(1) Eygi’nin, Koltuklar Gibi Görünerek Üstâd’ın Gıybetini Yapması…
14 Mart 2013
(3) Eygi’nin, Koltuklar Gibi Görünerek Üstâd’ın Gıybetini Yapması…
15 Mart 2013

Hele Merhûm’un “çıkardığı gazete ve dergiler bir müddet sonra kapanırdı!” demek; ve bunu da “hesab-kitâb bilmezdi!” şeklindeki gıybet ve

EYGİ’NİN, KOLTUKLAR GİBİ GÖRÜNEREK ÜSTÂD’IN GIYBETİNİ YAPMASI…

(2)

Mehemmed SAFFET

Hele Merhûm’un “çıkardığı gazete ve dergiler bir müddet sonra kapanırdı!” demek; ve bunu da “hesab-kitâb bilmezdi!” şeklindeki gıybet ve iftirya bağlamak, olacak gibi değil… Büyük Doğuların 16 defa kapatıldığını; ve bunun da,  ateist ve inönist zâlim hükûmetler tarafından bizzat veya bilvâsıta cebr ü tazyik ve yıldırmalar, önünü kesmeler, sun’î tevzîât sıkıntıları icâd ederek sabote etmeler gibi sebeblerle olduğunu, muârızlarından bile bilmeyen kalmamışken, bunlar nasıl çirkin ve âdî suçlamalardır, kan donduruyor… (Büyük Doğu) kolleksiyonları meydanda olup, insâf ve vicdânı kurumayanlar, açıp, neden kapatıldıklarını oralardan gözleri ile de görebilirler…

Ömrü, mahkeme, nezarethâne, hapishâne, fakirhâne ve yazıhânesi arasında; ve Anadolu’nun dört bir yanında verdiği konferans ve teşkîlâtlanmalarla geçmiş bir Allâh erini, böyle levm ve tahtıe edici elfâz ile kaleme alıp, yalan yanlış bilgilere bulayarak, bunları da elâlemin gözüne sokmak, cidden pek büyük bir mes’ûliyyeti mucibdir!

Üstâd’dan sanki “kuyruk acısı varmış!” da onun acısını çıkarıyormuşcasına, 30 yıl sonra durup dururken, bu satırları yazmanın sebebi nedir?.

Merhûm’un vefat günü olan 25 Mayısa daha 70 gün varken, bayram değil seyran değil, bu yazıyı kim, ne içün yazar veya yazdırılır???

“Kovadis?”

Kursağında ve beyn-i bâlâsında Üstâd Merhûm’un îmân ve fikir lokmaları, Büyük Doğu (anasüdü) olanlar, böylesine nankörlüğe aslâ cür’et edemez; eden oluyorsa, neden ve nasıl cür’et eder, akıl alacak gibi değil…

Eygi diyor ki:

“- Üstad bazen öfkelenir, kızar, darılırdı!”

Siyak ve sibâkıyla hiç alâkası olmıyan, damdan düşer gibi bir cümle…

Öyle ise, ma’nâsız öfke, kızmak ve darılmak!.

Bunlar da, Merhûm’a menfî bir ma’nâ kazandırmak içün yazılmış beş kelime… Onu sâdece küçültmek ve gıybet!. Yoksa bu üç sıfatın, Üstâd içün müsbet ma’nâda kullanıldığına delâlet eden bir izâhı olurdu! Halbuki, kazık gibi o üç sıfat, durup dururken oraya neden çakılır?

Evet, Üstâd öfkelenirdi, kızardı ve darılırdı!.

Eğer, öfkelendiren, kızdıran ve darıltanlar gibi odunlar olmasaydı, Üstâd da durub dururken ne öfkelenir, ne kızar ve ne de darılırdı!

Merhûm’u bizler de yıllarca takîb etdik ve gözlerimiz ve kulaklarımızla yakînen tanıdık; durup dururken ve mücerred kendi (şahsî menfaati) içün öfkelenip kızdığına ve darıldığına hiç de şâhid olmadık!

Kuvve-i akliye, rûhiye, şeheviye, hayâliye gibi kuvve-i gadabiye de insana verilmiş bir ni’metdir. Mühim olan bu kuvvenin de, diğerleri gibi ifrâd ve tefrîdden uzak, i’tidâl dâiresinde kullanılmasıdır. “Öfke, kızmak ve darılmak,” kuvve-i gadabiyenin tezâhür şekilleridir. Bunları, başda Rasûl-i Rusûl Aleyhisselâm olmak üzere, hangi peygamber ve insanda görmüyoruz?.

Büyük ve Dâhî Müctehid İmâm-ı Şafiî Rahmetullâhi Aleyh Hazretleri buyurur:

“- Hiddeti çeken umûr-ı meşrûada eser-i gadab göstermiyen, zevk-i îmânı tadmamışdır!”

Büyük Mürşid Ahmed Zıyâüddîn Gümüşhânevî Rahmetullahi Aleyh Hazretleri de, Eygi’nin basdığı “Câmiu’l-Mütûn……” nâm eserinde buyurur:

“- Allâh içün öfkelenmiyene, hiçbir ameli fâide vermez!”

Şu beyt de Rahmetli Büyük Üstad’dan:

“Râzı mısın olmasın kaşı gözü sîmânın,

Hiçbir değeri yokdur öfkesi yok îmânın!”

Merhûm Tokâdîzâde Şekib Bey’in şu mısrâları da ne kadar mânîdârdır:

“Eşşek bîhis bakar, yaksan cihânı,

Telâş etmez düşünmez eyn ü ânı!

Tutuştursan da hattâ âsümânı;

Şikâyetsiz kalır billâh lisânı…

 

Eşşekdir, zevki aşkındır başından,

Ne anlar Kâinât’ın gözyaşından!..”

Üstâd Merhûm’un, cihân yanar ve âsümân tutuşurken akıtdığı gözyaşlarını görmeyen ve bilmeyenlere ne anlatılabilir ki?

Onun bırakdığı mirâs, beş kalemse, birisi de mutlaka “İmân öfkesidir!”

Nûr içinde yatsın!

Eygi’nin sağ gösterib sol vurma mahâretini veya dost yüzüyle batırma ve ısırma taktiğini şu satırlar daha güzel ortaya koymakda:

 “Merhum üstadın kusurları yok muydu? Bir insan olarak hataları, kusurları, günahları olabilir ama Allah’ın geniş rahmetine kavuştuktan sonra bunları konuşmak caiz olmaz.

Bazı Müslümanlar Necip Fazıl’ın aleyhindeymişler. Olabilir. Bendeniz onun yazılarından, kitaplarından, sohbetlerinden feyz almış bir kimse olarak hakkında hüsn-i şehadet ederim ve onu tenkit ve yermek hususunda dilimi tutarım.”

Eygi aklı sıra Üstâd Merhûm’un avukatı, velâkin muârızlarıyla işbirliği içinde bir avukat!.

Hataları…

Kusurları…

Günahları…

Olabilirmiş!.. Bir de arkasından “ama……” sı geliyor! Aması şu: 

“Allâh’ın geniş rahmetine kavuştukdan sonra bunları konuşmak câiz olmazmış?!”

Bu mugâlâtanın mefhûm-ı muhâlifi şu olur: Allâh’ın geniş rahmetine kavuşmadan evvel, bu “kusurları, bu hataları ve bu günahları!” konuşmak, câiz olurdu!

(K. .ısıroğlu), Üstâd Merhûm’dan kuyruk acısını çıkarırcasına öc almak üzere son derece garazkâr ve uydurmalarla dolu bir kitâb bile yazdı!. Eygi de şimdi, Merhûm’un kendisini müdâfaadan uzak bulunduğu bir zaman ve mekân şartlarında, kalemini “gıybet kanına!” batırarak yazmanın ve öc almanın hengâmında fırsat yakalamış oluyor!

Rahmet-i Rahmân’a kavuşmasından 30 yıl sonra “hata, kusur ve günahlarını konuşmak câiz olmaz!” demek, evvelâ “mevtâlarınızı hayırla zikredin=yâdedin!” emrine tamâmen tersdir; sâniyen Üstad Merhûm’a dost görünerek şu gıybet fazîhasını irtikâb etmekdir:

“- Ey dünyâ, siz bu adamı sakın kusursuz, hatâsız ve günahsız bilmeyin!. Ben onun ne hata, kusur ve günahlarını biliyorum ki, şimdi saymaya kalksam başımı ağrıtırlar!. Vefât etdiği içün söyleyemiyor perdesi altında bu kadar yazabiliyorum!. Onun içün bu kadar söylemiş olayım, siz gerisini anlayın!. Dilimi tutuyorum diyorum, yoksa dilimi tutmasam neler neler var onun hakkında söylenecek!”

Eygi, iyi cambazlık tekniği ve taktiği sahibi, ama bu sağ gösterib sol vurmalar, bazı saf veya ahmakların gözünden kaçsa da, mâzînin nice hâdiselerini bilen tecribelilerin nazarından da kaçıyor olamaz!..

 Durup dururken, Üstâd’ın “hata, kusur ve günahları olduğu!” neden ruznâmeye getirilib Merhûm’un GIYBETİNE cür’et ediliyor?.

İnsan, îmânsız bir ateist bile olsa, işin uhrevî hesab tarafını düşünmez ama, sadece “ayıpdır!” diyerek böyle bir seviyesizliği irtikâb edemez…

Nasıl olsa Üstâd Merhûm artık yok, kalemi susdu, nefesi de çıkmıyor, sesi de kesildi, vefâlı ve kadirbilir kaç kişi dünyâda kaldıysa… arkasından mı olur, sırtından mı olur, bastır hançeri gitsin!.

Üstâd Merhûm, MERT adamdı, ödleklik, sinsilik, kalleşlik ve kahpelik bilmezdi!. Hiç kimseye sinsice yaklaşmaz, cebheden, Allâh içün vurur ve cebhesini de tamamen dönerek konuşurdu!.

Bir tarafdan, “hatalarını kusurlarını günahlarını” vefât etdikden sonra konuşmak câiz olmaz diyeceksin; ama bir tarafdan da, böyle diyerek, konuşulacak pek çok “hataları, kusurları ve günahları” vardı demiş olacaksın!. Ve bu taktik, teknik ve ta’biyelerle Üstâd’ı rahmetle yâdederken, bütün bunları milyonlara yedirmiş bulunacaksın!

Yemezler!

Gıybetçilerin, Üstâd’ın kabrindeki etine geçecek dişleri varsa; üzerinde nice hakkı olan sevenlerinin de, “dişçi kerpetenleri yokdur!” denilebilir mi?

 

(Mâba’di var)

 

(İntişârı: 14.03.2013)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir