Eygi Bey’in Yeni Fetvâsı: “Müslüman Bir Homo Religiosisdir!”
27 Ocak 2016
Bir Chp Klasiği!
6 Şubat 2016

“ABD ikinci adamı” dedikleri (Bıden) nâm freng, geçenlerde geldi ve ayar verib gitdi! Ankara sekülarizması da, herife yedirib içirdi, önünde caketini

İKİ CÂMİ ARASINDA KALAN BÎNEMÂZ!

Mehemmed SAFFET

 

 

“ABD ikinci adamı” dedikleri (Bıden) nâm freng, geçenlerde geldi ve ayar verib gitdi!

Ankara sekülarizması da, herife yedirib içirdi, önünde caketini ilikledi; ve işine gelmiyen Bıdenik sözleri kemâl-i âfiyetle bir güzel yiyerek mideye indirdi!. Hazmetdi mi, yoksa taş gibi oraya oturdu mu, onu “Ankara laik-dembokratik-cumbokrasi teslisine tapınan” monşerlere sormalı!

Bugün Ankara “homo politicus” tâife-i ricâli, çok feci’ bir şekilde köşeye sıkıştırılmış, nerede ise nefes almakda zorlanır olmuşdur!  Böyle giderse “sun’î teneffüs” ameliyesine muhtâç olacak gibi görünmektedirler… ABD ve Moskof başda, Şii Cumbokrasisi, yahudi teokrasisi, İngiliz elebaşılığındaki AB haçlı Gâvurokrasisi, T.C.’yi kuşatıb çemberi her gün biraz daha kancık usûllerle daraltmaktadır…

ABD at hırsızları ile Moskof ayılarının PYD soytarıları üzerine kol kanat germekde birleşmeleri, işin içinde nice hinoğlu hinlik ve cinlik olduğunu gösterse de, 92 senedir bir türlü aslına dönemiyen Ankara’nın, bu düğümleri çözecek hâl ve mahâreti de iflâs etmişe benziyor… 92 senelik “gardiyan ve cellâdlara aşk besteleri düzmenin” peşindeki Ankara tanrıları, şimdi bunlara “hastir” çekmekde fevkal’âde zorlanıb ıkınıyor! Adam ve madamların elleri kolları bağlanmış; 92 senelik bütün hesablar, haçlı batı şartellerinin düğmeleri üzerindeki PARMAKLARA göre ayarlanarak kıl kadar yerinden oynamaz olmuşsa, hani “sözün bitdiği yer” lâkırdısı var ya, işte ondan başka kurbağaca bir  “seçenek” ve  hayvanları güderken omuzlara alınacak bir “kepenek” görünmüyor!

Katerina fırlatması Moskof ve Acemistan Pers şiası bir tarafdan; İngiliz elebaşılığındaki AB, ABD ve Yahudi gâvurları diğer tarafdan, baskı ve yıldırmıya devam peşinde…

Ankara 92 yıldır müstakil, müstakar, aklı başında ve ciddî bir dünyâ ve UKBÂ görüşüne sahib olamadığı; tam tersine, alkol komasına girmişcesine kafa ve paşa konforu peşine düşüb herşeyini heykellere bağladığından; ve halkını da ezib içini boşaltdığından ve bunun tepesine de “ne mutlu Türküm, bir Türk dünyâya bedel” külâhı geçirmeyi böyyük bir “devlet idâresi” formülü olarak sayıkladığından, bugün işler gelib dayandı, KÜRT istismârının cerci ve komisyoncusu PKK ırk tâcirleri ile boğuşmaya… Buna munzam bir de DEAŞ veya IŞİD dedikleri “din” tâcirleri peydahlandı ki, müttefik ve stratejik ortak bulunan gâvur tâifelerinin, pek güzel bir “dost kazığı” olarak bu da bir başka solutmaz sancı… Evet, ne kadar terör mihrakları varsa, devlet çapında da olsa, topunun da arzdaki peydahlayıcısı, haçlı Batı’ıdır; ve onların topu da “yağlı, çakma ve dost kazıklarıdır!”

Tabii Şia-Pers Acemistan Cumbokrasisi bu vaz’iyyet-i etrakdan ve manzara-yı umûmiyyeden fevkal’âde memnun ve mes’ûddur; ve molla nazariyeleri ile ortalıkda ve bilhassa İngiliz kâfirinin “Ortadoğu” adını takdığı “Müslüman Coğrafyasında”, patronunun (kahyâsı) gibi cübbelerini şişire şişire gezib Osmanoğlu bakiyesi garîbanlara burnunun ucuyla gülüp “lölö” çekmektedir!

Şii Ahundbaşı Humeyni’nin kitablarını tercüme ederek, FETÖ reisinin hempâlarından A. Bulamaç’a bastıran, Kezban’ın kıdemli kocası ve Azerî şiisi Pırasasör H. Hâtemî de, bahsetdiğimiz kahyâlıkdan epey pay kapmışa benziyor!. Herif, “Topçu Tavil Tayyib Paşa” Cenâblarına “Menderes İPİ” olarak meşhûr o şerefsiz urgan cinslerini hatırlatıb, şiice, nostaljik şehvet manzaraları bile çizebiliyor!

DİB denen yerin başındaki GÖRMEZ nâm sarıklı birâder-i siyâsî ise, Tahran ve Kum gibi şii-PERS merkezlerine geçen ay seyr ü sefer eyleyüb, oralarda şia keyf ü rûhuna göre şirinlik ve şekerlik bûseleri dağıtabilmekteydi… Tavil Tayyib Paşa da, nasıl olsa Tahran’da iken “Ne şii ne sünnîyim” dedi ya, artık karada ölüm mü olur?. Artık “şii ve pers dünyâsı” Ankara kafesinde keklikdir!. Artık Şah İsmâil’e karşı Yavuz Cennetmekân’ın, Uzun Hasan’a karşı Fâtih Cennetmekân’ın hiç üstünlüğü ve fâikiyyeti ve hatta FARKI bile kalmamışdır!. İki taraf da cinsiyet “eşitliği” cinsinden hatta gramajca da eşitliğe geçirilmiş, çeşitliğe aslâ ve kat’â hâcet kalmamışdır!. Böylece Ankara, Acemistan PERS İmparatorluğu içün şiiliği bal gibi kullanan Tahran mollaları karşısında, laik, modern, gravatlı (boynu kelepçekli=Yezîdî) Bay kişiler olarak tesbît edilmişdir!. Pers mollaları, “Yezîdî” dedikleri Ankara’lı çok sayın bay kişilere “Bay Kuş” nazarı ile bakarak, onları (KUŞ) gibi pek hafife almışlardır!…

Tarihde ilk defa “Ne sünnî ne şiiyim” diyen ağızlar tarafından “şiilik ve sünnîlik” aynı denk kefelerde tartılarak ve  değer biçilerek reddediliyordu… Hem reddediliyor, hem de aynı değere sahib olarak görülüyordu…

Bu, hayra alâmet olabilir miydi? Sünnî Anadolu Sultanlarının ve ümmetinin duâsını alabilir, beddualarına ve “aah u enîn” edişlerine mâni’ olabilir miydi?. Bu, 1000 yıllık Anadolu târîhini redd ü inkâr olmaz mıydı?. Aslını inkâr etmek gibi bir manzara ortaya çıkmaz mıydı?

Bu nasıl izâh edilebilir ve bunun mes’ûliyyeti altında ezilmeyen, yamulmıyan, beliyyelere ve âfetlere ma’rûz kalmıyan bir ferd veya cem’iyyet düşünülebilir miydi?

Haltettin Karamanlis makûlesi adam ve madam kargaları “kılavuz ittihâz etmenin” mezhebsizlik ve aslı inkâr faturası, çok ağır ve yüklü gelmez miydi?

Hâlâ falan filan haçlı memleketlerin “başkanlık sistemlerini tedkîk ediyoruz” diyerek bir türlü kendi kendisi olamıyarak, Anadolu’muzu istîlâ ve işgâl eden Haçlı kültür ve edeniyyetini “TAKLİD KANSERLİSİ” olarak kolonlama peşinde olmak, acebâ hangi âfet ve belâlara kapı açabilirdi?. İran Şİİ-PERS Cumbokrasisi bile, kendi kendisi olarak bir sistem peşinde ve Lozanzede de olmadığı ve işgâl ve istîlâ altına da girmediği hâlde, yukarıdaki menfîlikleri taşıyan Ankara’yı acebâ hiç ciddîye alabilir miydi?

İki câmi arasında kalan bînamaz gibi ne kendisi ne başkası olabilen adam ve madamların mütereddid, müzebzeb ve mütehayyir dolaşmaları, acebâ hangi saray ehline müreffeh ve muallâ yarınlar ve istikbâller va’d edebilirdi?

Ehâli-i etrâk ve ekrat da bu “bâzîçede bizler gene yandık!” diye feryâd ü figân ile daha neler çekmezdi!

Hadi, bol ve renkli rü’yâlı Cenevreler…

(İntişârı: 29.01.2016)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir