Artık “Homo’lu, religion”lu fetvâlar (fetâvâ) da görür olduk ki; böylece göz ve zihinler, Lâtince’nin bu cenâbet “homo” kelimesini iyice benimsiyecek ve onunla hemhâl olmıya başlıyacakdır!
Eygi Bey de, (25.1.2016) tarihli Vahdet nâm gazetede böyle bir hüküm ihtivâ eden fetvâ sallayıb savurdu!
Hâşâ, müslüman bilmem ne “homo”suymuş!
Yere geçsin, öyle müslüman ve onu öyle ilân eden kalem!
Haçlı gâvurları bile böyle bir ucûbe tâ’bîr kullanıb “Müslüman, bir HOMO Religiosisdir” demez; ve dediklerine de rastlanmaz!. Diyorlarsa, echeliyyetinden veya gâvurluğundan diyor; tahrîf, tahrîk ve tahkîr içün kalemine alıyor demekdir…
Çünki Haçlı literatüründe “ruhbân sınıfı” vardır; ve bunlar, “dîn görevlileri= din adamları” ta’bîriyle bilinir. İşte bunlara “Homo Religiosis!” dense, hiç de göze batıb hastir çekdirmezler!. Zaten Freng gâvurunun 1789’daki o giyotinlerin işlediği, kellelerin enseden uçurulduğu vahşet devrinde; o “ortaçağ nasrâniyetinin” engizisyon mahkemelerini “İstiklâl mahkemeleri” gibi kullandıkları demlerde, “laicus” denen dinsizliği ortaya atdılar. Bütün hıristiyanlara (nasrânîlere) laique, kiliseye bağlı bilumum vazîfelilere (ruhbân sınıfına) da “homo religiosis” dediler. Sonra Vatikan, bu “homoluğa” pek balıklama daldığı içün, her taşın altından “çocuk tâcizi” ve bir “homo rahib veya kardinal” çıkar oldu!.
İngilizin Darwin yahudisi de insanların atası olarak “Homo sapiens” maymunlarını gösterir!. O da (homo)lu bir lâf etmeden duramaz; ve yahudiliğini, böyle bir (homo)ya takılarak hâlâ sürdürür… Nice iki ayaklı (maymunlar) da, bu Darwin dolduruşuyla o cins maymunları ATA bilir; ve hatta onların ruhlarına animistce tapar da… Eygi’ye göre bunların da “HOMO Animistcus” gibi bir nesne olmaları lâzım gelir!
Lakin bu “Homo sapiens maymunları” o onbinlerce sene evvelinde nasılsa (!) bir “insana dönmüş”; ondan sonra bir daha “insana zıpladıklarını, insan kılığına girdiklerini” kimse görmemişdir!. Diğer insanlar ise, Âdem Babamız (Aleyhisselâm’dan) tekessür etmiş, çoğalmış…
Hulâsa bugün, dünyâda Homo sapiens maymunlarından gelib, “ATAM maymun” diyenler bir tarafda; ve “ATAM ÂDEM” diyenler ise diğer tarafda olmak üzere, iki insan türü bulunuyor!. Bu iki taraf, Kıyâmet’e kadar “Âdemîlerle Maymûnîler” arasında hiç inkıtâa uğramadan devam edib gideceklerdir!
Bir de “Homo economicus” diye bir iki ayaklı cinsi vardır!. Bunlar da “Homo sapiens” maymunlarından üreme ve türeme olarak, ekonomiye taparlar!. Bunlar içün herşey paradır, maddî menfaatdir, rahat içinde, konfor içinde kapitalist ağalığı kucağında, zenginlik hayâlleri ile Kârûn gibi yaşamakdır…
Homoluk biter mi?
“Homo politicus!” ne olacak?
Bunlar da “Homo sapiens maymunlarını ATA tanıyıb onlara tapan”; ve yalan, iftirâ, gözboyama, sihirbazlık, şarlatanlık, soygun, vurgun, hısım akraba ve eş dost kayırmalar içinde “milleti idâre etdikleri” gösterişinde olan boynu (ağlâlli) yani kelepçekli “uygar” homolar… Bazı “yanaşmalar” bu “Homo politicus” tâifelerinin çüştepelerdeki saray sofralarına giderek utanmadan ziftlenir, sonra da “dîne hızmet içün ihlâslı olmakdan, ehl-i sünnet hizmetkârı olmakdan v.s.” bahisle ehâliyi aldatırlar!.
Eygi Bey (Homo) kapısını açınca, artık çorap söküğü gibi gelir!
“Homo Religiosis” olur da, “Homo sexolojiscus”a (!) kadar düzinelercesi neden olmasın!
Uydurmanın hududu, terâzisi, insâfı, dini-îmânı-mezhebi olur mu?
Uydur uydur söyle…
Bir kere “MÜSLÜMAN” kelimesinin ifâde etdiği ma’nâ, edille-i erbaada nasıl ta’yîn ve tesbît edilmişse odur; bunu, gâvur dilinin “homo religiosis”i aslâ anlatamaz, bu muhâldir… Müslüman, herhangi bir religionun herhangi bir (adamı) veya (insanı) değildir. Bu gâvur terkîbi “ruhbân sınıfı” olan bir takım religion veya onların mezheblerinde sâdece bu işin me’mûru olan heriflere bir cins ismi olarak verilmişdir. Bir de, kıblesini Haçlı Bâtıl Batı yapan cumbokrasi Türkiyesi orayı herşeyi ile taklîd etmek istediğinden, bu gâvur terkîbini “din adamı” veya “din görevlisi” gibi ucûbe bir kolonlama terkible kullanır olmuşdur. Maksad, Lozantaparlık mu’cebince, İslâmiyyet’i milletden ve devletden tayyedib (kaldırıb), onu, “belli bir zümrenin narkozlayıcısı” derekesine indirerek, cemiyet hayatından ma’bedlere ve oradaki heriflerin vicdanlarına hapsetmek… İslâm ise böyle hezeyânların topundan da münezzeh ve müberrâdır…
Eygi, çalakalem yazarak, Fransızca aşkıyla ve lisan züppeliğine meclûb bir adam ve madam gibi, freng diline bulaşmadan edemiyor! “Sosyolojik müslüman, müslüman burjuvazisi, müslüman aristokrasisi, müslümanlık laik bir dindir v.s.” gibi aslı astarı olmıyan; ve 15 asırdır hiçbir ehl-i sünnet âliminin kitabında asla görülmiyen nice hezeyanlarla zihinleri karıştırmak, Allâh’ın dîni’ne hizmet değil; tam tersine O’nu bulandırmak ve bozmak demekdir. İslâmiyyet’e samîmî olarak hizmet etmek istiyen bir mahlûk, kim olursa olsun, Şerîat (ıstılahlarını) muhâfaza yerine, “dil devrimi” denen ihânet ve yıkımın “uydurukça=kurbağacaları” ve gâvuristan hançeresinin hırıltı ve zırıltılarını kullanarak müslümanların idrâk ve telâkkîlerini zehirliyorsa; ve bunu, gafletinden dolayı yapıyorsa buna “gâfil-i müfsid”, hıyânetinden ötürü yapıyorsa buna da “hâin-i müfsid” denir. Allâh’ın dîni, 15 asırdır hangi ıstılahlar, ta’birler ve kelimelerle İslam kavimleri tarafından muhâfaza ve telâkkî edilmişlerse, onu bu esas ve temel üzerinde tasdîk ve tahsîn etmek şartdır. Aksi halde, ortada bugünün “laik dembokratik cumbokrasi” teslisine de tapdıran “kulatapış” dini kalır. Tv ve internetler, ilahyapyatlar ve DİB cebhesi, yahudi gibi tahrif edilmiş bir din uydurmayı, işaret etdiğimiz ıstılah ve kelimeleri tard ederek veya onlara başka ma’nâlar yükliyerek bu iblisliğe pek büyük bir kuduruşla zaten devam etmektedir. Onların ekmeğine yağ sürecek şekilde “Freng Gavurunun b.kdan kelimelerini” de bir başka “icâzetli” ve “kerâmeti kendinden menkûl” adam ve madamlar bu ehâlinin zihnine çakmıya ıkınırlarsa, buna bir müslümanın tehammül etmesi mümkin olamaz…
Eygi, yıllardır kendisini ikâz etmemize rağmen bu son derece sakîm, altından kalkılamaz mes’ûliyyetler yükliyen, tehlikeli ve azâbı şedîd olan çirkin yoldan dönmemekde inâd ve ısrar etmektedir…
Daha evvel de müteaddid def’alar yazdığı gibi, (12. Ocak 2016) tarihli M. Gaz.’de de, “kerâmeti kendinden menkûl şeyh efendiliğini” gene gözlere sokdu! “Dînî mevzularda yazı yazmak içün İcâzetli olduğunu” İskenderpaşa İmam Hatibi Merhûm Muhammed Zâhid Efendi Hazretleri üzerinden yürütmekde; Merhûmun kendisine “dînî mevzularda yazı yazma İCÂZETİ verdiğini” zerre kadar (utan….n) dünyâya i’lân edebilmektedir. Hayatda olan El Hacc Osman Çataklı Bey’e kadar nice zevât, Merhûm’un yıllarca yakın hizmetinde bulunmuşlar; ve böyle bir şeyin aslâ olmadığını beyan etmişlerdir.
“Nice emeklerle kurulan cumhûriyetimizi rafa kaldırmıya kimse heveslenmesin” gibi abuk sabuk başmakâle yazan dâmâd-ı müteveffâ E.M.Coşan bile, Merhûm’dan “icâzet” almış değildir. Kurduğu “sağduyu partisi” bile, “parti bölücülükdür, particilik müslümana yakışmaz, particilikle uğraşalım bakalım encâmımız ne olacak” buyuran Hocaefendi’ye bir başkaldırıdır!. Nerde kaldı ki, Eygi’nin “dînî mevzularda yazı yazma icâzeti” bulunsun!.
Eygi, Merhum Hocaefendi’nin huzurunda “Müslüman, bir HOMO Religiosis’dir” deseydi; “İslam zaten Laik bir sistemdir, dindir; sosyolojik müslümanlar, İslâm burjuvazisi v.s.” gibi lâflar edecek olsaydı, acebâ hâl ü pürmelâli nice olur, nasıl huzurdan def’ ü ref’ edilirdi!? “İslâm Sosyalizmi” tabirini uyduran Müteveffâ Nureddîn Topçu’ya da, Büyük Üstâd Merhûm Necib Fâzıl Bey bunun bedelini çok güzel ödetmiş ve adamı nasıl benzetmişdi!
Nasıl olsa artık büyükler toprağın altında; tahkîk imkânı da yok, sık sıkabildiğin kadar, at atabildiğin kadar!. At martini Debreli Hasan dağlar inlesin! Herkes allâme olmuş, kimi “peygamber misyonlu lider”, kimi mehdi, kimi Kâinâtın İmâmı, kimi müctehid, kimi müceddid, kimi evliyâullâh; kimi cübbeli uçar-saçar, batar çıkar, kimi uyur gezer; kimi kutub, kimi hatt-ı üstüvâ (ekvator)… Biraz da “icâzetli (!) yazar-çizer mollacıklar türese ve ürese” çok mu!?
İşte, aslâ inanılmıyacak “kerâmeti, kendinden menkûl icazetli şeyhin”, kimleri inandıracaksa, onların gözüne sokduğu satırları:
“Soru: Sen din alimi misin?
Cevap: Kesinlikle değilim. Normal lisede ve Siyasal Bilgiler Fakültesinde okumuş avamdan bir Müslümanım.
Soru: O halde dinî konularda niçin bu kadar yazı kaleme alıyorsun?
Cevap: Yazarım tabiî… Bendeniz, İslamın iki kere iki eder dörtlerini, ilmihal konularını, zaruriyat-ı diniyeyi yazıyorum. Bunları yazabilmek için icazetli din alimi olmak gerekmez. İtikadını tashih et… Namaz kıl… İhlaslı ol… Zekatını ver… İslam ahlakı ile ahlaklı ol… Din ve iman kardeşlerini sev, onlara buğz etme… Tefrikadan uzak dur… Fitne fesat çıkartma… Bunları, yeterli ilmihal kültürü varsa, eli kalem tutuyorsa herkes yazabilir… Hem benim, ilmihal konusunda yazı yazmak hususunda rahmet-i Rahman’a kavuşmuş muhterem bir şeyh efendiden icâzetim bulunmaktadır.”
Uyanığa bakın hele, “İslâm’ın iki kere iki dört ederlerini” yazıyormuş; “zarûrât-ı dîniyyeyi” üfürüyormuş!
“Sosyolojik müslüman” demek; “Müslüman, bir HOMO Regiliosisdir” diye yumurtlamak; “İslam zaten laik bir sistemdir; sosyolojik müslümanlar, İslâm Burjuvazisi” diye sıkmak, v.s., bütün bunlar “İslâm’ın iki kere iki dört eden, zarûrât-ı dîniyyesinden” şeyler öyle mi?. HANGİ EHL-İ SÜNNET ÂLİMİNİN HANGİ KİTABINDA BÖYLE YAZIYORMUŞ?.
Hani KİTÂB’A göre yazılacak, ulemâya ters yazı çizi, lâf, kuru sıkı atılmıyacak ve (edebli-terbiyei-haddini-hududunu) bilir olunacakdı; kafadan ve işkembe-i kübrâlardan sıkılmıyacakdı?
Bunca reklâmı yapılan saçmalamalar zarûrât-ı dîniyyeden olacak öyle mi? Bu abuklukları olsa olsa reddetmek zarûrât-ı dîniyyedendir. Zikredilen zırvalar, adamın îmânını bulaşığa çeviren, butlânı zâhir bid’at ve zehirler…Zarûrât-ı Dîniyye’yi, Kitab’ın muhkem âyetleri ve mütevâtir hadîs ve mütevâtir icma’ ile sâbit hüküm ve haberler meydana getirir ki, ictihâdlar ve haber-i vâhidle sâbit hüküm ve haberler bile bunun dışındadır. Demek ki, Eygi Bey’in yukarıya aldığımız ve daha yüzlercesini de buraya alamadığımız zırvaları, müctehid imamların ictihadlarından ve hadîs-i âhad ile sâbit hüküm ve haberlerden çok daha dinde zarûrî ki, hâşâ, “dînî zarûretler derecesinde” oluyor!. Zarûrât-ı Dîniyye, İslâmiyyet’in olmazsa olmazlarıdır; bunların dışı küfür, şirk, nifâk ve bâtılı teşkîl eder. Zarûrât-ı Dîniyye çocuk oyuncağı olamaz; ve onu değil inkâr, onda şekk ve şübhe dahî îmânı zîr ü zeber eder; böyle bir mahlûka da aslâ “müslüman” denilemez. Diyen, kâfire müslüman demiş ve onun bu bâtıl itikâdını İslâm kabul etmiş olur ki, bu dahî küfre müeddî bir rezâletdir...
Buna, aklı başında bir müslümanın i’tibâr etmesi sâdece muhâldir; ve bu kabil abukluklar, Allâh’ın Dînini zayıflatmakdan başka hiçbir HALTA da yarayamaz…
Eygi’nin “muhterem bir şeyh efendi” dediği ise, bâlâda beyân etdiğimiz gibi Merhûm Muhammed Zâhid Hocaefendi’dir. İsim veremeden bu kabil zevât-ı kirâmın arkasına korkakca sığınmak; ve sonra da “icâzetim var” gibi lâflar sıkmak, hocalar üzerinden tasavvuf (tarîkat, halîfe, hoca) istismârı olub, başka bir şey de kabûl edilemez… Bu kabil adamlarla onlara âid saçma sapan beyanların, “Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemâat” hizmeti ile zerre kadar alâkasının olamıyacağı da îzâhdan vârestedir.
Müslüman, “Homo Religiosisdir”, yok bilmem neye “maydanosis” ve bilmem neye “sos ve sosisdir” gibi cıvık hükümlerden ve orta malı bulunmakdan münezzehdir; ve mücerred edille-i erbaa ile önünde duran ahkâm-ı Şer’iyye’ye cezm ve yakîn derecesinde îmân ile amel eden, ahlâklı, mert, dürüst, kıvırtmıyan, dolambaçlı hesablarla kafa ve kalbleri fesâda vermiyen ERKEK adam demekdir vesselâm…
(İntişârı: 27.01.2016)