ve ona âid bulunur.. Hiçbir dembokrat kişi ve müesseseyi de, bu alâkadâr etmez!

Halk, tıpış tıpış ve apış mapış sandığa gidecek, parti veya partilere rey verecek, kendisini temsil edecek adamları gûyâ seçecek (!) bunlar da para-lamentoyu (din, mezheb, ideoloji, doktrin farkı olmadan) teşkîl edecek ve kânun yapacaklar!. “Müslümanım” diyen yüzmilyonlar da, edille-i erbaasına yüzdeyüz ters ve hatta onları yok sayıcı kânunlarla yaşayacak; veya yaşadığını zannedecek ve dünyâ hayâtı tükenince de doğru “Cennet-i a’lâ’ya” uçuverecek!

Evli barklı, torun torba sâhibi ve kasetokrasi dünyâsının uçkur kodomanları, ayrıca soygun-vurgun, yalan-dolan mâliki uyanıklar kânun yaparak kendi irâdelerini (rubûbiyyet) makâmının yerine koyacaklar; ve on milyonlarca “müslümanım!” diyen kalabalıklar da, ki bunların içinde namaz kılarak (!) 24 saatde tam 540 defa Cenâb-ı Hakk’ı tenzih edenler de olacak, (Rubûbiyet) makâmında, bu kasetokrasi kahramanlarını ve onları açık edenleri de bulacak ve tanıyacak!!!

Şekli dembokrasi, keyfiyeti kasetokrasi bir manzara ki, içine sindirebilenlere âfiyetler veya bol iştihalı sayıklamalar!

İnsanların tâbi olacağı nizamları, yani dünyâda nasıl yaşamaları ve bunun netîcesinde de Âhıret’de nasıl bir hayata sâhib olmaları icâbetdiğini bu kabil kasetokrasi irileri ta’yîn ve tesbit edecek! Müslümanım diyenler, “Allâh’ın indirdiği hükümler!” ile değil; bunların uçkurist, alkolik, ribâkeş ve kumarcı kafalarından uydurdukları ile yaşayıb, yine bunların ilâhlığına boyun eğmiş olacaklardır!

Beşeriyyeti idâre edecek sistemi bunlar inşâ edecekdir!

İnsan denilenler de, tâbi olacakları irâdeyi (rubûbiyyeti) kendi elleri ve oy pusulalarıyla ta’yin ederek böylece kabûllenmiş olacaklar!

Ve mine’l-garâib!

Aynı zamanda bu, şunların denilmesi de olacakdır:

“-Biz şu kadar milyonlarca müntehib (seçmen), bizi Yaradan’a hiç ihtiyâç duymadan, O’nun emir-yasak ve helâl-haramlarını hiç ırgalamadan, kendin pişir kendin ye hesâbı, önümüze parti patronlarının irâdesiyle konulan kelle pusulalarını mühürler, o adamları paralamento denen frengden müdevver frenkvârî mekâna yollar, emir-yasak ve helâl haramlarımızı onlara tayîn ve tesbît etdirir, Çankaya gülleri gibi gül gibi geçinir gideriz!

Bizi yokdan yaradıp sayılamıyacak kadar kâinât nimetlerini önümüze seren Hâlıq Teâlâ’nın emir-yasak ve helâl-haramlarına eyvallâh çekersek, dünyâ gâvurluğu bundan rahatsız olur, tepemize çöker!. Görmüyor musunuz, Ayasofya’mızı bile açtırmıyorlar, ona bile sâhib olamıyoruz!

Allâh Azze, Kelâm-ı Kadîm’inde “İnsanlardan değil, benden korkun!” diyorsa da, biz (medenî vahşilerden) çok korkarız, ödümüz patlar… Sonra ve aksi halde, Iraklı, Afgan, Çeçen ve Filistinli ehâli-i mazlûme gibi adımızı da teröriste, mürteciye, çağdışıya, fanatiğe ve bilmem neye çıkarırlar! En iyisi biz, kendi kendimizi idâre eder, kendin pişir kendin ye hesabıyla “yola devaaaammm!” deriz vesselâm!.

Hem, böylelikle de Şeriat’ın sıkı helâl ve haramları altında “hoşgörü ve diyalog!” mahrûmu yetimler ve kışladaki erât gibi yaşamakdan da kurtulur, Karayalçın denen kellenin dediği gibi “egemenliği gökden yere indirir!” ümmet olmanın sıkıntısı yerine (vatandaş) olmanın Batılı keyfini çıkarırız!

Ve hem, “Hakîmiyyet bilâkayd ü şart milletin!” olduğuna, Kâinâtı Yaradan’ın olmadığına, kamalizma dînimiz de nasslarıyla kat’iyyen buna işâret buyurduğuna göre, artık Allâh’ın hâkimiyyet ve hüküm koymasına ve Kur’ân ahkâmına lüzûm da olamaz!.

Kur’an-ı Mecîd, “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin tâ kendisidir!” derse desin, ne olmuş yani, bütün dünyâ “dembokrasi!” deyip, yarık sandığa rapt ü kalb eyleyip paralamentolarının rubûbiyyetine îmân etmiyor mu? Biz de dembokrasinin ikiz kardeşi “kasetokrasiye!” îmân etsek Kıyâmet mi kopar? Eyi ki “zinâ”, AKP’nin AK yüzleri tarafından suç olmakdan çıkarıldı! Yoksa kasetlere geçen uçkuristler bu kadar hem suçlu hem güçlü olarak höykürebilir ve taaa Çankaya sâkinlerimize kadar koruma ve müdâfaaya alınabilirler miydi?.

Seçim sath-ı mâiline değil de, Reis-i Cümhûr Hacı Abdulla Efendi  Hazretlerinin yüksek Türkçesiyle “SEÇİM SATH-I MAHALLİNE!” girerken, dembokrasiden kasetokrasiye girmenin “yasal, mantıksal, akılsal, karasal ve havasal!” bir mantığı olabilir mi? Meşrûtiyetden Cümhuriyete, ondan diktatörasiye, ba’dehû dembokrasiye, şimdi de tam çaydan geçerken kasetokrasiye geçib onun atına binmenin mantıksallanabileceğine inanılamaz! Diyânet-i cümhûriyyemiz bile “ay ne fenâ oldu kıııız!” der gibi şeyleşmiyor mu? Arınç arkadaş, “şeyini şey etdiğiminin şeyi!” derken haksız mıydı!?

Bu devirde biz kasetokrasiyi bırakıb (ALLÂH) dersek, ne ayıp! Gâvurcuklarımız, yerli-yabancı topu da, bize ne demezler!…

Yok yok, kendimize “mürteci”, “dinci”, “ortaçağcı”, “örümcek kafalı!” dedirtemeyiz! Hem kutsal metinlere geçen “Gökden indiği sanılan dogmalarla devlet mi idâre edilirmiş!”… Hem biz, “Allâhın indirdiği ile hükmetmeyenler kafirlerin tâ kendisidir!” diyen âyet var diye kâfir mi olurmuşuz!…

Böyle yüzlerce âyet varsa var, ne yani, Sedânımın kâfilesiyle turistik bir umre seyyâti yapar, anadan doğmuş gibi günahlardan arınır gideriz… Koskoca Diyânetin artık kapı gibi PROF.DR. başkanları var! Günâhlarımız gitmezse cümlesi de onların boynuna!

İcâzetli Medrese nesli, kelaynaklar gibi ortadan kalkmasaydı, şimdi hepimiz Zebânî denen o güzel meleklerin eliyle cehennemi boylamaya namzetdik!

Şimdi diyânetdekiler modern, feminist, reformist ve “revizyonist!” entel, dantel ve esfel büyük büyük adamlarımız!. Bu işleri iyi bilir, kitâbına düzgün uydururlar! Biz artık şeyhülislamları değil, onları dinleriz! Yoksa kafamızı üşütüp rahatımızı kaçıracak değiliz! Stres kanser yapıyor zâten! Aklımızı çelecek Eddoktûr “Çelakıllarımız!” bile türedi, sabahın köründe, pardon SADÂ’sının gölgesinde!..

Şimdi fetvâ almak için hastâne kuyrukları gibi fetvâ kuyruklarına da lüzum yok, kumandayı zapladın mı fetvâ hazır, hem de günlük, taptâze ve tam damak tadına uygun!. Hatta işkenceci Evren’in anayasasındaki “Lâyıklık ilkesi doğrultusuna” tam uygun!

Sarıklı felsefeci ve oryantalist çömezi Yardakoğlu veznindeki o şey oğlu, “Sahih bilgi esasdır!” diyordu! “Artık dini ve dindarlığı geçmiş dönemlerde yazılmış kitabların satırları ve formatları içinde değil, dünyaya bakarak inşâ etmek ve ona göre çizmek istiyoruz!” deyû nice teşehhîleri ile ne cumhuriyetperver ve “lâyikilokolik” fetvâlar düzüyordu! Şimdi onun yerine gelen PROF. DR. Görmez Bey, duymaz ve söylemez bir ulu kişi ve “summün, bukmün, umyün” çizgisinin sarıklı bir kahramanı olarak hadisler üzerinde pek ilmî ve teologsal, çağdaşsal, bilimsel, şerbetsel ve oryantalistsel çalışmalar içinde değil mi?! Ve ABD ve AB dünyâsının hoşgörü ve diyalog uykularını kaçıracak ve onları rahatsız edecek hadisleri, “bunlar uydurma ve zayıf şeylerdir!” diyerek pirinç ayıklar gibi ayıklamaya hem de (papaz) arkadaşlarla ön-ayak olmaya başlamadı mı?.

Müfessir-i Meşhur Merhûm Elmalılı Muhammed Hamdi Efendi Hazretleri “İmtiyâz-ı Rububiyyet sınıf-ı ruhbandan parlömanlara geçmişdir!” deyû Muhalled Tefsîrine apaçık yazmışsa bize ne? O da Osmanlı kafası taşıyan bir icâzetli medrese adamıydı!

Şimdi Okyanus ötesi revaçda! Artık Möhderem Hocfendilerin  büyük hikmet, keşif, RU’YÂ, hiss-i kable’l-vukû’ ve ilhamlarıyla sâbitdir ki, Okyanus ötesindeki ABD, dünyâ gemimizin kaptân-ı deryâsı yani Andorya Dorya’sıdır!!! Onu dinlemezsek “dembokrasi!” dînine de, hoşgörü diyalog zikrine de çok yabânî ve kaltabânî kalırız; ve bu da göze batar, “köylü kalmışsınız” derler adama!

Kasetokrasiye geçiş bile, nasıl zorluyor ve bazılarına 9 doğurtuyor!… 9 ışık bile pırpır etmeye başladı!

Bugün artık Irak ve Afganistan gibi nice bozuk arâzîler dahî ABD “kaptanımız” sa’yesinde dembokrasi otobanlarına geçdi! Hem de milyonların kanını vampir gibi akıta akıta… Şimdi sıra İslâm coğrafyasının dizaynında… Artık dünyâ değişdi, başvezîrimiz âtıfetlû Receb Tayyib Arkadaş bile “değişim-dönüşüm!” nasihatlarıyla Kaddâfi putu ve lâf u gazâf dinlemezini az mı uyarıp ikâz etdi!. Fakat çadır ağasına nasihat dinletmek ne mümkin! Çöl fâresi bir kere “ucub zehrinden içmiş”, ben de ben diyor fellâh!. Sünûsîler zamanında resmî devlet dâirelerinde asılı olan “Hadîs-i Şerifleri” indirib kendi sözlerini onların yerine asdı soytarı! Böylece “Ben Peygamber Aleyhisselâm’dan da üstünüm, onun devri geçdi şimdi benim devrimi güncelliyorum!” havalarına girdi ve azdı da azdı idi manyak!

“Böyyük Türkiye!” içün canla başla ve locadan arkadaşlarıyla yarım asırdır kan ter ve sırru’l-esrâr içinde çalışan Demirel birâderimiz, yıllarca ne hikmetli loca vecîzeleri salladı … “Camiler ardına kadar açık!” dedi, “sana namaz kılma diyen mi vaaa!” dedi; “Kuran’da 236 âyet devlet idaresi ile alakalı ve laiklikle ters, bırak onları, geriye 6400 küsûr âyet kalıyor, bunlar senin neyine yetmiyor!” dedi… Daha ne “nurlu ve mücâhidce” lâflar ortalığa savurmadı? Attığı her adımla İslâmköy’deki Süleymân Bey Anıt Kabrine yaklaştığı şu günlerde Haberal reklâmlarıyla CHP goygoyculuğuna bile soyundu! Haberal’ın oğlunu da MHP içine yerleştiren kimlerse?. Sülü, iki partiyle Receb arkadaşı çapraz ateşe alma veya baraj ateşi ile dövme taktikleri peşinde! Sinsi sinsi Receb arkadaşın nasırıyla oynamakda amma da mâhir eski kurt!.

Sülü’nün bunca ma’rifetleri ve haltları vesîkalıkken, holdingçi ve iç edici Enver’in kâim-i pederi albay tekâüdü mit-olojik zât-ı möhderem tarafından 1972’lerde “Hakîkât” ceride-i seâdet-i ebediyye ve edebiyyesi başmakâlesi ile, “İslâm Mücâhidi” bile i’lân edilmişdi!. Üstad Merhum Necib Fâzıl Bey Büyük Doğu’sunda “Mason Sülü” terkîbini kullanınca, bu cemaat-ı meddâhînin başındaki “Evliyâdan” mütekâid albay, ayarı kaçırıb “Sülüme mason deyenin kendisi kâfir olur” yâvesi savurunca da, Üstad Merhum’dan cevabını almış ve şeyi üstüne çakılıvermiş ve “icâzetlerinin sahteliğine” kadar ortada kalakalmışdı!

Ne günler görmedik, neler yaşamadık!

Hulâsa sadede gelirsek, namaz, oruç, umre, kandil, hatim, dua, tesbih, adak hürriyetlerimiz bile var! Hatta “Dembokrasi ve hakîkî lâyıklık ve şia âşığı” Müteveffâ Erbakan Hocamıza (bir milyon hatimi seçime doğru indirmek), v.s.ler içün, tivitir v.s.lerde son derece kökden din ve reklâm hürriyetlerimiz bile var! Daha ne olsun yani!

Başörtüsü “kamusal arâzîmizde yasak” olsa ne yazar?!. Bülend Arınç Arkadaş yıllar evvel “bu işi halletmek nâmus borcumuzdur” demedi mi? Borcuna sâdık arkadaşdır, asla üstüne yatmaz, onca devlet ve millet işinden eli başörtüsü bezine değmemişdir! Bekleyelim, daha ne seçimler var önümüzde!

Dembokrasimiz tükenip bitince de, kasetokrasimizle yol alırız! 12-15 yaşına kadar çocuklara Kur’an-ı Mübîn ve din dersi öğretmek memnu’ oluverirse olsun, biz de, bale, mızıka, eski ve yeni Ahid derslerini her yaşda almak içün oraların dersânelerine koşarız, kıyâmet mi kopacak? Şeriatın ahkâmı yasaksa, İslamiyyet yasak mı olmuş, silinip süpürülmüş mü yani!. Hem o süpürülse, başka din mi kalmamış, “İbrahimî Dinler” ne güne duruyor!?. Zaman bize uymazsa biz zamana, aynı zamanda Zaman gazetesine uyarız; o da möhderem mütekâid vâizine, o da “Dünyâ gemisinin kaptanı ABD kabuklularına” uyar, böylece uyarlar zincirinde biz de uyarlara  uyarız! Bir “Uyaroğulları” aşireti ile belki dünyayı bile idâre eder sulh ü sükûna kavuştururuz! Tek devletli bir dünyâ bir denemeye değer, bakarsın tutar, rahat ederiz! İllüminatiler, Soros, Oros, falan filan KAOS âileleri de murâdına erivermiş olur!

Ramazanlarda Kur’an ziyâfetlerine can dayanmıyor, o bülbül sesli, matruş, boynu yularlı, takkesi uçuk, saçları püsküllü hâfızların kıraatları, hem de çeşitli makamlardan tegannî ve nâmelerle ortalığı çınlatmaları, o ilâhîler… O hazır, günlük, ambalajı hiç açılmamış, hijyenik ve son kullanma târihleri 5 sene olan taptâze hatim ve yâsînler… Bu çağda bunlar ne ni’met! Efendim??? Aman Allâh’ım!”

“Ömrü olanlar bakalım daha neler ve neler görecek; ve din istismâr ve ticâreti hangi iblislere taş çıkartacak!”

Evet, manzara-yı umûmiyye budur ve seçim dedikleri göz boyama bütün ufûneti ile yaklaşmakda ve sandıkdan ve sepetden ne tavşanlar ve ne maymunlar çıkacakdır, seyre değer!

Liderler, başlar, ağalar ve patronlar, adamlarının listelerini yapıp, kendilerine “belî sultânım!” diyecekleri listelerine kara kalemle yazdılar bile! Ve hâkimiyyet bilâ kayd ü şart kendinde olan (!) dembokratik “ulus hazretleri” de, sandık ve sepete girip, tıpış tıpış o “parti kralları hazerâtın” tayin ve tesbit etdiği ahbâb u yârânına mührü gözü kapalı basacak ve “mühürlülerden” olmanın mutluluk ve erdemiyle “dembokratik hakkını ve vatandaşlık vazifesini hür irâdeleri ve gönül hoşnudluğu ile” edâ ve ifâ etmiş olacakdır!

Bendeniz abd-i âciz ve pürtaksîr ise, bunca uyur-gezerliği İslamlık ve insanlık şeref ve haysiyetime yüzdeyüz ters bulduğum içün, o onbinlerce şirk ü riyâ, kizb ü iftirâ ve buğz u adavetin defter-i a’mâli olan sandığa ve onun ayağına giderek rükû’ ve sücûd etmeye, aslâ tenezzül etmiyeceğim!.

Şu kıytırık dünyada, güdülen sürü içinde dört ayaklı bir âlet olmakdan daha büyük zillet ve cezâ, bize muhâl görünüyor…

Direniş olmadan diriliş olamaz… Bir değil, istersen yarım kişi ol! Ama hakk içün direnişin yoksa, beşyüz milyon da olsan, aslında bir çeyrek adam bile etmezsin!

Kelâm-ı Kadîm’i dinleyib “RÂİNÂ DEMEYİN UNZURNÂ DEYİN” emrine uyacak ve “unzurnâ=bize nezâret edin” diyeceğimiz bir baş içün çalışıb ömrümü tamamlıyacağım. “Râinâ=Bizi güdün” diyenlerden olmıyacak ve onlardan ayrılacağım. İsterse bir çeyrek adam kalayım…

Yarık Sandık Erkânı ve Kâinâtın bilgilerine…

 

(intişârı: 25.05.2011) (tt)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir