“Biz Batılılara Lozan’da Söz Verdik, İslâmiyyet’i Halka Unutduracağız.”
24 Temmuz 2018
(1) Sarıklı Politikacı Fesli Mısırzâdeyi Ziyâret Edince, Devlet Köpürdü; Chp Patladı, Madam İp’i Kopardı!
17 Kasım 2018

MÜSLÜMANIN ANDI HER AN KELİME-İ TEVHİD, HER GÜN 40 KERE FÂTİHA…

Ahmed SEYYİDOĞLU

 

 

Dembokratik lâyık ve şeytânî politika ile ortalık toz duman!.

Parti tanrıları çok asabî, kurt gibi saldırıb ısıran mı dediniz, kısa devre yapıb ampülü patlıyan mı, 6 oku kırılıb dut yemiş “kelkül” gibi sus pus olan mı… Burunlarından soluyan, takallüs eden suratlarıyla kurt gibi gümbür gümbür  uluyarak sözlerini parçalayanlar, biribirlerinin “ahlâkını” istintâk ederken kendi “sirkatini” söyliyenler!.. Türkiya bu çukur politikaya düşürüldü ve millet de “ulus” yapıldı ve ters dönünce SULU” oldu!

“İttifak” kelimesi hiçbir zaman hakîkatıyla ortaya çıkamaz da, sâdece lâfız planında ins ü cinni aldatmak içün kullanılan bir “materiel” olabilir!.

“Oyun ve eğlenceden ibâret dünyâ hayâtı” içinde, şu beş paralık fânî hayatda, Allâh ve Rasûlü Aleyhisselâm’a TESLÎM olunmadan, “ittifâk, müttefiklik, birlik, berâberlik, ittihâd, irilik, dirilik, 6 ok, 9 ışık, 4 parmak, and, mand, v.s.” gibi beşerî şablon ve balon gibi şeylerin aslı-astarı olmaz, olamaz!..

Beşerî sistemlerin topu da, “Taparcasına Atatürkçü ve şakırcasına Piskevitçi Dövlet Bey’in” diliyle “alayı” da, şeytânî yollar, dehlizler, mahzenler, zındanlar ve çukurlardır!. Bir zamanlar, pek asabîce ve tebessüme hasret nâsiyesi ile “Receb Tayyib Erdoğan’dan Cumhurbaşkanı olmaz” diyerek çok keskin sağ el sallamaları yapan Bağçeli Başkan’a, yani Böyyük Başkan’ın stratejik ortağına, Başkumandan Receb Tayyib Paşa’nın bugünlerde “Uyuşturucu torbası” gibi teşbihlerle  kükremesi veya ampülünü patlatması da, beşerî ve Haçlı Avrupa’dan müdevver politikalar ile, hakîkî bir “ittifâkın” kat’iyyen vücûd bulamıyacağını, bunun muhâl olduğunu isbât ediyor!.

Abdülhamîd Cennetmekân Hazretleri zamanındaki Devlet armasının, husûsan:

“El müstenidu bi Tevfikâti’r-Rabbâniyyeti Devletü Meliki’l-Osmâniyye.”

İbâresini taşıması iyi anlaşılıb takdîr edilmeden, ismen, cismen ve resmen “DEVLET ve DEVLETLÛ” olmak, özde değil, sözde kalacak bir manzara-yı umûmiyye-i cumhûriyye olsa gerekdir!..

Rahmânîlik kalmayınca, şeytânîlik, Global Çete ile boşluğu dolduracak; ve ABD’si, İngilizi, AB’si, yahudisi ve bilmem nesi ile, 10 yılda 11 milyon insanın kanı, bizim coğrafyada akıtılma kolaylığı bulacakdır!. Bunu apaçık şöyle beyan da, gizli kapaklı bir halt sayılamaz:

“Dünyâda bir tek devlet ve sistem kalacak; ve o da, Yahve’nin oğullarına veya Evangel-siyon yoldaşların hâkimiyyetine âid olacakdır!  Bütün insanlar, bunların  kölesi ve sâdık hizmetçileri yaratılmışdır; onların can, mal, ırz, din ve akılları, bu Yahve’nin has evlâdlarına mubahdır!”

Tepedeki mevcûd Global çete, insanların biribirini yemesinden beslenir ve aslâ da doymaz!..

Adı “ittifak, müttefiklik, stratejik ortaklık, eşbaşkanlık ve bilmem ne ve ne” de olsa, aslı ve astarı “Kizbdir, şirkdir, butlandır, nifâkdır, tefrîkadır, çekişmedir, kıtâldir, cinâyetdir, fâil-i mechullerdir, parçalanmadır, çürümedir, taaffündür!”

“İslâmî kıymet hükümleri”, Tanzîmat’dan beri 2 asırdır ivmesi gitdikce artan bir hızla güme gidince, bugünki şeytânî netîce zarûrî bir durak oldu!

Ve ortada “Aldatanlarla, aldatılanlardan” başkasını zinhâr ve kat’iyyen göremezsiniz!.

Zamanlamasına da dikkat edilirse, Devlet Bey ile Devletlû Ağa arasında varmış gibi görünen “ittifak” hülyâsı veya balonu, bir-iki iğne ucuna değer değmez nasıl patladı!?. Çünki, yok olanın, var kabûl edilmesi gibi bir vâkıa vardı!.

1933’de, tabib olan ve ma’lûm “andın” uydurucusu Reşid Galib denen mason gözde, Mukaddes Ezânımızın da yok edicisi ekibin elinde, ba’zı şeytanlıklara me’mûr edilmişdi!.

Muazzez Ezânımız içün “Türkçe Ezan” denilmesi de pek echelcedir… 1932’den 1950’ye kadar, Vahye müstenid Ezânımız Türkiya’da okutdurulmamış, YASAKLANMIŞDIR

Binâenaleyh “Türkçe ezân” demek, fevkal’âde yanlış ve Mukaddes Ezânımıza da bir nevi hakâretdir. “Türkçe Kur’ân” olması ne kadar muhalse; vahye müstenid o “Muazzez Ezânımızın TÜRKÇESİ’nin olması da, Moskofçası da, İbrânicesi de, yamyamcası da o kadar muhâldir…”

Ezânımız, 18 yıl Türkçe okunmadı; yasaklandı, ya-sak-lan-dı…

1950’den sonra da “Hoparlör” denen bir belâ, bir decâcile, cebâbire ve zaleme borazanı ile minârelerimizi öyle ucûbe (hilkat garîbesi) anırtı âletleri ile minârelikden çıkardılar ki, Mukaddes ve Muazzez Ezânımız da “İnsan sesinin tabiiliğiyle Ezân” olacakken; o ucûbe borazanın “Mâdenî ve Mekanik” horultu ve zırıltısıyla hatm-i enfâs eyledi, Ezân olmakdan çıkarıldı… Üstelik bu (ucûbe âletin) savt-ı taklîdî ve şeytânîsini yüz bilmem kaç desibellere çıkaran nice (ezân kaçkını) DİB’çi, “Din Görevlisi, Ruhbân ve Ahbâr” cinsi ruhsuz, milletin istirâhatine tecâvüze, bebeklerin yataklardan fırlamalarına, hastaların titremesine, ihtiyarların korkmasına, kulakların zangırdamasına ve beyinlerin zonklamasına sebeb oldular… Bu cins mahlûkât, “Dîn günü” görecekleri “kul hakkına tecâvüzün feci’ âkıbetlerini” bu bağırışlar ve çağırışlarla hazırlamaktadırlar… Alâ merâtibihim, bu zulmün bütün kademeleri, ind-i ilâhîde milyonlarca insanın karşısında hesâba çekilen mücrimler olmakdan, kendilerini kat’iyyen kurtaramıyacaklardır…

Hoparlör denen ve mesâcid ile minârelerimizi esir almış bu decâcile, cebâbire ve zaleme âleti ile okumanın adem-i cevâzı içün Müfessirimiz Muhammed Hamdi Efendi Hazretleri’nin satırlarına risâle çapında daha sonra mufassalan döneceksek de, şimdilik şu iki cümleyi gözlere sokabiliriz:

“….VE BUNLARA İSTİMÂ’= işitme” ve ÎNSÂT=sükût etme” EMRİNİN HÜKMÜ TERETTÜB ETMEZ. YANİ DİNLENMESİ VE SUSULMASI VÂCİB OLAN KUR’ÂN, ÇALINAN KUR’ÂN DEĞİL, KIRAAT OLUNAN KUR’ÂN’DIR.”  (Hakk Dîni Kur’ân Dili, c.4, s.2361, Tab’-ı Evvel)

“Türkçe Ezan” demek gibi imkânsız olanla, Mukaddes Ezânımızın susturulması (yasaklanması) arasındaki o müthiş ve fâhiş farkı anlıyamıyanlar; ve “Kıraat olunan Ezan” ile, çalgı gibi “çalınan ezân” arasını tefrîk edemiyenler, en az, cehâletlerinin kurbanı olmakdan öteye geçemezler…

And mes’elesine gelince, bu da, millete îmân ve İslâm’ı unutdurarak, onu, ırkçılıkla insana tapmaya  çeviren bir sapıklıkdır…

AND: İslâmiyyet nazara alınınca, Allâh Celle’yi ŞAHİD tutarak verilen söz, yemîn ve kasem gibi ma’nâlara gelir. Bu ma’nâ esas alındığı zaman, böyle şirk bulamacı bir AND’a, müslümanın tasdik, tasvîb ve tahsîn göstermesi, onun îmânıyla aslâ kâbil-i te’lîf edilemez, bu muhaldir… Böyle bir and ile “son nefesini vermek istiyen”, kat’iyyen bir müslüman değil, ancak bir putperest ateist olabilir… Gene bir müslümanı, böyle AND denilen İslâm’dışı bir beyânın, Hesâb Günü ebedîyyen cehennemden kurtarması da, aynı şekilde muhâldir…

AND kelimesini, Allâh Celle’yi ŞÂHİD tutarak verilecek kat’î bir SÖZ, ahid, mîsâk, tasdîk, tasvîb ve tahsîn ifâdesi olarak İslâm îmanında bir yere oturtmak îcâbederse, oraya herhangi bir kul yapısı marşı oturmak da kat’iyyen muhâldir…

Başkumandan Receb Paşa’nın:

“Bize göre milletimizin en büyük ve en etkili andı İstiklal Marşımızdır. İstiklal marşımız dışında bir and tanımıyoruz, tanımıyacağız.”

Demesi de, islâmî ma’nâda bir and değil, demokratik, lâyık cumhûrî ve beşerî bir (and) olabilir; ve kendi felsefeleri içinde indî ve şahsî bir keyfiyet ortaya koyabilir!.

“Türküm, varlığım Türk varlığına armağan olsun “ diye başlıyan ve devam eden 1933 ateizmi ve kafatasçılığı ne kadar bölücü ve (Birliği) te’minden ne kadar uzak ise; ve buna da sebeb “Tükçülüğün” öne çıkarılışı ise; Âkif nâm şâirin şiirindeki “ırkçılığı” öne çıkarıcı kelimeler de o kadar “Birlik te’min etmeye uzak ve mahzurludur.”   İnsanlar arasında yalınızca bir tek “ırkı, kavmiyeti, milliyeti ve meselâ türkçülüğü ve Türk ırkını” öne çıkaran her ifâde, “Bölücülüğü, aşağılamayı, kıskandırmayı” da beraberinde getirir… Âkif de, alenen ve açık açık “ırkçılığını” göze sokmakda:

“Kahraman IRKIMA bir gül”; “Ebediyyen sana yok, IRKIMA yok izmihlâl” diyerek, kendisi Arnavut olduğu hâlde acâib bir ruh hâli ile, bir “IRKA TAPARLIK” gibi yollara sapmaktadır… Neden İslâmiyyet’in Hilâl’i Âkif’in “ırkına” gülecekdir de, başka ırklara kaş çatacakdır???. Neden, sâdece Âkif’in “ırkına ebediyyen izmihlâl yokdur” da, başka ırklara vardır??? İslâm akîdesine göre “ebediyyen” bir ırkın izmihlâl görmemesi de çok sapık bir ifâdedir. “Ebedîyyen” yaşayacak bir ırkdan bahsetmek, fevkal’âde bâtıl olub; bütün kâinâtın sonu vardır. Vakt-i merhûnu hulûl etdiğinde Kıyâmet vâkıası gibi kat’iyyen vuku’ bulacak ilâhî irâdenin tecellîsi, ortada ne devlet, ne millet, ne hükûmet, ne ırk, ne gökdelenler, ne saraylar, ne seçimler, ne oylar, ne saltanatlar, ne dolarlar, ne ins ü cin, ne mâsivâ bırakacak, zerresine kadar herşey hallaç pamuğu gibi atılacak ve kahr u mahv edilecekdir… Irkçılık ve kavmiyetçilik gibi “câhiliyye ölümü ile ölmeye müeddî”, her türlü haram ve küfr ü şirk bâtılları, beşere lâzım olan sulh u sükûna zerre kadar fâide te’mîn edemez; ancak zarar tevlîd eder ki, bunun îzahdan vâreste bulunacağı da bedâhaten ortadadır… Âdemoğlu, mücerred bu (ırkçılık) belâsı sebebi ile, onbinlerce senedir yüzmilyonlarca insanın kanını akıtmışdır.

Bu kabil şiirlerin, lâyık-cumhuriyetlerin marşı ve andı olarak politika malzemesi yapılsa da, İslâm milletinin ANDI olmaları muhâldir…

Bunun, Âdem Aleyhisselâm’dan beri gelen İslâm milletini kat’iyyen bağlayıcılığı olamaz. Çünki hiçbir müslüman, son nefesinde “Âkifin güftesi ve falan ecnebînin bestesi” olan bir MARŞI söyliyerek ve hatm-i enfas ederek Âllâh’ın huzûruna çıkmak istemiyecekdir!. Allâh Celle’ye, îmân-ı şer’î ile îmân eden bir müslüman içün, Hesab günü de, böyle bir marş’ın insanı ebedî azab yeri olan cehennemden kurtaracağı sûret-i kat’iyyede söylenilemez!..

Müslümanların Âdem Aleyhisselâm’dan Kıyâmet kopuncaya kadar “Allâh Azze ve Celle Hazretlerini ŞAHİD tutarak verdikleri SÖZ” ki, buna AND denilecekse, bu bellidir; ve o da, her an KELİME-İ ŞEHÂDET VE TEVHÎD; her 24 SAATDE DE, TAM 40 DEF’A KIYÂM EDEREK OKUDUKLARI FÂTİHA’dır…

Her müslüman, son nefesinde, kendisini ne Mason Reşid Gâlib’in Türkçülüğü ve Paşasıyla; ne de Efgânî-Abduh masonlarının hayrânı Âkif denen şâirin şiiri ile kurtarabilir!..

Kulaklara küpe olması içün, mükerreren beyân edilmelidir ki:

Müslümanlar içün ebedî cehennemden halâs ve ebedî cennete nâiliyyet içün biricik AND yani Allâh Azze’nin ŞÂHİDLİĞİNDE verilecek SÖZ; HER AN KALBİNDEKİ KELİME-İ TEVHÎD VE ŞEHÂDET; VE HER 24 SAATDE 40 KERE KIYAM EDEREK OKUDUĞU FÂTİHADIR. Hesâb Günü, necâta ermenin biricik ve mutlak yolu da, sûret-i kat’iyyede bundan başkası olamaz…

Bu i’tibarla, beşerî, indî, i’tibârî, izâfî, nefsî ve enfüsî hiçbir and veya marş, Allâh ve Rasûlü Aleyhisselâm’ın emretdiği bir AND yani islâmî ma’nâda “Allâh Celle’yi ŞÂHİD tutarak verilen bir söz, bir mîsâk ve bir ahid” olamaz…

1933’ün ataist ve ateist rejimindeki bir and da, 2018 model bir marş da, Allâh Azze ve Celle’nin irâde ve hâkimiyyeti karşısında bir kıymet ifâde edemez; ancak, belli bir kısım insanların beşerî ölçülerî ile tartıldığı zaman, îmân edenlerinin izâfî, i’tibârî, nefsî, indî ve hayâlî hatta “ütopik” bir kıymeti olabilir!..

Mutlak, ebedî, makbûl, hakîkî ve müncî olacak ölçünün, Allâh Azze ve Celle Hazretlerine istinâdı sûret-i  kat’iyyede mutlak şartdır…

Güncellemeci, reformlamacı ve revizyonlamacı DİB ve “slâmcı” felsefeleri ve zorlamalarla bir netîce alınamaz; sâdece mütecâsirlerinin ebedî mes’ûliyyeti derinleşib ziyâdeleşir, o kadar…

İntişârı: 24.10.2018 / 20:29:25 (tt)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir