Görmez’in, İmamlarına Susmayı Göstermesi!
2 Ocak 2014
Şecâat Arzederken Dilipok, Neresini Gösteriyor?
25 Ocak 2014

Adı geçenin efrencî (7.Ocak. 2014) tarihli yazısında da kafadan atma tenâkuzlar bir hayli boldu!. Bunlara da temâs ederek vebâlden kurtulalım!

EYGİ’NİN  DİNDE TENÂKUZLARI, PÜRSÜR’AT BERDEVÂM!

(2)

Mehemmed SAFFET 

 

Adı geçenin efrencî (7.Ocak. 2014) tarihli yazısında da kafadan atma tenâkuzlar bir hayli boldu!. Bunlara da temâs ederek vebâlden kurtulalım!

Serlevha “Efendimiz böyle şeyleri sevmez!”

 Efendimiz Aleyhisselâm’ın vekilharcı gibi hâşâ, “şunu sever bunu sevmez, kabağı sevmez, hurmayı sever” gibi lâkırdılarla, mevzuu başitleştirir, sulandırır, hümanistleştirir ve oryantalist ağzı ve burnu ile ucuzlatıcı kelâm edersek, bizi seveceğini mi zannediyoruz? Bu nasıl, kaç model bir müslümanlıkdır?.

 Ef’âl-i mükellefîni esâs alan ehl-i sünnet ve’l-cemaati, yani bizi, yani mezhebsizlikden, o “dinsizliğin kantarası” denen belâdan Allâh’a sığınanları, ancak bu esaslar bağlar… Ef’âl-i mükellefîn, herkesin bildiği gibi Hanefîlerde 8’dir; ve bunlar arasında “Efendimiz sevmez veya Efendimiz sever!” gibi mükellefîni bağlayıcı bir madde yokdur!. Fıkhî mes’eleler, bugüne kadar böyle 8 kategoriye ayrılarak, bir de “helâl-haram, câiz-câiz değil” sınıflandırmaları ile bize gelmişdir. Akâid de, kendi sâhasındaki, “îman-küfür, vâcib-mümkin-muhal, bid’at” v.s. gibi ıstılahlarla hayâtını devâm etdirmişdir. “Efendimiz sever, sevmez!” gibi sulandırmalı bir sınıflandırmayı biz hiç duymadık!. İş bu rivâyet yeni ve nereden çıkdı!

 İlâhiyatçı nevzuhurlarla oryantalist zibidiler ve ehl-i kitâb globalizması kâfirlerinin gözbebeği olmak üzere onların gözüne girmek içün yalakalanan, “dinlerarası diyalog-hoşgörü-ibrâhimî dinler-dembokrasi-laiklik” gibi lâfların hezeyan sıkıcısı tâifeler, beyân etdiğimiz şer’î ıstılahları silip yok ederek,  “Allâh Azze’nin Dînini”, böylece ortadan kaldırmanın sinsi ve hâin projeleri ve (paralel religionunu) icâd etme peşindedirler!

Bunu, ilâhiyât fak. denen yerin bünyesinde bizzat ve bilmüşâhede gördük, şâhid olduk ve hatta prof. denen kitab yüklü bazı şeyler ve iblislerle, imtihanlarda çatır çatır dile aldık ve heriflerin suratlarını mosmor etdik!. Fakat zerre kadar îmân ve utanması olmıyan bu kabil bazı tâifelerin, yollarından dönecekleri de beklenilemez. Meselâ (Salamon Âteşek) veznindeki bir takım uyuz ve uyuzumsular, dört mezhebin “câiz dediği” bir mes’eleyi, mezhebsizlik bataklığına çekerek, oranın necâset terminolojisi ile ifâde etmeyi talebelerine ezberletmiş; ve “İslâm’ın rûhuna uygunluk veya uygun olmamak” gibi bilmem nerelerinden bir sınıflandırma peydahlamışlardır! Ve doğru cevab olarak da, bu sınıflandırmaya göre kavuk sallamak ve papağanlık istenir olmuşdur!…

Cevablar, 15 asırlık İslâmiyyet’in sınıflandırmaları ile verilmiyecek; bir zamanların R. Kayserilioğlu’sunun psişik bilmem ne cemiyetindeki usûllerle ve medyum diliyle  konuşulacak; ve ruh çağırma seanslarındaki gibi, bilmem neyin ruhuna uygunluk peşine düşülecek; ve Allâh’ın Dîni Aziz ve Mukaddes İslâmiyyet, çığırından çıkarılıb, medyum bilmem nesine çevrilecek!

Sual: “İslâm’ın rûhuna uygun mu değil mi?”

Cevab ise, ya “uygundur” olacak; veya “uygun değildir!”

İslâmiyyet’in de, “insan rûhu” veya “lokman rûhu” gibi bir rûh taşıdığından, ins ü cin de böylece haberdâr olmuş bulunacak!

Yahudi haham ve ruhban sınıfları nasıl Musâ ve Îsâ Aleyhimesselâm Efendilerimizin Şeriatlarını bozdularsa, bu “çağdaş” ruhban sınıfları da, aynı haltın peşinde SON Şeriat’ı tahrîf, tağyir ve tebdîl etmenin peşindedirler… İslâmiyyeti ve O’nun kadîm şeriatlarını bozanlara, Allâh Azze Kelâm-ı Kadîm’iyle nasıl lâ’net ediyorsa, şimdiki iblislere de öylece lâ’net etsin! İki cihanda ocaklarına, bucaklarına, kucaklarına, bacaklarına, saçaklarına ve salaşlarına “ateş salsın!”

“İslâm’ın rûhu” ne demek?

 İslâm’ın cesedi de mi varmış?. Bu soytarılar, “Allâh’ın Dînini iki damla sudan yaratılmış Âdemoğlu gibi ruh maal ceset kabul edib karşımıza alır, evvelâ rûhunu çıkarır, sonra da cesedini çürütüb gömeriz!” hesâbındalar!. Ancak, asıl bunların geberib çukura düşdüklerini her gün görüyoruz… Bunların, iblis yolunda ufalanıb kahren yok olacaklarını; ve nice nemrut, fir&avn, şeddâd ve putlar gibi esâmîlerinin noktası bile kalmıyacağını, bütün insanlık târihi de apaçık ortaya koymaktadır!

“İslâm’ın rûhuydu, yok cesediydi” gibi uydurma ve tahriflerle, bu yerli malı ve zamane yehudisi hahamlar, 15 asırlık ıstılahları yıkarak İslâmiyyet’i yok etmenin peşindedirler…

Sadede gelirsek:

 Böyle “ruhları çağırma ve ervâh gezdirme” misillü “Efendimiz sever-sevmez” yollu bir madde ile ef’âl-i mükellefîni 8’den 9’a çıkarırsanız, yarın da, bir başka aklı evvel veya sivri veya gezi zekâlı birisi de, “Efendimiz hoşlanır veya hoşlanmaz!” diye bir 10. Madde uydurur… “Efendimiz bunda bîtarafdır, Efendimiz bunu düşünmüşdür, Efendimizi bu neş’elendirir, Efendimizin bu hoşgörüsüdür, Efendimizin bu diyaloğudur, Efendimizin bu demokratik hakkıdır!” gibi hezeyanlar, artık gitdikçe daha ileri gâvurlaştırmalara kadar tırmanırlar…Ve buna sebeb olanlar da, artık “Efendimizin neyine uğrar”, onu biz bilemeyiz, Âhıret’de görürüz!.

Biz, selefimiz ehl-i sünnet müctehid ve imamlarına (Şerîat’ı en iyi bilen ehl-i ilim olmaları hasebiyle) ve onlara tebean, bâlâda beyan etdiğimiz sınıflandırmaların ötesine geçemeyiz. Geçersek, şii âyetullahlığına veya Pensilvanya Müctehidliğine, müceddidliğine, mehdîliğine soyunmuş; veya, “ibrâhimî dinler” soyundan yepyeni ve uydurma, beşerî, şeytânî, tâğûtî religionlar icâd etmenin peşine ve papasal kuyruğuna takılmış oluruz!. Sonra da, gelsin, köpürme bedduaları… Sonra da pişmân olub, vaziyeti ve hamamın nâmûsunu kurtarmak üzere, “mübâhale=lâ’netleşme” denilerek, kıvırtma ve uyutma seansları!

Burada da aynı soydan bir kıvırtma var!

“Efendimiz böyle şeyleri sevmez!”miş!

Kimin, neredeki, nasıl bir sınıflandırmasıymış bu?. Hangi Şerîat kitabının kaçıncı cildinin, kaçıncı sahîfesinde kayıtlı imiş?

Efendimiz Aleyhisselâm, ne kadar, nasıl sevmez, bunun ölçüsü ve Şerîat terâzîsindeki ayarı, küfür ölçüsünde midir, günâh-ı kebâir ölçüsünde mi, haram ölçüsünde mi, kerâhat-i tahrîmiyye mi, tenzîhiyye mi, müfsid ölçüsünde mi?.

Efendimiz Aleyhisselâm, küfür derecesindeki en iğrenç bir necisliği de “sevmez”; tenzîhen mekrûh olanı da!.. En bulamacından en hafifine kadar bütün sevilmiyecekleri sevmez!

Bu iki sevmeme arasındaki fark, öyle religion uyduranların mantık kanseri ile ölçülecek kadar ufak tefek ve basit bir şey değil, nâmütenâhîdir…

Meselâ, Kelime-i Tevhîd’in lâzım-ı gayr-ı mufârıkı olan “Mu….d Allâh’ın Rasûlüdür” kânûn-ı mutlağına “imân etmiyen” bir adam veya madamı “Efendimiz sevmez” deyib, işi orada bırakmak, tek kelimeyle yalamalıkdır!. Mes’eleyi oyuncak derekesine ircâ’ etmekdir!

 Halbuki buradaki HÜKÜM: Bunun, “KÜFR-İ MUTLAK!” olduğudur… Mütecâsiri de, kim, hangi allâme, veya sallâme, veya salhâne imiş; veya hangi zamane mehdi veya müctehidi, veya möhderem hocafendisi, veya bilmem ne BAŞKANI, veya bilmem ne ilâhiyât ve külliyyetü’ş-şerîasının iblisi veya bilmem ne ezherinin şeyhi veya bilmem nere taşı-tuğlası ve âyetullası, veya bilmem nere Saûdisinin Melik-i Muazzama-yı Şeyâtîni imiş, hiç ve zerre kadar farketmez ve değişmez…

 Efendimiz Aleyhisselâm’ı, Kelime-i Tevhid’in lâzım-ı gayr-ı mufârıkı değil de, başka bir şeyi gibi cihâna i’lân eden bir adamı, “Efendimiz sevmez” dediğimiz zaman, bu hangi şer’î ölçü ve derecede bir suçdur? “Küfr-i Mutlak” olan ekber-i cerâimden böyle bir suçu, “Efendimiz sevmez!” gibi son derece hafifleterek yumuşatmanın da altına indirirseniz, böyle hevâ ve heves kaynaklı bir kıymet hükmü, aslâ kabûl edilemez!

Bu kabil muğlâk, ödlek, mübhem, müzebzeb, mütehayyir, ve mütereddid, süngerimsi, uydurma ve şer’î literatürde izi olmıyan ifâdeler, adamın  vebâle girmesine sebeb olur…

Mes’ele, Kâinâtın gözbebeği O Allâh Habîbi, Aleyhi Ekmeli’t-tehâyâ Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz Hazretlerine gelince, “El Hayâ El Edeb!”

15 asırdır, müslümanlar ne zaman ve nerede “Efendimiz bunu sever şunu sevmezdi!”li sınıflandırmalarla konuşub, hele hele böyle satırlarla da, ortaya akîdevî ve fıkhî (usûl ve fürûa mütedâir) vesîkalar koymuşlardır?

Biz Hanefîlere göre, Efendimiz, “bu farzdır, bu vacibdir, bu sünnetdir, bu mubahdır, bu haramdır……ilââhirihî gibi” şer’î ölçülerle bize hudud koymuş; ve bu hududlar ile “Allâh Azze’nin sevmesini ve O’nun rızâsını” hedef göstermişdir!. Bunun, zarûrât-ı dîniyyedeki formül ifâdesi de, “Hubb-ı fillâh ve buğz-ı fillâh” olarak kütüb-i şer’iyyemizde sâbitdir. Akâid ve fıkıh kitablarında “Ef’âl-i mükellefîn” ve benzeri ıstılâhât hedef gösterilir; “Efendimizin sevmesi veya sevmemesi” diye uydurma bir madde görülmez… Efendimizin Aleyhisselâm Hazretlerinin nasıl seveceği, “Allâh Azze’nin rızâsından” geçer!. Allâh içün sevmekle, Allah’ı sever gibi sevmenin arasını ayıran hudud, bahsetdiğimiz şer’î ıstılahlardan olan ef’âl-i mükellefîn ve benzeri sınıflandırmalardır… Bu sınıflandırmaların dışına taşmak, yeni bid’at ve hevâ uydurması şeylerle ortaya çıkmakdır ki, bunların topu da merdûd ve keenlemyekündür…

Eygi, aynı mübhemiyyet, dalgalanma ve uydurma sınıflandırmaya şöyle devamdadır:

“Efendimizin Sünneti çok açıktır:

O, kadın erkek karışık toplantılardan hoşlanmaz, böyle meclislere izin vermez.”

İyi ki zamane şeytanları gibi “İslâm’ın rûhuna bilmem nedir!” diyerek “rûh çağırma ve ruh gezindirme seanslarına” bulaşmamış! Ammâ, işlendiğinde KOSKOCA haram, inkârında koskoca küfür olan ve zarûrât-ı dîniyyemizden ma’dûd bir hükme, pek hafifleterek “hoşlanmaz” demiş! Böylece de, birilerinin nazik yerlerini dalamasın diye, “İstanbul Beyefendiliği”ne, ıstılahları yaşatmayı fedâ etmişdir!.. Ve, kendi kendisine ahkâm kesmiş, çağ içi ve Okyanus Ötesi veya dibi “paralel müctehidlik” yoluna heveslenmiş! 

“Ehl-i Sünnet” diye durmadan çalakalem yazmak ve böyle desteksiz sıkmalar iş değil; 15 asırlık zarûrât-ı dîniyye, ıstılâh ve hükümleri, ölesiye muhâfaza ve müdâfaa esasdır; gerisi şov yapmıya kadar giden fantaziler, ıvır zıvır ve faso fiso!

(Mâba’di var)

 

(İntişârı: 08.01.2014)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir