Hoca Mocanın Olur Da, Şeyhin Meyhin “Paraleli” Hatta Parabolü Olmaz Mı?
8 Mayıs 2014
(1) Şevket Eygi Bey’in İcâzeti Yoksa Da, (İzni) Varmış! Üstelik, Tasavvuf Mistisizmmiş!
11 Şubat 2015

Dem.okratik ve Laik Cumhûriyet’in “temsîlî dembokrasisi” T.B.M.Meclisi denen 550 baş adamın reisi Cemil Çiçek nâm kimesneye göre “iflâs etmiş!”

ÇATI KATINDAN DUMANLAR TÜTERKEN: VİYANA’DAN DA “NE DEMEK SÜNNÎLİK, SİZ MÜSLÜMAN DEĞİL MİSİNİZ” BOMBALARI PATLIYOR! 

Mehemmed SAFFET

 

 

Dem.okratik ve Laik Cumhûriyet’in “temsîlî dembokrasisi” T.B.M.Meclisi denen 550 baş adamın reisi Cemil Çiçek nâm kimesneye göre “iflâs etmiş!”

Şimdi ise “yarı veya çeyrek, ne ise, bir tür başkanlık sistemi” denen bir başka “dembokrasi sistemi” içinde yer alınacakmış!. Bize göre, bizim dışımızda bir sistem ne yapar ne eder, bizi o kadar ırgalamaz!. Ammâ seyretmemize de kimse mâni’ olamaz; çünki, kadîm Yunan aklının bir ürünü olan bu müflis sistem, bir (religion) olarak bütün dünyaya ve bilhassa da İslâm coğrafyasına umûmî planda zerkedilmek, aşı tutmazsa zorla ağız ve makatdan kapsül ve fitil gibi tıkıştırılarak bünyeleri zehirlemek üzere sokulmak isteniyor!..

İslâm Coğrafyasındaki bütün çalkalanmalar, ihtilâclar, kıtaller, tenkiller, sürgünler işkenceler, kan ve barut keyfiyeti bunun en çarpıcı bir isbâtıdır… Bâtıl Batı, bu coğrafyanın iyice karışmasını; ve bu arada o coğrafya demirinin iyice ısınıb hamur gibi yumuşamasını ve böylece de kolaycacık yeni “dünya düzeni” diyen irâdenin elinde yeni şekil ve dengelere atlanmasını istemektedir!..  Hem de âcilen ve kat’iyyen kararlı olarak… Ancak bu sefer, bizzat müdâhil olarak bataklığa çakılmak istememekde; Tunus’dan Yemen’e, Anadolu’dan Mısır’a, Afganistandan Filistin’e kadar her yeri, biribirini yiyen aç kurtlar sofrasına çevirmenin iblisliğinde…

T.C.’yi de, Vâiz-Fâiz çeteleri ve “gezi zekâlılarla” sallamanın, 17-25 Aralık 2013 târihli ihânetlerle memleketin altını üstüne getirme teşebbüslerinin ve mit tırları gibi nice hâdiselerin altında; bayrak mes’elesinin ortaya atılmasında; IŞİD denen ne idüğü belirsiz taşeronların Suriye ve Irak topraklarında esib tozmasında ve bunlar gibi nice hâdiselerin tamâmının da altında, yahudi-haçlı planları yatmaktadır… Bütün gâye ve mes’eleleri, bu planlarını bozacak Osmanlı coğrafyasını yeniden şekillendirmekdir!. Hedeflerindeki şekillendirme de, evvela bu coğrafyada mevcûd 30-40 devlet denen derebeyliği, tekrar birkaç noktada ve kendi içinde ikiye-üçe bölmek!. Sonra bütün bu bölük börçük parçaları da, şimdiye kadar olduğu gibi, bundan sonra daha da ivme kazanmış olarak biribirine yedirmek… Bu kurtlar sofrasında bizzat kendilerinin de bulunması, son 25 senelik tecrübelerinden aldıkları ders iktizâsı, hiç de kârlı ve akıllı bir davranış değildir!. Adı geçen coğrafyada, müdâhil olarak işe vaz’iyyet etmek, yüklü bir fatura da getireceğinden onlara, aslâ câzib görünmemektedir… Anınçün şimdi, ikiye üçe böldükleri yerleri, bir de biribirlerine yedirerek veya kırdırarak, buralarda, meşhur, meş’um ve menfur  o İngiliz siyasetinin, en kalleş, kahpe ve en sinsi fırıldakları çevrilecekdir…

İki parti pırtı partikülünün “cumhurbaşkanlığı” mes’elesinde ağzına verdikleri isim de, bu umûmî planın bir parçasıdır!. Burada da en iri ve umûmî taktikleri, “ana muhâlefetin açık ateist irsiyet âmillerini” taşıyan birisi üzerinde ittifâk değil; AKP hükûmet ve partisinin başında gördükleri ve geceleri uykularına mânî’ bildikleri “Kasımpaşalı Kaptân-ı Deryâ Tavil Receb Tayyib Paşa Hazıretleri” nâm kimesneyi saf dışına itebilme ihtimâli taşıyan; ve globalizma, Pensilvanya ve noterliğin icablarına da en uygun “kibâr ve nâzik bir adam” üzerinde durmakdan ibâretdir!.

Maksad, üzüm yemek değil; bağcıyı dövmek ve herifi bir daha belini doğrultamıyacak derecede hastahânelik edebilmek; ve bir nevi bağcıdan tam kurtulmak; ve bağın anasını bellemek, talan etmek, yağmalamak; her yeri 90 yıldır yapdıkları gibi “bu bağın sâhibi biziz” çeteleşmesi ile tekrar ele geçirib eski (yahudi-haçlı batı emrindeki taşeronluk saltanatlarına) doğrudan doğruya devam edebilmekdir…

Hulâsa bir tarafda, “yahudi-haçlı emrinde olarak yiyeceğim” diyenler, öteki tarafda ise; “yerli malı yurdun malı herkes bunu kullanmalı” felsefesinden esinlenib besinlenerek, daha millî (!) çerçevede ve “biz bize hâllederiz” tarzını ortaya koyan, biraz da millete bırakarak gıdalanma politikası güden taraf!.

19 Haziran 2014 Perşembe günü Paşa Viyana’da konuşuyor!

Irak’daki bir takım Müslümanlık’dan haberi olmıyan eşkıyâların biribirlerinin kanına girmesini umûma teşmîl ederek bakınız ne diyor:

“Ne demek sünnî, ne demek şiî, yahu siz müslüman değil misiniz?”

Çok zavallıca bir bakış!

Çok yazık!

Yıllardır “sünnîlik” içün ta’n u teşni’de bulunmak, bu imam-hatibli başvekîle hiç yakışmadıkdan başka; sünnîlik üzerinden, toprak altındakiler de dâhil milyarlarca müslümanı küçümsüyor ve hakâret ediyor!. Bu zâtın ASLI sünnî değil midir; neden ASLINI inkâr eder ve bunun altında ne yatar?. Bu noktadaki mes’ûliyyet o kadar ağırdır ki, adı geçen, bunun altından dünyâ ve ukbâda kalkamaz… Zerre kadar îman ve vicdanı, şeref ve haysiyeti olanlar söylesin: Târihin neresinde sünnîliğin kânun ve kaideleri arasında “sünnî olmıyanları, başka mezhebde olanları katledin” diye bir madde olmuşdur?. Sünnî olmadığı halde “sünnî” görünüb, bu yerkürede insan katlini mubah gören cânîler  var diye, nasıl bu cürüm umûmîleştirilir ve “sünnîlikde” de insan kesmek varmış gibi gösterilir?. Bu ne büyük bühtân ve iftirâdır, bunu bir müslüman nasıl irtikâb edebilir, dehşet!. Bu kabil iddialarla ortaya çıkanlar ortaya isbat koyamazlarsa derhal tevbe istiğfâr etmeli; akıllarını başlarına toplamalı; ve Allâh Rasûlü Aleyhisselâm’dan gelen mukaddes ve muazzez sünnîlik (Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaat) yolu, bu kabil hücumlarla ikide bir örselenib hırpalanmamalı ve incitilmemelidir… Hakk, hukuk ve hürriyetlerden bahseden bir başvekîl, sünnîlerin mukaddes sünnîliğini başlarına kakma ve onları küçümseme hakkını, acaba hangi îmân, vicdân ve kânundan almaktadır?. Böyle yapmakla hiçbir sünnî, mukaddes ve muazzez sünnîliğinden dönecek ve mezhebsizleşecek değildir; ve bu, muhal derecesinde olamaz…

Tekrâr edelim ki, mukaddes ve muazzez sünnîliğin târih boyunca “insan kasablığına” soyunduğunu hiç kimse ne iddia ve ne de isbat edebilir…Mukaddes SÜNNÎLİĞİN (Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat) yolunun delilleri (Kitâb-Sünnet-İcmâ’ ve Kıyâs-ı Müctehidîndir); “Kur’an bize yeter, başka kaynağa ihtiyaç yokdur” demek gibi bir dalâlete düşmek değildir… Kendilerine şirin görünmek istenilen Bâtıl Batı’nın elinden ise, cihan harblerinde, hatta dünyanın dünü ve bugünlerinde, “dembokrasi” adına, “cumhûriyet, laiklik, insan hakları v.s.” adına haçlı ve yehûdilerin ellerindeki “insan kasaplığı ruhsatnâmesi” hiçbir zaman düşmemiş; mukaddes ve muazzez SÜNNÎLİK ise RASÛL-İ RUSÜL Aleyhisselâmdan beri bundan münezzeh ve müberrâ bulunmuşdur…  ABD’nin Irak ve Afganistan gibi yerlerde, yahudilerin Filistin’de, son yarım asır içinde dökdüğü kan ve katletdiği insanlar, Ebû Gureybler ve Guantanamolar ve daha yüzlerce işkence merkezleri, acaba nasıl izâh edilecekdir?.  

Mukaddes ve Muazzez Sünnîlik, Allâh Rasûlü Aleyhisselâm’ın izinde, îmânında, emânetinin muhâfazasında ve O’na itaat ve inkıyâdın peşinde olmakdır. Ashâb, Tâbiîn, Tebe-i Tâbiîn, müctehidîn ve bugüne kadarki etbâı, Selçukîler, Osmanlılar ve nice devletler, Osman Gâzi, Fâtih, Yavuz, Viyâna’da “torunuyum” denilen Süleyman, Alpaslan, Salâhaddîn ve yüzbinlerce sultan, kumandan, âlim, müfessir, muhaddis, mütekellim ve mutasavvıf “BİZ SÜNNÎYİZ, EHL-İ SÜNNET VE’L-CEMAATİZ” derken, bütün bunların karşısına dikilerek “Ne demek sünnîyiz, siz müslüman değil misiniz” diyerek meydan okumak, son derece cür’etkâr bir manzaradır;  ve Allâh ve Rasûlü Aleyhisselâm ve zikri geçen milyarlarca müslümanın buna kat’iyyen rızâsı yokdur ve olamaz; bu, rahmeti mi, lâ’neti mi celbeder çok iyi düşünülmelidir…

Bir ferd veya cemaatin, “BEN veya CEMAATİM, gerçek müslümanlarız” deme HAKKINI, onlardan hiç kimse selbedib alamaz…Herkesin, ehliyeti ve edebi derecesinde karşısındaki ile müzâkere,  münâkaşa, mübâhase hakkı vardır; ancak farklı i’tikâd sebebi ile enseden kelle kesme hakkı yokdur… Mukaddes SÜNNÎLİK, delillerinin son derece sağlamlığına îmân edenlerin yolu olarak, delilleri yanlış, eksik, sapık, çürük veya gayr-i mu’teber olanların yollarından kendilerini tenzih ve tezkiye etmek üzere “biz ehl-i sünnet ve’l-cemaat yani sünnîyiz yani MÜSLÜMANIN hakîkîsiyiz” demişlerdir… SÜNNÎYİM demek MÜSLÜMANIM demekden zerre kadar farklı bir şey değildir ve olamaz… İslâmiyyet’e varmada delilleri ve usûlleri sünnîlerden farklı olanlar da, aynı şeyleri söyliyebilir ve onlar da “Şiayız, Mu’tezileyiz, Hariciyiz, Mürcieyiz, Müşebbiheyiz, Mücessimeyiz, Vehhâbiyeyiz, Telfikçiyiz, Müctehid tanımıyan Mezhebsiziz, Kur’an Müslümanıyız, Hadis Müslümanıyız, Antikapitalist Müslümanız, Diyalog Müslümanıyız, İmam-Hatib Müslümanıyız ve Bilmem neyiz, Demokrat Müslümanlarız, Sosyalist Müslümanız, Cumhuriyetçi Müslümanız, Kralcı Müslümanız, Masonik Müslümanız, Kedicikli Müslümanız, Ahmediyiz, Mehmediyiz, Aliciyiz, Veliciyiz,  ilââhirihî…” diyemez mi, demiyor mu, dese ne olur, Kıyâmet mi kopar?. Hiç kimse, “ben başvekilim, müslümanım demenin dışında ben şuyum deme hakkını kimseye vermiyorum” diyemez… Dese de keenlemyekündür, Kılıçdârzâdenin “diktatör” deyiş ekmeğine yağ sürmüş olur, o kadar!. Hârun Reşid Cennetmekân’ın oğulları Emin ve Mu’tasım da Abbasî Devletinin tepesinde idiler, amma bugün arkalarından bir Fâtiha okuyanları yok, neden?. Amma  bu iki mu’tezilînin “Kuran mahlûk diyeceksin” diye zorlama ve baskılarını hakîkatın tam tersi bildiği içün reddeden, bunun içün de boynuna urgan takılarak Bağdad sokaklarında işkence ile dolaştırılan Ahmed İbni Hanbel Rahmetullâhi Aleyh Efendimiz Hazretlerinin rûhuna, biz  hanefîler bile binlerce Fâtiha gönderib Allâh Azze’den binlerce rehmetler niyaz ediyoruz, neden?.

Biz mukaddes ve muazzez SÜNNÎLİĞİMİZİ MÜSLÜMANLIĞIMIZIN müterâdifi olarak bilir ve kendimizi ona nisbet etmemiz Müslümanlığımızdan başka bir şey değildir ve aslâ da olamaz… “Sünnîyiz” diyene “onu deme Müslümanım de” demek, “sen müslüman değilsin, bak müslümanım demiyor sünnîyim diyorsun” demekdir ki, bu, ona en büyük hakâretdir ve aynı zamanda “mezheb çatışmasına” benzin dökmenin akıllıca olmıyan bir başka versiyonudur!. Mezhebleri YOK KABUL ETDİRME BASKISI, tersden bir “mezhebsizlik taassubu ve mezhebsizliği mezheblilikle çatıştırma” tehlikesidir!

Bunları bir köy imamı söylese hiç de bir ma’na ifâde etmez veya gülüp geçilir; ammâ Mukaddes SÜNNÎ TÂRİHİ üzerinde oturub Viyana’da da Mukaddes Sünnîliğin Cennetmekân Muhteşem Süleyman’ı  içün “Süleymanın torunuyum” diyerek muhteşem bir tenâkuz sergiliyen; ve milyonlarca SÜNNÎNİN yaşadığı bir memleketde başvekîl olan birisi, böyle konuşamaz, konuşmamalıdır. Zirâ, o milyonlarca sünnî, bundan son derece ıstırab duyar ve münfail olur… Hele toprak altındaki milyarların hâli hiç tahayyül bile edilemez!

Kimse kimsenin mezhebine yani İslâmiyyet’e varma delillerine (usûllerine) saldıramaz. Tenkid edebilir, kendi delilleri ile mukayese edebilir, kendisini haklı, çok haklı, çok çok haklı, nâmütenâhî haklı görebilir! Buna hiç kimsenin gık demiye hakkı yokdur. Ancak hiç kimse, karşısındaki farklı usulleri olan adama “ne demek sünnîlik, sen bu yol ve usullerinden vaz geçeceksin” diyerek eline balta veye satır alarak onun kellesini koparmıya veya “diktörlüğe” özenib “ne mezhebi yaa” havalarına  girerek onu YOK sayma aşırılığına fırtdıramaz!. “Kur’an bize yeter, başka kaynağa lüzum yok” deyiş de, Sünnet, İcmâ’ ve Müctehid Kıyaslarını yok sayan bir başka (MEZHEB) yani usûl ve yol anlayışıdır!!! Bu da vâkıada evet vardır… Ancak bu, biz sünnîlere göre sakat ve sapık bir usûl çizgisidir, o kadar… Böyledir diye biz, hiç kimsenin kanına girmeye aslâ teşebbüs edemeyiz… Yanlışları söyler ve tenkîdini yaparız o kadar…

 “Ne demek sünnîlik; siz müslüman değil misiniz” diye meydan okuyacak kim olursa olsun, sünnîlik târihini okur, sünnî hukûkuna ve sünnî devlet teşkîlâtlarına bakar, sünnî câmi, tekke, dergâh, medrese, kütübhâne, imâret, hân, hamam, köprü ve mîmârî eserlerini dolaşır, sünnî kabristanlarına girib çıkar, ana ve babasının başında Kur’an okur, sünnî îmân ve İslâm’ını tedkîk eder ve sünnî medeniyetinin içine girer ve o zaman sünnîliğin ne demek olduğunu nasîbi varsa öğrenmek bahtiyarlığına erer… Nasîbi olmıyanlar içün de:

“Nasib ise gelir Hid’den Yemen’den,

Nasîb değil ise ne gelir elden…”

Deriz, o kadar…

 Kendisi içün “sünnî ve şii değilim, ben müslümanım” Kur’an bize yeter, başka kaynak aramıya lüzum yok” diyenler, kendi itikadları neyse ona göre yaşasınlar, buna kimse bir şey demez; ancak “sünnîlik” diyerek toprak altındakiler de dâhil Allâh Rasûlü Aleyhisselâm’ın çizgisinde olduklarına inanan milyarları küçümseyen ve onlara “ne demek sünnîlik” diyerek (inanç dayatmıya) kalkıb saldıranlar, meydan okuyanlar, toplum mühendisliğine kalkanlar isterse başvekîl bulunsun, çok büyük bir zulme ve bölücülüğe kapı açmak üzere bulunuyor demekdir…

Gadab-ı ilâhîyi celbedecek lâf ve çirkin sözlerin bu memlekete getireceği felâketler, sayılmakla bitemiyecek kadar çokdur. Bunlara hâlâ daha devam etmek hangi akla ve îmâna hizmetdir, ne kadar esef edilse azdır…

Buraya kadar, mes’elenin iç yakan ve ciddiyet adesesi altında görünen şeklini yazdık!.

Buradan sonrası ise, kadim Yunan aklının uydurması dembokrasinin iflâsından; ve yerine, Coni aklının ifrâzâtı olan “başkanlık sistemi” denen nesnenin maymunca taklîdi estantanelerinden;  ve mizâhın, güldürür gibi yaparken, ağlamakdan bin beter iç kanamaya sebeb keyfiyetinin çizgilerinden ibâret olacak!…

Çok mu çok sevimli telâffuzuyla ve kaşlarını da çatarak “piskevit” diyen ve böylece  “en başda Türk rûhunu neş’elendiren” Vahçeli Başbuğ ŞEF’in “EkmÂledDÎN’i”; ve Güneş Dil Teorisinin öz çocuğu (Kıl.ıkoğlu) nâm adamın dilinde “İhsanoğlu” değil “İslâmoğlu” olan zât da, yukarıda bahsetdiğimiz dünya ile beraber kotarılan aşın, en nefis bir katkı ve atkı maddesidir!. İki partinin nice baş ve kafalarının adını bile telâffuzda tökezledikleri “EkmÂledDÎN İslâmoğlu” Efendi, onlara işte bu kadar uzakdır; ve onu, bu kadar uzakdan tanımaktadırlar!. Bu da isbat eder ki, “EkmÂledDÎN İslâmoğlu” Efendi bu adamlara, birileri ve irileri tarafından tepeden inme ve sille-tokat dayatılmışdır!.

Şimdi CHP gibi 18 sene ezan-ı şerîfi yasaklıyan ve “Türkün dini Kamalizmdir” diye kitablar neşreden bir partinin, 6 okuyla da 90 yıldır sürdürdüğü bir ateistlikle, sâbık mesleği üzerinde “İslâm Konferansı Örgütü bilmem ne teşkilâtı sekreteri” gibi rütbeler taşıyan bu adama, nasıl mal bulmuş mağribî gibi sarılmışdır, herşeyden evvel bunun izâhı yapılmalıdır!.

Ekmelüddin Efendinin 8 devlet nişanından birisini sâbık Mısır Devlet başkanı Muhsî vermiş, o da gidib nice mısrînin katlinden mes’ul darbecibaşı Sisi denen herif-i fellâhînin yanında yer almışdır!. Yahudiler, haçlılar, Avrupa mimsiz medenîleri, ABD, Acemistan, Moskof, Pensilvanya ve Çin ve bilumum şeyler ve şefler gibi…

Günler geçdikçe, bu Merhûm Muhammed İhsan Hoca Hazretlerinin hayru’l-halef mi şerrü’l-halef mi ne menem şey olan mahdûm-ı â.îleri Pırasasör Hazıretlerinin daha nice ma’rifetleri meydanlara dökülecek; ve Sisici bir T.C. Başkan namzedinin CHP ve MHP’ye de ne kadar yâr olacağı çok iyi anlaşılacakdır!. Dünya târihinde, yemek yediği kaba şey eden nice adam ve madamlar da kayıtlı değil midir?

 Ve Cihan târihinde eşine rastlanmıyan bu (Hakk Din) muhâlifliğiyle  yeni bir religion icâd ederek adına da “kamalizma” diyen ma’lûm fırkaya, böyle bir isim etrafında toplanma vâkıası belki de fevkal’âde çok yakışacakdır?. Bunun, başdaki idâreci tabakalarına dayatıldığı ve böyyük oyunun bir parçası olarak da iknâ olunarak sîneye çekildiği kabul edilse bile, Batum gibi “mezardan babam çıksa ben bu işe oy vermem” diyerek köpüren ve “iknâ odaları” mûcidi madâmiyye Nar Serter gibi nice parti bayâniyye ve baylangaçlarının, “saylav” ve vayvaylarının bu pişirilen “dinsel, kinsel ve locasal ve hocasal” taamdan, bir lokma bile alıb yemeleri zerre kadar mümkin olabilecek midir?!. Onlar içün bu, kendi religionlarının lâ teşbih velâ temsil “ilke-i tevhîdiyyesini” redde müsâvî, iflâh olmaz azîm ve cesîm bir “irtidâd-ı kamâliyyûn vak’a-yı siyâsiyye ve iflâsiyyesi” olmıyacak mıdır?!

Anıt Tepe’deki kubûrda (kabirlerde) nice kemikler sızım sızım sızlamıyacak mıdır?

Müteveffâ-yı Kamâliyyâtdan Türkân Saylan nâm devrim anasının da anası ve ervâh-ı inkılâbiyyesi, tâ Darwin soyunun atalarına kadar mezâr-ı hazân ve hezârında, binlerce kere tekrar kanserojen işkencesiyle ölüp ölüp dirilmiyecek midir!?

1950’de Taksim’de yapdığı mitingde, “Dîn, medenî bir cem’iyyet olarak yaşamamıza mânî’ bir zehirdir” diyen ikinci ve kinci şef-i sânînin rûh-ı gayr-ı tayyibesi dahî, elemnâk ve sûzinâk faslı ile nâr-ı berzahda hatarnâk olub, bir türlü (derin ve serin) uykuya dalamaz olmıyacak mıdır?!

(Altı .ok) inanç ve religionlarında olarak Âhıret-i Dâr-ı Bekâya postalanmış milyonlarca şef, ağa, derebeyi, bakan, atan, yatan, satan ve yakan kimesnelere dahî, emânât-ı gayr-i mukaddeselerinin infilâk u infisâlleri yerin altında dahî ma’lûm olmağla, şimdi onlar, ne fecî’ hâllere giriftâr olmakda; ve kâreler bağlayub, kim bilir hangi şiddet ü hiddet ile âh u enîn eylemektedirler!.

 “Bizim Şerîat diye bir derdimiz yokdur!” diyen Böyyük Başbuğ dahî, şimdi âlem-i berzahdan Vahçeli halefine kim bilir nasıl darbe üstüne darbe yapmak hırsıyla yanmakda; ve “27 mayıs 1960” sabahlı borazan sesiyle de nasıl kalaylamaktadır!

KAMALAK ise,  ne kadar DANGALAK vezninde ins ü cin varsa hepsinden şikâyetçi!  Ancak bazen kısa devre yapıb karıştırıyor: “En büyük millî görüşçü Atatürk” diyerek, Müteveffâ Erbakan’ı bile “en büyük millî görüşçü” yapamıyor! Yakında,  Pensilvanya muhibbânı olmıya destûr çeken Destici yoldaşını da yanına alarak “EkmÂledDÎN Efendinin” huzûr-ı aliyyelerine varub (bey’at) iderler! Ve onu da “32 dereceden millî görüşçü” i’lân ederler ise, bu dahî, Erbakan’ın âlem-i berzahdan haşmetmeâb bir tasarrufu bilinmelidir!..

“EkmÂledDÎN Efendi” gibi sâbık mesleği arasında “İslâm Konferansı Örgütü Sekreterliği” soyundan bir mekanizma bulunan ve üstelik “ezherî” olan; ve merhûm pederleri vâsıtasıyla Kamalizma Religionu’ndan Mısır’daki “Araboğulları” arasına sığınan; ve ba’dezâ, Kamalizmanın bir numaralı adüvv-i ekberi Merhûm ve Mağfûr Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi Hazretleri’nin elini öpüb dizi dibinde çay  ve kahve hizmetleri edâ eyliyen; adında bile “DÎN-Şerîat-Kur’an-Peygamber-Tarikat-Hakikat-Ma’rifet, cennet ve CEHENNEM” kelimesi veya bunlara delâlet eden ma’nâ ve mefhumlar taşıyarak bilcümle kamaliyyûn familyalarının ödünü şeyine karıştırmıya vesîle olan; Böyyük Cumhûriyet Şâir ü Edîbi ve Hakka TAPMAKDA ve IRK-ı şerîf-i arnavûdiyyesine mahabbetde “safâhatlû” bir âdem-i adüvv-i Abdülhamîd Hân Aleyhirrahmeti Ve’l-Ğufrân kimesnenin Mısır i’mâlâtı (meallerini) cehennem âteşinde kebâb ider gibi yakan; ve adını telâffuz edeceklerin avurt ve damaklarına bile adı sığmıyan böyle bir âdem-i âhırzemânı, aceba hangi locanın veya hocanın ecinnîleri tepeden indirdi de, bu iki fırka-yı muhâlefetin önüne fezâdan göktaşı düşmüşcesine ve Saddam’ın yapdığı Hammurâbi anıt heykeli gibi dikdi?!

Böylece, Kamalizma religionunun giriş-çıkış ve zarûrî hududları delik deşik edilmiş; ve bir başka ta’birle harem, yol geçen hanına dönmüş olmadı mı?!.

 Bu dehşetengiz tablo karşısında, (inançlarını) henüz kaybetmemiş, içerdeki savaşçı (mücâhid diyemem) baltacıların veya antikılıçdârların “görkemli” direnişleri der’akab başlamalı; ve cumhûriyet târihinin en Kamalist “işlev ve dişlevleri” içün can veren ve kan döken nice bay ve bayan Ülküler ve Tilkiler, “devrim seferberliği” i’lân etmeli değil midir?!. Bunun dışında bu “devrim savaşçısı” ekipmanlara hiçbir şey yakışmaz; ve onların yüreğini de hiçbir nesne aslâ soğutub sükûna erdiremez!.. Kamer Genç ve Muharrem İnce gibi cihanın tanıdığı muhteşem savaşçı ve sataşcı uç beyleri ve uçuk pilotlar da, bu işe an karîbüzzemân el atmadan nasıl geceleri gözlerine uyku ve gündüzleri de boğazlarından aşağı lokmalar girecek, bu da son derece merakâver bir noktadır!

Adında, doğrudan ve apaçık DİN kelimesi taşıyan bir “İslâm Konferansı Örgütü Sekreteri” veya sâbık reis-i möhdereminin, oradan CHP ve MHP gibi yüzde yüz laik ve seküler ve hatta çok daha ileri materyalist fırkalara lokomatif olarak Çankaya’ya oturması; ve oraya Arab âleminin cellâbiyeli, suud kıyâfetli, sandaletli, hacı yağı kokulu, peçeli, peçeteli ve reçeteli, zemzem suyu şişe ve bidonlu ve termos ehli, vehhâbî sakallı ve yalelli takımlarının çıkıb çıkıb “merhaba ya haci” yollu ara nâmelerini, kutsal ve ulusal, atasal ve soysopsal Çankaya salonlarında “yankılandırarak”, modern, kamalist, hümanist, feminist ve Sülü’nün “çağdaş Türkiye”sinin içine etmeleri, ne demekdir şimdi?!

 Oğuzların Üçok-Kayı Boylarından gelen Osmanlı hânedânını beşikdeki bebeklerine kadar Anadolu kıt’asından kovan, Freng gâvurlarının içine silkeliyerek, oralarda, onların Türkçe’yi bile unutmalarına Dinlerini bile tanıyamaz hâllere düşmelerine zerre kadar vicdân sızısı duymadan sebeb olan adam ve madamların, burnu, bugün böyle mi sürtülecekdi?.

Revâ mıdır bu ey, “milletim beşeriyet, vatanım rûy-i zemîn” diyen, rûhu ve îmânı kazınmış yahudi-haçlı uşağı ihânet şebekeleri?.

 Birader Sülü, dinlediği orkastranın aşk u vecdi ile coşub “İşte çağdaş Türkiye budur” dediği demleri şimdi inkâr mı edecek; ve yarın anıt kabrine inince, buluşacağı atasının yüzüne nasıl bakacak, gözleri kimi nasıl görecek?

Daha neler ve neler ki, bütün bunların, (altı .oklu) Kılıçdarzâde ve Kurt toteminin aşığı Vahçeli Başbuğ tarafından hiç düşünülmediği ve sağlanmasının bile yapılmadığı çok açık görülmektedir… Kilitlendikleri nokta: EkmÂlüdDÎN İslâmoğlu dostluğu değil; Tavil Receb Tayyib Paşa buğzu!

Bu Vahçeli ve Kılıçdarzâde Anıt Kubûr’a (kabirlere demek) her bayram-seyran çıkışlarında, “EkmÂlüdDÎN Şerîatoğlu veya İslâmoğlu” Bey’in arkasında; ve o adın, Şerîat-ı Garrâ-yı Ahmediyye’yi de tedâî etdirerek, muhayyileye bu kabil 15 asır evvelleri vereceği apaçık ortada olduğu halde çıkacaklar demekdir!. Aslâ beğenemedikleri bu DİN kelimeli “EkmÂledDÎN İslâmoğlu” adı üzerinden, abdest ve gusül ve ibrik ve takunya ve misvak ve sakal ve sarık ve cübbe ve şalvar ve sünnet ve teaddüd-i zevcat ve tesettür ve kısas ve hadler ve verâset-ferâiz ve faiz, kumar-alkol yasağı; ve zinâ ve kadın satışı ve kerhâne memnûiyyeti ve kadın erkek eşitsizliği ve harem-selâmlık hayatı ve daha binlercesini.. gözlerinin önünde ve hayâllerinin dibinde gördükce, aceba nasıl bir ısırgan banyosuna kendilerini mahkûm hissedeceklerdir?!

Ah irticâ’ ah!. Bir hortladın ama pîr hortladın!

Böylesine mi hortlayıb, Efrencî 2014’de  Çankaya’yı istîlâ edecekdin?

Yandı cumhûriyet, yıkıldı laiklik, hortladı irticâ’!

İrticâ’, Sarıklı İhsan Efendi Hazretlerinin mahdûmu EkmelüdDÎN İhsanoğlu olarak da değil; dil sürçmelerinin  bini bir paradan veya şâkülî irâdenin intikâmı olarak “EkmÂlüdDÎN İSLÂMOĞLU” olarak Çankaya’ya NAMZET!

İns ü cinne tebliğ ü ta’mîm olunur!

Bu vaz’iyyetde AKP’nin en az yarısı bile bu sâbık “İslâm Konferansı Örgütü Sekreterine” rahat oy verecekdir!. Ekmelüddin Efendinin soyu ve mazisi de dikkate alınırsa, dört dörtlük, hatta 4444 dörtlük müslüman!.

%55 AKP dışı, %23,5 da AKP’nin yarısı, eder: %78,5… Ekmelüddin Beyin şimdiden gözü aydın, hatta günaydın! En az, evet en en az %78,5 oyunu bugünden müjdeleriz!. Bu oyun %99,9 olması bile ağleb-i ihtimâl mümkinâtdandır!. Kasımpaşalı Ulu Kaptân-ı Deryâ Tavil Receb Tayyib Paşa’ya da ennnn fazla, evet ennn en fazla %21.5 kalıyor ki, bir dahaki sefere kadar sabredib, o da daha çok, çok çok daha çok (sünnî) müslüman olsun!. En az “torunuyum” dediği CİHAN ÇAPINDA BÜYÜK SÜNNΠCennetmekân Süleyman İbni Selîm Hân Aleyhirrahmeti Ve’l-Ğufrân Hazretleri kadar!!!..  Aksi halde, bu gidişle sıfırı tükedeceğe benziyor, kendi düşen ağlamaz!

Başka makamdan başka fasla geçelim:

Bu kadarı da olmaz, saçı başı yolacak günlerdeyiz ey CHP ve MHP!. Size sihirli değnek cinsinden, meccânen bir formül de vereceğiz:

Hiç değilse, Mehmed Barlas nâm Şerîatsavar ve Tayyibtutar’ın öz oğlu Cemil Barlas’ı örnek alın!. Cemil, Anası Hanımın sunuculuk yapdığı A-Haber kanalında hiç “EkmÂlüdDÎN İslâmoğlu yok Şerîatoğlu” falan diye avurt ve damağını patlatacak telâffuzlara sürünmüyor!. Sâdece  “Emel hanım” vezninde “Ekmel Bey” diyor!

Siz de öyle yapın, yormayın nâzik avurtlarınızla damağınızı, “Ekmel Bey” deyiverin bitsin!

Ramazan geliyor, o nâzik damak ve avurtlarınız size, bakarsınız iftâr zamanları garib gurebânın değil de, şerik şürekânın sofralarında lâzım olur!  

(İntişârı: 19.06.2014)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir