(2) Eygi’nin, Koltuklar Gibi Görünerek Üstâd’ın Gıybetini Yapması…
14 Mart 2013
(1) Eygi, Neden Bu Kadar İngiliz Hayrânı?
22 Mart 2013

Hangi millet, ölüp gitmiş büyüklerini böyle Eygikülli usûlleri ile acaba anmaktadır? Dünyâ’da bir benzeri var mıdır? Meselâ Kamalistler bile ölüleri

EYGİ’NİN, KOLTUKLAR GİBİ GÖRÜNEREK ÜSTÂD’IN GIYBETİNİ YAPMASI…

(3)

Mehemmed SAFFET

Hangi millet, ölüp gitmiş büyüklerini böyle Eygikülli usûlleri ile acaba anmaktadır? Dünyâ’da bir benzeri var mıdır? Meselâ Kamalistler bile ölüleri arkasından, böyle zigzaklı ve kataküllili lâflar ediyorlar mı?.

Geçenlerde ölen Toktamış Ateş içün bile Eygi, böyle kataküllili bir yazı yazmamış ona, “müslümanım dedi!” diyerek “Allâh’dan rahmet!” bile dilemişdi!. Halbuki (.oktamış)ın ömrü, “kânunların menşei ilâhî olamaz, mutlaka bunlar insan aklının ürünü olmalıdır!” diye son nefesine kadar bu istikâmetin dışına çıkmadan geçmiş; ve o, katı bir laikçi kamalist olarak yaşamışdı…  Demek ki Eygi, o tip kamalistlerle Âhıretde beraber olmayı göze almış bulunuyor; ve o zaman biz de, dua ederiz ki, orada da buluşub kavuşalar!. Kişi sevdiği ile beraberdir…

Eygi, Rahmetli Üstâd içün ne diyordu:

 “ Bir insan olarak hataları, kusurları, günahları olabilir ama Allah’ın geniş rahmetine kavuştuktan sonra bunları konuşmak caiz olmaz.”

Eygi, Toktamış’ın arkasından, Üstâd Merhûm’a batırdıklarının yüzdebiri kadar batıcı bir tek kelâm etmiş miydi?. Meselâ Müteveffâ (.oktamış) içün:

“- Hesab kitâb bilmezdi, hata kusur ve günahları vardı, bazı müsülümanlar aleyhindeymişler, olabilir… yaşlanınca gözleri görmez ayakları tutmaz olmuşdu, bilmem neler ve neler!”

Öyle diyordu Eygi:

“- Bazı Müslümanlar Necip Fazıl’ın aleyhindeymişler. Olabilir. Bendeniz onun yazılarından, kitaplarından, sohbetlerinden feyz almış bir kimse olarak hakkında hüsn-i şehadet ederim ve onu tenkit ve yermek hususunda dilimi tutarım.”

Mâdem, “hataları, kusurları ve günahları konuşmak câiz olmaz” deniyor; öyle ise, diğer yandan da “hata , kusur ve günahlarını!” ruznâmeye getirip gözlere sokmak, hangi sevgi ve saygının samîmî olanı olmuş oluyor!?. O zaman “hesab kitab bilmezdi!” demek nasıl câiz oluyor?.

 Peygamberân-ı izâm hazerâtı dışında hiç kimsenin “ismet” sıfatı olduğu sûret-i kat’iyyede söylenemez. Ancak bu demek değildir ki, “Mevtâlarınızı, hataları, kusurları ve günahları vardı!” diyerek zikredin… Bu nasıl Üstâd sevgisidir anlayan beri gelsin!. Yahudi ve nasrânîler bile kendi ölmüşleri arkasından, “hatâları, kusûrları ve günâhları vardı!” diye mide bulandırıcı lâflar etmezken…

Müslüman mevtânın arkasından, gıybetle ve “hayırdan başka bir şeyle” konuşmak câiz değilse, “bazen öfkelenir, kızar ve darılırdı!” gibi, Merhûm’u çocuklaştırıcı, sevimsizleştirici ve ayarsızlaştırıcı gösteren kelimeleri, hiç münâsebeti yokken sıralamak nasıl câiz oluyor?.

Ne güzel de Merhûm’u müdafaa ediyor!. “Bazı müslümanlar Necib Fazıl’ın aleyhindelermiş!”

Mâdem Üstâd’ı seviyor, o zaman, Merhûm’u onlara karşı müdafaa etmek üzere hangi yazıyı yazabilmiş?. Şunu:

“OLABİLİR!”

Çok yazık!

Ne demek olabilir?. Bunu, yani Merhûm’un “aleyhinde gıybet yapmanın mubah” olduğunu ortaya koyan, bir âyet, hadîs, icmâ’ ve müctehid ictihâdı mı var?. Utanmadan, bir de “Bazı üslümanlar Necib Fazıl’ın aleyhindelermiş. Olabilir.” demek ne oluyor?

“Tenkid ve yermek husûsunda dilini tutarmış!”

Demek ki, dilini tutduğu halde Merhûm’un bu kadar gıybetini yapıyorsa, bir de dilini tutmadığını düşününüz!

Üstelik, “dilimi tutmasam, tenkid ve yermek hususunda yazılacak neler neler var!” demek istiyor… Bir eteklerindeki taşları dökseler de şişleri inse!.

Lâkin yürek ister, çünki yukarıda yazdığımız gibi hepsini toplasanız, uyduruk bir takım düzmeceler ve gıybet urları!

Üstâd MERD adamdı, arkadan ve sırtdan saplamaz, kahpelik ve kalleşlik bilmez, aslanlar gibi kükrer ve cebheden boğuşurdu!

Eygi, “Alevî kardeşleri!” içün de çok koltuklayıcı yazılar yazar… Ancak, 1964’de, İmâm-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî Ahmed-i Fârûk-i Serhendi Hazretlerinin “Revâfız Risâlesini” acaba neden basmış ve satmışdır?.

Bir televizyon programında, “Allâh yoksa bile insanlar onu yaratmalıdır!” diye bütün dünyâya ilân eden Alevî Dedesi Prof. İzzettin Doğan içün: “Bu zât çok asîl bir âiledendir, onu en kısa zamanda ziyârete gideceğim!” yollu takdirkâr ve daha nice övücü yazılar yazmak ihtiyâcını da, Eygi neden hissetmiş olabilir?

Merhûm Üstâd, 1972’lerde Sülü meşhûru içün Büyük Doğu’sunda “mason” demişdi.  Hiç otobüs beklemeyip gelene atlayan ve yola devâm eden o zamanın “Hakîkatçıları!” ve bu zamanın holdingçileri, bunu duyunca, menfaatlerinin kesileceği korkusuyla Üstâd’a cevâb sadedinde ve başmakâle sütûnundan öyle bir hücûm etmişlerdi ki, bütün müslümanların ağzı açık kalmışdı!. Üstâd Merhûm’a, o BİRÂDER SÜLÜ hesâbına öyle bir küfür isnâd ediliyordu ki, tüyleri diken diken etmeye kâfî gelirdi…

Aynen denilen şuydu:

 “- Demirel İslâm Mücâhididir, ona mason diyenin kendisi kâfir olur!”

 Rahmetliyle başedeceklerini sanmışlar ve netîcede de yere serilmişlerdi… Eygi ise, bu manzaralardan seneler sonra “S. Demirel Müslümandır!” diye yazılar yazmışdır!. Sonra da aynı Sülü:

 “- Kur’ânın 236 âyeti devlet ve laiklikle alâkalıdır, bırakın bunları, geriye 6400 küsur âyet kalıyor, bunlar neyinize yetmiyor!”

 Diyerek, dünyânın gözleri önünde (îmân keyfiyetini sergilemiş); ve Müslümanlık ve Müslümanlarla, tam da kendi cibilliyetine uygun alay etmişdi!. Daha neler ve neler; ve ne marifetler…

Merhûm Üstâd’ın yüzdeyüz haklılığı böylece bedâhaten ortaya çıkmış olmasına rağmen, muârızlarından hiç kimse, kendisinden afv dilemek âlicenablığını maalesef gösteremedi; ve hesablarını da, Âhıret’e bırakmış oldular…

 Sülü, yakında musallâ taşında arz-ı endâm etdirilirse, Eygi de gidip namazını kılar; ve “müslümandır” diye yazılar yazdığı adamını “eyi bilirüz!” diyerek tezkiye eder ve koroya iştirâk eyler!. “S.Demirel Müslümandır!” diye yazdığı vesîkalık yazısı, meraklılarınca arşivlerden indirilebilir!

Üstâd hiç kimseye yalakalık ve yalamalık etmiyen, sâdece “güdücü mevkiinde!” kalarak istikâmet vermeye çalışan ve kendisini dinlemeyib ihânet eden kim olursa olsun, onu, Allâh içün karşısına alan; ve bu uğurda, nice parti pırtı lideri şarlatanları bile kalemiyle çarmıha geren mert bir adamdı!

Eygi, 80’li yılların sonlarında Erbakan’ı, rejimin ajanı olarak (Büyük Gazete) nâm mevkûtesinde parçalarken, karşısındaki Erbakan cebhesi de onu, “mason uşağı!” olarak damgalıyordu!. Sonra iki taraf da, birkaç sene sonra hiçbir şey olmamış gibi bir araya gelip, kuzu kuzu kardeş oluverdiler!. Hatta Eygi, “kendisine bu imkânı veren eski can düşmanı Erbakan’a teşekkür etmeyi” bile ihmâl etmemişdir!.

 Bazıları, “izzet ü ikbâl ile” bataklığa bulaşmayı terk edermiş; bazıları da, mahalle kocakarısı gibi dedikodu yapabilmek içün, 20 seneden fazla, hem de (meccânen) ve çalakalem  yazdığını ikide bir hatırlatarak, çok büyük sevablar işlediği zu’munda bulunur ve nice mevtâmızın gıybetini yaparmış!

Bu da bir başka bektaşî sırrı; ve bir başka kataküllidir!

Rahmetli Üstâd MERD bir adamdı, sinsi, pinti, yere bakan değildi. Tükürdüğünü yalamayan, hakka bâtıl, bâtıla hakk demiyen; düşmanını, aslâ sırtından ve arkasından hançerlemiye tenezzül etmiyen bir adamdı… Muârızlarına Allâh içün vurur, cebheden ve bir aslan gibi kükreyerek altına alır, kalleşlik ve kahpeliğe zerre kadar iltifât etmezdi…

Eygi’nin son alacağımız paragrafı da şu olsun:

“Bâbıâli adlı kitabının birinci baskısında (1975, s. 337-338) bendeniz ve Kadir Mısıroğlu için “…Birer kürsü sahibi, Şevket Eygi ve Kadir Mısıroğlu…” demiştir.”

İkisi içün Üstad “Birer kürsü sahibi….!” demiş…

Nerede demiş, kitabın 1. Baskısında!

Sonraki baskılarda ne olmuş?!

Yerinde yeller esmiş!. Çünki anlaşılmış ve gelin edilen sarımsağın kokusu 40 gün sonra çıkmış; ve gizli ve sinsi niyetleri, daha fazla saman altından yürütmek mümkin olamamış!

“Kürsü sahibi!” ta’yin edilen bu adamlar, lâyık olmadıkları zaman da, o kürsüden azledilmişlerdir!. Dürüst adam, tayîn edildiğini yazdığı gibi, azledildiğini de yazar!.

Kıçları altından nicelerinin kürsüleri çekilip alınmışdır da, ondan sonra Üstâd’ın bir numaralı hasımları olmuşlardır!. Kürsülerini kaybetdikden sonra da, Merhûm’un (âh)ını alanlar, bilâhare, sittîn sene doğru dürüst bir kahvehâne oturağı veya iskemlesi (taburesi) bile bulamamışlardır!

Birisi, gizlice, Azîz Üstâd aleyhinde olduğu halde dost gibi görünerek, Rahmetli’yi i’tibarsızlaştırmayı hedef alan tam düşmanca; ve fakat aslında kendisini vuran bir kitâb yazmış; ötekisi de, şimdi böyle yazılarla sîretini ortaya dökmüş bulunuyor!…

Merhûm’a çevrilen silâhların (geri tepişi) bile, onun büyüklüğünün bir şâhididir!

Üstâd MERD adamdı, cimrilik, pintilik, korkaklık, kalleşlik ve kahpelik aslâ bilmezdi! Kimseyi arkadan ve sırtından hançerliyerek öc almak gibi sinsi bir denâete kat’iyyen tenezzül etmezdi!

Hele hele, “Ehl-i Sünnet ve’l-cemaat istismâr ve sömürüsünden geçinmek” gibi bir denâet ve şenâat ise, aklından bile geçmezdi…

Aziz rûhuna Fâtiha ve Yâsinler…

(İntişârı: 15.03.2013)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir