“Muhteşem Yüzyıl” Mı; (Muhteşem Yüzkıl) Mı?
28 Kasım 2012
Dib, Hiç Uyanır Mı Veya Diyalog Fitnesi!
13 Nisan 2013

BİR ASIRDIR MÜSLÜMANLIĞI SİLMEK, YERİNE KAVMİYETÇİLİĞİ ÇAKMAK…

Ahmed SELÂMÎ

 

“Türk mü, değil mi; arnavut mu, kürtmü; afgan mı , arab mı; çin mi, çingene mi?” gibi çene ve ağız ishâlleri aldı başını gidiyor! Seviyesi düşük ve ciddiyeti bozuk, şahsiyeti müflis ve herşeyden evvel de îmânını kaybetmiş müteaffin cemiyetlerde, böyle zırvalarla uğraşmak ruznâmenin başına geçer; ve böyle ıvır zıvır abeslerle ömür tüketmeye vakit ayırmak da, oralarda, hiç de hayâ edilecek bir keyfiyet olarak telâkkî edilmez!.

 Biz, müslüman isek, her mes’elede olduğu gibi, bu noktada da Mutlak Hakîkat İslâmiyet’le veznetmek mükellefiyyet ve me’mûriyyetindeyiz…

AKP dembokrasisinin Diyalog cemaati mahabbeti ile meşbû’ ve bu uğurda el öperek himmete nâil topçu “saylavı!” H.Ş nâm bir adam da, bir, “Türk değilim!” dedi; sonra bir, “arnavudum!” dedi; ve bir de, “Âkif kadar Türküm!” diye atdı; ve top, futbolcu arnavudun tekmesinden, avuta mı, avurta mı, bir yerlere kadar gitdi, gider!

Sosyalistlikden Müslümanlığa geçdiğini zanneden bir “Özel ve entel Şâir!” de, (İ.Ö.), yıllardır öyle çamlar devirir ki, hiç kimse de bu adama:

 “- Zırvalıyorsun, nefsinin ve şeytanının emrindeki aklının felsefî çer-çöpünü, islâmî kânunlarmış gibi televizyonlardan millete şırınga etmeye biraz utan ve çene ishâlinden uzak dur!” diyemiyor… Şeytanın aklına gelmiyecek neler ve neler, bu adam ve madamların diliyle ekranlara necâset gibi sıvanmakda!. Meselâ (26.2 2013)de ajanslara düşen habere göre adamın dediğine bir bakınız:

“Bir adam ‘Ben Türk değilim’ diyorsa ben ona ‘beter ol’ diyorum. Eğer birisi de ‘Ben Türküm’ diyorsa, ona ‘nerenden belli’ diyorum. Namaz kılmayan Türk olamaz…”

Cevab vermeye zerre miktar değmiyecek kadar abes şu ifâdeleri, sâdece, “Türkçülük” denen câhiliyye ve asabiyye hevesinin, insanları ne kadar beyinsizleştirdiğini vesîkalamak içün yukarıda iktibas etdik... “Namaz kılmayan Türk olamaz” gibi sapık bir mantıkdan hareket edilirse, 100-150 senelik yakın târihde, “Türk, Türkçülük ve Milliyetçilik!” gibi lâfları dilinden düşürmeyen ne kadar ırk, asabiyyet ve kavmiyet sevdâlısı varsa, bunların hiçbiri namaz kılmıyordu!. Hâlen de kıldıklarını gören ve bilen olduğu kanaatinde değiliz!. Zaten namazın namaz olması içün, evvelâ başvekîl “abdesti” değil; mü’min îmânı şart… Dolayısıyla bunca namazsızın hiçbirisinin, Türk olmaması icâb ederdi!!!. O zaman bunlar hangi ırk ve kavimdendir?! Bunları ins ü cinnin neresine oturtacağız?! Kara câhilin ve câhiliyyenin diline bir düşülmeye görsün!. Namaz kılmayana, İslâmiyyet bile, (îmânı varsa), “benim dışıma düşdün!” demezken; dünki bu şâir ve yeni müftümüz, böyle “ictihadlar” yumurtlayarak, diğer cumhûriyet müctehidleri gibi, zemzem kuyusu usûlleri ile iştihâr etme yolunda mı ilerlemek ister?!

Mezheb (müctehide tâbi’ oluş) disiplini dışına sarkan ve böylelikle de, Luter’in usûl çizgisine intisabla mealcilik ve börkenekden savurup sallama hastalığına tutulan entel ve dantel takımlarının, işte püf dendi mi patlayan ankebut ağları!. Şöhret ve megalomani vazgeçilmezliğini de buna zammedin, işte hayânın her türlüsünü delip geçen manzara…

T.C. Başvekîli Receb Bey ise, “her türlü milliyetçilik ayağımın altında!” diyerek bambaşka istikâmetde şecaat arzederken;  “Ashab-ı Cehe…m ve CHP başı,” Alevî, Dersimli ve Kürt Kamal Bey de, “Atatürk milliyetçisiyim!” diye tam tersden höykürmeye ve tozu dumana katmaya başladı!.  Böyle bir akapella koro ile TÜRK popolitikası, hangi tarafından ses verir, anlayan beri gelsin!. MHP nasyonalizmasının Paramanto’daki Yeniçeri nâm kafası da, bu popolitikaya bir başka cihetiyle şerîk oldu; ve o da, şu lâf u güzâf ile “katkı, çatkı, satkı ve atkıda!” kusûr etmedi:

 “-Hakan Şükür, Arnavut asıllı Türk yurttaşıdır. Ve kendisi bu yönü itibarıyla Türk oğlu Türk’tür. İnsanlar kendilerini ne hissediyorlarsa odur. Ortak tarihin, coğrafyanın ve inancın çocukları aynı millettir. Unutmamak gerekir ki Türklük bir kan meselesi değil kalp meselesidir.” dedi.

Buradaki 5 cümlenin topuda yanlışdır, cevaba tenezzül edilirse her biri içün müstakil bir makâle kaleme almak lâzım gelir!

“Yurtdaş!..”

 Neden “DİNDAŞ!” değil???.

1789 Fransız ihtilâlinin mûcidi yahudi ateizmasıyla ortaya çıkan “yurtdaşlık=vatandaşlık” üzerinden yükselen bir kıymetler manzûmesi esas alınınca, tabii ortaya, işte böyle “Türkoğlu Türk!” nakârâtı çıkar, mızrak çuvala sığmaz, tenâkuzlar daha 2. cümlede biribirini parçalar; ve ortaya, bir türlü “Müslümanoğlu müslüman!” demek çıkamaz!. Bundan ödleri kopar; çünki ne kadar saklasalar, kıvırtsalar, mugâlata yapsalar ve uydurmalara sarılsalar da, temelleri kavmiyetçilikdir!.. Şu sırada T.C. de bulunan Matmazel Merkel, Almanya’da “vatandaşı!” olan Türkler içün, acaba “Bu yönleri içün Almanoğlu Alman!” dese, MHP zihniyeti bunu normal mi karşılar; yoksa, “içine tükürürüm senin şeyoğlu şeyinin!” mi der; veya kenarda sessiz bir bekleyişle, bunu cis trans hâlinde seyr ü temâşâ mı eder??? Veya, bilfarz, alaman vatandaşı olan öz oğluna, MHP paramanto azası Yeniçeri, “Almanoğlu alman!” gözüyle mi bakar?. İnsanlara devletlerin verdiği hüviyet kartları, yüzdeyüz i’tibârî ve izâfî kıymetler taşıyan beşerî yakıştırmalardan ibâretdir… Bu “sanal” kıymetleri hakîkî zanneden zavallı akıl sâhibleri, kalpazanların bastığı banknotları, hakîkî paralar önünde kapışıp, gerçeklerini de çöpe atacaklar demekdir!

 Bugün bütün bu ve bunun gibi binlerce mefhûmun iç yüzünü saklamak üzere, lâf cambazlıklarının popolitikacası havalarda uçuşur; milletin kafasını çöplüğe çevirmek içün ne lâzımsa yapılır; ve islâmî kıymet hükümlerinin semtine bile uğramayan kafataslarının içi, böyle şeytânî safsatalarla, milletin îmânını da söküp götürür!…

(Paramanto) içi ve dışından bir aydır bu adam ve madamların bütün söylediklerinin hepsini bir kaba doldurub, iyice  çalkaladıkdan sonra terkîbine bir bakacak olsanız; ve bu terkîbi yemesi içün de, bir ağıl dolusu geviş getiren içinden bir tekini arasanız, bulabileceğinize binde bir ihtimâl verilemez…

İşte, (bâtıl batıdan idhâl) 100-150 senelik kavmiyetçiliğin (asabiyetçiliğin), Müslümanlık’a kat’iyyen ters düşerek, mürtedleştirmesinin netîcesi… Bu, muhâkeme ve fikretme kabiliyyetinin, akl-ı selîm sâhibi olarak tartmanın ve en başda da mutlak doğru ve mükemmelin mîzânı önünde beşerî acziyyetin idrâkinden mahrûm bulunmanın ortaya çıkardığı, korkunç, karmakarışık, mantığı kusturan ve insanlık haysiyetine âr olan keyfiyet…

Bu memleket, dünyâ devleti olacak; ve sözü dinlenen bir mekân olarak da arz yuvarlağında makâm kazanacak!

 “Şerefü’l-mekân bi’l-mekîn” buyuran ecdâd, bugünki içler acısı sefâleti ve inleten manzarayı görseydi, kimin ecdâdı olduğuna mı; yoksa kimleri ahfâd kabul etmek zorunda bırakıldığına mı yanardı, aklı olan, (bâtıl batılı) bir gâvur bile olsa bunu görebilir… Zaten bunun çok iyi farkında oldukları içündür ki, yarım asırdır, AB eşiğinde geyik mahabbeti devam ediyor!

“- Anlar ki lâf ile verir dünyâya nizâmât,

Bin türlü teseyyüb bulunur hânelerinde!”

 Kavmiyetçiliğin (asabiyetçiliğin), hangi kelime ve lâfızlarla dile alınır ve kellelerden kusulur olursa olsun, bunun, akıl ve mantık önünde mu’teber bir noktasının olamıyacağı apacık ortadadır; ve bunu da, Âdem Aleyhisselâm zamanından beri insanlık târihi alenen haykırmaktadır… Beşeriyet Târîhinin nice fâcialarının altında, bu öldürücü kafa çarpıklığı yatar; ve bu, nice kanların akıtılmasına; ve nice harblerin ve cinâyetlerin işlenmesine baş ve ana sebeb teşkîl etmiş olmasına rağmen, dünyâda heykelleri dikilen ve milletlerin târihinde nice sahte tanrılıklara yükseltilen adam ve madamların, bu kat’iyyen şeytânî zihniyet illetinden kurtulamadıkları, kimsenin inkâra mecâl bulamıyacağı bir vâkıadır…

Mes’eleyi, yevmî vechesine inip üzerine basar ve biraz da teşrîh masasına yatırarak ele almaya devam edersek, ortada, bazı milletlerin, diğer düşman milletlere karşı kullandığı en müessir silâhın, onları, kavim kavim içden bölmek  olduğu görülecekdir. Osmanlı riyâsetindeki İslâm Milletinin, Birinci Harb-i Umûmîden sonra paramparça edilişindeki en te’sirli silâhın, İslâmiyyet’in kat’iyyen yasakladığı bu “kavmiyetçilik” denen helâk edici illet ve belâ olduğu bedâhaten ortadadır…

Binâenaleyh, bugün memleket sathına yayılarak kavga ve gürültüsü edilen “Türklük ve Türkçülük ve Milliyyetçilik!” gibi kafalarda aslâ vuzûha kavuşamayan mefhumlarla bu anarşiyi devam etdirmek, hâlâ daha akıllanılmadığını; ve bu kavmiyetçilik denen illetin, bazı iptidâî ve aklı özürlülerde “tabiat-ı sâniye!” hâlinde devâm etdiğini gösteriyor!. “Türk ve Türkçülük!” kelimelerinin, kat’iyyen bir kavme işâret etdiği apaçık ordadadır. Bazı iktidâr ve muhâlefet popolitikacıları, bunu, şeytanca örtmeye ve gizlemeye de çalışsalar, mızrak çuvala aslâ sığamaz; ve garaz ve maksada makrûn olmadıkça da, hiç kimse, bu kabil kelimelerin “ırk veya kavim” bildiren lâfızlar olduğunu inkâr edemez… Bir asırlık şartlandırmalardan, maalesef nice “müslüman kılıklı herifler!” bile yakalarını kurtaramamakda; ve “Türk demek bilmem nerde ve falan coğrafyada müslüman demekdir, onun müterâdifidir!” gibi bir takım uydurma ve safsatalara tutunmakdan da uzak duramamaktadırlar!.

 Türkün müslümanı olabileceği gibi, ataisti, ateisti, kamalisti, sosyalisti, komünisti, faşisti, kapitalisti, hıristiyanı, şamanisti ve daha bilmem nesi ve nesi de apaçık olabilmekde ve bunların topu da gözler önünde iken; “Türk demek müslüman demekdir!” gibi hezeyanlarla dünyâ yuvarlağında yaşamak, cidden iğrenç bir tâlihsizlikdir…

TÜRK ve TÜRKÇÜLÜK, kim ne derse desin, kim ne kadar bunlara ırk ve kavim ma’nâsı dışında keyfî delâletler yüklerse yüklesin, bunlar, çocuk aldatmak ve göz küllemek ve katakülli ile lâf cambazlığı yapmak kabilinden, popolitik lâf ishâlleridir!. Aklı başında olanlar, bir asırdır, “Türk milliyetçiliği veya Türkçülük, Kürtçülük, Arabçılık, İslâm Milliyetçiliği ve daha bilmem ne milliyetçiliği!” diye her zıpır kafanın uydurduğu zırvalara, bu istikâmetde yırtınanların yazmış olduğu kitablara, atdıkları nutuklara, sıkdıkları beyanlara, sıvadıkları vecîzelere ve tutturdukları “….izimlere” ve ülkülere baksınlar, bunlar, herşeyi kolayca isbatlıyacak kadar ortadadır…

Bir insan, Arnavutsa arnavutdur; onun ırkı, kavmiyeti ve bilmem nesi, Türkünkü, Arabınki ve İngilizinki kadar odur… Bunlardan biri içinde olmanın, o insana ne menfî ve ne de müsbet bir kıymet ve fazîlet yüklemesi düşünülemez… Bir insanın, kendi irâdesi dışındaki yaradılışı, onu nasıl mes’ûl edebilir?. Bir insan, ancak kendi irâdesi ile taşıdığı, îmânî, rûhî, aklî, derûnî ve  ahlâkî kıymetleri ile ulviyyet kazanır…

Arnavutdan ne kadar Türk olmazsa, Türkden de o kadar Arnavut olmaz, olamaz… Türk olmakla kıymet kazanacağını düşünen bir Arnavudun; veya Arnavut olmakla yükseleceğini düşünen bir sırplının, akıl ve ruh melekeleri tedâvîye muhtac demekdir… Aslan aslandır, kaplan da kaplan… Aslanı kaplan kabûl etmekle, o, ne kadar kaplan olabilirse, Arnavudu Türk kabûl etmekle de, o kadar bir hakîkat ortaya konulabilir; ve bunların müddeileri de, o kadar iptidâî bir akıl ve keyfiyetin sâhibleri olmakdan aslâ kurtulamazlar…

Hele, “ben, Âkif kadar Türküm!” demek:

 “- Benim, eczâcı terâzîsi gibi bir terâzîm var, bu terâzînin ayar müş’iri “Âkifin Türklüğüdür!” İşte ben, miligramıma kadar bu terâzide tartılırım; ve  ağırlığım da, miligramına kadar Âkif’inkine müsâvîdir, işte o kadardır!”

 Demek ise, bu, aklı iflâs etdiren çukur bir keyfiyetdir…

Âkif, ırkan ve kavmen Arnavutdur ve aslâ Türk olamaz. Bu olamayış da, onda veya bir başka Arnavudda aslâ bir leke ve nakîsa teşkîl etmez… Beyân etdiğimiz gibi, îmânî, rûhî, aklî ve ahlâkî kıymetleri yüksek bir arnavudu, bu hasletlere sâhib olmayan bir TÜRK’e, o nisbetde üstün bilir ve tercih ederiz…

 (Bu satırları yazan, TÜRK olmasına ve ancak, soyunun Âdem Aleyhisselâm’a müntehî bulunmasının mutlaklığı karşısında da, ırk ve kavmiyyetinin ademiyyetine mutlak îmân etmesine rağmen!)

…………………………..

 “Müslümanım” diyen bir insan içün, Kitâb, Sünnet, İcmâ’ ve usûlü üzerinde bulunduğu müctehidinin ictihadları ile önüne konulan İslâm kânunları ve ahkâm-ı şer’iyyeden başka mîzân olamaz. Böyle olunca da, hangi ırk ve kavimden olursa olsun, insanın kıymeti, bu mensûbiyyetlerinin mutlaka dışındadır; ve bu noktada mutlak kıymetlendiriş, “ittikâ” dışında aslâ bir başka şeyle olamaz… Irk ve kavmiyyet, ancak gâvurun asimilasyon dediği eritme ile silinib unutdurulması ile belki ortadan kalkar; aksi halde o, sâbitdir ve yeri değiştirilemez… Müslümanlık ise, bir anda kabûl de; bir anda redd de edilebilir… O, beşer irâdesine muhatab, mutlak bir kıymetler manzûmesidir…

“Âkif’in Türklüğü kadar Türk olmak!” bilmem kimin Kürtlüğü kadar Kürt olmak, falanın Araplığı kadar Arab olmak gibi îzâfî uydurmalarla yaşamak, bir müslümanın şeref ve haysiyyetine aslâ yakışmaz…

Kendisi gibi Arnavut bir adamın “türklüğünü” mîzân kabûl edişin altında bile, gene arnavutlukdan kopamayış bulunduğu, tahtında müstetir olarak dikkatlerden kaçamaz!. “Îmân etdim!” diyen bir  adam, şerefli ve haysiyetli bir mahlûksa, ya “îmân etdim” dedikleri istikâmetinde yaşar; veya, yaşamadığı şeyin yaşayanıymış gibi görünmek riyâkârlığı ve münâfıklığından mutlak ma’nâda uzak durur…

Arnavut olan bir adam, hiçbir zaman, mekân ve zeminde Türk olamaz, ancak müslüman olur; ve (müslüman olan Türkle) de, hüviyet ve mensûbiyyet ayniyyetine ancak bu şekilde nâil olur… Çünki kıymetler manzûmesini doğuran ana sâik, tekrar ederiz ki, ırk ve kavmiyyet değil, îmân edilen kıymetler bütünüdür… Hem, arnavut ırk ve kavmiyyetinden olacaksın; ve hem de, TÜRK ırk ve kavmiyyetindenmiş gibi görünüb böbürlenecek ve piyasa yapacaksın!. Ve bunun içün de, “ırkıma yok izmihlâl!” veya “ırkıma bir gül, ne bu şiddet bu celâl!” yollu IRK ve KAVMİYYET havalarına gireceksin!. Hangi IRKDIR bu?. Arnavut IRKI mı, TÜRK IRKI mı?. İzmihlâli olmayan o yüce ırk hangisidir?!. Hilâlin, kendisine şiddet ve celâl göstermemesi istenen IRK, bu ırk kimin, neredeki ırkıdır?!. Hilâl’e, “gülmelisin, gül!” emri verdirecek kadar imtiyazlı IRK, arnavuda mı, türke mi âiddir?!. Irkçı olmayıb müslüman olan şâirler (!)  ırkla bu kadar haşir neşir ve meşgûlse, ya bir de Gökalp gibi ırkçı olanlar kim bilir nedir, hesab edilsin!

 Bir zamanların ırkçılık ve kafatasçılık devirlerinde, ırkçılık sipârişleri üzerine, böyle ırkçılık seans ve esansları ile düzgünlenmiş ve makyajlanmış şiirler bile yazıldığı, daha ne zamana kadar hasıraltı edilecek; ve millet, îmân ve fikir adına, daha ne zamana kadar gözleri küllenerek aldatılacakdır?

Hiç kimse, dünyâdaki ins ü cinnin bugün zaten üç paralık kalan selîm akıl ve mantığının karşısına geçip, nanik yapma ve dolandırma kurnazlığıyla yol alacağını sanmasın!.

“Gelenin keyfi içün geçmişe kalkıp sövmemek!” de, ne isen o olmakdan; ve olduğun gibi görünüp, göründüğün gibi olmakdan; ve “festakim kemâ ümirte!” emri karşısında ihtiyarlıyan O Kâinât Sultânı Aleyhiselâm’ın izinde, aslâ ve zerre kadar menfaat yamuğu olmadan, dimdik yürüyebilmekden geçer… Bunun dışında, kelle felsefeleri ile uydurulan on milyonlarca atraksiyonu ise, heveslileri ve hayranları doya doya seyredebilirler!. Krallarının bir gün çıplaklığı ortaya çıkınca apışıp kalacaklara da, şimdiden hayırlı ayılmalar!

Orada Arnavut, burada Türk, falan yerde Acem, feşmekan yerde Arab görünen Efgânî makûlesi ve muhibbi heriflerin encâmı, nifâk üzre ukbâya göçmeğe kadar gidebilir; ve son durak da, ağleb-i ihtimâl, kavmiyyetçiliğin “câhiliyyesi” içinde nâr-ı cahîm olur!

“Hem müslümanım hem bilmem neciyim!” diyen, müslüman değil, mücerred, o (bilmem necilik) üzeredir… Çünki Müslümanlık, kat’iyyen “Lâ ilâhe” der; ve cezm ü yakîn derecesinde de bunun denilmesini tevhid kelime-i tayyibesinin lâzım-ı gayr-ı mufârıkı olarak görür; ve yanında da, zerre kadar şerik istemez; ve buna aslâ müsaade de edemez…

“Falan kadar Türküm!” demek, ahbesin en abes bir ifâdesidir…

İşte bu abeslerin ortasında, mefhumlar anarşisi denen rezzâlet, ortaya öyle bir karmaşa ve kargaşa çıkardı ki, çıfıt saçından bin beter biribirine dolanmış; ve ne örülmesi ve ne de taranması mümkindir!.

15 asırlık “Elhamdülillâh Müslümanım!” demeyi terkeden; ve yerine, “mutluluk iksiri” olarak kavmiyet (asabiyyet) ve ırkçılığı oturtanlar, işte bugünki hâlleri ile şeytanı bile güldürmektedirler…

“NE MUTLU MÜSLÜMANIM DİYENE!” dedin mi, ortada ne ırkçılık, ne kavmiyetçilik (asabiyyetçilik), ne milliyetçilik, ne bölücülük, ne bölgecilik, ne hısım akrabâcılık, ne aşîretçilik, ne heykelcilik ve putperestlik, ne şia şia olmak, ne tevhidi bozmak, ne çıfıt saçı karmaşası  ve ne de şeytana maskara olmak kalır; ve Allâh Azze’ye îmânın yoluna da, ancak böyle girilir; ve cehennemden de, ancak böylece kurtulunur vesselâm…

(İntişârı: 26.02.2013)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir