Papalık Ve Dünyâ Siyâseti Fırıldakları!
13 Şubat 2013
(2) Eygi’nin, Koltuklar Gibi Görünerek Üstâd’ın Gıybetini Yapması…
14 Mart 2013

Eygi, alâmeleinnâs ve matbuat yolu ile Merhûm Üstâd Necib Fâzıl Bey’in gıybetini yaparak haram işlemiş ve bu haramı, gizli olarak değil de, alenen

EYGİ’NİN, KOLTUKLAR GİBİ GÖRÜNEREK ÜSTÂD’IN GIYBETİNİ YAPMASI…

(1)

Mehemmed SAFFET

Eygi, alâmeleinnâs ve matbuat yolu ile Merhûm Üstâd Necib Fâzıl Bey’in gıybetini yaparak haram işlemiş ve bu haramı, gizli olarak değil de, alenen yapmak sûreti ile ise, “mütecâhir” bir fâsık suçu irtikâb etmişdir. Tevbeye niyeti varsa, bunu da aynı yolla yani köşesinden yapmak ile mükellefdir… Üstâd’la helâlleşmesi ise, “hesâb günü”ne kalmışdır!

 Biz, alenen işlenen bir haramı, alenen reddetmek ve “haksızlık karşısında susarak dilsiz şeytan olmamak”; ve milyonlarca müslüman gibi üzerimizde fevkal’âde büyük hakkları bulunan Üsdâd Merhûmun aziz hatırasına olan vefâ ve minnet borcumuzu bir nebze ödemek üzere, bu satırları yazmak içün kendimizi buna mecbûr ve muvazzaf bildik ve bunun icâbını yapıyoruz…

 Sık sık ve ikide bir “gıybetin haramlığından bahseden!” Eygi, inşaallah kendi hâlini de görür; ve tevbekâr olub Üstâd Merhûm’un “rûhâniyyetinden istimdâd” ile hayâ ehli bulunur!

Eygi’nin (12. 3. 13) târihli yazısından:

“Üstad şair ruhlu olduğu için hesap kitap bilmez, çıkardığı dergi ve gazeteler bir müddet sonra kapanırdı.”

Bu cümlede kullanılan “hesab-kitab bilmemek!” vasıfları, müşârünileyhin, zaaf, kusur ve menfî bir tarafını ortaya koymakdır; ve dolayısıyla o, üstelik bugün, kendisini müdâfaa edemez hâldedir ve gıybetçisi üzerinde de hakları bulunan bir zât-ı âlî kadir bulunmaktadır… İslâmî edebin asgârî mîzânı odur ki, müslümanlar, irtihâl-i dâr-ı bekâ eyliyen mü’minleri sâdece hayırla yâdeder, onları üzecek taraflarını aslâ dile almazlar… Bu, şer’an farz derecesinde bir vazîfedir de… Aksi takdirde “haram” irtikâb edilmiş olacağı îzahdan vârestedir…

Eygi, Merhûm’un sağlığında acaba karşısına geçib:

“Siz, şâir ruhlusunuz, onun içün hesab kitab bilmiyorsunuz, çıkardığınız dergi ve gazeteler de, onun içün bir müddet sonra kapanıyor!”

Diyebilir miydi?. Bu sözler sağlığında da, bekâ âlemine irtihâlinde de Merhûm’u mutlaka üzüb rencîde edecekdir…

Üstâd, böyle bir edeb dışılıkla, sağlığında karşısına geçib de, kendisini dost görünerek muhâtab alan bir adamı, acaba nasıl paçavraya çevirirdi?!

Bunu sağlığında söyliyemiyecek olanlar, acaba şimdi arkasından nasıl ve neden söylüyorlar?. MERTLİK mi bu?. Hani gıybet haramdı?.

Üstad Merhûmun sağlığında bu sözler arkasından söylense; ve böyle hılâf-ı hakîkat ve ancak düşmanlarının  uydurduğu bir itham karşısında, canı sıkılmaz  ve öfkelenmez miydi?. O zaman, ona zerre kadar (samîmî hürmeti) olan mert bir adam, onun arkasından da böyle alenen ve dünyanın gözünün içine baka baka “gıybet!” yapmaya cür’et edemez!.

Üstâd, muhal farz, gerçekden “hesab kitab bilmez!” bir adam da olmuş olsaydı, O’nun, rahmet-i Rahmân’a kavuşdukdan sonra, arkasından bu kabil doğrular dahî söylenemez, bu bir gıybetdir, haram ve ayıpdır…

Sâniyen: Üstâd Merhûm içün “şair ruhlu olduğu içün hesab kitâb bilmez, çıkardığı dergi ve gazeteler bir müddet sonra kapanırdı.” gibi bir cümle ile arz-ı endâm etmek, ayrıca, Merhûm’u küçümsemek ve onun “hesab ve kitâbını bilmeyecek!” kadar gayr-i âkil bir şâir rûhu taşıdığını savurmakdır ki, biz, Üstâd’ı bundan tenzih ederiz…

Eygi’nin, Merhûm Üstâd hakkındaki bu beyanları, aşağıda gelecek sâir beyanları gibi hılâf-ı hakîkatdır ve uydurmadır…

Evvelâ, “şâir ruhlu olmak, hesab-kitâb bilmezliğin!” sebebi olarak hangi freng felsefesinde geçiyorsa, bu, bir safsatadır… Bunu isbatlıyan bir delîl ve hele ilmî bir hüccet aslâ gösterilemez…

İkinci olarak, Üstâd Merhûm, “hesab-kitâb bilmiyen!” bir aceze veya sefîh olsaydı, kendisinin bir vasîsinin olması da icâbederdi!. Böyle bir vasînin mevcûdiyyetini biz duymadık! Eğer Eygi, o “kulağı delikliği!” ile birşeyler duydu ve biliyorsa, o zaman mes’ele değişir, kendisine hakk veririz… Ancak bu hâlde bile, bunların alenen ifşâ edilmesi aslâ câiz değildir; ve fâilinin üzerinden gıybetçilik suçu düşmüş olamaz!. Üstâd Merhûm’u okuyucuları nezdinde küçük düşürücü beyanlar ve uyduruk yakıştırmalar savurması, her iki halde de gıybetdir; ve Eygi’nin kendisini bitirir…

Üçüncü olarak, Merhûm, senelerce ve bizzât müşâhede etmişizdir ki, sözde değil özde îmânlı, fevkalâde zekî, alabildiğine cesûr, gıbta etdirecek kadar cömert ve eli açık (semahât ve mürüvvet sâhibi), gemilerini son teknesine kadar ateşe vermiş bir mücâhid; ve dur durak bilmez bir çalışma ve didinme sâhibi, imrendirecek kadar kanaat ehli, tükenmez bir tevvekkül mâliki ve çağlayan gibi akan bir “îmân öfkesinin!” örnek bir kumandanı; ve çileyi, hayâtının en tabii rüknü sayacak kadar da, onun dostuydu…

İşte Merhûm Üstâd bu 10 hasletin mâlik ve membaıydı!

Bâbıâdî’de niceleri görülmüşdür ki, hakk ile bâtılı telbis eder, zekâ seviyeleri ma’lumdur, korkaklığı, ödlekliğinden beter bir cebânetdir; pinti ve cimri, gemilerini yakamıyan hödüklerdir, bitpazarları gezgincileridir, ne kanaat ve ne tevekkül bilirler, “îmân öfkesi!” yerine “gıybet ve intikâm ve kuyruk acıları peşinde!” koşarlar, Rahmet-i Rahmân’a kavuşmuş ve bugün müdâfaa dilleri susmuş Üstadları, seviyor perdesi arkasından kocakarı pişkinliğiyle gıybet ederler…

Merhûm’a, irtihâl-i dâr-ı bekâ eyleyişinden tam 30 sene sonra, resmen ve alenen ve medya yoluyla “hesab-kitâb bilmezdi!” diyebilecek bir adam, Üstâd’ın bir ömür boyu mücâdele etdiği ateist ve kamalistler arasından bile öyle kolay kolay çıkmazken, imzâsıyla gazetesine yıllarca hız ve can katmış bir adama, Eygi’nin bu kabil çirkin ve garazkâr kelimelerle hücûm ve gıybet püskürtmesi, cidden marazî bir hâl olsa gerekdir…

Üstad, ömrü boyunca, ev, bark, kat, yat hatta “bağevi!” ve bitpazarları ve bilmem ne halısı ve haltları peşinde koşacak zaman bulamadığı gibi, davâsı içün evinin eşyalarına kadar satdığı ve hatta ev bulamayıp çoluk çocuğuyla otel odalarına kadar barınak aradığı, yavrularının süt parasına muhtac günler geçirdiği ma’lumken; ve bütün bunları belli ve muayyen bir hedef ve da’vâ içün göze almışken; ona, “hesab-kitab bilmezdi!” diye gıybet püskürenlerin nasıl bir vicdân sâhibi olduğu ve böyle bir vicdânın “hesab-kitabının!” da nasıl olacağı, muhâsebe ve istintak edilmiyecek midir?

Şu üç cümlesini anlamıyan, Üstâd Merhûmu anlıyamaz:

“-Biz, dâvâmızdan ne döner, ne de kıblemizden milyarda bir derece fedâ ederiz. Ancak, şahısların gâyeden inhirâfı nisbetinde onlardan çevriliriz. Bu da, orospu vicdanlar dünyâsında en keskin fikir nâmûsu îcâbı…” (Rapor 4, sh:25, 1978)

Ayrıca, Merhûm’un, Osmanlı paşası torunu ve asîl bir âile harîminden ve hizmetçileri olan bir Osmanlı konağından ve böyle bir mekân ve zaman terbiyesinden agoraya düşdüğüne; ve “ayaklar altında kaldı kellem!” dediği mısrâlarının, işâret ve delâletlerine gözlerini yumanlar, ne anlar Rahmetli’nin kadr ü kıymetinden?.

(Maba’di var)

 

(İntişârı: 14.03.2013)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir