(5) Şevket Eygi’nin İctihadlarına Göre “1923’de Cumhûriyet, İslâm Cumhuriyeti!” Olarak Başlamış!
13 Mayıs 2012
Şevket Eygi’nin İctihadları Şimdi De Sünnîlikle Şiîlik Üzerine!
10 Haziran 2012

Şevket Eygi devam ediyor: “İslamda din dünya, ruhanî cismanî (sprituel temporel) ayırımı yoktur. Genel Müdürlük seviyesinde

ŞEVKET EYGİ’NİN İCTİHADLARINA GÖRE “1923’DE CUMHÛRİYET, İSLÂM CUMHURİYETİ!” OLARAK BAŞLAMIŞ!

(6)

Mehemmed SAFFET

Şevket Eygi devam ediyor:

“İslamda din dünya, ruhanî cismanî (sprituel temporel) ayırımı yoktur.

Genel Müdürlük seviyesinde resmî bir Diyanet İşleri Başkanlığı olması demokrasiye, insan haklarına, İslam dinine aykırıdır.” 

Burada gene kısa devre var!

DİB gibi bir yerin mevcûdiyyeti, “dembokrasiye, ins haklarına ve İ. Dinine aykırı” imiş!. Evvelâ ve birinci olarak neye aykırı, üçüncü olarak neye aykırı, dikkat!.

Aman evvelâ ve birinci olarak “dembokrasiye aykırı olmasın!” Dembokrasi her şeyin önünde ve başında olacak!. Varsa da o, yoksa da…

Eh canım, üçüncü derecede de “İslâm Dînine aykırı!” imiş, ne yapalım! Buna da şükür, üçüncü olarak zikredilmiş ya, aman ne lütuf!

Dembokrasi ve gavur uydurması ve onların keyfiyet biçdiği insan hakları denen nesneler de, İslâmiyyet’e aykırı ve taban tabana zıt değil mi?.

Dembokrasi vahy tanımaz ki!.

Gavur standartlarındaki “insan hakları!” denen bâtıl, şirk, nifak ve zırvalar, hangi şer’î delillerin ortaya koyduğu netîcelermiş?

O dembokrasi denen safsata, ins ü cinnin her türlü aklının bir muhassılası veya bulaması ne ise onu tanır… Müşrik, kâfir, homo, hırsız, arsız, dinsiz, densiz, donsuz, it, kopuk, fâhişe, eşkıyâ, darbeci, darbukacı, dümbelekci, terörist, deyyus, gavvat, pezevenk, diyalogcu, laik, boynuzlu, hâin, mürtedd, münâfık, fırlama, kahpe, züppe, hödük, güdük, düdük, piç, kâtil, ayyâş v.s. ne varsa, bunların ifrâzât aklını, “vatandaş aklı!” olarak vahyin üstünde yani Allâh Azzenin ilim ve kudreti fevkinde tutar; ve hatta onlara kânun yaptırır ve onları böylece RABB mevkiine koyar ve bu kânunlara,  “Allâh Rabbimdir!” diyenlerin de ittiba’ etmesini mucbûri kılar… Yani “müslümanım” diyenleri, o binbir çeşit ifrâzât akıl önünde, onu, tanrı (rabb) kabûl etmeye zorlar… Bu da işte, dembokrasidir, hürriyetdir, insan haklarıdır, medeniyetdir, din serbestisidir, hukukdur, laiklikdir, bağımsızlıkdır, zartdır ve zurtdur…

Yiyene…

“Diyanet İşleri Başkanı’nı siyasî iktidarın tayin etmesi ve azletmesi demokrasiye, insan haklarına ve gerçek laikliğe aykırıdır.” 

Yâhû İslâmiyyet’e, Allâh ve Resûlü’nün irâde ve rızâsına aykırı oldukdan sonra, “dembokrasiye, insan haklarına (gâvur uydurması şeylere yani) ve gerçek lâikliğe (sanki bu dinsizlik demek olan laikliğin gerçeği, dinsizlik değil!) aykırı olmasa ne halta yarar?. 

“Gerçek laiklik!” denen necâsetin, “gerçek olmayanından” farkı varmış; ve biz de, onun “gerçeğinin!” avukatlığını yapacakmışız, öyle mi?..

“İkisi de yerin dibine geçsin!” dersek, bizim “GERÇEK LAİKLİĞİN KUYRUĞUNDAKİ SİVRİ ZEKÂLILAR!” incinir mi dersiniz!. “Gerçeği” denen cinsinin de (küfür, şirk ve nifak) olmadığını isbât edemezlerse, iki cihânda, Âdem Aleyhisselâm’dan Kıyâmet’e kadar GELMİŞ VE GELECEK milyarlarca müslümanın, iki elinin yakalarında olacağını bir an bile unutmamaları icâb eder!. 

“Gerçek laiklik!” denen o necâsetin vasıfları nelerdir; ve dünyânın neresinde müslümanlara tam hakk ve hürriyetin zerresini  vermişdir söylensin!. Allâh’ın Dîni olan İslâmiyyet, ulemâ-yı islâmiyyenin icmâ’ ve ittifakıyla sâbitdir ki, “tecezzî kabûl etmeyen bir bütündür;” ve o, mutlak hakîkat kabûl ve tasdîk edildikden sonra, artık onun binde biri hâric binde 999’una “hürriyet” verilse, buna, bu dine verilen hürriyet denemiyeceği bedâhat derecesinde ortada bir hakîkatdır… Çünki ayrıca bu DÎN, kendisine “hürriyet verilsin!” diye değil; o, ins ü cinne “mutlak hürriyetin” ne olduğunu öğretmek ve sonra da bu hürriyeti, onlara vermek üzere vücûd hikmetine sâhibdir… Bu DÎN, beşerî herhangi bir ideoloji, doktrin, devlet, hükûmet, mecâzî ma’nâda bir din veya bir millet veya bir mahlûkdan “hürriyet” taleb etmek gibi bir noksanlık veya ona boyun eğişden, mutlak ma’nâda münezzeh ve müberrâdır…

Sübhân olan Allâh’ın, DÎNİ de SÜBHÂNDIR…

“İnneddîne ındallâhi’l-İslâm” dendikden ve bu Din (mutlak hakîkat) kabûl edildikden sonra, başka bir şıkka hayat hakkı tanınamıyacağı, akıl ve mantığın da tek şık hâlinde tasdik etmek zorunda bulunduğu bir vâkıadır; ve bunun dışında hiçbir şıkka hayat hakkı da verilemez…

Allâh’ın sistemine “hürriyet” vermesi, bir mahlûk içün muhaldir; ve fakat her zerre, mutlak hürriyet ve hakkı, o (dinden) almanın me’mûru, mecbûru ve mükellefi… Müslüman, hiçbir zaman ve mekânda, “din hürriyeti” gibi gâvur icâdı, indî, nisbî ve izâfî bir rezâletin dilendici olmak gibi bir iptizâl ve sefâletin peşine aslâ düşemez… O, sâdece “mutlak hürriyetin” tâlibi ve onun müvezziidir, o kadar… “LÂ şerîkeleh…” diyen bir kalb içün, bu sâdece ve ancak böyledir…

“Beşerî hürriyetlerin” tamâmı da, müslüman nazarında esâretdir; ve o, hiçbir zaman böyle aşağılayıcı bir dilenciliğe sûret-i kat’iyyede tenezzül de edemez… Elmalılı Tefsirinde geçen şekli ile “Lisân-ı İslâm’da hürriyet, hukûkuna mâlikiyyet diye ta’rîf olunur.” Hangi beşerî sistem, müslümanlara “hukûkuna mâlik olma!” gibi bir hürriyet verebilir, bu muhal…

 O halde, müslüman, canı pahasına da olsa, bu “hürriyetini,” bizzat kendisi, her şeye rağmen ele geçirmenin me’mûru ve mahkûmudur. İşte ilâhî rızâ ve cennet de, bu mahkûmiyyetinin netîcesi olarak ona verilecek bir mükâfat… Yoksa, şerefsizce dilenerek, etek öpüp gavurlara yalakalık yaparak elde edilecek indî, keyfî, nisbî ve izâfî bir takım hürriyet nâmındaki beşerî kırıntılarla iktifâ etmek, ve buna da “dîn hürriyeti!” demek, gâvur standardına esir olarak kendisini ifâde etmek olacağından, bir müslüman içün esâretin en aşağılayıcısı, en haysiyetsizi, en geberticisi ve en ezici cinsidir…

Vesayet rejiminin İslam Vakıflarına el koyması demokrasiye, insan haklarına ve hukuka aykırıdır.İslam medreselerinin kapatılması insan haklarına, demokrasiye aykırıdır.Tasavvuf ve tarikat tekkelerinin kapatılması insan haklarına ve demokrasiye aykırıdır.Tevhidî-İslamî eğitimi yıkmak için yapılmış Tevhid-i Tedrisat inkılabı demokrasiye, insan haklarına aykırıdır. Müslüman erkeklerin ve kadınların kıyafetlerine karışmak demokrasiye ve insan haklarına aykırıdır.”

Biricik çirkin mi çirkin nakarâtları bu: “Dembokrasi de dembokrasi, insan hakları, beşer hukûku!..”

Adamların zikri, zikri, zikri ve netîcede fikri ve hülyâları utanmadan işte buyrun…

Kerrat cedveli ezberler gibi aynı ezber, aynı terâne, aynı nakarât, aynı dolabın gıcırtısı…

Dünyâ bu şeytan pisliklerinden, bugüne kadar zerre kadar hayır görmemiş; ve tam tersine, binbir belâya uğrayarak Cenâb-ı Hakk Azze ve Celle Hazretlerinin (GADABINI) celbetmiş iken, bu nasıl “ehl-i sünnetim” demekdir; ve “kitaba ve selefe aykırı yazmam, yazana karşı çıkarım, ben sünniyim, sünnilik de sünnilik!” diye bir insan nasıl avaz avaz bağırır durur, akıl alacak gibi değil… Hangi Ehl-i Sünnet büyüğünün kitabında “beşer ifrâzâtı dembokrasi, insan hakları, bilmem ne hukuku!” diye yazıyor?… 

El hayâ el edeb yâhû!…

(Mâba’di var)

 

(İntişârı: 17.05.2012)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir