Îmân, fikir ve davâsında şahsiyet, büyük mütefekkir Merhûm Üstâd Necib Fâzıl Bey’den okuyalım:
“-Hakkı tek ve kendisinde bilenlere karşı, hakkı “çok”da ve başıboş şekillerde arama nizâmı olan demokrasi, bir kargaşalık sisteminden başka bir şey değildir.”
Merhûm devam buyurur:
“-Bâtıldan korunmak içün hakkı “çok”da aramanın, bulunanlardan hiçbirine inanmamanın, yani hakkı ebediyyen kaybetmenin rejimine mi sarılalım; yoksa bazı dış yüz aldırışlarına rağmen hakk bildiğimiz “tek”e mi?
Tam ölüm de, tam hayat da ikincisindedir ve cins kafalar içün ondan başka çâre yokdur.” (Çerçeve 3, 1991, s.113)
“-Batı dünyası murâdına ermişdir. Osmanlı Devetinden başlayarak Türkiye’yi çürütmek, islâmî ruh nescinden ayırmak ve çökertmek murâdı… Batı dünyâsı şimdiki netîce meydana gelsin diye bize hürriyet ve demokrasiyi aşıladı.” (Rapor 1, 1976, s.84)
“-Nihayet Tanzimat’dan beri hayat iksiri diye sinsi sinsi bize içirdikleri ölüm şurubu, Borjiya’ların yıllardan sonra tesir edici zehirleri gibi, tam bir asır ileride tesirini gösterdi (1839-1945); ve bu defa Amerikalılardan dikta ile gelen cebrî hürriyet ve demokrasi (San Fransisko diktası) tepemize binince, çeyrek asır içinde, birbuçuk asırlık batılı gayret semeresini verdi. Bu gayret…… islâmî nizamın rûhumuzdaki ulvî nizamını çiğnetmek kasdiyle başlamış ve bu mizan çiğnetilince de şekil olarak gelen hürriyet ve demokrasi, başıboşluğumuzu ilan ve ifşa etmekden başka birşeye yaramamışdır.
Böyle oldu!
Zâlim padişahlardan ve keyfî padişahlık rejimlerinden kurtulma da’vâsı, arada misli ve menendi görülmemiş şekâvet idârelerinden sonra, serbest kalır gibi olunca, maddî ve ma’nevî tam bir zâbıtasızlık otoritesizlik, merkezî bir îmân disiplininden mahrumluk ve ana baba gününden nişâne bir anarşi noktasında sona erdi.
Batı dünyâsı, 9uncu asırdaki murâdına ermişdir.
Ruh ve hakikatinden uzaklaştırılmış, batı hesâbına şifa, doğu için ise zehir hâline getirilmiş hürriyet ve demokrasi telkîniyle bu milleti, iç ve dış türlü ajanları, tam bir felâkete sürüklediler ve ona bütün inzibat, istihsâl ve ibdâ gücünü kaybetdirdiler.
Ve işte kurtarılması çok zor düzinelerle millî kahramana muhtac bir vaz’ıyyet!…
Bu milleti, bir şeye inandırmadan ve onun taş gibi disiplini ve alev alev ahlâkı etrafından toplamadan kurtaramazsınız!” (Rapor 1, 1976, sh.84-86)
İşte cins kafa ve gönül erleri ve târihî kıvâmın kokusunu duymuş müslümanlar gözünde manzara budur…
Bugün, tam 100 senedir savrulan bir milletin geldiği nokta…
Fakat manzarayı görüp içine asla sindiremeyecek müslümanın, bugün 15 dembokrasi partisi (mezhebi) ile bu millete oynatdırılan en süflî oyunların en dip noktasına vurduğu bir devirdeyiz! Millete öylesine “Dembokrasi ve onun 15 partisi (mezhebi) gösteriliyor ve gözüne gözüne sokuluyor ki”, kendi kendisini ve aslını görüp ikrâr etmesine bir an bile imkân ve fırsat sanki verilmiyor!
Merhum Üstâdımızın buyurduğu gibi “Batı öylesine muvaffak olmuşdur!” ki, içimizdeki kuyruklarını, “artık içinize girmek ve sizden olmakdan başka hiçbir çâremiz kalmamışdır!” şeklinde bir yalvarışın kölesi eylemişdir! Tarihî irtifâ göz önüne alınırsa, minârenin tepesinden, kuyunun dibine bir düşüş ve Batı-Siyon dünyâsının nefsine çekilen bir ziyâfet manzarası!
Şimdi millet, Üstâd merhûmun “ana baba gününden nişâne bir anarşi noktası!” buyurduğu günlere böylece taşınmış; ve 12 Haziranda, dininde sâbit kadem olmayı çokdan unutmuş olduğu halde, bir başka dinin 15 mezhebinden birini (partisini) mühürleyecekdir! Ve gûyâ, irâdenin, YARADANIN’da değil de, “irâdenin!” kendisinde olduğu şeytanlığına da yatırılarak, tarif ve keyfiyetinin ne olduğunu kimsenin bilmediği “dembokrasi!” denilen dîne köle yapılacakdır!
100 senedir tabakhâne kokusunu koklaya koklaya bu ufûnete burnu alışan ve hatta onun bağımlısı (tiryâkisi) yapılan millet, dembokrasi dininin çemberi içinde kalmak kaydı ve şartı ile, biribirini 15 cebhede dişleyecek; ve yalan-dolan-gözboyama-aldatma ve iftiraların, tehdid, şantaj ve kasetlerin binbir çeşit rezâletleri ve bunların çıkmaz sokaklarında çıkış ve kurtuluş arayacakdır!
İşte bir dembokrasi mezhebinin başındaki ve kasetle doğmuş adamın diş gösterme hâlet-i ruhiyesi:
“-Receb Bey’in DİŞLERİNİ SÖKECEĞİM!”
Başvekil’den, Batı desteği alan ve sezeryanla değil ama, kasetle doğumu yapılan muhatabına (Benim adım Kamal diyene) cevab:
“-Bay Kemâl, yalınız içdeki çetelerin değil, uluslararası çetelerin de projesiymiş!”
İşte dembokrasi dini ve onun 15 parti-pırtı veya mezhebinin, biribirleriyle dişe diş boğuşması!.
Ve gladyatörleri, arenadaki rahat oturaklarından seyreden, kan kokusuna alışmış, tarihdeki keyfiyetle alâka bağını koparıp atmış, kendi (idârî) sisteminden nâmütenâhî uzaklaşmış milletin keyfiyeti!
Batılı muvaffak!.. Ve tek zikir “Dembokrasi!”
İşte Başvekîl:
“-Demokrasi dışı ifâde kullanmıyoruz!”
Ve işte, başvekile “dişlerini sökeceğim!” diyen Dersim alevîsi “adı Kamal!” Beyin Dembokrasi zikrinde imâmesi:
“-Demokrasiyi biz getireceğiz!”
Ankâ Kuşu’nu yakalayacağız masalları ile uğraşdıkça “leş kargasına!” veya “dembokrasiyi getireceğiz!” diye çırpındıkça “Kasetokrasiye!” bulaşan adamların hâlini, Üstâd Merhum yukarıda ve tam 46 sene evvel o keskin îmân ve dehâsıyla nasıl da ortaya koymuş!
Dembokrasi dininin 15 mezhebinden birine meczub derecesinde bağlı ve bağımlı; ve onu seçmekden “İslâmiyyet’i seçmeye!” îmân ve idrak nasiblisi olamayanlara ne anlatabiriz ki!
Bu millet, “İslâm’ı seçmekden başka çârem yok!” demedikçe, basiretini kilitlenmekden kurtarmadıkça, bir tek (dünya dini) olarak bütün insanlara “dembokrasinin” dayatılmasındaki maksadı anlamadıkça, asla kurtulamıyacakdır!
(İntişârı: 05.06.2011)