(5) Şevket Eygi Bey’in İcâzeti Yoksa Da, (İzni) Varmış! Üstelik, Tasavvuf Mistisizmmiş!
26 Şubat 2015
(7) Şevket Eygi Bey’in İcâzeti Yoksa Da, (İzni) Varmış! Üstelik, Tasavvuf Mistisizmmiş!
12 Mart 2015

Merhûm Muhammed Zâhid Efendi Hazretleri, Eygi Bey’in de işâret etdiği gibi, 35 sene evvel irtihâl buyurdular. Geride akâid ve ahlâka müteallık

ŞEVKET EYGİ BEY’İN İCÂZETİ YOKSA DA, (İZNİ) VARMIŞ!
ÜSTELİK, TASAVVUF MİSTİSİZMMİŞ!

(6)

Mehemmed SAFFET


Merhûm Muhammed Zâhid Efendi Hazretleri, Eygi Bey’in de işâret etdiği gibi, 35 sene evvel irtihâl buyurdular. Geride akâid ve ahlâka müteallık birçok eser de bırakarak… Bazı siyâsetçiler, hatta bazı “kerâmeti kendinden menkûl” müteşeyyih proflar ve Eygi Bey gibi “izinnâmeli-izinnâmesiz!” gazeteciler de, Merhûm’u çok istismâr ederek kullanmıya kalkışdılar. Merhûm’un, eserlerinden 3’ünde, bütün ins ü cinne şöyle beyanda bulunduklarını kim inkâr edebilir:

1)  “ Evvelâ partiler hiç de doğru olmıyan bir teşkîlâtdır. Zirâ birinci zararları, memleketdeki vahdeti, birliği bozmakdır. Herkes, kendi mensubu olduğu partiyi, onu müdâfaa sadedinde çok gayret sarfeder. Muhâlifi olan partiyi devirmiye ve onu haksız çıkarmıya çabalar. Bu hususda yalan yanlış her türlü propagandayı meşrû’ sayar.” (Mü’minlerin Vasıfları nâm Kitab, 1982, s.78-Ayrıca Sehâ Neşriyâtın tarihsiz baskısı, s.118, Selânik Cd.49/1 Kızılay ANK.)

Artık hiçbir mürîd veya tiridin, “dembokrasinin vazgeçilmez unsurları olan parti-pırtılar” içün misyonerlik yapmasına açık kapı bırakılmamışdır. Hele Eygi Bey gibi “İslâm Demokrasisi” lâfları etmek, son derece çirkindir; ve bu, Merhûm ile de tersleşmekden başka hiçbir ma’nâ ifâde edemez!. Verildiği iddia edilen o meşhûr “iznin” mündericâtı içinde “İslâm Dembokrasisine” de izin verilmiş olabileceği, (hâşâ) îmân-ı şer’î ve akl-ı selîme zarar olduğu cihetle düşünülemez!

2)  Merhûm Muhammed Zâhid Hocaefendi’den alacağımız ikinci cümle de şu:

“Müslümanların partilerle alâkası yokdur. Zaten bu PARTİCİLİK Müslümanlığa yakışan bir şey değildir.” (Cennet Yolları nâm Kitâb, Sehâ Neşriyât 8, s.221. Gümüş Basımevi, Cild: Acar Matbaacılık. İst. 1986)

Merhûmun, bu son derece açık ve kitâb çapında yazılı  beyânından sonra, böyle bir “alâkadan” bahsedib, “particiliği de müslümanlığa yakışan bir şey” olarak 46 senedir çalkalıyanlar, aşağıdaki şu ibâreyi de okur ve (anlarlarsa), mes’ele çok daha kolay, hemen hâlledilmiş olacakdır…

3)  Hocaefendi Merhûm’un 3. Kitabından alacağımız cümle ise şöyle:

“….hâlâ uykudayız. POST KAVGASIYLA, PARTİCİLİKLE uğraşalım bakalım, ÂKIBETİMİZ NE OLACAK?” (Tasavvufî Ahlâk, 5. Baskı, Baskı tarihi yok, c.2, s.112, Sehâ Neşriyât: 1.Baskı: Alemdar Ofset, Merkez İst.) 

İşte işin bam teli burası. Merhûmu, particilikleri, müteşeyyihlikleri ve müctehidlikleri içün utanmadan istismâr edenlere, “post kavgaları ile uğraşmanın nasıl berbat bir AKIBETE müncer olacağı” işte böylesine ağır bir dille ihtâr edilmektedir… Lâkin bunu, mühürlenmemiş bir kulak bulub anlatmak ne mümkin!

Merhûm, bu satırlarıyla “parti ve particiliği” yerin dibine geçirirken, bir takım politika şarlatanları ise, kurdukları parti ve pırtıları “Muhammed Zâhid Efendi Merhûm’un emri ve tavsiyesi üzere kurduklarını” zerre kadar hayâ etmeden fısıltı gazeteleriyle dünyâya yayıb sıvadılar!. Bu istismâr, iftirâ ve adam kullanma mütehassısı politik şaklaban familyaları, en sonunda %1’lerde oy alır hâle gelerek, dünyâ önünde rezîl oldular. Her seçim içün iğrenç bir mukâyese malzemesi uydurarak “Bu seçim müslümanın sayımı olacakdır, bu seçim Çanakkale Harbinden daha mühimdir, bu seçim İstanbul’un fethinden daha mühimdir, bu seçim dünyanın en mühim hadisesi olacakdır!” soyundan iblisin aklına gelmiyecek  katakülliler ortalığa bulaştırıldı durdu… Dolayısıyla MERHÛM’un 3 kitâbından iktibâs etdiğimiz yukarıdaki satırlardaki hikmetli beyanları da aynen zuhûr etmişdir. Mevki ve makâm hırsları azıb kuduranlar, kendilerini başmakâlelerle, “Peygamber misyonlu lider”; iç makâlelerle de “müctehid, müceddid ve mehdi” bile ilân etdirmekden zerre kadar hayâ etmemişlerdir. Hele hele MERHÛM’un kerâmet çapındaki “….hâlâ uykudayız. POST KAVGASIYLA, PARTİCİLİKLE uğraşalım bakalım, ÂKIBETİMİZ NE OLACAK?” cümlesi, beyân etdiğimiz gibi öylesine doğru çıkmışdır ki, niceleri erzel-i ömründe şii Acemistan’ın kucağına düşecek kadar aşağılaşmış, yolsuzluk ve “kayıb trilyon” dedikodularına bulaşarak haysiyet ve şerefleri beş paralık olmuşdur… “Âkıbetleri” de, işte %1’lik oylarla böylesine perîşanlık resmetmişdir!. Partileri ise, bir takım “dangalak” veznindeki adamların eline geçecek kadar irtifâ kaybetmiş; ve bu adamlar, “En büyük Millî Görüşçü Atakürk” diyecek kadar pespâyeleşmişlerdir!. “EN BÜYÜK MİLLİ GÖRÜŞÇÜ ERBAKANDIR” bile diyemez hâle getirilecek kadar şahsiyet iflâsına uğratılan ve ehlîleştirilenler, Merhûm Hocaefendi’nin “….hâlâ uykudayız. POST KAVGASIYLA, PARTİCİLİKLE uğraşalım bakalım, ÂKIBETİMİZ NE OLACAK?” gibi son derece sert ve gönül koyucu, yukarıya aldığımız nice (ihtarlarına) kulak asmamanın ve O’nu da istismâr etmenin faturasını çok ağır ödemiş; ve hâlâ da, sağa sola, ve paralelci-yahudici hâinlere koltuk değnekliği yapıb savrularak, feci’ şekilde ödemeye devâm etmektedirler!. Bu tip mühürlülere “bin nasîhatden bir musîbet yeğdir” diyerek bakılsa da, bunlara bin musîbet bile kâr edeceğe benzememektedir!

Merhûm, “parti ve particiliği” yukarıya aldığımız 3 kitabı ile yerin dibine geçirirken, O’nu, öte yandan da, birilerini “parti kurmaya teşvikçi” imiş gibi kulaklara fısıldamak, rahmetli Hocaefendiyi (hâşâ)  “ikiyüzlü, yalancı, milleti aldatan, sıradan ve basit bir adam” göstermek alçaklığı değil midir?. Dosta düşmana, “Kitabında yazdığının tam tersini gizli gizli mürîdânına yapdırmış” denilince, bunun, Merhûm’u nasıl iğrenç bir karalama olacağını kim inkâr edebilir?. Bunun neresi îmân, neresi amel ve neresi zerre kadar ahlâkdır?.

Dolayısıyla, gözküllemenin “ÂKIBETİ” işte budur!

Muhterem Hocaefendileri böylesine (istismâr ve kullanmak), hangi müslümanlıkla kâbil-i te’lîf edilebilir?.  “Parti ve particiliği” böylesine yerin dibine geçiren Merhûm Hocaefeni’nin, 3 ayrı kitâb çapında VESÎKASI varken, o hangi îmân, ahlâk ve vicdandır ki, Merhûmu, bu satırlarını nakzeden bir adam derekesine indirir!

Rahmetliyi, “….hâlâ uykudayız. POST KAVGASIYLA, PARTİCİLİKLE uğraşalım bakalım, ÂKIBETİMİZ NE OLACAK?” diyen satırlarına rağmen, hâlâ “uykudakilerin” uyanamamasından geçdik; bir de 35 sene sonra bile müşârünileyh Hazretlerini, sanki dînî mevzularda, “bâbıâdî fetvâcıbaşısı” gibi yazı yazmanın lâzım-ı gayr-ı mufârıkı imiş gibi göstermek… Merhûm’u, kendisine “İZİN” vermezse o mevzularda aslâ yazı yazılamıyacakmış gibi bir manzara  çizmek… Böyle cingözlüklerin arkasına gizlenerek, yazılan yazılara “lâ yuhtî ve lâ yüs’el” zırhları giydirmek… 15 asırdır böyle yazı yazıldığına, kimde, hangi muharrir ve müellifde rastlanmışdır?. Rahmetliyi, böyle bir makâm ve mevki’a oturtarak (isim vermeden) gizli gizli öne sürmeye yeltenmek…

Bütün bunlar, çirkin bir istismâr ve “adam kullanmak” değilse nedir?

Ve bu, tribünlere de oynamanın hangi tür açıkgözlüğü ve fırsatçılığıdır?! 

Şimdi de, Eygi Bey gibi, “Kâim-i Pederim Efendim kendisinden sonra (İRŞAD MAKAMINI) da bana bırakdı” havalarına giren, müteveffâ dâmat Es’ad Coşan nâm Profesör kişinin, Merhûm Hocaefendi’nin emir ve tavsiyelerini ateşde yakmıya denk  Asfa’daki konuşmasını görelim:

“Daha iyi niyetli, daha çok müslümanı kucaklıyacak bir PARTİ KURMAK, BUGÜN MÜSLÜMANLARIN BOYNUNUN BORCUDUR. Kim kurmuyorsa, kim kurmıya yanaşmıyorsa, kim yan çiziyorsa, geri duruyorsa, kim başka başka PARTİLERE girib asıl yapması gereken işden kaçıyorsa VALLAHİ DE, BİLLAHİ DE, ALLÂH İNDİNDE MES’ÛL OLUR.” Ve: “Müslümanların, ekseriyeti temsîl eden bir PARTİ kurmaları boyunlarının borcudur. Kurarlarsa kurarlar, kurmazlarsa Allâh HESÂBINI SORAR.”

İşte Merhûm Hocaefendi’nin buyurdukları; ve işte onun tam tersini bağıran profe-sör Efendinin, politikacıların ve gazetecilerin hezeyanları!. Bunca tenâkuzlar, haksızlıklar, ısyân ve tuğyanlar ve büyükleri irtihallerinden sonra bunca çirkin ve iğrenç istismâr edişler karşısında DOĞRULARI ve HAKKI söylemeyib ketmederek “Dilsiz şeytan olmayı” hangi aklı başında bir müslüman kabûl edebilir?. Dembokrasi câhiliyyesi içinde, önüne gelen eşşek gibi anıracak, bizler de susub bu esvât-ı kerîhe ve galîzayı hiçbir şey olmamış gibi dinliyeceğiz öyle mi?. Ukbâ’da, üzerlerimizde onca hakları bulunan bu hocaefendilerin ve müslümanların yüzüne nasıl bakacağız???

Efendiler!

Dosdoğru ve dürüst olun, kalp para gibi kısa bir müddet câhil milleti aldatırsınız, onlara sûret-i hakkdan görünerek yemlemede bulunur, ayranlarını kabartabilirsiniz; “şerbetliyim” der gibi “izinliyim” havalarına girerek bir takım safdiriklere “kerâmeti kendinden menkûl şeyh” numaraları çekebilsiniz; göz küllemek ve hiç haram yememiş ve soyguna vurguna ve din istismârına karşıymış rolleri oynıyarak “islâmcı mücâhidlikden (varsa o da) bilmem ne müteahhidliğine” geçen (kimlerse), onlara, yeldeğirmenlerine at mahmuzlarcasına saldırıb tribünlere de oynıyabilirsiniz; ve daha ne ma’rifetleriniz varsa, milletin şer’î echeliyyetinden ve hâfıza kaybından ve ferâset mahrûmiyyetinden bilistifâde kendinizi sütden çıkmış ak kaşık gibi yutturabilirsiniz! Ancak, “Bâbıâdî” denen bataklığı, içine girib çıkan ve dolayısıyla çok iyi tanıma imkânı bulan bizlere yutduramaz; ve “HESAB GÜNÜNDE” DE foyalarınız çıkıp yüzlerinizdeki sahte boyalar dökülünce, tam bir maskara olur ve ebediyyen o lekelerinizle dolaştırılırsınız!

Merhûm Muhammed Zâhid Hocaefendi “ÂKIBETİMİZİN NE OLACAĞINI” soruyor!

“Sanma ey, hâce kim, senden zer ü sîm isterler,

Yevme lâ yenfeu’da kalb-i selîm isterler!” 

Avusturalya’da “araba kazasında!” ölerek dünyâsını değiştiren Profesör Coşan, Kâim-i Pederi de olan Merhûm Muhammed Zâhid Efendi Hazretlerinin “….hâlâ uykudayız. POST KAVGASIYLA, PARTİCİLİKLE uğraşalım bakalım, ÂKIBETİMİZ NE OLACAK?” şeklindeki nasihatini dinlese idi, acebâ “âkıbeti” nasıl olurdu?.

Kader değişmez ki, “başka türlü olacakdı” diyelim! Nasîhât dinlenilmiyeceği içün, “âkıbetinin” öyle olacağı zarûrî bir netîce; ve ilm-i ezelîde HAKK TEÂLÂ’ya ma’lûm bir keyfiyet!.

KADER!

Kadere müteallık mes’elede durma vazife ve salâhiyyetimiz de yok!

Ancak, ısyân ve tuğyân ne ise, gözümüz onu görür o kadar!

Cumhuriyet Prasasörü Coşan Bey, (1980’in Ekim) ayı mecmuasında, “Bir ârif mürşid, tarikatde müridleri üçe ayırmış” diyerek, Eygi Bey gibi o mürşidin adını vermekden çekinerek veya korkarak veya (!) her ne hâl ise, müridânı 3’e ayırıyor!. “1) Mürid-i Mutlak, 2) Mürîd-i Mecâzî ve, 3) Mürid-i Mürtedd…”

 Tabii o “Ârif Mürşid” kimse, veya böyle birisi (?) var olmuşsa, işte, O “Ârif Mürşidin” nâkili (!) olarak, “15 asırlık tasavvuf târihinde Mürid-i Mürtedd” ta’bîriyle müşerref olunmaktadır!. Demek ki, mürteddlerden de “mürîd” olabiliyormuş!. Tabii bunlar da, (P.sör Şeyhlerin) ellerini ve eteklerini öpmiyen, kendilerini dinlemiyen, arkalarında değil de önlerinde yürüyen, o zamanın (devletlû) Erbakan taife-i siyâsiyyesi!..

Demek oluyor ki, kimisi “devrin büyük bir zâtını” bulub ondan “izin” koparıyor ve her dînî mevzuda yazma ehliyetine bir anda vâsıl olub “Bâbıâdî’de” müctehidlik (!) imtihânından (şehâdetnâme) alıyor; kimisi de, kim olduğu belli olmıyan “Bir Ârif Mürşid” yakalayıb, elini öpmiyen ve sözünü dinlemiyen Erbakan ve kurmaylarını “mürid-i mürtedd” i’lân eden ve “parti kurmıyandan Allâh hesâbını sorar!” diyen, “Profesör ŞEYH Efendi” makâmına fırlıyor!. Ağleb-i ihtimâl, “Allâh Azze ukbâ âleminde hesâb-kitâb sormasın!” deyû da, bir adet “Sağduyu Partisi” tescilliyerek, turşusunu kurub rafa kaldırıyor ve ara sıra da tadına bakıyorlardır!.

İşte “mücâhidlikden müteahhidliğe” değil ammâ, köşe yazarlığından (müctehidliğe) ve Prasasörlükden (Şeyh-i Kâmilliğe!) yol bulmanın yolları böylece aralanmış ve açılmış olmaktadır… Hele “bize parti kurmayı emreden hocaefendidir” uydurması ile gazetelerinde Erbakan’ı “Peygamber misyonlu lider, müctehid, müceddid, mehdî” i’lân ederek “büyük(!) zât”  dediklerini böylesine istismâr edib kullananlar içün ne demelidir?. Hem “peygamber misyonlu lider, müctehid, müceddid ve mehdî” olacak, bunca makâmât-ı aliyyenin doruklarında tüneyeceksin; hem de İskenderpaşa İmamı Muhterem’in “izni ve emri ile (parti-pırtı) kuracak” ve yüzüne gözüne bulaştıracaksın!. Ve ne garib, dîni bütün hacı hocalar, şeyh ve tirid-mürîd takımları da bunları âfiyetle yiyib, o mülahham gövde-i azîz ve lezîzlerine indirebiliyor!

 Bunca nefes tüketdikden sonra, artık, işin künhünü ve aslını, Şerîat Mütehassısı ulemâmızın muhalled satırlarından belliyerek kafa ve gönüllere çakmak, en sâlim ve rızâya mutâbık yol bilinse gerekdir…

Büyük Osmanlı Müfessiri Merhûm Muhammed Hamdi Efendi Hazretleri Âl-i İmrân Sûresinin bazı âyetlerini tefsîr buyururlarken, şu hakîkatları, akl-ı selim sâhibi müslümanların gözüne sokmaktadır:

“… hakkı ketmetdiler de, Peygamberlere ve müslümanlara ezâ ve iz’âca kalkışdılar….Bunu evvelâ yehûd yapmış, bilâhare de nasâra o yola gitmiş olduğundan burada da ihtâr edilmişdir. Bunlar böyle yapdılar, (………………….) ve mukâbilinde bir semen-i kalîl aldılar, metâ-ı ğurûr olan hayât-ı dünyâya aldanarak cüz’i bir para veya menfaat mukâbilinde sükût veya te’vîl ü tahrîf veya iğmâz-ı ayn (görmemezliğe gelerek) hakk-ı ketmetdiler. “-Bu semen, hatt-ı zâtında ne kadar çok olursa olsun mütenâhî ve fânî olduğu içün, ebedî ve nâmütenâhî olan ecr-i uhrevîye nazaran pek az bir şey olduğundan “semen-i kalîl” buyurulmuşdur. Maamâfîh bununla, bunların hadd-i zâtında cüz’i bir menfaat-ı dünyeviyye içün kitablarını unutuverdiklerine ve onu süflî bir sûretde beş-on para içün bile sûi isti’mâl etdiklerine de işâret buyurulmuşdur.” 

ŞİMDİ TEFSİR SATIRLARI ŞÖYLE DEVAMDADIR: 

 “Ve maatteessüf hayli zamandan beri bu hâle müslümanlar da düşmüşdür. Ulumâdan hakkı aramayıb  gönlüne göre yanlış bir cevâb-ı muvâfakat almak içün teşvik veya tehdîd eden bir çok câhil, ahlâksız müslümanlar bulunduğu gibi, böyle menâfi-i hasîse yolunda dolaşan ve ilmi, dîni, dâm-ı tezvîr (yalan tuzağı) telâkkî eden ulemâ taklidleri de zuhûr etmişdir.” ….. (c.2, s.1253) 

TEFSİR DEVAM EDİYOR:

“…….Şimdi bunun mücerred bir takbihden ibâret kalmıyacağını ve sûret-i umûmiyyede ahlâkda ciddiyet ve tevâzu’ hılâfına hareket edenlerin ÂKIBETLERİ elîm olduğunu beyân içün de (BİZDEN: Merhûm Muhammed Zâhid Efendi Hazretleri de bu ÂKIBET kelimesini isti’mâl buyurmuşlardı.) münâfıklar dolayısıyla şu ayet nâzil olmuşdur. (…………..) yapdıkları herhangi bir iş ile ferahlanan, lisânımız ta’bîrince mağrûr olan (…………….) ve yapmadıkları bir şey ile medh ü senâ edilmelerinden hoşlanlanan kimseleri sakın azâbdan kurtulacak bir mevki’de zannetme, asla zannetme (………….) hem bunlar içün elîm bir azâb mukadderdir.”- Bu âyet münâfıklar dolayısıyla nâzil olmuş bulunmakla beraber  hükmü, gerek sâir küffâr ve müşrikînden ve gerek MÜSLÜMANLARDAN bu ahlâkda bulunan ashâb-ı ğurûrun hepsine şâmildir. Mağrurlanmak, istikbâlden ğaflet etmek ve vazîfenin kabûl ve tahsîni kendine âid olmadığını bilmemek, yapdığı işi, büyüksünüb kendine onu büyük görmek gibi bir küçüklükdür. Ve yapmadığı, yapmış gibi gösterilib med olunmakdan hoşlanmak ise tahrîf-i Hakk’dan bir zevk almak ve ALLÂH’ı unutmakdır. Evvelkisi buna sevkeder. Bu ikisi bir yere gelince de azâb-ı elîme müstahik olur. Maatteessüf bu hâlde bulunanlar ne kadar çokdur.” 

“Yek beyza-vü sad hezâr gıdgıdâk” 

“Burada Cenâb-ı Allâh müslümanlara bütün muvaffakıyyeti te’mîn edecek olan kemâl-i ubudiyyet ile meâli-i ahlâkiyyeyi telkîn içün, ruhları halkdan HAKK’a ve kalbleri âlem-i ğurûrdan cânib-i Melik-i Ğafûra cezbederek ve sabr ü ittikâ ve azmin bütün hedefini ve beyânât-ı sâbıkanın esbâb-ı mu’cibesini telhîs ederek buyuruyor ki:

(…………….) BÜTÜN SEMÂVÂT Ü ARZ DEVLET VE MEMLEKETİ MÜSTAKİLLEN ALLÂH’IN MÜLKÜDÜR. BUNUN İDÂRESİNDE ANCAK ONUN EMİRLERİ  VE ONUN KUDRETİ İCRÂ-YI HÜKMEDER. Bunlar içinde ahkâm-ı hakkın hılâfına hareket etmek istiyenler, elbetde mahkûm-ı ikâb olurlar. Onun kudretine hiçbir şey karşı gelemez. Allâh’ın kudreti pâyânsızdır. HERKES ONUN İÇÜN ÇALIŞMALI, VE HER VAZÎFEYİ BU MÜLKÜ İDÂRE EDEN AHKÂM VE EVÂMİRİNE VE SÜNNET-İ CÂRİYESİNE TEVFÎKAN VE ANCAK ONUN NÂMINA YAPMALIDIR.” (Hakk Dîni Kur’an Dili, 1936, c.2, s. 1254-55)

(Mâba’di var)

 

(İntişârı: 05.03.2015)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir