(6) Şevket Eygi Bey’in İcâzeti Yoksa Da, (İzni) Varmış! Üstelik, Tasavvuf Mistisizmmiş!
5 Mart 2015
(8) Şevket Eygi Bey’in İcâzeti Yoksa Da, (İzni) Varmış! Üstelik “Asıl Cumhuriyetçi Benim!” Diyor…
24 Mart 2015

Eygi Bey’in efrencî (8.2.2015) tarihinde yazdığı yazının uygunsuz olduğu üzerinde durmuş ve tenkîd etmişdik. Şöyle diyordu:

ŞEVKET EYGİ BEY’İN İCÂZETİ YOKSA DA, (İZNİ) VARMIŞ!
ÜSTELİK, TASAVVUF MİSTİSİZMMİŞ!

(7)

Mehemmed SAFFET

Eygi Bey’in efrencî (8.2.2015) tarihinde yazdığı yazının uygunsuz olduğu üzerinde durmuş ve tenkîd etmişdik. Şöyle diyordu:

 “DİNÎ konularda Ehl-i Sünnet  akaid ve ilmihal kitaplarında mevcut olan, İslam’ın iki kere iki, eder dört, temel ve tartışmasız  gerçeklerini sık sık yazıyor, hatırlatıyorum. Bunları yazmak için icâzet sahibi olmak gerekmez. Kaldı ki, bendenizin son devrin büyük zatlarından birinden alınmış  bir iznim vardır. Kendisine otuz beş yıl kadar önce sormuştum: “Efendim, bu fakir haftalık gazetemde Müslümanları beş vakit namaza, farz namazları cemaatle kılmaya ve bunlar gibi dinî emirlere uymaya davet  ediyorum. Bu konuda bana izin var mıdır?..”  Olur, yazabilirsin demişlerdi…” 

 Ehl-i Sünnetin akâid ve ilmihal kitablarında,bilhassa (DÂR-I HARB)de pek husûsî planda kalıb tasrîh ve tavzîhi yapılmıyan nice “ilmî ve fikrî dîne müteallık mevzû’” vardır ki, bunlar, ulemâ-yı Osmâniyye’nin beyânlarında, makâlelerinde, röportajlarında, reddiyelerinde, manzûmelerinde, nasihatlarında ve sair kitablarında ve sohbetlerinde ele alınmış olub; İslâmiyyet’in nice ince mes’elelerinin bu yolla vuzûha kavuşturulub beyân edildiği apaçık bir vâkıadır.

Eygi Bey’in (27 Şubat 2014) tarihinde M. Gazete’de yazdığı bir yazının serlevhası ise, (ibretlik) olarak şu:

“Asıl Cumhûriyetçi Bendenizim.”

Fakat Eygi Bey, bir yandan da ikide bir:

 “Müslümanlar Halifesizdir, İmâm-ı Kebirleri yokdur, böyle İslâm olmaz, İslâm şöyle yaşanır, müslüman böyle ahlâklı olur, halîfesiz, başsız müslümanlar toz olur silinir gider!. Mücâhidlikden müteahhidliğe geçenlerin Allâh 1000 kere belâsını versin, v.s.!” 

Diye, “hılâfetçi, doğrucu” bir manzarayı gözlere sokub duruyor!. Bir de pek sık kalemine aldığı İngiliz’in gâvur mektebi var:

 “-Müslümanların, İngilizin ETON koleji gibi kaliteli bir tek mektebi yok.” Demek ki, 15 asırdır müslümanların bu İngiliz gâvurunun mektebi kadar (örnek) alınacak “kaliteli bir tek mektebi” olmamış, YOK!

YAZIKLAR OLSUN BÖYLESİNE bir aşağılık duygusuna!

Bir cümlesi de îman ve aklı kazığa çakacak cinsden: “İngiltere’deki müslümanların, krala itaatleri lâzımdır!” Bir Angilikan keferenin müslümanların “velâyetini” sırtlanması gibi muhal bir hâli, “hem cumhuriyetçi ve hem hılâfetçi olanlar”, ancak böyle “HAKKI BATILLA TELBİS EDEREK” iddia edebilir! Hem de İslam’ın yeryüzünde en azılı düşmanı ve “hılâfet-i İslâmiyyeyi” yeryüzünden kaldıran bir Adüvvüllâh küffâra itaat… Neymiş, İngiliz keferesi, o batasıca adasında 86 adet “Şerîat Mahkemesi” kurmuş veya buna müsaade etmiş!. Bunlara “Şeriat Mahkemesi” diyenin hem âkıl ve hem mü’min olması mümkin midir?. Halife-i Müslimîn adına işlemiyen bir mahkemeye “Şeriat Mahkemesi” diyerek İslâmiyyet’i (sulandırmanın ve gavurlara mahabbet akıtmanın adına) ne denir; lugatlarda bunu ifade eden bir kelime var mıdır, bilmiyoruz!. Bütün bunlar, Müteveffa İngiliz oyuncağı “Şeyh-i Nâkıs” yani “müteşeyyih” Kubruslu o adama tirid olmakdan mı ileri gelmektedir?! İngilizin çok meşhur şeytânî “siyâseti” iktizâsı, dünya müslümanlarının da “muhâmîsi” rolünü  oynamasını; ve böylece onları bir yandan da (narkozlamak) içün bu fırıldakları çevirdiğini akl edemiyenlere yazıklar olsun!

Eygi Bey, böylece, o meşhur “İZNE” dayanarak, yüzlerce dînî mes’eleyi çalakalem habire yazıb binlerce çam ormanını yerle bir ediyor; ve aklının nimetlerinden bütün müslümanların müstefîd olub cennet-i a’lâ’ya uçub (!) gitmeleri içün binbir dereden de (mugâlâta delilleri?) taşıyor!.. Üstelik de bu kabil yazdığı yüzlerce zırva, “İslâm’ın iki kere iki, eder dört, tartışmasız temel gerçekleri!” imiş!.

Tabii yiyene!

Herhangi bir racûl, hem “asıl cumhûriyetçi benim”; hem de, “bütün müslümanlar halifeye veya imam-ı kebîre, veya emîru’l-mü’minîne sahib olmalıdır” derse; ve bu adamın aklî melekeleri de yerinde ise, geriye bir tek şık kalır ki, o da, bu işte bir (b…..) olduğudur!. Bu da değilse, bu zıplayıp hoplamalı (mütenâkız) zırvalar, bu DÎNİN ve müslümanların 15 asrı ile “dalga geçmek” gibi bir manzarayı ortaya dikmekdir!. Bu 15 asır içinde hangi müslüman (ehl-i sünnet) bir âlim, kitâbet veya hıtâbet yolu ile “asıl cumhûriyetçi benim” demişdir?. Târih boyunca hangi Peygamber, (hâşâ) cumhuriyet düzeniyle bir devlet kurmuşdur; ve o peygamberleri, (başda RASÛL-İ RUSÜL Aleyhisselâm Efendimiz Hazretleri olmak üzere) ta’kîb eden hulefâ-yı Râşidîn, tabiîn, tebe-i tâbiîn, müctehidîn ve bir asır evveline kadar da, hangi müslüman terketmiş; ve (vahyi umursamıyarak) böyle bir Freng felsefesinin kuyruğuna takılmış ve bunu ağzına ve kalemine bulaştırmışdır?.

 Târih boyunca kurulan (vahye müstenid) 50 civarındaki devletin hangisinde böyle bir (kadîm Yunan akıl ifrâzâtına tebâiyyet veya tapınma) görülmüşdür?. Cennetmekân Abdülhamîd-i Sâni Hân Hazretleri zamanındaki Osmanlı armasında, hâşâ “Kadîm Yunan akıl ifrâzâtına MÜSTENİD Osmanlı Devleti Melikliği” mi; yoksa, “El Müstenidu Bi Tevfîkâti’r-RABBÂNİYYETİ Melikü’d-Devleti’l-Osmâniyye” mi yazıyordu?.. İşkembeden sıkma değil; bunların her biri adam gibi cevab ister!

 92 sene evvel, İskilibliler, Babaeski Müftüsü Ali Rıza Efendiler, Kemahlı Hocalar ve hatta Şalcı Bacılar gibi 500,000’i bulan müslüman, acebâ neden asılarak katledilmiş veya nice işkencelerle tenkîl edilmişlerdir?. 1908 ittihadçı-mason darbesi ile (Makâm-ı Muallâ-yı Hılâfeti) yere batıranların, Bartın Müftüsü Muhammed Rif’at Efendi gibi siyâsetden nefret eden, bîgünâh ilim ve irfân adamı binlerce âlimi “hılâfetçi” suçlamasıyla “idamlıklar” listesine alan, cumhuriyetçilerin ağababaları (meşrutiyetçi hâinler) de, binbir gözkülleme ve yalanlarla, hangi müslümanlığa (hizmet) peşindelerdi?!.

Geçmişde meydanları doldurarak “cumhûriyet mitingleri” yapan ve “Kahrolsun Şerîat” diye  haçlı kafasının yürütdükleri de, istisnâsız “cumhûriyetçiyiz, KANLA irfanla kurduk biz bu cumhûriyeti” diyerek meydanları inletmiyor; ve memleketde gerginlik ve terörün en piç ve kahpe ta’rifesini estirib yalatmıyorlar mıydı!?.

Eygi Bey, yazısında, kendi kafasına göre ne kadar iyilik, doğruluk ve güzellik yolları var, tutub, bunların topunu da kendisini nisbet etdiği “cumhûriyetçiliğe” mâletmiş, bulamış durmuş!. Meselâ  17 maddede îman etdiği cumhuriyetçiliğin, 14, 15 ve 16. Maddeleri şöyle:

“14.  Cumhuriyet rejimi ilim, irfan, hikmet, doğruluk dürüstlük, adalet, insaf, halka şefkat, merhamet, yargı önünde eşitlik rejimidir.

  1. Gerçek Cumhuriyet kara, kirli, gayr-i meşru para ve servet birikimine izin vermez.
  2. Gerçek cumhuriyette, istisnâî olarak rüşvet ve münferit yolsuzluk vak’aları olabilir ama genel bir kokuşma olmaz. Nadir, istisnâî, münferit yolsuzluklar da emsaline ibret olacak şekilde tenkil edilir, cezalandırılır.”

Biz 17 maddenin misâl olsun diye 3 maddesini iktibâs ederek buraya aldık!. Merak edenler, tarihini verdiğimiz fıkrayı bulur ve diğer 14 maddenin kısm-ı a’zamı ile de, bu “cumhuriyetçi” olmanın topyekûn “sübhânîliklerini” okuyabilir!. Ancak adam olana da sorarlar:

1)Bunca “sübhânîlikleri!” tâdât edilen nesne, dünyanın neresinde bir tek gün, hatta bir tek saat hükmünü icrâ etmişdir?. Kâinât târihinde böyle bir “cumhûriyet” bilmem nesine rastlıyan olmuş mudur?. Böyle zâtî (ütopyalarıyla), Eygi Bey, ne elde edecek ve “cumhuriyeti” kimlere, hangi cins müslümanlara propaganda edib sevdirecek ve çok büyük sevâba (!) girecekdir?. Böylece kimlerin ruh-ı gayr-i tayyibelerini şâdnâk eyliyecekdir? “Fazîlet rejimi” dediği cumhûriyetin rezîletlerini yok kabûl edib, mutlak hakîkatın, Peygamberlerle ortaya konulan fazîleti içindeki biricik ve mümâsili muhâl olan (hılâfet) şeklini, bütün müsbet sıfatları ile, kadîm Yunan akıl ifrâzâtı ve 1789 yahudi-frenk ihtilâli fırlatması o “cumhûriyetin” içine sokuşturmak sûretiyle çevrilen katakülli, müslüman şeref ve haysiyetine zerre kadar yakışan bir keyfiyet midir?

2) Yoksa, adı geçen, (22.7. 2014) târih-i efrencîsinde, tv’lerle dünyaya, hangi cins veya kategoride olduğu belli olmıyıb, modern bir “nurculuk” da püskürten (!) Prof. Dr. A. Akgündüz’ün:

 “Hollanda Kraliyetinde hem cumhuriyet ve hem demokrasi beraber yürüyor.”  Ayrıca, “Ben, cumhuriyetle hılafetin beraber yürüyeceğine inananlardanım!”

Deyişinden mi ilhâm almaktadır!. Öyle ya, profesör akıl ve mantığına göre “cumhuriyetçi bir kraliyet” olurken; “cumhuriyetçi bir imâmet-i kübrâ!” neden olmasın!. Risâle-i Nûr Müellifi, “İctihâd Risâlesi” ile “ictihad kapısını açıb nefs ü hevâya göre yeni ictihadlar yapmanın İslâmiyyet’e ihânet olacağını” beyan ederken; bu modern “nurcu” gürûhunun “işkembelerden ictihad” yani “teşehhîler” kusması, herhalde garîb karşılanmamalıdır!. Eygi Bey de, “hem cumhuriyetçi ve hem İmâmet-i Kübrâcı” olmanın  fazîletlerini tadmak içün, “ictihadları, hep Karaman’ın koyunu ve büyükbaşları mı yapacak, biraz da ben bu işin tadına bakıb, zevkine varayım!” demiş olamaz mı?!

3)Yahud, Ankara tarafından sûikasta uğrayacağı sebebiyle, 1922 sonlarına doğru hicrete mecbur bırakılan Cennetmekân Vahîdüddîn Han Hazretleri’nden kalan boşluğu kataküllilerle doldurmak üzere, Şeyhülislâm Merhum Mustafa Sabri Efendi Hazretlerinin “alafranga” sıfatıyla andığı “Abdülmecid Efendinin Hılâfetini” mi “mekîsünaleyh” kabul ederek “kıyâs” yapıb, istinbât, istihrâc ve ictihad eylemektedir?. 1924 martında kapısına cumhuriyet polisi gelib “şu kadar gün sonra memleketi terket” tardını yiyinceye kadar, topu topu 1.5 senelik Dolmabahçe safâsının hayâlleri mi ictihadda “mekîsün aleyh” olmaktadır?. Eygi Bey, yazı ve çizilerinde sık sık, bu “alafranga Abdülmecid’in hılâfetini” cumhuriyetin bidâyetindeki bir fazîlet ve pek müsbet bir hâlmiş gibi ele ve kaleme alıb durmaktadır!. Dolayısıyla, “Cumhûriyetle Hılâfetin beraber yürüyeceğine inananlardanım” diyerek, katagorisi mechul o “nurcu” Prof. A. Akgündüz gibi yeni bir “akım, bakım ve takım” faslı başlatmış da olabilir mi?.

4)Ancak, Merhûm Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi gibi hakîki ulemâ, şimdiki echel-i cühelâ cumhuriyet müctehidi müfsidlerden çok farklı yazmaktadır… Şeyhülislâm Merhûm, “İmâmet-i Kübrâ” nâm risâlesinde buyuruyor:

“Hükûmet kuvveti olmıyan Hılâfet, ŞER’AN câiz ve mu’teber degildir!.”

Öyle ya, memleketi, devlet ve hükûmet kuvvetini yani (icrâ)yı elinde bulunduran Ankara ricâl-i cumhûriyyesi idâre ederken, Dolmabahçe Sarayı’ndaki “Alafranga ve Ressamcılık takıntılı Abdülmecid Efendi” maviş gözleri ile Boğazın sularına bakarak bir takım devletlerin elçilerini kabul edecek; ve onlarla hasbihâl eyleyib, boş zamanlarında da “sinek avına çıkacakdır!”

Buna, Ankara adına “hılâfetçilik oynamak” denmez de ne denir?. Böyle bir oyunda rol almak, ne kadar Osmanlı Şerefi taşımak olacakdır?

1924 mart sonlarına doğru da, Dolmabahçe sarayına gelen üç-beş polislik Ankara irâdesine serfürû’ eden böyle bir herife, tahtında müstetir şöyle denecekdir:

“Şu kadar gün içinde valizlerini topla; ve göstermelik hılâfetinin (!) sidik yarışını, Avrupalarda (Cennetmekân Vahîdüddîn Hân Hazretlerinin) başına belâ olarak sürdür!”

O da, aynen öyle yapacakdır!. Çünki adamın içi (alafrangacılıkla)  çürümüşdür!

5)Şeyhülislâm Merhûm, İmâmet-i Kübrâ Risâlesinde, bu “alafranga adamı” bahis mevzuu eder; ve   muhtelif yerlerinde, şu ibârelerle ümmetin önündedir; ve onları, 90 seneye yakın, satırlarıyla irşâd buyururlar:

  1. a) “Abdülmecid Efendinin Hılâfeti şer’an câiz değildir.”
  2. b)          “                “          hılâfetine ŞEYTAN bile güler.”
  3. c) Mustafa Kamal’ın tayin etdiği adamdan HALİFE olmaz!”

6)Gene Şeyhülislâm Merhum, İslâm Târihindeki bütün müslüman devletlerin, Medine merkezli Rasûl-i Rusül Aleyhisselâm Efendimiz Hazretlerinin KURDUĞU Hükûmet-i İslâmiyye’nin birer ŞU’BESİ olduğunu yazar… Eygi Bey’in “sübhânî sıfatlar yüklediği!”,  vâkıada aslâ olmamış ve olmıyan ve olması muhâl olan o “ütopik cumhuriyeti” değilse de;  vâkıadaki bütün gelmiş ve gelecek olanları, kadîm Yunan akıl ifrâzâtı merkezinin veya 1789 yahudi-freng ateistleri  başşehri Paris merkezli cumhuriyetin, dünya üzerindeki şu’beleri olmasın!?

7)Hılâfet-i Hâkîkiyyenin sıfatlarını “cumhûriyet” denen beşer uydurması bir şekle giydirerek “asıl cumhuriyetçi benim” demek ve onu son derece sevimli göstermek; ve bir yandan da “imâmet-i kübrâ-imâm-ı kebîr” diye 3-5 günde bir yırtınmak, hangi ahlâk ve samîmiyyet ile kâbil-i te’lîf edilebilecekdir?. Bütün adâlet, iyilik, güzellik ve doğruluklar cumhuriyetde olunca; ve bu çalımlarla tribünlere oynanınca; o yırtına yırtına lâf kalabalığıyla kaleme alınan “hılâfete veya imâmet-i kübrâya”, hangi müsbet bir tek sıfat bırakılmış olacakdır?!

Bunca ecâib, garâib, şaşırtıcı, câhil cühelânın kafasını çöplük karmaşasına çevirici, îmânlarını şübhelere sevkedici, mütenâkız, gayr-i ilmî, gayr-i aklî ve mantikî, şu meşhur telbis ustası Teymiye uslûbu ile yazıb çizmeler, Merhûm Muhammed Zâhid Efendi’nin verdiğinden bahsedilen icâzetnâme değilse de, o “izin” denen şeyde, hâşâ yer almakta mıdır?!

8)Cumhûriyetle hılâfetin biribirini sonsuz derecede ne kadar nakzeden; ve birinin beşerî, ötekinin ilâhî birer sistem bulunduğunu, yeryüzünde gerzek de olsa, bilmiyen siyâsî var mıdır?. Hılâfete îmânın, icmâlen bile olsa, Kelime-i Tevhîd cümlesi içinde yer aldığı, münkirine mü’min denilemiyeceği, bunun zarûrât-ı dîniyyeden bulunduğu, inkâr edilebilir mi?. Yüzbinlerce müslüman, darağaçlarına bir hiç içün mü çekilib canlarından oldu?. Onların âh u enînleri ve beddualarından korkmıyanlar, istedikleri kadar ve cumhuriyetlerinin te’minâtı altında istediklerini yazıb çizebilirler!. Ancak bu iş, dîn mütehassısı olmıyan câhil cühelânın kafa ve kalb isti’dâdlarının çok dışında ve ötesindedir. Şeyhülislâm Merhum Mustafa Sabri Efendi Hazretlerinin şu ifâdesi de, iman-ı şer’î, iz’an, vicdân, akıl, mantık ve insâf sâhibleri içün bir ma’nâ ifâde edecekdir:

“BEN, HILÂFETİN LÜZÛMUNDA ŞÜBHE VE TEREDDÜD EDEN BİRİSİNİN, HEM ÂKIL VE HEM MÜ’MİN OLMASINA İHTİMÂL VEREMEM.”

Cenâb-ı Hakk Azze ve Celle Hazretleri, kibir, inat, ucub, “ben bilirim” demek ve cehl-i mürekkebden; ve ehl-i Sünnet ulemâsına kafa tutub onları dinlememekden; veya dinliyor gibi yapıb istismâr etmekden, onları kullanmakdan, Rasûl-i Rusül Aleyhisselâm Efendimiz Hazretleri hürmetine cümlemizi muhâfaza buyursun, âmin!

(Mâba’di var)

(İntişârı: 12.03.2015)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir