Varsa Başımız, Başımız Sağolsun!
1 Mayıs 2014
Fâtiha Sûresine Ruhbân Ve Ahbâr Hatırına Sansür, Öyle Mi?
10 Temmuz 2018

ULEMÂ VE EVLİYÂNIN İSİMLERİ SOKAK İSİMLERİ GİBİ DEĞİŞTİRİLEMEZ…

Ahmed ZIYÂ

 

Son zamanlarda tarîkat ve tasavvufa saldırılar başladı. Zâten toprak altında bulunan, böyle olmasına rağmen biiznillâh tasarrufları hâlen devâm eden Ehl-i Sünnet ve’l Cemâatin son müdâfiileri ulêmâ ve evliyaya saldırı uzun zamandır mevcud ve bunu nasibsizlerin hepsi de kendi çapında yapıyor. Kimi selefi, tarîkatlere “şirk” diyerek müntesibînini tekfir ediyor; kimi mezhebsiz gibi duran dinsizlerin cümlesi, Şerîât’a düşman ve Şerîatı i’tikâdî ve amelî bakımdan en güzel şekilde yaşamak ve yaşatmaya sebeb olan Ehl-i Sünnet mezheblerinin ve ahlâkî bakımdan en güzel yolları bizlere öğreten tarîkatlerin yok olub unutulmasını istiyor.

Bugün ise, “etnik kimlik” denilen “ırkçılık” fitnesini Müslümanlar arasına da sokma plan ve projeleri baş gösterdi. Bunu tersinden yaparak gûyâ bölücülüğe ve bölücülere muhâlefet ediyormuş gibi görünerek asıl bölücülüğü yapdığının farkında olmadan veya bile bile yapanlara rastlıyoruz. Üstelik bu öyle zaman ve mekânda yapılıyor ki, bir taşla birkaç kuş vurulabilecek kıvamda tasavvuf ve tarikat düşmanlarının ekmeğine yağ sürülüyor. Belki bilmeden, kendine biçilmiş rolü en iyi şekilde oynamak isteyiş işgüzarlığı ile yapan da vardır, bilemiyoruz ama bildiğimiz bir gerçek var ki, bu iş Müslümanların arasına tefrika sokar ve onları böler.

Büyük Şehîdimiz Merhûm İskilibli M. Âtıf Hocaefendi, muhâcir Şeyhulislâm Merhûm Mustafa Sabri Efendi, muazzam tefsir sâhibi Elmalılı Merhûm M. Hamdi Efendi Hazretleri başda olmak üzere, ulemâ-yı dîn-i islâm ve ehl-i sünnet ve’l-cemâat büyüklerini ta’n u teşnî ve en denî iftirâları atarak Müslümanlar nezdinde küçük düşürme gayreti her zaman vardı. Bununla birlikde başda büyük mürşid merhum Ahmed Zıyâüddîn Gümüşhânevî Kuddise Sirruh Hazretleri olmak üzere, adını hiç anmadıkları, anmaya korkdukları ulemâ da var. “Meyve veren ağaç taşlanır” misâli taşladıkları bu ulemâ ve evliyâya bakıldığında ise bunların, Şerîat-ı Garrâ-yı Ahmediyye’ye büyük hizmetleri olduğunu, zulme karşı susmadıklarını, “önden giden atlılar” misâli ümmeti ardları sıra çekip götürdükleri görülüyor.

Meselâ Mürşid-i Kâmil Efendimiz Ahmed Zıyâüddîn Hazretleri bir tek “karz-ı hasen” usulüyle ülkedeki bankaları nasıl iflâsa sürüklemek üzere olduğunu ve bu sebebden “dışarıdan” bu “karz-ı hasen” sistemini kapatması için devlete nasıl baskı yapıldığını araştıran görecekdir. Sadece bu mu?

Büyük şehîd İskilibli merhum M. Âtıf Hocaefendinin yazdığı eserlerlerin te’sirini araşdıranlar, o büyük âlimin neden salben şehîd edildiğini daha iyi anlıyacakdır.

Yazdığı tefsire, “Türkçe tefsirlerin pâdişâhıdır” denilen Elmalılı merhum müfessir M. Hamdi Efendi Hazretlerinin tefsirini ders çalışır gibi okuyan görecekdir ki, son rejime karşı nasıl baş kaldırmış; ve mesela, “dâr-ı ikrâhda” dînini îmânını muhâfaza ederek yaşamaya çalışan Müslümanın başına gelebilecek zorlukları ne kadar ince teferruatıyla ele alarak, “îmânî ve i’tikâdî şirk” îzahını yapmışdır ki, bunları anlıyarak okuyanlar, müfessir merhumun neden karalandığını, küçük düşürülmeye çalışıldığını daha iyi anlayacaklardır.

Gelelim Şeyhulislam Mustafa Sabri Efendi Hazretlerine: Onun,  en açık ve kuvvetli mantık kabiliyetiyle yazdığı bütün makâleleriyle Ehl-i Sünnet ve’l cemâati müdâfaası; ve bu bütün ateist rejimleri en müşrik noktalarıyla hesaba çekmesi, kimleri nasıl rahatsız ediyor, her cümlesiyle ölçü veren makâleleri okunursa çok iyi anlaşılır.

Son zamanlarda ise Şâh-ı Nakşîbend ve Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretlerine dil uzatmalar başladı. Bunun sebebi ise, Nakşîbendî tarîkatini ve onun evliyâ ve ulemâsını gönüllerden silmekdir. Nakşîlerin usullerinde en başda ilim gelir. Onlar ilme çok ehemmiyet verir. İlim olmadan düşmanını tanıyamazsın. Ehl-i Sünnet ve’l-cemâat i’tikâdını ilimle tanırsın. Bid’at ehlini ilimle tanırsın. 72 bâtıl fırkayı ilimle tanırsın. Hakk ile bâtılı ilimle ayırırsın. Îmân ile küfrü ilimle ayırırsın. Bu misâlleri çoğaltmak mümkündür.

Kimisi zâten işin içinden, bütün tarîkatlere “şirk” diyerek çıkar… Kimisi de maalesef adı tarikat fakat künhü kaybolmuş zamâne “barikatlarının” orasını burasını tenkid edib bunlar üzerinden ve hayâsızca gerçek tarîkatlere dil uzatarak leke sürmeye çalışır…

Fakat son zamanlarda öyle birşeyle karşılaşdım ki, boşa koyuyorum dolmuyor, doluya koyuyorum almıyor. Neredeyse iki asırdır Müslümanların gönlünde ve dilinde “Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî” diyerek bilinen Mürşid-i Kâmil Hazretlerine “Hâlid-i Şehrezôrî” denildiğine rastladım.

“Bu zât da kim ola ki” şaşkınlığından sonra internetde kısa bir araşdırma neticesinde gördüm ki, meğer herkesle beraber bizim de bildiğimiz ve husûsân sevib ta’zîm etdiğimiz “Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî” Hazretleri imiş!. Bu hususda birkaç makâle yazan dahî olmuş…

Tabiîdir ki bu hâl bizi rahatsız etdi. Neden mi?

Yıllardır “Bağdâdî” denmiş olan zâtın adı değiştiriliyor ve “Şehrezôrî” yapılıyor. Neymiş efendim, “Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri aslen kürd imiş de Türkler bunu saklamak ve unutdurmak için “Bağdâdî” demişler. “Şehrezôrî” demek daha çok yakışırmış.” Fesübhânallâh…

Ne yapalım o zaman, bütün Ehl-i sünnet ulemasının “etnik kökenlerini” yani ırklarını araştıralım ve kim “arab” kim “kürd” kim “türk” bunu bulalım ve hattâ doğdukları şehirleri de bulalım ve o şehirleri isimlerinin arkasına takalım ve evliyâ ve ulemâyı yeniden isimlendirelim!!..

Bu mantığı esas alacak olursak, meselâ Bartın’da doğmuş büyümüş, İstanbul’da iki medrese okumuş ve Bartın’da vefât etmiş ve elân Ebu’d-Derdâ Hazretlerinin makamına komşu olarak defnedilmiş Bartın Müftüsü Muhammed Rif’at Bartînî Hazretleri’nin ataları Buhârâ’dan hicret etmişler. M. Rif’at Bartînî diye yâd edilen bu zâta şimdi biz “M. Rif’at Buhârî” mi diyelim?!.

İkinci bir misâl verecek olursak, Bursa’da bildiğimiz türbesinde medfûn bulunan Emîr Buhârî Hazretlerine, Buhârâ’da doğduğu için “Buhârî” denmiş; fakat “etnik kökeni” çoğu Müslüman tarafından bilinmez. Şimdi bu zâtın ırkını öğrenib “Emir Türkî” mi diyelim? Veya medfun bulunduğu şehri esas alarak “Emîr Bursevî” desek kim kimi anlıyacak???

Aynı kalıba girmese de benzerliği sebebiyle bir misâl daha verelim:

“- Somuncu Baba” diyerek ün salmış büyük zâtın ismini niye anmıyoruz? “Somuncu” demek ayıb olur diye düşünüp, biz bundan sonra ona Şeyh Hâmid’ûd-Dîn-i Veli” desek, bundan kim ne anlar?.

Ta’bîri câizse, lâ teşbih “marka” olmuş bu isimlerle oynamayalım. Müslümanların gönüllerini ve zihinlerini karıştırmayalım. Bunun neye faidesi olacak? Böyle yapılırsa Müslümanlar arasında o âlim benim ırkımdan bu alim senin ırkından diye bir kapışma çıkmaz mı? Neden “Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat” üst kimliğinde birleşmiyoruz? Neden, yeni bir “bölücülük” fitnesine kapı açıyoruz?.. Müslümanları zaten birçok şekilde bölmüşler, paramparça etmişler. Bir de Ehl-i Sünnet ulemâ ve evliyasının “etnik kökenleriyle” bölmeyelim. Hangi ırkdan olurlarsa olsunlar hepsi bizim kıymetli selefimiz. Ulemâ ve evliyâ sağlıklarında bunu yapmamış, biz onların memâtında bu işe girişmeyelim. Rûhlarını muazzeb emeyelim. İslâmda ırkçılık yokdur. Onların buna rızası da aslâ olamaz. Müslüman ırkçılık yapmaz, yapamaz. Allah’dan korkar… Peygamber-i Zîşân Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretlerinin hadis-i şerîfiyle malumdur ki, kavmiyetçiler “câhiliyye ölümü” ile bu dünyada son nefeslerini vereceklerdir. Son iki asır içinde de İslâm âlemini izzetden zillete ve devletden illete düşüren de, bu “kavmiyetçilik=ırkçılık” fitne ve belâsı olmuşdur.

Bugün, göz nuru gönül sürûru muhalled eserler bırakmış bu evliyâ ve ulemânın te’lif eserlerine ulaşamıyoruz; ya terceme edilmiş veya sâdeleşdirilmiş hâllerine mahkûm bırakılarak asıllarından uzaklaştırılmışız. Hattâ bazı eserleri tamamen unutdurulmuş. Hâlimiz bu kadar içler acısıyken, bir de o mübârek zevât-ı kirâmın isimlerine el uzatmayalım. Kendilerinin ve müslümanların onlara münâsib gördüğü isim ve lâkabları sokak isimleri gibi değiştirerek, onları ve Müslümanları üzmeyelim. Bunun vebal ve mes’uliyetini idrak nasiblisi olan bir müslümanın böyle hâller irtikâbı nasıl mümkin olabilir?

 

İntişârı: 15.09.2017 / 00:58:57

1 Comment

  1. besmele dedi ki:

    “Mes’eleyi, yevmî vechesine inip üzerine basar ve biraz da teşrîh masasına yatırarak ele almaya devam edersek, ortada, bazı milletlerin, diğer düşman milletlere karşı kullandığı en müessir silâhın, onları, KAVİM KAVİM İÇDEN BÖLMEK olduğu görülecekdir. Osmanlı riyâsetindeki İslâm Milletinin, Birinci Harb-i Umûmîden sonra PARAMPARÇA edilişindeki en te’sirli SİLÂHIN, İslâmiyyet’in kat’iyyen yasakladığı bu “KAVMİYETÇİLİK” denen helâk edici illet ve belâ olduğu bedâhaten ortadadır…”

    Ahmed Selâmî

    http://www.turkcesi.biz/muharrirler/ahmed-selami/bir-asirdir-muslumanligi-silmek-yerine-kavmiyetciligi-cakmak.html

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir