(3) Eygi, Neden Bu Kadar İngiliz Hayrânı?
8 Nisan 2013
Eygi, Kendi Karizma Ve Resmini Nasıl Çiziyor?!
27 Ekim 2013

Ma’lûm Cemaatle AKP’nin arası iflâh olmaz derecede bozulalı, Okyanus Ötesinden gelen ve köpüren, hışım, buğz ve adâvetin hududları, şimdi de

(F) TİPİ BEDDUALARIN OKLARI AKP’YE YAĞIYOR!

Mehemmed SAFFET

 

Ma’lûm Cemaatle AKP’nin arası iflâh olmaz derecede bozulalı, Okyanus Ötesinden gelen ve köpüren, hışım, buğz ve adâvetin hududları, şimdi de “beddualardan” geçer oldu!

Okuyalım:

“Yolsuzluk ile ilgili tepkisini dile getiren Fethullah Gülen, sert ifadeler kullandı.”

“Eğer dilimde tel’in etmeye, ‘Yerin dibine batsın!’ demeye azıcık açıklık bulunsaydı, dilimin bir parçasında bedduaya yer olsaydı, ‘millete hizmet ediyoruz’ dedikleri halde o iş içinde kendi çıkarlarını düşünenler, meseleleri çıkar çarkına bağlayanlar, ihalelerde kendilerine pay ayıranlar ve kendilerine pay verenleri mabeyn-i hümayun insanı haline getirenler hakkında ‘Allah sizi çoluk çocuğunuzla, beklentilerinizle, ümitlerinizle yerin dibine batırsın, mahvetsin!’ derdim. Ama demedim; çünkü dilimde öyle bir şeye yer yok. İkbal’in dediği gibi, ‘Dua dua yalvardım; tel’ine, bedduaya ‘amin’ demedim!”

Allâh’dan ki “dilinde böyle bir açıklık yok, dilinin bir parçasında bedduaya yer yok!!!”

Ya bir de bunlara yer olsaydı, Hökûmât-ı Tayyibe, yandı ve “yerin dibine batdı ve mahvoldu gitdi ve bitdi idi!”

Eğer dilinde böyle bir “açıklık ve bedduaya yer olsaymış” şu aşağıdaki işleri yapar veya söylermiş:

1)  Hökûmât-ı Tayyibe’yi tel’in eder yani lâ’netlermiş!

2)  Onlara, yerin dibine batın dermiş!

3)  Onlara, beddua edermiş!

4)  Millete hizmet ediyoruz dedikleri halde, onlara, kendi çıkarlarınızı düşünüyorsunuz dermiş!

5)  Onlara, mes’eleleri çıkar çarkına bağladınız dermiş!

6)  Onlara, ihâlelerde kendinize pay ayırıyorsunuz dermiş!

7)  Onlara, ihâlelerden size pay verenleri, “mabeyn-i hümâyûn insanı” hâline getiriyorsunuz dermiş! (Mabeyn-i hümâyûn, Sarayda pâdişahın, husâsan erkekleri kâbul etdiği oda.) Demek ki, gelen husûsî ve global ve zâta mahsûs rûhânî istihbârât, Hökûmet-i Tayyibe’nin çok aleyhinde!. Beyanlara bakılırsa, Receb Tayyib Paşa, cemaat-ı nâzıra ve pîr-i hâzıra nazarında “mâbeyn-i hümâyûn” sâhibi bir ulu PÂDİŞAH!. Ammâ, çok menfî ve çok kötü bir pâdişâh! Ve o mâbeyn-i hümâyûn dâiresinde, ihâle kazananlardan “PAY” taleb ediliyor, Türkçesiyle, rişvet, harac, tokatlama, pataklama, hortum ve artık ne ise o!. Kim bilir, belki de “aslan payı!!!”

 Allâhu a’lem, son derece yağlı bir ihâleyi, cemaat tâcirlerinden birine vermeyib, kendi partidaşlarına verdiler, bu da Bahr-i Muhît-ı Atlâsî (Atlas Okyanusu) sâhillerinin dalgalarını tusunamiye çevirdi!. Yoksa, dünyânın bu kadar eşi menendi görülmemiş böyyük beddualarıyla, kim kimin üzerine yürür?

 Okyanus Ötesinin, hökûmet-i Tayyibe hakkındaki, beynelmilel, şaşmaz, hassas ve rûhânî emniyet istihbârâtı, ânında işte böyle!

8) Başka ne dermiş? Hökûmât-ı Tayyibe’nin, pay alan ve pay aldıkları adamları “mâbeyn-i hümâyûn insanı hâline getiren” üyelerine, “Allâh sizi çoluk çocuğunuzla, beklentilerinizle, ümitlerinizle yerin dibine batırsın mahvetsin” dermiş!

9)  “Ama demedim, dilimde böyle şeylere yer yok!” diyor… Hadi canım sen de!!!. Zaten, bu kabil numaralar insanların gözünde inandırıcılığı sıfırlıyor!

10)               Kamal Öz Paşa hayrânı İkbâl gibi, “dua dua yalvardım, tel’ine bedduâya âmin demedim!” diyor… Kimi ve hangi abi ve ablaları ve safları buna inandıracaksa…

Dilinde, hem bu gibi şeylere yer yokmuş amma; hem de, öylesine “beddua ve lâ’netlemeye ve çoluk çocuğunuzla yerin dibine batın ve mahvolun demeye” ve bunları fikretmeye ve tasavvurundan geçirmiye muhteşem bir kâbiliyyet varmış ki, doğrusu böylesine usta, sipsivri bir dil, en sivri ve çatal dilli yaratıklarda bile yaratılmış olamaz!

Demedim derken, demiş olmanın san’atı muhteşem, hatta (camcem projesi) kadar fevkal’âdenin de fevkinde! Tam da diyalogcu, olimpiyatçı ve camcem religionu rûhânî dili!

Okuyalım:

“Herkul.org’da yayınlanan son sohbetinde “Benim dünya ile ne alâkam olabilir ki! Benim dünyadaki hâlim, bir ağacın altında gölgelenip azıcık dinlendikten sonra yoluna devam eden bir yolcunun hâline benzer” şeklindeki hadisi anımsatan Gülen, “O (sallallâhu aleyhi ve sellem) isteseydi, Ashab-ı Kiram evinde barkında ne varsa getirir ve O’nun altına sererlerdi. Fakat İnsanlığın İftihar Tablosu, kendisini, muvakkaten bir ağacın altında ârâm eden ve sonra da çekip giden bir yolcuya benzetip dünyayla olan münasebetinin bundan ibaret olduğunu ifade ediyor; ruhunun ufkuna yürüyeceği âna kadar da hep bu ölçüye göre yaşıyor ve ümmetine de istiğna ruhunu talim buyuruyordu” dedi.”

Bu fevkal’âde ihtar ve tokatlar şöyle anlaşılabilir:

“Rasûl-i Rusül nasıl yaşıyordu, nasıl dünyâda bir yolcu gibiydi, istiğnâ rûhuna nasıl sahibdi, işte ben de öyleyim! Ey, pay peşindeki Tayyib Efendi ve Hökûmeti, siz de böyle olun! Müslümanlık palavrayla olmaz, bizim cemaat-ı nâzıra ve benim gibi olur!. Gemicikli bir dünyâ, hospitıllı bir Emnânım saltanatıyla olmaz, her ihâleden (pay) yürütmekle hiç olmaz! Çok mütevâzî bahçe içinde, gene çook mütevâzî bir mâlikâne, kimin neyine  yetmez!. Pay, may ve fay hatları peşinde olmamalısınız!. Ay ve av peşinde olun!. Bizim sâdık avcılar gibi Ay ışığında avlanın!. Güpegündüz güneş tepedeyken ve herkesin gözü önünde olmaz, herkes görür, gözden ırak olunmalı…Yoksa biz, susamayız, susarsak çok ayıp olur!”

Okuyalım:

Gülen, yolsuzluk ve ihalelerde haksız kazançlara tepkisini şu sözlerle dile getirdi: “İnsanlığa hizmete kendini adamış olanlar, peygamber yolunda yürüdükleri zaman kalıcı eserler bırakırlar. Yoksa Harun olarak yola çıkıp, sonra Kârunlaşan kimseler, bir gün hazineleriyle beraber yerin dibine batarlar da, lanet ile yâd edilirler.”

Tabii bütün insanlığa kendisini adayan ruhban sınıfları, vakıf birâderler, “Alevî yorumu hümanist İslam” diyen Profdedefendisör İzzettin dedeler, “Türk Müslümanlığı!” diyen ve bunu senâ eden nice emekli vâizfendiler, papa ve tüm kardinaller ve aşağı doğru bütün ruhânîler, yehûdiyyet haham silsileleri, hep beraber ve el ele, kol kola peygamber yolunda yürüdükleri içün, büyük eserler vermişlerdir! Câmiler, tekke ve dergahlar, kiliseler, Dom Kilisesi gibiler, cem evleri, camcem tapınakları, camçerçeve takınakları, havralar ve sâireler gibi çok büyük “yapıtlar ve tapıtlar” ve hatta nice heykeller, büstler ve “Picasso tablosu!” gibi eserlerle kalıcı olmuşlardır!

Âşıkânın, mâşukândan istinbât eyliyeceği derin ve derûnî, lâhutî hatta sümbülî ma’nâlar, şöylece de olabilecekdir:

“Ey, Hökûmât-ı Tayyibât! Okyanus Ötesine kadar her gün ulaşan müthiş ve global ve diyalogsal istihbârâtımıza nazaran, siz, Hârun görünerek işe başladınız ammâ, bir eliniz balda, bir eliniz yağda, bir ayağınız bemyeyaz AK karda, öteki bacağınız yağlı payda, Kârun gibi keselerinizi, kasalarınızı, masalarınızı ve çuvallarınızı, bir gün çuvallarız, cemaat bizi bir gün çuvala sokup, başımıza da, o müttefik canlar gibi çuval geçirir demeden habire dolduruyorsunuz!. Bir gün hazineleriniz, dolarlarınız altınlarınız ve mücevherlerinizle, Kârun gibi yerin dibine batacak; ve lanetle yâd edileceksiniz!. O zaman sizi ben değil,  nato ve veto  bile kurtaramaz!

O zaman, Adeviye’nin dört parmağı bile yakanıza sarılır!. Bizim cemaat, zâten bir kaşık suda işinizi halleder!. Benim şakam olmaz, beni dinlemez de dediklerimi harfine kadar yapmazsanız, asla unutmam!. Mustafa İsmet unutdu mu?. Harbden evvel kendisini tepen katırın tırnak numarasını neye aldı?. Unutmamak içün!. Harbden sonra o tırnak numarasından katırı buldurdu ve kurşunlatıb vurdurdu!. Unutdu mu?. Böyyük adamlar unutmaz! Ben de bana yapdıklarınızı unutmam!. Hepinizin tırnak numaraları bizim canların defterlerinde kayıtlı!. Elbet bizim de sansımızın yâver gideceği bir (hoşgörü ve camcem baharı) ayak ucumuza düşer!. İşte o zaman Hârun kim, Kârun nereye batıb göçmüş belli olur!

Seçimler de yaklaşıyor; ve bizim cemaatden, Abantçılarımız ve ateist profederlerimizden  zırnık miktarı oy alamazsınız!. Raşel (Rahşan) bacımızla taa Hindistan’da hind feylezofu Tagor’un mezarına kadar gidib onu ziyâret eden Müteveffâ Böyyük Devlet Adamı Ecevit-i Büllende Hazıretleri sağ olsaydı, elbetdeki (oylarımız) gene külliyyen onun olurdu!. O bambaşka bir politika üstâdımızdı! Zâten Âhıretde, bana “şefaat etme salâhiyyeti verilir verilmez ilk şefaat edeceğim” de, o Büyük Osmanlı Ulemasından ve Medine kâdîliği de yapmış Dadaylı Merhûm Mustafa Şükrü Efendi Hazretlerinin torunu, bu Böyyük adam Mustafa Bülend canımız olacakdır… O, hiçbir zaman Kârun olmadı, gerçi Hârun da olamadı, ammâ ihâlelerden pay alma peşine ve düşüklüğüne de aslâ ve kat’â düşmedi!. Bugünkiler, bana gelen global ve istikbâl istihbârât raporlarında apaçık belirtildiği gibi, “PAY hatları!” döşemekle meşgûller! Benim beddualarımla, yakında maddî veya ma’nevî “FAY hatları” altında kalacak ve çoluk çocukları ile toprak altına geçeceklerdir; ve onlar, Âhıret’de şefaatime de aslâ mazhar olamıyacaklardır!”

Okumaya devam edelim:

 “Hiç olmazsa imana ve Kur’an’a hizmete kendini adamış bu daire-yi mübareke içinde bulunan insanlar, yaptıkları hizmetler içinde, konumları itibarıyla ‘Ben şunu kendi hesabıma bir avantaj olarak değerlendirebilirim. Hatırımı kullanarak ‘şöyle bir mukavelede/ihalede bana da şu kadar şey düşünün’ diyebilirim’ mülahazalarından uzak olmalıdırlar.”

“Hizmet-i îmâniyye ve Kur’âniyye!” diyerek yola çıkanlar, “papalık misyonunun bir parçası olduklarını!” bile apaçık söyler olmuşlarsa; “Türkçe Olimpiyatları!” denen tezgahlarda,  130 memleketin  müştehâd ve garibân kızları harmanlanıp varyete artistleri gibi şehir şehir dolaştırılarak, göğüs, göbek ve kalça çalkalattırmalarla elâlemin gözlerine sokulur hâle getirilmişlerse; Şerât’ın şiddetle haram kılıb yasakladığı bu keyfiyet ve vasatlara, sonsuz kere hâşâ, Rasûl-i Rusül Aleyhisselam Hazretleri’nin geldiğini söylemek gibi akıl ve îmân almaz muhaller, vaki’ imiş gibi gösterilir olmuşsa; ve Alevî dedesi Profendisör İzzettin ile (camcem religionu) icâdı peşine de düşülmüşse; ve “Allâh yoksa bile insanlar onu yaratmalıdır!” diyen İzzettin Dede, “İslâm Hümanizması!” inşâ edeceklerini de apaçık söylüyorsa, o yarım asırlak meşhuuuur “mülâhazalar!” elbetde nazara alınmalı ve acılar içinde hatırlanmalıdır!

Son paragrafdaki korkunç çarpıtmaları da okuyalım:

“Gülen “Topkapı” kavramının bir milletin mübarek ve sahabeye yakın bir milleti dünya hâkimiyetine götürdüğünü, Necip Fazıl Kısakürek’in “Mecidiye kasrı”nı anlatırken “şu piçin de o sarayın yanında ne işi var” dediğini hatırlattı. Gülen konuklarıyla sohbetini “Dolmabahçeler, Yıldız’lar, yıldızımızı söndüren, dünyayı bir yanıyla bize cennet gösteren, gösteren de cenneti Allah’ı unutturan yerler olmuştur.”  (habervaktim.com)

Büyük Üstâd Merhûm Necib Fâzıl Bey, eğer bugün, Allâh Azze’nin Dîni olan İslâmiyyet’e, diyalog, olimpiyat, camcem düzenekleri v.s. gibi nice maskeler altında hazırlanan imhâ tuzaklarını görseydi, asıl piçleri Mecidiye Kasrı’nda değil, adı geçen sûikasd çukurlarında arar, bulur ve o kılıçlaşan kalemiyle nice kelleleri de biiznillâh, ayakları ucuna düşürürdü!. Birileri çok dua etsinler ki, omuzları üzerlerinde kelleleri duruyorsa, Merhûm Üsdâd’ın aramızda bulunamayışındandır!. Üstâd Merhûm’la zerre kadar îmân ve fikir beraberliği kalmıyanların, O’nu istismâr ederek ve onun satırlarını kullanarak, Merhûm’un doğrularını, bâtılların reklâm ve tervîcine harcıyanlar, iki cihanda da Merhûm’un âhını ve (bedduasını) alacaklarını unutmamalıdırlar!

Yıldız Sarayına, dolayısıyla Halîfe-i Müslimîn Hazretlerine, “yıldızımızı söndüren, cenneti ve Allâh’ı unutturan olmak!” soyundan hakâretler savurmak ise, Halife-i Müslimîn Essultân İbnüssultanü’l-Gâzî Cennetmekân Aleyhirahmeti Ve’l-Ğufran Abdülhamîd Hân-ı Sânî Hazretlerine yapılabilecek en büyük iftirâ ve bühtân olarak da tescil ve kabûl edilir; ve bu, apaçık da ortadadır… Artık bugün, nice hâinler bile, Büyük Halîfe aleyhinde yazılanların nasıl bir iftirâ, yalan ve bühtân olduğunu i’tirâf eder hâle gelmişlerken, bazılarının, hâlâ mütenebbih ve iflâh olmamaları, cidden çok esef edilecek büyük bir hasâretdir!. Körle yatanların şaşı kalkmaları cinsinden, “haçlı, yehûdî ve camcem religionu hümanistleri ile yatmaları” da, bazılarının, Halife-i Müslimîn Merhûm Sultân Hazretlerine “Cennet’i ve Allâh’ı unutturan adam!” şeklinde ağız bozmalarını netîce vermişdir… Nice KÂFİR devlet reislerinin bile, “büyüklük, ehliyet, dirâyet ve siyâsetini son derece harâretle takdir” etdikleri bir İslâm Büyüğüne bu kabil korkunç iftira ve bühtan savurmak, çok çirkin ve son derece mes’ûliyyeti mu’cib bir hâl; ve korkunç beddualar almaya bâdî bir keyfiyet ve nasibsizlikdir!

Büyük Halîfeye, ancak, Jön Türk ve ittihadçı denen mason ve mason yavşakları ve yahudi-ermeni hâinleri ve haçlı mel’unları ve râfızî şeytanları binbir ihânet ve sûikasdla karşı çıkmışlar; ve dâimâ onun dünya çapındaki İslâm müdâfiiliği önünde kâfirce fitne ve fesad tezgâhları kurmuşlardır…

Büyük Halîfe ve Sultân Hazretlerine, bu vesîle ile binlerce Rahmet ve Minnet; Ona ta’n u teşni’de bulunan, hakâret ve iftirâ edenlere de iki cihânda lâ’net ve hasâret…

(İntişârı: 19.09.2013)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir