(5) Şevket Eygi Bey’e Tecdîd-i Îmân Mı Lâzım?
4 Ağustos 2011
“Hacıbayram Camii’nde Vahim Bir Bid’at”
15 Ağustos 2011

Şevket Eygi Bey (4.8.11) tarihinde “Vahim Bozukluklar ve Sapıklıklar” serlevhasıyla Millî Gazete’de yazdığı yazısında bazı noktaları vuzuha kavuşturmamış,

ŞEVKET EYGİ BEY’İN, “kimlik, particilik, baronlar, vatandaşlık, Türkçe krizi!” GİBİ MES’ELELERDE SAPIKLIK DEDİKLERİ!

Mehemmed SAFFET

 

Şevket Eygi Bey (4.8.11) tarihinde “Vahim Bozukluklar ve Sapıklıklar” serlevhasıyla Millî Gazete’de yazdığı yazısında bazı noktaları vuzuha kavuşturmamış, bazılarını da vasatın ağzıyla ifâdeye çalışmışdır. Okuyalım:

“Birinci büyük sapıklık: İslam’a, Kur’ana, Sünnete, icmâ-i ümmete, Şeriata göre bozuk olan bir sistem ve düzene iyi demek.” 

(Bizden Not: Aslında sapıklık çok geniş ma’nâları içine alan bir mefhûm. Allâh Azze ve Celle’nin sistemi ve nizamı dışındaki herhangi birisine “iyi” demek, akâid kânunlarıyla konuşmak zorunda isek küfürdür…

Ma’lûm-ı âlîleri ef’âl-i mükellefîn hanefiyyede 8’dir. Müslümanlık dışındakiler ise küfür, şirk ve nifakda olduklarından, küfrü açık olanlara (îmân), küfrü hafî olanlara (ıslâh) şartdır. Onlar bunlarla mükellefdir. Müslüman mükelleflerin fiilleri o 8 sınıfdan biri ile ifâde edilmelidir ve bunlar arasında da “sapıklık” diye bir sınıf bulunmaz. Biz koyarsak, dînin koyduğu ef’âl-i mükellefînin varlığı sulanır, sonra da yok olur!

Meselâ Alamanya’da, Hoşgörü-Diyalog religionu müntesiblerinin açdığı realschule denen lisede okuyan Türk çocuklarına, Okyanus Ötesi rûhâniyetli muallimler “haram demeyin, günah deyin!” telkîni yapıyorlar! Nasıl?

Çünki nasrâniyetde “haram” mefhûmu yokmuş, “günah!” varmış! Adı müslümanlık, kendisi nasrânîlik bir dîne başka nasıl geçilir?

“Cibillî günah, günah keçisi” gibi tabirler haçlı-yehûd milletinin idrâkinde ve dilinde vardır, haram ise yokdur!

Eski Ahiddeki kefâret günü âyinlerinde yehudilerin,(günahlarını) temsîlî olarak bir erkek keçiye yükleyip sonra da onu, kudüs dışında bir uçurumdan aşağı atdıkları bilinir. Nasrânilerde de (günahlar) papaza anlatılır ve affa uğrar! Ayrıca Âdem Aleyhisselâm hâşâ (günah) işlemişdir; ve bu, bütün benî Âdem’e geçdiğinden herkes (günahkâr) doğar ve bebekler vaftiz edilerek bu (günahdan) arındırılır!

Anınçün, harama boykot, günaha devam!

Zaten hoşgörü-diyalog religionunun en temel hedefi ve lâteşbih âmentüsü: 1) Rasûlullâhsız Kelime-i Tevhîd, 2) Ma’nâsı değiştirilmiş (tahrîf edilmiş) Kur’an, 3) Edille-i şer’iyyesi olmayan, 4) Ef’âl-i mükellefîni kalkmış müslümanlık, 5) Sıfatları nefyedilmiş ilâh, 6) Üçü de, hâşâ hakk ve müsavî ibrâhimî dinLERDEN karma ve uydurma bir tek (hoşgörü-diyalog) dîni…

Bu tâifelere göre “dembokrasiye iyi demek” de, kardeş bir dine “okey” vererek, bir diğer şart olarak aynen böyle!

Büyük Müfessir Merhûm Muhammed Hamdi Efendi Hazretleri “İmtiyaz-ı rubûbiyyet sınıf-ı ruhbandan parlemanlara geçmişdir!” buyurur; ve bu ibârenin ortaya koyduğu hakîkat karşısında, dembokrasinin ma’bedi dedikleri(parlamento) denen kânun yapıcı ilâhlar da nazara alınırsa, netice apaçık ortaya çıkar…)

“İkincisi: Bu devirde İslam’dan başka da hak, makbul ve geçerli dinler vardır demek.

Üçüncüsü: Fâsık, fâcir, azgın, günahkâr, âsi bir topluma iyi demek.

Dördüncüsü: Allahü Teâlâya noksan sıfatlar yakıştırmak.

Beşincisi: Müslümanların yüzde 90’ınını beş vakit namazı terk etmiş olmasını hafife almak, buna önem vermemek.

Altıncısı: Ümmet şuuruna (bilincine) sahip olmamak.

Yedincisi: Hizip, fırka, tarikat, cemaat, grup, klik asabiyetine, fanatizmine, militanlığına sahip olmak.

Yedincisi: Yeterli ilmi, irfanı olmaksızın icazetsiz olarak Kur’an-ı Azimüşşandan re’y ve hevâsı ile hüküm çıkartmak, müctehidlik taslamak.

Sekizincisi: Dünyayı çok sevmek ve âhireti unutup sırf dünya için çılgın gibi çalışmak.

Dokuzuncusu: Çocuklarını ehl-i dünya olarak yetiştirmek.

Onuncusu: Parayı taparcasına sevmek.

On birincisi: Parayı iddihar etmek, kenz yapmak.

On ikincisi: Lüks bir hayat sürmek.

On üçüncüsü: İhtiyacından fazla harcamak, aşırı tüketim yapmak.

On dördüncüsü: Parçayı bütünle özdeşleştirmek. Cemaatini, tarikatini, mezhebini, meşrebini din haline getirmek.

On beşincisi: Cuma ezanı okununca dükkanını, bürosunu, işyerini namaz bitinceye kadar kapatmamak, ticarete ve işe devam etmek.

On altıncısı: Körü körüne particilik yapmak.

On yedincisi: Futbol holiganı gibi particilik yapmak.”

Bizden: Acaba “körü körüne” ve “futbol holiganı gibi particilik yapılmasa”, (sapıklıkdan) ve dembokrasiye tapmak ve onu yaşatmakdan ve edille-i şer’iyyeye ters düşmekden kurtulunmuş olunabilecek midir? Parlamentarizmaya îmândan uzak kalınabilecek midir? Cümle, efrâdını câmi’ ağyârını mâni’ olmalıydı!

“On sekizincisi: Nafile ibadetlerle övünüp, gösteriş yapmak, gurur ve kibre kapılmak.

On sekizincisi: Başkalarının ayıplarını, günahlarını, kusur ve hatâlarını araştırmaktan ve onları çekiştirmekten; kendi ayıp ve günahlarına bakacak zamanı kalmamak.

On dokuzuncusu: Zekâtını öncelikle Müslüman fakirlere, Müslüman miskinlere, perişan mültecilere ve diğer hakkedenlere vermemek; zekât uğrularına kaptırmak.

Yirmincisi: Dinde reform, dinde yenilik, dinde değişim taraftarı olmak.

Yirmi birincisi: Türkiye’deki düzen bozuktur, binaenaleyh bu bozuk düzende bozuk işler yapılabilir, her halt yenilir demek.

Yirmi ikincisi: Bizim hocamız, hoca efendimiz, şeyhimiz, büyüğümüz, baronumuz hiç hatâ yapmaz, o lâ yuhtidir, mâsumdur, ne derse doğrudur, ne yaparsa isabetlidir sapık inancına sahip olmak.”

Bizden: Sapıklığın ötesinde küfür…

“Yirmi üçüncüsü: Her şeyin en iyisi Müslümanlara layıktır diyerek israf etmek, lükse kaçmak, aşırı tüketim yapmak, gurur ve kibir sergilemek.

Yirmi dördüncüsü: Cemaat ve hizip asabiyeti yüzünden sâlih Müslüman kardeşine darılmak, onunla ilişkisini kesmek.

Yirmi beşincisi: İslam düşmanı kâfirleri dost ve veli edinmek.

Yirmi altıncısı: Nefsini temize çıkartmak, aklamak.

Yirmi yedincisi: Dini ve mukaddesatı kendi şahsî ve siyasî nüfuz ve menfaatine âlet etmek.

Yirmi sekizincisi: Rüşvet almak, haram kazanç elde etmek, komisyon almak, çalıp çırpmak, ihalelere fesat karıştırmak ve bunları Müslümanlar güçlensin diye yapıyorum demek.

Yirmi dokuzuncusu: Doyduktan sonra yemek.

Otuzuncusu: Zaruret (veya çok büyük faide) olmaksızın devlet ve hükümet büyükleriyle, büyük bürokratlarla görüşmek, onları övmek. (Onların hayırları, ıslahları için dua edilmelidir.)”

Bizden: Hükûmet-i İslâmiyye ile hükûmet-i gayr-i İslâmiyye ricâli hakkındaki hükmü de sarahatle yazmalı! Aralarında hiç fark yokmuş gibi, hüküm asılı durmamalı… Dünyâ dolusu keferenin, bir tek mü’min kıymetinde olamıyacağı hakîkatinden yola çıkmak şartdır… “Din, dil, mezheb farkı gözetmeden bütün vatandaşlarımız eşitdir!” gibi bir herze, küfr ü hezeyâna İslâm’da asla yer olamaz! Dembokrasi ve kardeş dini (hoşgörü-diyalog), bu küfürlerle kafaları iyi şartlama peşinde!

“Otuz birincisi: Müslüman halktan hayır hasenat, fakirlere yardım, hizmet için toplanan paraların bir kısmını doğrudan doğruya veya dolaylı olarak zimmetine geçirmek.”

Bizden: Bu sapıklık değil, düpedüz sirkatdir, sirkat ise haram… Ve, “bana veya bize helal!” i’tikâdıyla irtikâb edilirse küfür… Tecdîd-i îman ve’n-nikâh şart olur! Ef’âl-i mükellefînde “sapıklık” diye bir kademe yokdur.

İlâhyapyatçılar da “İslâm’ın rûhuna uygun veya değil!” diye bir fiil sınıfı uydurdular! İlerde “ruh çağırma seanslarıyla!” da işe vaz’ıyyet ederler ve çok çok yeni ictihadlara (teşehhîlere) dadanırlarsa şaşılmamalı! Zaten bazıları çeyrek nefeslik sosyete dilberlerinin gönlünü fethetmek içün ruh çağırma ritüellerini ihtisasları dâhilinde görmeye ve göstermeye bile başlamış! Sıkıştıkları yerde de sizin “sapıklık veya değil!” kademesinden de istifâde edebilirler… Onlara malzeme vermemeliyiz! Haramsa haram, küfürse küfür, şirkse şirk, helâlse helâl, vâcib, sünnet, müstehab, mubah, mekruh, müfsid, her ne ise o…

“Otuz ikincisi: Tarikatçilik, hizipçilik, fırkacılık, cemaatçilik yapmak.

Otuz üçüncüsü: Peygamberimize (Salat ve selam olsun Ona) saldırılıp hakaret edilince tepki göstermeyip, kendi din baronuna saldırılınca büyük tepki gösterip yeri göğü birbirine katmak. (Çok büyük sapıklıktır.)”

Fahr-i Kâinât Aleyhi Ekmeli’t-tehâyâ Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem Efendimiz hazretlerine “hakâretin” tevbesi kabûl edilmez ve şer’î cezâsı da ölümdür! Hoşgörü-Diyalog religionu bu kabil nizamları sebebiyle İslâm’dan hem çok korkuyor, hem de hiç bu dîni beğenmiyor! Onun içün de habire bu mutlak dine traş üstüne traş atmanın ve varil üstüne varil, su boşaltmanın peşinde!

Hem o tür sirkate (Çok büyük sapıklıktır) ne demek, lütfen ıstılahlarımızla yazalım, kendi ağzımızla! Ağzı çarpılmışların ağzıyla değil! Yoksa ilahyapyatçıların ve îbrahimî dinler peşindekilerin “dinin ruhuna uygundur veya değildir!” diye işi yuvarlaklaştırmalarını, biz de “sapıklık” diyerek globalleştirmiş ve alabildiğine sulandırmış oluruz! Şeriat ne demişse o… Beğenmiyen kendine Şeriat bulsun! Okyanus Ötesi zaten 3 Şerîat’dan bahsediyor… Tepesi atan Son Şeriat’a toslasın ve belâsını bulsun! Biz hoşgörü-diyalogçular gibi kendimizden din uyduramayızki! Ortadaki mevcud Şeriat bu… İşine gelene! Kimseyi zorlama hakkımız da yok. Adam bize toslarsa diye korkacaksak, buna da o aynı Şerîat “Hakk-ı sarîhi ketmetmek küfürdür!” diyor. İki yoldan birini seçmek zorundayız! (Elmalılı)

* (İkinci yazı) “Krizlerimiz

Türkiye’de kriz çıkar mı?.. İktisat ve finans ile ilgili bir krizden bahs ediliyorsa bu tartışılabilir (Bizden: Tartışılmaz, çünki faizli kapitalist, kopyalama ve kolonlama iktisâdın bizâtihî kendisi kriz ve kerizdir! Buhrânın taa kendisidir! Allâh Azze’nin îmânî, ibâdî, siyâsî, iktisâdî, ictimâî, hukûkî, askerî topyekun nizamları dışında kalan bütün sistemler, bütün keyfiyet ve künhü ile “kriz ve kerizin” taa kendisidir. Kelime-i Tevhîdin (lâ ilâhe)si, bunun özü ve remz ifâdesi… ) ama siyasî, sosyal, kültürel, etnik, ahlakî krizler çıkar mı diye sormak pek akıllıca bir şey olmaz, çünkü zaten böyle vahim krizlerin içindeyiz. Mevcut müzmin krizlerimizin bazısını sıralayayım:

*Toplumsal barış ve mutabakat krizi. Şu anda bizde tek bir millet yoktur (zaten mâzide de olmamıştır)”, (Bizden: Mâzi derken bunun içinde Osmanlının, Selçuklunun…. Taa Asr-ı Seadete kadar olan zamanı da var mı?. Millet kelimesi hangi ma’nâda kullanılmışdır? Din mi, ırk mı? Sarahat yok, mübhemiyyet çok!) birbirinde kopuk halklar vardır.”

*”Millî eğitim krizi. Bugünkü ideolojik, vesayetçi, ulusalcı, Ergenekoncu, çağın dışında kalmış eğitim ile ülkemizin, halk(lar)ımızın ve devletimizin (Şeyhülislâm Büyük Akâid İmamı Merhûm Mustafa Sabri Efendi Hazretleri “devletimiz yok!” buyuruyor, kaybetdiğine yanıyor! Siz nasıl bulduysanız iyi bulmuşsunuz!) yarınları karanlıktır.”

*”Müzmin ve yoğun kokuşma en büyük krizdir. Bu kokuşma temizlenmedikçe, Türkiye’nin uluslararası temizlik ve şeffaflık notu en az (10 üzerinden) 7’ye çık(arıl)madıkça kriz(ler) sürecektir.”

(Bizden: Kabuklu gâvurların kendi ölçüleriyle verdikleri şeffaflık notu sizce de mu’teber ise, yandı gülün keten helva! On üzerinden sıfır altında 10 alanlar, bunu 0’a çekseler gene gam yemeyiz!)

*”Türkiye’de çok vahim bir hukuk krizi vardır. Bugünkü Ceza Kanunu toplumun, Medenî Kanun ailenin temellerini yıkmaktadır. Korkunç bir suç patlaması vardır. Halkın yarısı birbiriyle nizalıdır. Avrupa’nın en büyük adalet sarayını yaptık, (Yapdık mı? Cemi’ mütekellim sîgasının içinde siz de varsınız öyle mi? Ve “adâlet sarayı yapdınız” ha, hem adalet yok, hem de olmayan adâletin sarayı var! Mine’l-garâib!) onun çaycısı bile milyoner diye öğünen medyamız niçin hukuk sistemimizi tartışmıyor? (Medyamız, hukuk sistemimiz öyle mi? Cemi’ mütekellim sîgalarına dikkat ediniz, bunlarla mensûbiyyet ortaya koyuyorsunuz! “Hangi milletdensiniz” suâline muhâtab olmanız kaçınılmaz olur! Hakk ve bâtıl arasındaki hudud, çizgi, hiçbir zaman ve mekânda mübhem bırakılamaz, tek istisnâsı ikrâh-ı mülcî… ) Adaletin hâkim olmadığı, yargı sistemi iyi ve doğru çalışmayan bir ülke, toplum, devlet ayakta durabilir mi?”

(Sizin, “devletimiz” dediğiniz nesneye adâletin hâkim olmadığını söylüyorsunuz! Halbuki müslümanın devletinin esâsı ADÂLETDİR… Anayasalarının değişmez maddeleri, zaten adâleti aslâ yaşatamaz! Tenâkuzlara düşmemeliyiz… Kelime-i Tevhidi en ana kânun yapmayan neresi olursa olsun, orada mutlak adâlet yokdur. Bu yoksa, mantık, mutlak zulüm vardır der… Üçüncü şık aklen muhal… (Elmalılıya ve Şeyhüislam Tokâdîye müracaat)

* “Bedevîlik krizi. Toplumumuz hızla bedevileşiyor. Bedevî kültür ve zihniyeti hâkim oluyor. Her türlü şehvet ve azgınlık artıyor ve yayılıyor. Helal haram demeden para kazanıp zengin olma şehveti… Lüks ve israf şehveti… En âdi hedonizm… Cinsellik patlaması… Hayâsızlık ve görgüsüzlük… Kabalık…”

(Hani “adâlet sarayı yapdık!” diyordunuz! Her köye kadar sözde adâlet sarayı yapsanız da, özde zulüm sarayı yapmakdan kurtulabildiniz mi?)

*”Din ve ahlak konusunda da büyük ve vahim bir kriz içindeyiz. Dünyayı pençelerine almak isteyen (veya almış bulunan) emperyalist ve sömürgeci global güçler ve onların işbirlikçileri Türkiye’nin Ehl-i Sünnet yapısını yıkmak, onun yerine Kemalist, ılımlı, light, reforme edilmiş, değişime uğramış, yenilik yapılmış, fıkıh ve Şeriattan arınmış, AB norm ve standartlarına uydurulmuş, BOP planlarına uygun hale getirilmiş, Fazlurrahman anlayışı ile yorumlanan, Feminizme aykırı hükümleri ayıklanmış, üç ibrahimî hak din vardır bozuk dogmasını kabullenmiş yepyeni bir İslam türetmek istiyor. Bu maksatla Sünnî Müslümanlar büyük sayıda, birbirinden kopuk hizbe, fırkaya, sekte, cemaate ayrılmış olup, bunlar planlı ve programlı şekilde birbirileriyle çekiştirip çatıştırılmaktadır. Dinî konuda kaos ve anarşi çıkartılmıştır. Bundan büyük kriz olur mu?

*Kimlik krizi: Son seksen yıl içinde Türkiyelilik kimliği realpolitiklerle, derin devlet terörüyle, tek parti zulmüyle, ideolojik beyin yıkama seferberliğiyle temellerinden berhava edilmek istenmiştir. Bu yüzden milyonlarca vatandaşımız yabancılaşmıştır. Baylar Bayanlar buna kimlik krizi denir!”

(Bizden: Müslümanın kimliğini Allâh Azze ve Celle tayin etmiş ve “Müslümanlardanım de!” buyurmuşdur. “Türkiyelilik” kimliği çok saçma ve çok İslâm dışı bir kimlikdir! Bunu hangi Şerîat kitabında gördüyseniz sahifesiyle yazınız. Aksi halde nefsinizi rehber etmiş sayılırsınız. Ehâliye ve kâriîninize de bunu ta’mîm ediyorsunuz demekdir ki, mes’ûliyyetiniz çok büyük olur. Der’akab tevbe ve rücû ediniz ve bunu aynı yolla ilân ederek tevbenizin müstecâb olmasını te’mîne çalışınız.

Yine cemi’ mütekillim sigasıyla “vatandaşımız” diyorsunuz. 1789 Fransız ihtilâliyle ortaya çıkan “vatandaşlık” mefhûmunun İslâmiyyet’de aslâ yeri yokdur. Bu ihtilâl, ateist felsefeyi devlet; ve vatan denen toprağı da bir nevi mukaddes totemi yapmışdır… Onun içün taklidçileri de “her şey vatan için” diye bağırır ve bağırtdırır!

Dârü’l İslâm’da ise teb’a ikiye ayrılır, müslümanlar ve gayr-i müslimler… Gayr-i müslimler de zimmîler, müste’menler ve saireler…

“Vatandaşımız” diye yazarsanız, dârü’l harbde sultayı (hâkimiyyeti) elinde tutanların ateist devlet felsefesi ve ağzı ile yazmış olursunuz… Birileriyle aynı mefhumları kabul ederek mensubiyet ortaya koymak çok yanlış, hayır felâket!

Hangi fıkıh veya tefsir kitabında “vatandaş” tabiri geçer?. Siz, çok isâbetli olarak hep kitabı esas aldığınızı yazardınız. Ne oldu? Cemi’ gâib sîgasıyla “vatandaşları!” derseniz olur! Mensûbiyyetinize aslâ halel getirmemek içün asılhüviyetinizin “Müslümanlık’dan” başkası olduğunu söyleyebilir misiniz?. Türkiyeli bir komünist, ateist ve Allâhsız da “Türkiye kimliği” içinde olsa, siz de o hüviyetde olunca, neyi halledeceksiniz? Sanki akan kan duracak ve herkes can ciğer kuzu sarması mı olacak? Ne kadar acâib! Bunu hangi kitabda buldunuz? “Berhava edilen Türkiyeli kimliği!” değil, Müslüman hüviyetidir…

Bir müslümanın (müslüman kimliği) berhavâ edildikden sonra, onun “Türkiyeli Kimliği” neyine, ne kadar, nerede bir fâide te’min edecekdir?

“-Türkiyeli kimliği temellerinden berhava edilmek istenmiştir. Bu yüzden milyonlarca vatandaşımız yabancılaşmıştır. Baylar Bayanlar buna kimlik krizi denir!”

Derken çok düşünmeli ve evvelâ edille-i şer’iyyeden hüküm çıkaranlara mürâcaat etmeliydiniz! Herkes kendi nefs ü hevâsına göre yazar ve konuşursa ortalık yahudi saçına döner!

Sonra, Allâh Allâh, bu hükümleri hangi akâid, fıkıh ve tefsir kitabında okudunuz? Bu ne kadar acâib bid’at..

“Bayım buna kimlik krizi denmez!”

1000 yıldır “Elhamdülillah Müslümanım” demenin yerine hangi kimlik (Türkçesi hüviyet) getirilmek ve geçirilmek istenirse istensin, o, hüviyet “krizinin” Türkçesi (buhrânının) taa kendisidir… Abdülhamîd Hân Cennetmekân Aleyhirrahmeti Ve’l Gufrân Hazretleri zamanında Müslümanların, Memâlik-i Osmâniyye denilen Dâr-ı İslâm’da bir tek dinleri ve bir tek hüviyetleri varken, bugün “müslümanım!” diyenlerin en az 100 adet religionları ve hüviyetleri (kurbağaca kimlikleri) var… Bu sadece buhran değil, rezâletin ve gâvur zihniyetlerinin potasında erimenin hatta tabahhur etmenin taa kendisidir… Siz buna “Kimliğim Türkiyelilik!” hüviyetini ekleyince hangi akla hizmet etmiş olacaksınız?

Dünyâda 200 ülke olsa, herbirindeki müslüman, “kimliğim” yani “hüviyetim, Faslılık, Mozambiklilik, Rusyalılık, Pensilvanyalılık, Patagonyalılık, Çinlilik, Malezyalılık!” ve hâkezâ…. mı diyecek? Müslümanların “kimliği” yani hüviyeti bu olursa, Allâh ve Rasûlünün istediği “tevhîd” nasıl ortaya çıkacak? Üst kimlik, yok alt kimlik dümenlerini çıkaranlar da T.C.’deki ateist ve nasyonalist ma’lûmlar değil mi? Müslümanın her zaman ve mekânda üstdü altdı gibi hüviyeti olamaz. Onun bir tek hüviyeti vardır, bu hüviyetin şeriki, naziri, ortağı, şusu busu olamaz. Bu hüviyeti ona veren var!

Cenâb-ı Hakk Azze ve Celle, “Hüviyetim Müslümanlık diyeceksin!” buyuruyor mu buyurmuyor mu? Kelâm-ı Kadîm elinizde, bakınız! Bulamazsanız, o zaman milletden “Hüviyetim Türkiyelilik!” demesini istersiniz!

Kabirde ve Âhıretde bize hangi “hüviyete” sâhib olmak fâide verecekse, bizim hüviyetimiz ancak o olabilir… Elin münkirleri ortalığı bin parça edecek, biz de onların felsefesi içinde onların bölünmemesi içün çâre üreteceğiz! Bunu yaparken de dünyadaki bütün müslümanları “Türkiyelilik, Mozambiklilik, Suriyelilik, bilmem nerelilik!” diye yüzlerce parçaya ayıracağız!

Fesübhânallah!

Sizin, âbâ u ecdâdınızın “kimliği” neydi? İçlerinde bir tek kişi “benim kimliğim Türkiyelilik!” demiş mi?

Bu bölünme belâsını uyduranlar, şimdi kendi kellerinin ilâcını yine kendileri, çıkmaz sokaklarda sürüne sürüne bulsunlar! Onlar birlik olacak diye ben beynelislâm kendi bütünümü mü parçalayacağım, bu nerede, hangi asırda görülmüş?

Üstelik böyle bir salâhiyyeti bize veren kim? Tam tersine, apaçık “Müslümanlardanım DE!” emri, farzı, zarûreti, herşeyden evvel Kelâm-ı Kadîm’in apaçık ve muhkem nice âyeti ile karşımızda…

Bu arada Şeyhüislâm Merhûmun “Türklükden istifâ ediyorum!” serlevhalı manzumesini de okursanız, aklımız daha bir yerine oturur!. İslâm ile yüzde yüz teârüz eden bir Türk mefhûmu ve bundan iştikâk ve inşikâk eden nice uydurma mefhumlar, bizi, ve bütün o eski (Müslüman Türkleri) de yerin dibine geçirmedi mi?

Âdem Aleyhisselâm’dan beri hiçbir peygamber, böyle bir hüviyet (kurbağaca kimlik) getirmemiş ve kendisine îmân edenlerden de istememişdir. Bizim bilemediğimiz varsa gösterirsiniz! Îmân tecezzî kabul etmez ve ne ise odur. Takiyye ise ancak ikrâh-ı mülcî varsa câiz… Aksi halde îmanı söker. O, Şiiler gibi bizim îmân şartlarımız arasında olmadı ve aslâ da olamaz… Nahil 106. Âyeti Ömer Nasuhi merhum güzel tefsîr buyurmuş. Oldukça tafsilli ve ikrâh-ı gayr-i mülcî nedir bunu da izâh etmiş ki, o zaman (mülcî) daha iyi anlaşılıyor…

Takiyyeciliği îmân şartı yapan şiiler ve hoşgörü çukuruna batanlar gibi i’tikâdımızın çürük ve sahte olduğu hakkında 15 asırdır hiç ama hiç şekk ve şübhemiz olmadı ki, bunu saklayıp, karşımızdakinin yadırgama ve levminden korkalım; ve başka türlü görünelim veya dinimizden utanalım, hatta hoşgörücü-diyalogçular gibi dinimizi bırakıp şunun bunun kuyruğuna takılalım!?

*”Türkçe krizi: 1928’den önce basılmış Türkçe kitapları, yazılmış metinleri, hattâ dedelerinin ve atalarının mezar taşlarını bile okuyamayan cahil nesiller yetiştirilmiştir. İki yüz bin kelimelik zengin ebedî ve yazılı Türkçe, 20 bin kelimelik arı, duru, fakir bir dil haline getirilmiştir. Medeniyetin, kültürün, düşüncenin ana âleti olan Türkçe korkunç suikastlara uğramıştır. Herkes bu krizi bilmez ama bu kriz halledilmeden Türkiye düzelmez.

*Türkiye’de bir ordu kriz”i vardır. Üst düzey (düzey denen nesne, Türkçe mi acaba? 1928’den evvel bu kurbağacaya nerede rastlayabilirsiniz?) generallerinin (buna da) yarısının tutuklu (buna da) olduğu bir ülkede “ordu krizi yoktur” demek mümkün müdür? Yakın tarihimizde namaz kılan, oruç tutan, hanımı başını eşarpla (buna da) örten, içki içmeyen, altın yüzük kullanmayan, babası sakallı hacı olan subaylar ve astsubaylar (bu ikisine de) ağır baskılara (buna da) ve zulümlere uğramış, mesleklerinden atılmıştır. Şu anda ülkenin Cumhurbaşkanı ve Başbakanı (bu ikisine de) bile yanlarına başörtülü hanımlarını alıp bir orduevinde akşam yemeğine gidememektedir. Birileri orduyu ideolojik vesayet sisteminin yıkılmaz kalesi haline getirmek istemiştir. Böyle bir durum ve ortamda (bu ikisi de) “Türkiye’de ordu krizi yoktur” demek mümkün müdür?

BOP’çular, global derin güçler, uluslarası (buna da)  Siyonizm, emperyalistler ve sömürgeciler (bu ikisine de) Türkiye’yi parçalamak istiyor. Hiçbir akıllı, uzak görüşlü, medenî kültürlü (buna da) Türkiyelinin (buna da) bundan şüphesi olamaz.

Ülkemiz maalesef bir krizler (buna da) yumağı haline gelmiştir, getirilmiştir.

Hiç durmadan bahs edilen PKK terörü (buna da) bir sebep değil, bir neticedir. Sebeplere inmeden, onları anlamadan PKK meselesi çözülemez. (buna da)

Türkiye’de şehir/medeniyet kültürüne ve eğitimine (bu ikisine de) sahip kaç kişi kaldıysa onlara hitaben, yukarıda saydığım (ve saymadığım) belli başlı krizlerimizi (buna da) anlatan ders kitabı gibi bir kitapçık hazırlanıp okutulabilirse çok iyi olur kanaatindeyim.”

Hakk’ın ve Sabrın TÜRKÇESİNİ, baştan beri beyân etdiklerimizdir diye biliyoruz. Mu’teber ehl-i sünnet ve’l-cemaat kaynakları bu bildiklerimizi tekzîb ediyorsa, derhâl rücû ve tevbe ederiz. Zîrâ onlara (haqqa) boynumuz kıldan incedir vesselâm…

 

(İntişârı: 05.08.2011)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir