Bir evvelki makâlemizde Büyük usta ve böyyük mütefekkir Eygi hakkında son olarak şöyle yazmışdık:
“Şu aşağıdaki satırlara, hayır (Fetvâya) ne diyeceğiz?. Harb-i Umûmî sonrası İstanbul’da yaşasaydık (İngiliz Muhibleri Cemiyetinin) beyannâmesinden bir parça derdik; ammâ ya bugün ne diyeceğiz?.
İşte, Efendi Hazretleri buyuruyorlar:
“- Halkına adalet, insaf ve şefkatle muamele eden, Müslüman azınlığa din hürriyeti, can mal ırz güvenliği sağlayan bir Hıristiyan devletine Müslümanların itaat etmesi gerekir? Bugün Hıristiyan bir ülke olan İngiltere Krallığı Müslümanlara hiçbir İslam ülkesinde sağlanmayan bir din hürriyeti bahşetmektedir. Öyle ki, kısıtlı bile olsa Müslümanlar için Şeriat Mahkemeleri kurulmuştur. Böyle bir rejimin aleyhinde bulunmak insafa sığmaz. Müslümanların yapacağı, İslam’ı seviyeli ve etkili şekilde tebliğ etmektir.”
(9.Mart.2013 Milli Gaz.)
Yüzkatrilyon kere tevbe Yâ Rabbî!”
Bu ikinci makâlemize geçerken, Eygi’nin şu yukarıya aldığımız paragrafında geçen :
1)Hıristiyan devletin (İngiliz devletinin) müslümana adâlet, şefkat ve insafının olabileceği!
2)Hıristiyan devletinde (İngiliz devletinde) Müslüman azınlık..Bu ne demekse, bunun hukûku?
3)Hıristiyan devletin (İngiliz devletinin) Müslümanlara vereceği Din hürriyeti!
4)Hıristiyan devletin (İngiliz devletinin) Müslümanlara “can, mal ve namus güvenliği sağlaması!”
4)Hıristiyan devlete (İngiliz devletine) “MÜSLÜMANLARIN itaat etmesinin gerekirliliği!”
5)İngiliz Kırallığının kurduğu kısıtlı Şeriat mahkemesi!
6)İngiliz krallığı rejiminin aleyhinde olmanın İNSAFSIZLIK oluşu!
7)İngiliz kırallığında müslümanın yapacağı, İslâm’ı seviyeli ve etkili tebliğ etmesi…
Gibi hususların, ilmîlik ve islâmîlik noktasında, “Kitab, Sünnet ve Şerîat’a i’tibar etmek!” ile acaba ne kadar alâkası vardır?. Bizim işimiz, bunları, ilim, ihlâs ve ehliyetlerine i’timâden, son Osmanlı ulemâsının satırlarına mürâcaatla onlardan iktibâs ederek, beyan etmek olmalıdır…
Hemen kaydedelim ki, “Kitâb, Sünnet ve Şerîat’a i’tibâr etdiğini!” pek sık iddia eden “Efendi Hazretleri!”, eğer samîmî ise, mutlaka Allâh’dan korkar, haddini bilir ve akâid, fıkıh, tefsir ve hadis müdevvenâtımızdan apaçık delil getirmeden bu kadar mevzu’da çalakalem ölse yazamaz!.. Bu mevzular, öyle günlük fıkra seviyesinde kaleme alınarak ve hiçbir delil zikretmeden ve mu’teber ehl-i sünnet ve’l-cemaat müdevvenâtından iktibâslar yapmadan, ortalığa, yevmî herhangi basit bir mes’eleymiş gibi yığılamaz…
Eygi, bu 7 madde ile ortaya koyduğu iddialarını isbat sadedinde, muteber Ehl-i Sünnet ulemâsının satırlarından deliller zikrederek ortaya koymazsa, koyamazsa, o zaman hevâ, heves ve kafadan atmalarla ortalığı bulandırıyor demekdir ki, bu, bu dine tecâvüz ve hakâret olmıyacak mıdır?.
Ancak, isbât sadedinde, “emekli mühendis, emekli avukat, emekli general, emekli bilmem ne ve emekli cumhuriyet müftüsü, emekli diyânet sarıklısı veya kerâmeti kendinden menkûl, rumeli, cemişkezek, dubai veya Kıbrus şeyhi veya müteşeyyihi falanın huzunda böyle duydum..” gibi lâflara sûret-i kat’iyyede i’tibâr da edilemez… 35 sene evvel, Kahire, Bağdad, Şam, Ankara, Beyrut gibi yerlerdeki idârecileri alenen ve bir cemm-i gafîr önünde “ülülemr” ilân eden, “âyetin ilk cümlesi sonunda (minkum) sizden diyor, bu saydığınız yerlerdeki devletliler bizden mi?” denilince de, “Evet Efendim, gökden inmediler, içimizden çıkdılar, tabii bizden!” gibi kıytırık ve gözboyayıcı kıvırttırıcı bir cevab yumurtlayan şeyh kılıklı İngiliz muhibbi adamları da, bizzat gözlerimizle görüp kaklarımızla da duymuşuzdur ki, bu muhtell tipleri de aslâ delil olarak kabul edemeyiz!!!
Evet, Eygi, ortalığa dinamit atıb balık avlamadan, duru ve pırıl pırıl sularda iş yapmalıdır ki, biz de iknâ olub bilmediğimiz mes’eleleri zât-ı şevketmeablarından tedris ve ta’lim eyliyelim… Yukarıdaki 7 maddeye ilmî delillerle isbât getirilmesini kat’iyyen taleb ve ricâ ediyoruz…
O 7 madde hakkında ulemânın satırları ne diyorsa, bunlar bulunub ortaya konulmalı ve iddialar isbatsız bırakılmamalıdır!. Parti-pırtı organı gazetelerin köşeleri, Osmanlı zamanındaki Ayasofya kürsi vâizinin ilmî va’z mekânı değildir ve olamaz… Şer’î ilimleri ve hakîkatları ayağa düşürmeye hiç kimsenin ne hakkı vardır; ve ne de salâhiyyeti!. Vardır diyen, Allâh Azze’den korkmazsa, her haltı yazabilir!..
“Efendi Hazretleri”, lâfa geldi mi, “icâzetli hocaların yazdığı eserlere bağlı kalınmasından!” sık sık bahsetmesine rağmen, kendisi buna aslâ riâyet etmeden kafasına ve nefsine göre yazıyor; ve bunun içün de, bugün yazdığının 2 hafta sonra tersini yazıb, tezat ve tenâkuzların çıkmaz sokağında bocalayıb kalıyor… Çoğu kere de, “i’tibâr edilecek tek kaynak!” gösterdiği “Kitab, Sünnet ve Şerîat’a” ters düşüyor… Çünki ele aldığı mevzuları kaynak eserlere mürâcaat etmeden, “zannı ve bana göre böyle olsa gerekdir deyişle!” sathî olarak ele alıb çalakalem yazıyor, gereken hassâsiyet ve tedkîka lüzum görmeden, çok basit ve ufaklık bahislermiş gibi ortalığa sürüyor… Bunun mes’ûliyyetini idrâk etmediği müddetçe de, aynı çalakalem yazmaya devam edecek; ve can sıkan tezat ve tenâkuzlarının da sonu gelmiyeceğe benziyor… Okuyucularının kısm-ı a’zamının, dînî ilim, hassasiyet ve derinlikleri, dembokratik partili olma seviyesindedir. Ve bunların, Bâtıl Batı’nın ihrâc etdiği dembokrasi, siyâset ve hukuk sloğan ve mefhumlarıyla gün geçiren kalabalıklar olması sebebiyle de, kendisi “usta kalem ve dînî ilimlerden anlıyormuş!” muâmelesi görmektedir!. Bu sebeble, onların önündeki nazlanmaları, yazıları bırakacağım sondajları, bulunmaz hind kumaşından mahrûm olunacakmış gibi telâkkî edilir olmuşdur…
Hulâsa, meydan boşdur, çalakalem kim ne yazarsa, müşterisi vardır, “bedâva sirke baldan tatlıdır!” diyen “parti organı gazete!” de, zâten ilmî bir süzek mahrûmu bulunduğundan; ve “adı bilinen adam olsun da kim olursa olsun ve ne yazarsa yazsın!” noktasından hareketle, sayfalarını şişirib doldurmaya bakmaktadır!
Allâh Celle cümlemizi ıslâh buyura…
Evvelâ beyân ederiz ki, Eygi’nin makâlesinde geçen “Kitab Sünnet ve Şerîat’a i’tibâr!” hükmü çok doğrudur demişdik. Ancak bu üçünün ayrı ayrı şeyler olduğu hatıra gelebilir. Şerîat-ı Mutahhare de dediğimiz Son Peygamber (Aleyhisselâm’ın) Mukaddes ve Muazzez Şerîat’ı, tâlî delilleri de saymazsak, 4 ana delil ile tekevvün etmişdir. Bunlara “edille-i şer’iyye= edille-i erbaa” dendiği en temel ma’lûmât arasında olub, bütün sünnî müslümanların ma’lûmudur… Şerîat dendiği zaman, bunun, Kitab ve Sünnet’in dışında ayrı bir mefhûm olduğunu anlamamalı, umum husus münâsebeti nazara alınarak, Kitâb ve Sünnet’in, icmâ ve kıyâsın, Şerîat içinde mütemmim birer cüz’ olduğu anlaşılmalıdır…
Bir takım ilâhyapyatçı “Prof. F. ŞAŞAR” tâifeleri gibi şaşkın ve kaçkınların iddia ve saptırmaları istikâmetinde (kıyâs) içün “din değildir!” demeleri, hezeyandır; 4 delilin tamâmı da, “vaz’-ı beşerî” olmayıb, icmâ ve kıyâsın da, Elmalılı Merhûm gibi bütün Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat ulemâsının 15 asırlık icmâı ile “vaz’-ı beşerî değil, vaz’-ı ilâhî” bulundukları, bedâhaten ortadadır… Nevzuhurlar, uydurdukları bâtıllarla, İmâm-ı A’zam gibi dinde müctehidlerin ictihadlarını “beşerî” göstererek gözden düşürecekler; ve açılan boşlukları, “F. Gülen Fıkhı” gibi abuk sabuk ve isrâiliyyât kabilinden kitablar yazarak bu kabil hezeyannâmelerle dolduracak ve insanları bu nevzuhur bâtıl yollara çekeceklerdir!.
Bu kabil adamların i’rabda yerleri olmadığı içün, okunacak tek satırları ve i’tibar edilecek bir tek müstakim çizgileri dahî kalmamış, topdan iflâs etmişlerdir… Bunların bâtılları, o kadar şümullüdür ki, “îmân bir mu’cibe-i külliyedir” kâidesi, bunların ilim, ihlâs ve ehliyetlerine i’timâden hakk ve hayır gibi görünen müsbet taraflarını bile i’tibardan düşürür; ve onların doğru gibi söylediklerini de, müslümanlar arasında şâibe altına sokarak, ihtiyat sinyalleri verir… Bu tipler, birçok doğruları bâtıllarının revac bulması içün kullandıklarından, bunların dil ve kalemlerindeki doğrular bile eğrilerin altında ezilerek doğruluklarına bin pişman olurlar ve karşıdan bakanlar da bu doğruları almaya cesaret edemez!. Çizgi dışındaki bir takım nevzuhurlarla, modernitenin maymunu olmuş adamların binbir madrabazlığı, müslümanları aslâ bağlamaz. Biz, selefimiz olan ve Osmanlı edeb ve terbiyesinde yetişmiş “icâzetli medrese hocalarımızın bıraktığı satırlara” i’timâd ve ittibâın netîcesi olarak, bu edillenin tamamının da (DÎN) ve (Şerîat) olduğunda aslâ şekk ve şübhe edemeyiz…
İleride, Büyük Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi Hazretlerinin bu noktadaki uzun makâlelerinden iktibaslarda bulunacaksak da, şimdilik, Büyük Müfessir Muhammed Hamdi Efendi Merhûm’un şu satırlarını görelim:
“- Her kânûn-ı hakk bir vaz’-ı ilâhî olduğundan müstakimdirler. Vaz’-ı beşerî olan kânunlar ne ilim ne dîn, hiçbiri olamazlar. Bunlar ilim nokta-yı nazarından bâtıl, dîn nokta-yı nazarından şer teşkîl ederler ve gayr-i müstakimdirler… Bunun içün beşerin hakkı, gerek ilimde ve gerek dinde kânûn vaz’etmek değil; Hakk’ın kânunlarını arayıb bulmak ve keşf ü ızhâr etmekdir……..Arşimet, muvâzene-i mâiyyât kânunu, Nevton câzibe kânununu, Aristo tenâkuz kânununu vaz’etdiler demek doğru olmadığı gibi, Ebû Hanîfe Hazretleri de, kıyâs-ı fıkhî kânunlarını vaz’etdi demek doğru değildir…Bunlar onların vaz’ı olsalardı eğri ve yalan olurlardı… Doğru olmaları, kânûn-ı Hakk’ın keşfine mazhar olmalarından nâşîdir… Bunun içün ulemâ, mûcid değil; kâşif ve muzhirdirler…” (İlk tab’, c:1, s: 126)
“…. ilm-i dinde dahî akıl ve naklin ehemmiyeti derkârdır (ma’lûmdur.) Ve filhakîka İslâm’da da VAZ’-I İLÂHİYİ bildiren delil dörtdür. Kitab, Sünnet, icmâ-yı ümmet ve kıyasdır. Ve bunlardan evvelki üçü müsbit (isbat edici) ve dördüncüsü muzhirdir (ızhâr edicidir.) (a.g.e. 1/88)
Bu satırları şunun içün iktibâs etdik ki, yaygın bir modernist ve mezhebsiz modasıyla edille-i erbaa 4 olarak değil, kimisinin dilinde 3, kimisinde 2 ve hatta bazı mooncu ekran soytarı ve şeytanlarının şirretce cayırtılarında “Kur’an’dan” ibâret gösterilmektedir!..
“Efendi Hazretleri” de, “Ehl-i Sünnet Ve’l-Cemaat” cayırtısı koparanlardan birisi olarak, edille-i erbaayı (Edille-i Şer’iyyeyi) iki olarak değil 4 olarak zikretmeli ve “Kitâb, Sünnet ve Şerîat’a i’tibar” gibi bir cümlenin fazla veya eksik taraflarını idrâk edib selef gibi yerli yerinde istikâmetler göstermelidir… Bazı fıkralarında 4, bazılarında 3 ve bazılarında da 2 olarak göstermek gayr-i ciddî kaçmakda… Şerîat, 4 şartın (edillenin) netîcesi ise, Şerîat’ın meşrût olarak vücud bulması, o şartların (4 şartın) üzerinde tahakkuk eder… Şart ile meşrutu aynı keyfiyet gibi göstermek ise, ilmî ciddiyete münâfidir…
Eygi’nin, İngiliz hayranlığı noktasındaki bâlâya aldığımız 7 madde içindeki beyanları, acaba nerden neş’et etmektedir?
(Mâba’di var)
(İntişârı: 01.04.2013)