Bedir – Uhud – Hendek
9 Kasım 2018
Kemalist Eğitimin Getirdiği Şikâk-ı Baîd
24 Kasım 2022

MÜSLÜMÂN “OLMAK” MI, “OLDUM SAYILMAK” MI?

Dâvûd EMÎROĞLU

 

Müslümân olmakla “müslümân oldum” sanmak arasındaki fark, îmânla küfür arasındaki farkla müsâvîdir. Îmân: İnanmak, kabûl etmek, tasdîk ve tahsîn etmek ve tekzîb etmemekdir. Küfür: İnanmamak, kabûl etmemek, tasdîk ve tahsîn etmemek, tekzîb ve inkâr etmektir. Lügatlarda îmân ve küfrün ma’nâsı bunlardır.

Istılahda ise îmân: Allâh’ın Rasûlü Mu…d Aleyhisselâm tarafından tebliğ edilen bütün haberler ve hükümlerin tamamını güzel ve doğru kabûl ederek tekzîb ve inkâr etmeden; ve inkâr ve tekzîb etmeye denk bir fikir, amel ve kavil ortaya koymadan yürekden tasdîk ve tahsîn etmeye denir. Böyle bir îmâna sahib olana da “mü’min” veya “müslümân” denir. Bunun aksi “küfür”dür. Küfür sahibine de “kâfir”denir.

Bu tarifin özü olan kelime-i tevhid “Lâ ilâhe illAllâh Mu…dür Rasûlullah” lâfzını sâdece lisân ile söylemek, Allâh’ın bizden istediği îmâna sahib olmaya kâfî değildir. Böyle sahîh bir îmân, ancak kelime-i tevhîdi daha geniş olarak “şehâdet etmeyi başa ve temele oturtarak” ve (mutlaka kalben) tasdîk ve te’kîd ifadesi de olan kelime-i şehâdet olarak bildiğimiz: “Eşhedü ellâilâhe illAllâh ve eşhedü enne Mu…den abduhû ve Rasûluhû” ile tahakkuk etdiririz..

Kelime-i tevhîd veya kelime-i şehâdetle kalb ile tasdik ve dil ile ikrar etmeden evvel de, Allâh’a hakkıyla îmân etmiş olmak içün, “küfre tevbe etmek şartdır ve bu tevbenin şartı da tâğutları aslâ tanımamaya azmeylemektîr.” Tâğut: “Haqqı bâtıl, bâtılı haq yapmaya çalışanlardır”.

İşte bugün, “îmân etdim” diyerek “müslümân oldum” sanmakla, gerçekden “olmak” arasındaki nâmütenâhî fark, bu noktada düğümlenmektedir. Tâğutları aslâ tanımamaya azm etmek ise, Haqqı bâtıl, bâtılı haq yapanı, müşahhas da olsa mücerred de olsa tanımamak, reddetmek, aslâ yaklaşmamak; ve onlara, fiilî, kavlî ve fikrîmukâvemetde bulunmakla bu tahakkuk edecektir.

Asrımızın haqqı bâtıllarla telbîs eden “müslümânları(!)” îmân zaafı içinde bu telbislerini “devekuşu” benzeri saklamış olma zannı ile de hareket etseler, korkunç bir yanılmanın ve yangının içinde bulunmaktadırlar. Bu yangına seküler ve global dünya efkâr-ı umûmiyesi bütün tağutlarıyla, dinler arası dialog, hoşgörü, ılımlı İslâm, çağdaş İslâm, demokrat müslümân, hür düşünce … gibi “Haqqı inkâr ceryânları, içi çürük dışı yaldızlı” tuzaklarla bol bol yakıt ve oksijen pompalamaktadırlar. 

“Eşyâ zıddıyle inkişâf etdiğine” göre, îmân da ma’lûm zıddı olan küfr ile inkişâf eder. Şirk ve küfür, hudûdlarıyla bilinib tanınmadan, îmân ile küfrün arasındaki hudûd dâimâ bulanık kalacağından, îmân bir tahayyül ve kuruntudan ibâret kalacakdır. Halbuki bugünün tâğutları ve onların kulları, küfür ile şirki katiyen mevzû-ı bahs etmedikleri gibi, îmân da mevzû’ları değildir. Kendilerini reddeden, tekzîb eden ve onları aslâ tanımamaya azmetme şartına bağlı bulunan îmânı, ağızlarına bile almazlar. Bunların kuyrukları da, “imân-küfür-şirk-nifak” gibi Kur’ânî mefhûmları -Allâh’ın kitâbı Kurân-ı Kerîm’de de mükerreren zikrediliyor olmasına rağmen-, sâdece asr-ı saadetde görülmüş ve bunların kanla ve canla mücâdelesi sâdece o zamâna mahsûs verilmiş ve sanki bunlar bir efsâneymiş gibi nakledilerek ayran kabartırlar. Hatta ba’zıları, gözyaşları ve salya-sümük kürsüler yumruklamak sûretiyle, kabaran ayranları soğutup içmeye tâ okyanus ötelerine bile giderler. Bu zavallılar gaflet veya hıyânet içindedir. Bunların Allâh’a kul olma iddiaları, kendilerini asıl tâğutlara kul olmakdan kurtaramaz. 

“Haq – bâtıl – haqla bâtılı telbîs – îmân – küfür – mü’min-i muvahhid – mü’min – münâfık – kâfir – tağut – müşrik – şirk – zarârât-ı dîniyye …” gibi daha nice İslâm’ın akâid ıstılâhları haqqıyla anlaşılamadığı gibi, üstelik bunların karşısına seküler ve global dünyânın ve kuyruklarının dikdiği; “insan hakları – demokrasi – laiklik – parlamento – rönesans – reform – protestan – sanat – ruhban sınıfı – klarikalizm – siyonizm – hümanizm – anti semitizm – kadın erkek eşitliği – kadın hakları – dinler arası dialog – hoşgörü – ünesko – barış – sermaye …” gibi yüzlerce ifsâd odakları mâhir eller tarafından süslenerek takdîm ediliyor.

Daha nice tabyalar ve taaruz cepheleri tanınıb ve anlaşılıb bunların islamî akâid ıstılahlarıyla aralarındaki koordinatlar bulunub münâsebetleri kurulamadan, bugün küfre tevbe etmek mümkün olur mu? Tevbe edilemeyince de, sadece başı kuma sokmakla, saklanmış “oldum” sanılmaz mı?

Geçmiş asırlarda ise tâğutların taarruz cepheleri zayıf, kuyruk ve boynuzları da kısa olduğundan, değil saklanmak, “müslümân oldum”diyen cemiyetlerde îmân fışkırır ve küfre tevbe etmemiş olmak korkusuyla tir tir titrenirdi. Onun içün de kelime-i tevhid söylendi mi“lâ ilâhe” demekle, zaten küfre tevbe etmiş olunuyor ve küfür, atlas bezi üzerindeki toz gibi silkeleniyor idi. Bugün ise atlas bez, tâğutların tahakkümündeki balçıkta gömülü.

Bu balçığa tahakküm eden tağutları ve kullarını “kubur faresinin layık görüldüğü muâmeleye tabî tutarak” îmân atlasını balçıkdan çıkarıb kaynar suda üç kere yıkar gibi küfre tevbe etmek sûretiyle onun üzerine kelime-i tevhîdi nakş ederek asla bu pak atlas bezi  balçığa düşürmemeye azmetmek müslümân “olmak”dır.

Aksi halde, “oldum” sayılmakdır.

Ayet meâl-i şerîfî: (Sûre-i Bakara âyet: 8)

“-İnsanlardan ba’zıları, biz Allâh’a ve yevm-i âhirete îmân ettik, derler. Halbuki onlar mü’min değillerdir.”

Hadîs-i şerîf meâli :( Ahmed b.Hanbel:Müsned c: 4, sh: 130)

“-Kim, câhiliyet çağrısı ile da’vetde bulunursa, o, oruç tutsa, namaz kılsa ve kendini müslümân sanmış olsa bile cehennem halkındandır.”

Elmalılı Tefsîrinden: c: 2, sh: 87

“…mü’min-i muvahhid olmak için Allâh’a îmândan evvel küfre tevbe etmek şartdır. Ve bu tevbenin şartı da tâğutları aslâ tanımamağa azmeylemektir.”

(İntişârI: 14.09.2011)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir