Şevket Eygi Bey’in Günlük “İctihâdına!” Göre Müslümanlara Dinde Zorlama Varmış!
2 Ekim 2011
Şevket Bey’e Göre “Çâre Mehdi’yi Beklemekmiş!” 
11 Ekim 2011

Mehmed Şevket Bey adı geçen yazısında şöyle devam ediyor: “Bir İslam devleti nehar-ı Ramazan'da alenen oruç yenilmesine rıza göstermez, yiyenleri

ŞEVKET EYGİ BEY’İN GÜNLÜK “İCTİHÂDINA!” GÖRE ABDÜLMECİD EFENDİ HAZRETLERİ HALÎFE İMİŞ!

Mehemmed SAFFET

 

 

Mehmed Şevket Bey adı geçen yazısında şöyle devam ediyor:

Bir İslam devleti nehar-ı Ramazan’da alenen oruç yenilmesine rıza göstermez, yiyenleri cezalandırır. 1923’te Cumhuriyet ilan edildiği zaman anayasanın ikinci maddesinde “Devletin dini İslam’dır” yazılı idi, İstanbul’da Dolmabahçe sarayında bir Halife vardı, kabinede Şeriat Bakanlığı bulunuyordu ve polis Ramazan’da oruç yiyenleri tutukluyordu…”

Tamam azizim! Tevkif edersin, cezasını da verirsin ama tepesine adam dikib (sahurdan iftara kadar) herifi aç bırakıb, yatak odasına nöbetçi dikib, su geçmesin diye boğazına tapa tıkayıb yaka paça oruç tutmaya (zorlayamazsın!)

“Hacca gideceksin!” diye boynuna ip takıb, “yörrü lan!” deyib, Büyük Osmanlı fakîhi Merhûm Muhammed Zihni Efendi Hazretlerinin “Ni’met-i İslâm” nâm muhalled eserinde ve onun “Muharremât babındaki” dip notunda “dinsiz oldukları halde ehl-i dine eziyet edegelmişlerdir” buyurduğu Vehhâbî takımına teslim edemezsin!

Dinde ne zımmîyi ve ne de müslümanı zorlamak yok, suçluya (cezâ) verirsin, mücerred cezâ, o kadar…Bunu da, dandik, mandik, laik ve komik bir hükûmet değil, nâfizü’l-hüküm Allâh Hükûmeti yapar!

O hükûmetde, zât-ı devletlerinin sık sık buyurduğu gibi “analar evladlarının iyi vatandaş olması!” içün aslâ çalışmaz, veliyyü’l-emre muti’ bir müslüman olması içün çalışır. Bir müslüman, ne kendisinin ve ne de velîsi olduklarının “iyi vatandaş!” olmasından Allâh Azze’ye sığınır! O, sadece ve yalınız, gerek dâr-ı harbde ve gerekse dâr-ı İslâm’da mücerred “iyi müslüman!” olmak içün yaşar. O’nun hayatda vücûd hikmeti de budur.  

“Vatandaşlık” mefhûmunu uyduran, Fransız ihtilâlinin ateist ve pozitivist batılı kelleleridir. Bu mefhûm da, “meşrûtiyet, anayasacılık, parlamentarizma, cumhûriyet, laiklik, dembokrasi, şefokrasi, liberalizma, faşizma, modernizma, pozitivizma, homongolizma, masonizma, v.s.” gibi binlercesiyle, Memâlik-i Osmâniyye’ye kabuklu batıdan ihrâc edilmiş tâğûtî mallardır… Müslüman Oğuz soyunun binlerce yıllık değerleri arasında aslâ olmayan; ve “milletçe benzetilip yok edilmeye ve başını dertden kurtarmamaya yarayan” mallar! Muhterem Nusret Çiçek Bey’in laiklik içün çok yerinde tesbit etdiği gibi “habis urlar!”

“Vatandaşlık”, nasıl laik dembokrat Fransız felsefesinin mahsûlü ise, meselâ “yoldaşlık!” da komüncülerin, “birâderlik!” de locacıların felsefeleri içinde bir ma’nâ ifâde eder… Müslümanlık bunların topundan da münezzehdir; ve bizde, “elhamdülillâh müslümanım!”demenin dışında hiçbir yerin malına yer olamaz! Kelâm-ı Kadîm “Müslümanlardanım de!” demişse, artık akan sular durur, bu kadar! Artık “Ne mutlu, ne putlu, ne kurtlu bilmem neyim!” demeye kadar hiçbir dış mihrak uydurmalarına, müslümanın dili dönemez…

Sadede şürû’ eyledikde:

Sonra 1923’de, Şevket Bey’in buyurduğu gibi Dolmabahçe sarayında halife malife yokdu!

Alafranga dandik “Abdülmecid Efendi Hazretleri’nden” halife mi olur Allâh aşkına?! Adam, Cennetmekân, İstiklâl Harbi başlatıcısı ve Büyük Kurtarıcı Sultân Vahîdüddîn Aleyhirrahmet-i Ve’l-Ğufrân Hazretlerinin aleyhinde fırıldak çevirib, kendini Kamal Paşaya Halîfe ilân etdiriyor! Paşa ile, Sultân aleyhinde işbirliği kurnazlıklarına yatıyor! Hakîkata göre ise (gabîliklere ve hâinliklere) yatıb, Sultan Hazretlerine ihânet dümenlerinde!

Kamal Paşanın ta’yîni ile “halife!” olacak bir herife, hangi Şeriat câizder veya demiş! Güldürmeyin Allâhaşkına…

Artık şu pis ezberleri bozalım; ve doğru dürüst, millete hakîkatı bildirelim. Makâm-ı Muallâ-yı Hılâfet (ki Şeyhülislam Merhûm M. Sabri Efendi Hazretlerine göre zarurât-ı dîniyyedendir) çocuk oyuncağı değildir. Şeyhülislâm Merhûm  makâlelerinde apaçık yazıyor ki, “Abdülmecid Efendinin Halifeliğine Şeytan bile güler!”

Şeyhülislâm Merhûm’un satırlarına mı; yoksa, yalan dolan imâlâtçısı “dönme tarihçilerin ve onların dönme oynatıcılarının” uydurmalarına mı i’tibâr edeceğiz? İşte Merhûm Koca Şeyhülislâm’ımızın cihâna meydan okuyan kaleminden hakîkât, buyrun:

“- Din ve devlet tefrîkinin ne kadar müthiş bir dinsizlik olduğunu bir zamandan beri yazmakla bitiremiyoruz……. Abdülmecid Efendi Hazretlerinin şer’an sahîh olmayan hılâfetinin dellâllığını deruhde eden bir gazeteden Allâh’ın Şerîatına taarruz vukûu, hılâfetçilik nokta-yı nazarından hiç beklenilmeyecek bir hareket olmakla beraber hılâfetcilik bahsinde gayr-i sahih bir hılâfeti  temyîze muktedir olamayanlara sahîh bahasına satmakdan ibâret olduğu cihetle, ahkâm-ı Şerîat ve Hakk ve hakîkatle günün birinde taklaşması benim pek de beklemediğim bir şey değildi……” (5 Muharrem 1346- 23 Haziran 1928) (26-28)

Kalemiyle tek başına cihana meydan okuyan Merhûm Şeyhülislâm devam ediyor:

“- Nasıl ki hükûmetin bir polisi halifeyi (Abdülmecid Efendiyi!) bir gece yarısı ansızın sarayından ve İstanbul’dan çıkarıb atmaya kâfî geldi. Ve o zaman Abdülmecid Efendi birbuçuk sene evvel ta’yin olunduğu makâmın, makâm-ı hılâfet olmadığını anladı! Onun içün ben vaktiyle Sultan Vahîdüddin’in hal’i ve hükûmetin hılâfetden tecrîdi (ayrılması) ilân olunduğu zaman, “Bu hâdise yalınız halîfenin şahsının değil, hılâfetin de hal’idir!” diye Mısır gazetelerinde bağırmışdım…….”

“Hakîkaten neydi o hükûmetsiz hılâfet!!! Ahkâm-ı Şer’iyyenin icrâsına me’mûr  ve cismânî bir hükûmet reisi olan Hazret-i Peygamberin Halîfesi ve vekîli olacak zât, Cenâb-ı Peygamberin nesine vekâlet edecekdi?! Dolmabahçe Sarayında ikâmete me’mûr olmakdan başka Abdülmecid Efendi’ye bir vazife ayrılmamış olduğundan, müşârünileyhin nasb olunduğu ve birbuçuk sene işgâl etdiği MAKÂM, KAT’İYYEN MAKÂM-I HILÂFET DEĞİLDİ.” (25 Cemâziyelâhır 1347—7 Kânûn-ı Evvel 1928) (105)

“- Devlet dinden ayrılacak yani dinsiz kalacak, Abdülmecid Efendi de halîfe sıfatıyla bu dinsiz devletin müstakbel reisi olacak! Tevekkeli ben evvelden beri ABDÜLMECİD EFENDİ HILÂFETİNİN SAHTE OLDUĞUNU SÖYLEMİYORUM. Hakîkî halîfe olsa, hılâfetin, dinsiz devlet riyâseti hâline kalb edilmesini (dönmesini) tecviz eder mi?” (7 Safer 1347—3 Ağustos 1928) (17)

“- ….Halîfe Vahîdüddîn Hazretlerini kötülemek ve düşürmek içün Abdülmecid Efendi gibi M. Kemâl’e gizliden ve açıkdan yardım edenler bile oldu. Bu suretle hânedâna ihânet edenler, yine kendileri arasında bulundu.” (A.g.e) (22)

“- İşte İslâm’da en büyük hılâfet hükûmeti, mihrâbın etrâfında teşekkül etmek suretiyle din ve devleti biribirine ve daha doğrusu devleti dîne rabtetmişdi. Abdülmecid Efendi Hazretleri ise, Mustafa Kemal’in devletden ayırıb atdığı dini ise, “Ben de istemem!” der gibi hılâfetden de ayırmaya kalkışıyor!” (18 Muharrem 1347—6 Temmuz 1928) (129)

“- Demek ki dini herşeyden ayıran asrî (çağdaş) modaya göre dinsiz hükûmetden sonra bir de “dinsiz hılâfet” nazariyesine şâhid olacağız! Bu garîbenin eşrât-ı sâat meyânında yeri yoksa, ifrât-ı cehâlet meyânında yeri vardır!

Demek ki kendi kendine Fransa’da oturan ve şimdiki halde sâbık Osmanlı veliahdlığından başka bir sıfatı hâiz olmayan Abdülmecid Efendi Hazretleri, mürevvic-i efkârı olan gazetenin istediği gibi dini devletden tefrik mezhebinde bulunarak daha halîfe olmadan hılâfete sûi kasd fikirleri perverde etdiğini gösteriyor. Dînin devletden tefrikini iltizâm eden dinsizler var. Bunu anladık! Fakat bu tefrîke halîfe tarafı da tarafdarlık ızhâr edince bu hâl, hükûmetden tefrik edilen dînin hılâfetden de tefrîki mâhiyyetini alarak dünyada görülmemiş bir maskaralık olmuşdur……..”

“- Hem halîfeyim Cenâb-ı Peygamberin vekîliyim diyecek; hem de, vekâletini, vazîfe-i dîniyyeden tecrîd ve tasfiyeye kalkışacak!. M. Kemâl’in hareketi yani dinden devleti ayırması dinsizlik olmakla beraber, Müslümanlık hâricinde dinsiz bir hükûmeti akıl kabûl edebilir. Fakat dinsiz bir hılâfeti, akıl da kabul etmez. Onun içün M. Kemâl, dinden tecrîdini mümkin gördüğü hükûmeti almış, dinden ayrılması mümkin olmayan hılâfeti reddetmiş idi. Yeni hılâfetçiler ise dînî bir mevki’ olan hılâfeti dinden ayırmaya kalkarak, olmayacak bir sevdaya düşmüş yani hem dinsizlik ve hem ahmaklık göstermiş oluyorlar. Aklın mâverâsında kalan böyle hılâfetde Abdülmecid Efendi Hazretleri Cenâb-ı PEYGAMBERİN DEĞİL DE, ŞEYTANIN BİLE VEKÎLİ OLAMAZ. ÇÜNKİ ŞEYTAN DA BÖYLE BİR HAMÂKATI KABÛL ETMEZ… Kemalistler hükûmet kuvvetini tamamen ele geçirinceye kadar âlem-i İslâm’a dindarlık va’d etmişlerdi. Bunlar dinsizlik va’d ediyorlar. Hem de hılâfet hükûmeti nâmına va’d ediyorlar.”

Nasıl Usta, 1923’de “İstanbul Dolmabahçe Sarayında bir HALÎFE var!” mı imiş? Yoksa orada, “Şeytanın bile vekîli olamayacak!” bir hâin mi varmış!

Bin kere zor da olsa, artık “ezberlerden” kellelerimizi mutlaka yıkayıb arındırmak ve paklamak zorundayız! Yoksa bunun vebâli anamızı ağlatır!

Kâinâtın Fahri Aleyhisselâmın makâmında olacak kişi ile, Şeytana bile vekîl olamayacakları karıştırıb yer değiştirtdik mi, gerisini aklı ve îmânı olanlar tamamlar!

Dünki dandik, kukla ve alafranga Abdülmecid Efendi Hazretlerine “halife” denirse, yarın da Okyanus Ötelerinden ta’yinli “bilmem ne efendi hazretlerine” dahî “halife!” demek, pek kolay ve salya sümük coşturucu ve hoşturucu bile neden olmasın!?

Ne dersiniz, öyle değil mi Usta? İhtisâsınız dâhilindeki bu noktadan çok iyi anlarsınız?

 

(İntişârı: 05.10.2011)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir