Acem Palavrası, Saftirikler, Güncellemeci Reformcular, Gevişgen Ve Değişgen Devletliler!.
13 Haziran 2018
İslâmiyyet Dışında “Yemin” Olmaz, “Şehid” Olmadığı Gibi…
8 Temmuz 2018

B.VEKÎL’İN, TATAR KAZAN’INDA HEYKEL PERESTİŞİ!..

Mehemmed SAFFET

 

Raisü’l-Vüzerâ BinAli Bey, 6/12/2016 tarihinde yani 15 Temmuz Haçlı Seferinden 5 ay kadar geçer geçmez, soluğu Moskova’da aldıkdan sonra; kar-kış demeden, başına geçirilen değirmen taşı kadar koskoca bir kalpakla da, yine bir çırpıda soluğu Tataristan’ın merkezi Kazan’da aldı!. Haçlı ABD ve İngiliz başda olmak üzere, bütün Haçlı Garb keferesi ve İsrail, “15 Temmuz Haçlı Seferi” ile Ankara’ya resmen ve alenen ve dünyânın gözünün içine baka baka i’lân-ı harb eyleyince, ONLAR DA, “Denize düşen Moskof’a sarılır” cinsinden Rusya’ya ve ardından da Tataristan’a sarılmak lüzûmuna kâil oldular!.

Ardından da 10 Kasım ve Cumhûriyet Bayramları vesîle edilerek, ATA KÜLTÜ KÜLTÜRÜ ve Türkçülük furyası başlatıldı!. Bahçeli ve Destici ile “ittifak” periyoduna girmeleri de, bu rotanın tatbik şekilleri olarak sahnede… İktidardaki Politik aktörler, Feto infilâki karşısında, çok fena şok atlatıb ödleri de iyice şey oldu ki, sırtlarını yaslıyacak yerleri ve duvarları, ancak bu kabil şeyler olarak bulabildiler!

Yalnızlıkdan ürperdiler ve şimâle doğru; ve içde de her politikos demokratikosun sığınağı ve istismâr kapısı “ATA ve HEYKEL KÜLTÜNE irticâ’ ile çark ederek, ONLARA balıklama atladılar!. Tâ Tataristan Kazan’ına da, bu mülâhazalarla ve HEYKEL-İ HEYBÂN aşkıyla seyirtdiler!.

Tabii bütün bunlara munzam, “Demokrasi ŞEHİDİ” diyecek kadar da bu şey tanrısından istimdâd ve şefaat eksik edilmedi!. Dembokrasiye şehidler verecek kadar ona KURBAN olmanın edebiyâtı, şiirleri, ağıtları ve senâları yeri göğü inletdi durdu; ve hâlâ daha bugün bile, agorada en sesi gür tanrıça, “Dembokrasi Şöleni” nânesiyle bu… 24 Haziran 2018 günü de, hiç şekk ve şübhe edilmesin ki, en gür sadâ:

“Dembokrasi Tanrıçası Kazandı!”

Olacakdır!

Gelelim Tatarlara… Onlar, Moskof federasyonu içinde bir cumbokrasi… Tatarların Cumhur Reisi olacak zât, 1-2 yıl evvel Raisu’l-Vüzerâ BinAli Yıldırım ile berâber nutuk sıkarken, (tatarca) bile konuşamayıb Moskof diliyle kelâm edecek kadar eriyib bitmişlik resmetdi; ve bunun üzerine anladık ki, esâretleri, maskelenmiş olarak pek kemâllice devâm etmektedir!.. Türkiya’nın da “Kurbağaca” dilinin esâretinde oluşu gibi…

AKP iktidâr-ı ılmâniyyesi, 15 Temmuz Haçlı Seferi ve FETTOŞİST cinâyetlerinden sonra can havliyle yeni müttefikler peşine öyle bir düşdü ki, 95 yıllık “Haçlı Bâtıl Batı Muâsır Edeniyyet Seviyesi ve bilmem nesi” diye (tapınmaların) bir halta yaramadığı ayne’l-yakîn görüldü; ve kıbleler, Garb’dan Şark’a tahvîl ediliverdi!.. Hangi “Bin nasihatdan bir musîbet yeğ” gelecek de, muhâl gibi görünse de, bakalım KIBLE gene kadîm yerinde görülüb, nasıl ihtidâ edilecek!?. Biraz da Şark’dan kazık yenmeden, hizâya girilemiyeceği ne yazık ki artık ıyân-beyân görülür oldu!..

Yahu gâvur her yerde ve her zaman gâvurdur; sen müslümansan, müslümanla (dost) ol; ne işin var elin garblı ve şarklı gâvurlarının dizleri dibinde?. Yok eğer ille de “gâvur dostluğu” denilecekse, o zaman “Osmanlı torunluğu” masalları, mavalları ve kavalları sıkılmamalı, neyseniz o olunmalı ve dürüstlüğün üç gram da olsa mertliği yaşanmalı!.. Ve millete de tersden nümûne-i imtisâl olunmamalı ve garîbân millet zehirlenmemeli… Cihâna da “Balık başdan kokar!” dedirtmemeli…

Raisü’l-Etrâk, Erzincanlı Topal Dursun’un oğulcuğu BinAli ise, hem “Osmanlı torunluğu” peşinde; hem de “Padişahlık GİTDİ, cumhuriyetin nimetleri sebil, Osmanlı’daki âile (hânedân) mensûbiyeti yok oldu!” gibi meydan ağası beyanları ile, pek mütenâkız ve aslını ipe çekici ifâdeleriyle de iştihâr etmiye başlamışdı!. Bakınız neler demiş:

“Rejim değişiyor… Kaç sefer söyledik kardeşim, 93 yıl önce cumhuriyet ilan edildi, 1923’te rejim tartışması sona erdi, nokta. Bırakın bunu, kimi kandırıyorsunuz? Millet kararını verdi, (BİZDEN: Millete tırnak ucu kadar sorulmadığı, bir gecede oldu bitdiye getirildiği mutlak bir vâkıa iken, bunun neresi dürüstlük?) padişahlık gitti, cumhuriyet geldi. Cumhuriyetin nimetlerinden de herkes istifade ediyor. Çalışan, çabalayan gayret ediyor, sınıf farkı yok, aile mensubiyeti yok, millet kimi beğeniyorsa onu seçiyor. İster bir köylüyü seçiyor, ister bir şehirliyi seçiyor.” dedi. (25/01/2017 tarihli Binali Yıldırım’dan)

Şimdi burada, Osmanlı-İslâm varlığından rahatsız olmak yok da ne var?

Böyle rahatsızlığı olanlardan birisi de Tatar Prof. Sadri Maksûdî Arsal… Hem de ne rahatsızlık!

Rahatsızlıkları aynı ortak payda teşkîl edenler, Tatarya’nın Kazan şehrinde bile icâbında buluşabiliyor ve hemhâl olabiliyorlar!. Tataristan’da, Prof. Sadri Maksûdî denen İslâmsız o sırılsıklam TÜRKÇÜLÜK fitnesine yakalanmış adamın HEYKEL-İ HEYBÂNINI dikmek içün, kış kıyâmet, kalpak-kepenek oralarda turlamanın âlemi ne?. Yüzler Garb’dan Şark’a döndürüldü ya; bir de Müteveffâ Türkçü TÜRKEŞ Partisiyle de cicim ayları başladı ya, gelsin “Dürriyemin güğümleri” cinsinden “Türkçülerimin 5-10 bin yıl evvelki kadîm putlu-heykelli balbal devranları…”

Haber şöyle idi:

“Binali Yıldırım, Tataristan ziyareti kapsamında geldiği Kazan’da Sadri Maksudi Arsal Anıtı’nın (heykelinin) açılış törenine katıldı.”

Şimdi hem aktüel hem ansiklopedik bazı ma’lûmâtla devam edelim:

“Başbakan Yıldırım, gerçekleştirdiği konuşmasında İstanbul-Kazan arasındaki kardeşliğin iki belediye arasındaki eş şehir olmanın ötesinde bir anlamı olduğunu kaydederek, “İstanbul ve Kazan kültür, dil yakınlığının yanı sıra ortak değerlerimizin, ortak tarihimizin ve ortak şahsiyetlerimizin de olduğu iki büyük ilimizdir. Bugün İstanbul Parkı’nda hem Rusya hem de Tataristan’la aramızda kültür köprülerinden biri olan, tarihi kişiliğin heykeli için toplanmış bulunuyoruz.”

Kültür köprüsü içün târihî kişiliğin HEYKELİ!

Meğer Bay BinAligillerin ne de çok HEYKEL-İ HEYBÂN lüksü varmış!

Türkiye’deki HEYÂKİL-İ HEYBÂN az geldi, şimdi de Tatarya’ya HEYKEL-İ HEYBÂN dikme inkilapları devri açılmış, mı diyeceğiz?!

“Fransızca yazdığı ve basılmayan ikinci kitabı “Türkçülük”ün daktilo edilmiş iki nüshasından birinin kapağında (daha doğrusu kapağına fazladan yapıştırılmış bir sayfa üzerinde) Sadri Maksudi’nin mirasçıları için sürpriz oluşturan bir Türkçe el yazısı bulunmuştur. Arap harfleri ile yazılmış bu el yazısı şöyledir:

Türk ırkının kurtarıcısı, Türk tarihinin en büyük siması, Türklük için namı mukaddes kalacak muhterem ve muazzez Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine hudutsuz ihtiramatımla beraber takdime cesaret ediyorum…

BinAli arkadaş sa’yesinde Prof. Tatar Sadri Maksûdî’yi; Maksûdî sa’yesinde de “Türk Târîhinin en büyük sîmâsını, bu ırkın kurtarıcısını, bu ırkın en mukaddes ve muhteremini” öğrenmiş oluyoruz!. Ammâ ve lâkin aşağıda gelecek, bu aşk u mahabbet, vakt-i saati gelince, bir örümcek ağı mı imiş ki, bir püf ile patlar ve paramparça olur?

“Büyük Türkçü Sadri Maksudi Arsal Mustafa Kemal Atatürk’ün tek bir sözü ile her şeyi bir tarafta bırakarak Türkiye’ye gelmişdir.”

Bu kadar hatırlıdırlar ve tapınma derecesinde sadâkat ve merbûtiyyet… BinAli arkadaşın HEYKEL-İ HEYBÂNINI dikmek içün Tatarya’ya kadar uçduğu kişiyi, biraz daha tanımaya çalışalım:

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarında Mustafa Kemal Atatürk tarafından Türkiye’ye davet edilmiştir. Türkiye’de Türkçülüğün temelini atanlar arasında bulunur. Cumhuriyetin ilk hukuk fakültesi olan Ankara Hukuk Fakültesi’nin kurucu hocalarındandır. Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu’nun kurulmasında önemli katkıları olmuştur.

Sorbon Üniversitesinde Türk tarihi dersleri okutan Sadri Maksudi, Bütün Türklerin ümidi ve Türklük ülküsüne bağlı olanların mihrabı haline gelen genç ve dinç, Milli Türk Devleti’nin davasını büyük bir heyecanla kabul ederek 1925’te, Türkiye’nin şimdi bir dil akademisine, bir de tarih akademisine ihtiyacı vardır ve benim ikisinde de hizmetim olabilir. “Her şeye rağmen gitmeliyim” diyerek Ankara’ya gelmiştir.”

“Sadri Maksudi Arsal, Türkiye’ye hizmetlerini ise bu açıdan değerlendirmek gereklidir. Arsal’ın hizmetlerine “yeni Türk devletini şekillendirmede oynadığı rol” açısından baktığımızda dört ayrı tür etkinlik görüyoruz: Hukuk hocalığı, Milletvekilliği, Türk Tarih Kurumu’na katkıları, Dil devrimine katkılarıdır.”

“Osmanlı torunu ve Sadrâzam rütbeli” BinAli Arkadaşın, HEYKEL-İ HEYBÂNINI dikmek içün  Tatarya’ya gitdiği adamın 4 yönü veya ciheti: Ma’lûm hukuk, ma’lûm vekillik, yalan tarih ve uydurukça dil devrimi… Dört ma’rifeti de bu! Yani tatar Sadri’nin RABİASI da, bunlarmış!!!

HEYKELİNİ dikmek içün kar-kış demeden Tataristan’a koşulan ATAKÜLT yâdigârı Sadri Maksûdî’nin, “İslâmiyyet ve Osmanlı’ya nasıl kanserli ve cüzzamlı bir bakışı olduğu da” aşağıdaki satırlarda apaçık görülecekdir:

“Ankara Hukuk Fakültesi’nde verdiği derslerden biri “Türk Hukuk Târihi”dir. Böyle bir ders о zaman dünyada ilk kez verilmektedir. О zamana kadar Osmanlı-Türk toplumunda “hukuk” kavramı, yüzyıllardır yürürlükte olan İslam hukukuyla doğrudan doğruya bağlı olmuştur. Arsal, yeni kurduğu disiplinde, yeni Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Türkü, İslam-öncesi Türk hukukuna, İslam-öncesi Türk tarihine ve toplumuna götürmüş, onun Osmanlı kimliğinden sıyrılmasına ve Türklük bilinci elde etmesine yardımcı olmuştur.”

“Arsal 1925′ te Türkiye’ye yerleştiği zaman…. Arsal’ın fikir bаbаsı ol­duğu “Tarih Heyeti” daha sonra Türk Tarih Kurumu olarak gerçekleşecektir.”

“Türk Tarih Kurumu, Cumhuriyetin ilk yıllarında sadece tarih alanında çalışma yapan bir kuruluş olmanın çok ötesinde bir işleve sahip olmuştur. Kurum, yeni cumhuriyet insanı Türk’ün kendi geçmişini, kendi kökünü aramasını benimsetmek; yeni Cumhuriyet’i Osmanlı dışı ve Osmanlı ötesi temellere oturtmak görevini yüklenmiştir. Türklerin tarih konusunda ulusal bir bakış açışı geliştirmesi amacını gütmüştür.”

“Arsal’ın önayak olduğu dil devrimi Türkiye’de gerçekleşmiş, meyvalarını vermeğe başlamıştır. Örneğin, dil devriminden önce, bugün artık Osmanlıca tabir ettiğimiz, Arapça ve Farsça sözcük ve deyimlerin çoğunlukta olduğu bir dille kaleme alınmış olan 1924 Anayasası, 1945 yılında, anlam ve kavramda değişiklik yapılmaksızın öz Türkçeye çevrilmiştir.

Adamın sadece iki çalışmasının başlığı da, bu “Türkçülüğün” nasıl bir İslâm ve Osmanlı düşmanlığı demek olduğunu çok güzel gösterir!

Maksudi, S. (1940). Teokratik Devlet ve Laik Devlet, İstanbul – İstanbul Üniversitesi Yayınları.

Maksudi, S. (1946). “İngilterede Demokrasinin ruhu ve tarihî temelleri ”, Tasvir, 16 Haziran, sahife 3.”

Dembokrat Parti iktidârı sırasında 1924 ana-avrat yasasına dönülmek istendi; ve “Dil devriminin kurbağacalarına poydos denilir” olunca, Tatar Sadri’nin tepesi nasıl atmış, görelim:

“Arsal bu yasa teklifiyle ilgili tartışmalar sırasında söz alır ve teklifin aleyhinde konuşur. Ancak, onun ve onun gibi bir kaç kişinin daha karşı çıkmasına rağmen, teklif kabul edilir. Arsal’a göre bu teklifin yasalaşması demek, dil devriminin iflası demektir. Ayni zamanda, ona göre bütün dünya Türkleri arasında bir Dil Birliği kurulması şeklindeki rüyasına da veda etmek” demektir. Zaten, D.P.’den ikinci bir dönem daha aday olmak istemeyecek, 1954’den sonra çekildiği İstanbul’da, manevi vasiyeti saydığı Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esaslari (1955)’ni kaleme alacak, 1957’de hayata gözlerini yumacaktır.”

İşte heykelini dikmek içün Kazan’a giden OSMANLI TORUNU ve CUMHURİYET SADRÂZAMI BİNALİ ARKADAŞIN BÜTÜN AKP CÂMİASI VE MÖHDEREM TÜRK IRKI ADINA Sadri Maksudi denen Tatar’a aşk u mahabbeti bu…

Büyük Dâhî ve Allâme Şeyhülislâm Merhûm Mustafa Sabri Efendi Hazretleri Türkleri 3 sınıfa ayırır:

1) Müslüman oluncaya kadar (PUTPEREST) Türkler;

2) Müslüman olunca (HAKPEREST) Türkler;

3) Lozan kazığından sonra İslâmiyyet’i yasak eden (ZENPEREST)  Kürkler… Bunlara (TÜRK) de denemiyeceği içün biz böyle dedik!. Nerde o Müslüman OĞUZ soyu?.. Zenperest, halk argo ve tangosunda ve galat-ı meşhûr ile “zampara” ta’bir edilen nesne… Ecdâd dilinde (Zenne) de (kadın) demekdir; (zenperest) ise, “kadına tapan” yani zinâkâr, uçkuru düşük, ağzı burnu bir tarafa kaymış, nefesi leş gibi  alkol kokan yamuk-yumuk herif ma’nâlarına gelir!.

İşte 15 Temmuz TUĞYÂN-I FETTOŞÎSİ ve TÛFÂN-I SALÎB’İNDEN sonra AKP mazlûmîn-i garîbânı (!) dedik, Allâh AZZE ve CELLE HAZRETLERİNE OLANCA TÂKAT Ü KUDRETİ İLE YÖNELECEKKEN, vech-i MİLLÎ (!) ve OSMÂNÎSİNİ (!) garbdan şarka ol sebeb tahtında tahvîl-i kıble eylediler!.

“Müslümanlık” diyecekken de; “Türkçülük”  tarafına tevcîh-i rota ve moda eyleyüb, soluğu Sadri Maksûdî gibi Şeyhülislam Merhûm’un “Putperest Türkler” dediği kategorinin iri sütunlarından birinin heykel-i heybânını açmaya yani  resm-i küşâdında bulunmaya karar verdiler; ve çâreyi de sanki oralarda arayacak kadar sürüklendiler!..

Eh, demek ki bu milletin çilesi daha dolmamış, Garb’dan Şark’a esip tozmak ve biraz daha poyraz tûfânı altında, ufukda çatı tavan hasârı görülüyor!.. Biz, kaşığa bunlar çıkarsa, elbetde “kaderde bunlar varmış!” diyeceğiz… İçdeki cüzzamlı gâvurlar gibi:

“Türkiye’nin KADERİ bu mu olmalıydı, Kaderimizi artık ancak biz çizeceğiz, bu ne biçim KADER, MECLİSİN ÜSTÜNDE HİÇBİR GÜÇ TANIMIYORUZ!”

Demek gibi iblisce ısyân ve tuğyânla gâvur olacak hâlimiz de aslâ yokdur, olamaz… Bizi, “İrâde-i cüz’iyyemizi hayra kullanıb, tedbirde kusur etmemek ve müteâkıben de tevekkül alâkadâr” eder… “Osmanlı torunu yerli ve millî” garîbanları kılavuz yapacak kadar kıblemizden milyarda bir sapamayız; ve Merhûm Üstâdım’ın şu şimşek gibi çakan sözünü düstur edinmekden bir an bile ayrılamayız:

“Biz, dâvâmızdan ne döner, ne de kıblemizden milyarda bir derece fedâ ederiz. Ancak şahısların, GÂYEDEN İNHİRÂFI NİSBETİNDE onlardan çevriliriz. Bu da, OROSPU VİCDANLAR DÜNYASINDA EN KESKİN FİKİR NÂMÛSU ÎCÂBI…” (Rapor 4, sh. 25, 1978)

Sığ bataklık böcekleri ile, yalan ve iftira zırhı içine çekilen kaplumbağa tıynetli kesânın, bizi anlamasına da aslâ imkân görmüyoruz; ve bundan da aslâ şekvâcı olmak gibi bir acziyeti, zerre kadar semtimize uğratamayız…

Cennetmekân, Halîfe-i Müslimîn Abdülhamîd Hân Aleyhirrahmeti Ve’l-Ğufrân Hazretleri ne kadar “İslâm” demişse, ondan sonra gelenler (İT takımları=İttihad-Terakkî)ciler de, o kadar “Türkçülük” maval ve kavalları öttürerek devlet ve milletin (heykelci) kâtilleri olmuşlardı… 15 sene sonra ise 1923’de, Lozan’da bu katletme işi protokollara bağlandı ve ne olduysa oldu, bir İslâmsız’laştırma ve Türkçülük’leştirme (!) âfeti sökün etdi!..

İşte, “Osmanlı Torunu” ve Raisü’l-Vüzerâ BinAli Yıldırım Beyfendi’nin Tataristan Kazan’ında HEYKEL-İ HEYBÂNINI küşâd eylediği Sadri Maksûdî Arsal nâm kimesne, böyle bir “türkçü” idi; ve Kamal Paşa’ya da pek ziyâde akıl hocalığı yapmış bir Kazan Tatarıydı…

Bu Kazan’da nasıl bir sır varsa, oradan hep aykırı ve haykırı sivri adam ve madamlar âlem-i şühûdda arz-ı endâm etmektedir! Meselâ, Sarıklı Politikacılardan Körmez nâm hadîs-i şerîf düşmanı herifin neredeyse “a’lâ-yı illiyyine” çıkardığı KAZAN’lı Mûsâ Cârullah Bigiyef denen, Allâh’ı ve Şerîat’ını beğenmez ve Kitâbullâh’a burun kıvırıb onu tashîhe kalkışan “müceddîdîn-i kezzâbîn ve decâcile-i dâllînden bir kimesne” dahî, ol mıntıkadaki ehâli-i hâsirînden zuhûr etmişlerdir…

Kazan’lı Bigiyef, İslâmiyyet’i beğenmeyib içine ne küfr ü dalâlet ihtirâ’ eylemiş ki, bunlarla, şu Ankara sarıklı sâbık Politikacılarından KÖRMEZ nâm kimesneyi dahî teshîr eyleyüb, kendisini medh ü senâ etdiren ve göklere çıkartan bir kitâb dahi karalatmışdır…

Gaspıralı İsmail nâm herifden nice fitne fücûr ahzeden Kazan’lı Sadri Maksûdî ise, “İlâh-ı Etrâk” Kamal Paşa’yı (teshîr) eylemiş ve “laik hukûkun, Türk dil ve Tarih KURUMLARININ ve daha nice seküler müessesât-ı bîdîniyyenin temellerinin atılmasında”, O’na, müthiş akıl hocalığı ve kılavuzluk yapmışdır!.

ANCAK, layık ve şerîk ateizmada “Hüccet muhâl olacağı” cihetle, (tenâkuz ve iftirâk) kaçınılmazdır. En sonunda Kazan’lı Prof. Sadri Maksûdî ile Selânik’li Kamal Paşa’nın arası açılır; ve KAZAN soğuğu gibi ortalık buz keser!. Paşa’nın bende-i sâdığı (uşşağı) C. Granada’nın hatıralarından hulâsa ediverelim:

Paşa’nın son senelerine doğru, Çankaya’da 7 kişi hemmeclis ve hemdem olub, şerâb-ı hamr ile dahî brakisefal kafatasları çakır keyf olduğu bir esnâda, bir bankanın adı, ne olsun mes’elesi ortaya fırlar!. Kazan’lı Tatar Sadri, Ordinaryüs Pırasasördür ya, ziyâde çok bilmişdir!. Bütün dünya Türklerini Türkçe etrafında birleştirme ideolojisini (!) Gaspıralı Ismayıl Agasından ta’lîm eylemişdir!. Türk Dil Kavâidine göre “Denizcilik Bankası” adı münâsibdir, “Denizbank” olamaz” diye Tatar inadıyla profesörlüğünü öttürmeye başlar!. Bir dediği iki yapılamıyan Kamal Paşa bu! Onun Tatar inadıyla halay çekdiğini görünce, o da çakır keyf kafayla ve Selânik ağzıyla sarızeybeği oynar; ve şâribü’l-leyli ve’n-nehâr cinsinin anlıyacağı dille bir-iki lâf atmadan sonra, “Siz profesör değilsiniz!” diye kükreyiverir!. Kazan Tatarı buna fenâ içerler ve dırdıra başlar: “Ben de siz kumandan değilsiniz desem, ne kadar kırılırsınız! Benim Sorbonda bile kürsüm var….” kabilinden Tatarizmasını sürdürür!. Paşa susar; ve onca idealdaşlık ve türkçüdaşlık ve şarabdaşlık veee…. ne kadar (daşlık ve insaniyetdaşlık varsa) bir anda hepsi de yakılıb kül edilir, biter; ve bir daha da görüşmezler…

Heykeldaşların, heykeltıraşlamaların, Osmanlı torun ve torbalarının, lâyık-kayık ve gayr-ı ayık cümle çağdaş ve çamdaş aziz ve tabelâ müslümanı barikatdaşların ve aynı zamanda sandık süslümanı vatantıraşların, millî ve yerli ve pîkakavî îmâlâtı parti-pırtıların, bütün bunlardan ibret alması gerekmiyor mu?..

Türkiye’nin her km karesine 3-5 heykel-i heybân düşerken, az gelmiş gibi bir de kış-kıyâmet Tataristan’da HEYKEL-İ HEYBÂN dikme yarışı veya ritüelleri…

15 Temmuz’da ödü ağzından fırlayacak kadar şeyi şey olanların şeyleri, bundan şey olmamalı mı?

Heyâkil-i heybâna susamış gibi Tataristan Kazan’larına koşmak yerine, Allâh Sübhânehû ve Teâlâ Hazretlerine şöyle niyazda bulunmalı değil miydi:

“Allâh’ım! Bizi, ABD, Telaviv ve AB gâvurlarından ve onların parmağında oynıyan Feto haşerât ü kâzûrâtından yalınızca SEN kurtardın; bizi “Kenûd=nankör”lerden eyleme; sana nasıl ve ne kadar şükretsek azdır; bize bunca maddî ve dünyevî saltanat ve sayısız nî’metler verdin!. Tataristan Kazan’ı ve bilmem nerelerde senin dînine meydan okuyan kesânın ve benzerlerinin HEYÂKİL-İ HEYBÂNINI dikib nasıl sana meydan okuruz, bizi hidâyetden ayırma!”

Böyle niyâz ve münâcaatda bulunarak, îmân-ı şer’î ile adı geçen kesânın, başlarını secdeden kaldırmamaları icâbetmiyor muydu?

Bunca kesân, “Şükrü edâ edilmiyen ni’metleri ve imkânları, Cenâb-ı Hakk Azze ve Celle Hazretlerinin ellerinden alacağını;”  ve sokak ortasında damdazlak veya don-gömlek, yarı aç yarı çıplak bırakacağını bilmiyorlar mı?

Değirmen taşı kadar kalpak başda, Tataristan’ın KAZAN meydanlarında kâidesi üstünde bacak bacak üstüne atmış Türkçülük kılavuzu Kazan’lı Sadri Maksûdî HEYKEL-İ HEYBÂNI…

O zamanki Topbaşist İstanbul belediyesinin de “katkı ve atkılarıyla…” 

“Türkiye’yi Heykelistan yapanlar, şimdi de bunu yurt dışına mı ihrâc ediyor” dedirtmekden, Allâh Azze’ye sığınılmalı değil mi idi acebâ?. Mısır ve Tunus gibi yerlere (layıklik) ihrâc edenler, şimdi de 15 Temmuz HAÇLI SEFERİNDEN 5 ay kadar sonra, şimâl memleketlerine heykel-i heybân ihrâcına başladılar demeli mi idik?.

Fırtına geçdi öyle mi?. Artık gemi sallanmıyor, rahatladınız öyle mi?. Mevlâ’nın Kitab’ını okumaz ve îmân edib amel de etmezseniz, encâmınızdan korkulur!. Kurunun yanında yaş (millet) de yanar!.

İzmir Kordunboyu’nda halka “Rahat rakı yudumlasınlar” gibi projeler mi olur, bu nasıl Osmanlı Torunu olmakdır?. Allah Azze’nin YASAKLARINA meydan okuyarak hangi müslümanlara idârecilikdir bu?.

Mübarek Ramazan Bayramında “Haydar Haydar” türküleriyle alevî gözüne girilecek ve gûyâ bu kafayla oy devşirerek “Osmanlı Torunluğu” icrâ edilecek öyle mi?.

 “İslam güncellenmeli, artık 14-15 asır evvelki hükümleri bugün KALKIB uygulayamazsınız, yok böyle bir şey!” diyerek, Allâh Azze ve Celle’nin Dîni’ni iptal ve ilga etmek kimin haddine?.

 DİB tâifesinin başındaki Sarıklı politikacılara 15 asırdır görülmiyen ıstılahlarla oynamayı talimat vererek, Allâh AZZE ve CELLE’nin dînini “Sabiteler ve DEĞİŞGENLER” diye biribirini kemirgen ve gevişgen iki bölüğe tefrik etmek, hangi müslümanlığın icâbıdır?. İcmâ ve Kıyas gibi Rasûl-i Rusül Aleyhisselâm Efendimiz Hazretleri zamanından beri dinin müsbit ve muzhir DELİLLERİNİ yok saymak hangi fettoş kafası taşımamakdır?

Kovadis?

Anladınız?!

Sokrat’a içirilen baldıran zehri kadar acı da olsa, biz, doğruyu dosdoğru yazmıya son nefesimize kadar devam edeceğiz biavnihî TEÂLÂ… Yaradan’ın hatırından daha üstde olanının MUHÂL olduğuna, îmân-ı şer’î ile kat’iyyen ve TAM ÎMÂNIMIZ VARDIR!.

 Şu üç paralık süflîler dünyasında, susanlar gibi “DİLSİZ ŞEYTÂN OLMA” çukurunu boylamak, hiç işimize gelmiyor!

Kâinâtın Fahri Aleyhisselâm’ı ziyâreti aklından bile geçirmiyenler ve onların hempâları, azılı İslâm ve Osmanlı düşmanlarının heykel-i heybânına perestiş içün kar-kış demeden ve 15 Temmuz HAÇLI SEFERİ fâciasından 5 ay sonra Tataristan’ın Kazan’larına gidib girecek, biz de onlara umûrumuzu teslîm edeceğiz!

Yâ Rabb! Îmânımızı muhâfaza buyur…

Ne diyelim, Allâh Azze, cümlemize (akıl-fikir ve îmân) nasibetsin; ve Anadolumuz’u, heykelistler heykel-i heybân peşinde koşarken yeni HAÇLI gâvur seferine çarpılmakdan; ve iç gâvur oyuncaklarının ihânetlerinden muhâfaza buyursun!

Âmîn ve Selâmün Ale’l-Mürselîn Ve’l-Hamdülillâhi Rabbi’l-Âlemîn…

(İlk intişâr târihi: 07.12.2016)

Son Tashîh ve İlâvelerle: 18.06.2018 / 20:17:47

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir