(2) Pırtıcı Talu’dan, Güzellik Salonu Donlu Fetvâsı!
20 Nisan 2010
Rüşvet-i Kelâmdan Îmân Ve Fikir Fuhşuna Kadar Ne Ararsan Kelepir…
26 Ekim 2010

KUR’AN YILI YILIŞIKLIĞI VE KURTLU-PUTLU-ŞUTLU VEZNİNDE KUTLU MUTLU DOĞUM HAFTASI OYUNLARI…

Ahmed SEYYİDOĞLU

Türkiye’de İslâmiyyet’in (Müslümanlığın) yasak olduğunu anlamak içün binlerce vesîkadan, aşağıda gelecek şu 5 cümle veya söz üzerinde durulmalı ve “Kutlu Doğum Haftası ve Kur’ân Yılı!” gibi atraksiyonlarla perende atan (sarıklı sarıksız politikacı gürûhunun) nasıl bir gözbağcılık peşinde olduklarını, salaklık derecesinde bir saflığa kurban gitmeden dehşetle görebilmelidir:

1)               Ataist ve Atatürkçü Mümtaz Soysal’ın DİB içün televizyondan bütün cihâna ilân etdiği ve hakîkatı da apaçık ortaya koyan hüküm şu idi:

“-Diyânet İşleri Başkanlığı, Dînin, Cumhûriyyet ilkelerine uygun olmasını sağlayan bir kurumdur!”

2)               Merhûm Üstad Necib Fâzıl Bey’in “Denâet İşleri!” adıyla andığı yerin başındaki sarıklı politik cübbeli de, yıllar evvel altına makam koltuğu sürüldüğü zaman, cihâna, müslümanlık ve îmân derecesini şu sözleriyle ilân etmişdi:

“-Artık dini ve dindarlığı, geçmiş dönemlerde yazılmış kitabların satırları ve formatları içinde değil, dünyâya bakarak inşâ’ etmek ve ona göre çizmek istiyoruz!”

“Yar..koğlu” veznindeki Bardakoğlu, kafasına aslâ yakışmayan ve sahnedeki rolü icâbı başında sarık taşıyan bir ilkmekteb talebesinin kellesi üzerinde iğreti bir kostüm gibi duran cumhuriyet-politik sarığı altından, matruş suratı ve ağlâlli boynu ile, daha 3.Nisan 2010’da ajanslara geçen beyânâtında da, yukarıdaki yıllar evvelin yamukluğunu, aynen yine tekrarlamak saçmalığına avdet etmişdir… Misyonunun da, hangi İslâmiyyet’in kökünü kurutmak; ve adı İslâm, kendi bilmem ne olan hangi nesneyi de “İslâm!” diye millete yutdurmak  olduğunu, kelimesine kadar şöyle isbatlamışdır:

“-Asırlar önce verilmiş ve kitapların satırları arasında kalmış fetvaların günümüze taşınmasını ve daha bilinir hale getirerek tartışmaya açmayı doğru bulmadığını vurgulayan Bardakoğlu, “HER FETVANIN KENDİ DÖNEMİNİN ÜRÜNÜ OLDUĞUNU VE O DÖNEMİN GEÇERLİLİK ŞARTLARINA SAHİP BULUNDUĞUNU!” kaydetti.”

Aynı beyânât içinde bir başka cümlesi de, kelimesine kadar, buyrunuz:

“-İSLÂM ÂLİMLERİNİN DÎNÎ KONULARDA VERDİKLERİ GÖRÜŞLER, KENDİ DÖNEMLERİ VE ŞARTLARIYLA SINIRLI BİR GEÇERLİLİĞE SAHİPTİR.”

Şu sözlerin ne ma’nâya geldiğini garib gurebâ milletin %99’u yutar ama, biraz usûl-i fıkıh ilminden behresi olan bir müslüman bile buradaki katakülliyi aslâ yutmaz ve:

 “-Asr-ı Seâdet de, İmâm-ı A’zam gibi müctehid devirleri de DÂHİL, BÜTÜN BUNLAR onların “KENDİ DÖNEMLERİ!” olduğuna göre, topyekûn geçmiş ulemâyı silip atarak, onun yerine kendilerini geçirmek ve kendi yâvelerinin “fetvâ!” kabûl edilmesini sağlamak gibi reformist ve sinsi bir fırıldağın nasıl işletildiğini!” hemen farkedecekdir…

Bay Bardakzâdenin eski ulemâ dediği o Allâh korkusundan gözlerine uyku girmeyen, toprağa abdestsiz basmayan nice velî ve müteşerrî’ hakîkî âlimleri bırakacağız; bu modernizmin kölesi, makam düşkünü cumhuriyet hormonlularının keyiflerine göre fırlatdıkları teşehhîleri “fetvâ!” kabûl edib, din yerine koyacak ve vâcibü’l-ittibâ telâkkî edeceğiz öyle mi?..

Kalb para ile hakîkîsini ayıramayanlar içün belki!.. Ammâ aklı ve muhâkemesi yerinde, îmân ve İslâm’ı, ilmî ölçüler içinde tasdîk ve tahsîn eden ve aslını inkâr etmek nesebsizliğinden uzak bir müslümanın, bu kabil çukur ve tuzaklara düşmesinin eslâ imkânı olamaz…

“Kutlu Doğum Haftası!” gibi maskeler altına girerek milleti uyşturmak ve kendi kafalarındaki felsefî hurâfeleri “din!” diyerek dünyâya zerketmek peşindeki adamların, yukarıya aldığımız gibi yüzlerce röntgen filmini daha sıralamamız mümkindir. Maksadımız ise, onların bu kabil vesîkalarını tâdâd edib ele almakdan ziyâde, adı geçenlerin Allâh’ın Dînini hangi modern bid’at ve hurâfelerle nasıl sulandırmak istediklerini ve onu nasıl protestanlaştırmakdaki misyonlarını ortaya sermekdir…

İbâreler çok açık… İslâmiyyet (Müslümanlık) kaldırılacak ve yerine:

“-Cumhûriyyet ilkelerine uygun bir dîn icâd edilerek, vahiyle alâkası kesilen ve insan elinden çıkma bir dîn konulacakdır!”

Ve adına da İslâmiyyet (Müslümanlık) demeye devâm edilecekdir!…

(Yar..koğlu) veznindeki sarıklı politikacı Bardakoğlu’nun ibâresine bakılınca da, şunu demek istedikleri apaçık anlaşılmaktadır:

“-15 asırlık akâid, fıkıh, tefsir, hadis ve sâire müdevvenâtı, bu modernite dünyâsında geçmez ve işlemez, dolayısıyla keenlemyekündür! Bunlarla dîn ve diyânet olmaz, biz dünyanın gidişâtına bakarak yeniden bir din inşâ’ ve icâd ederiz, adına da gene İslâmiyyet (Müslümanlık) der; ve bunu da evvelâ T.C. içinde tatbika koyar, sonra da bizi ABD globalizmi icâbı Türkîlere “ağabey!” olarak örnek gösteren patronlarımızın plân ve emirleri istikâmetinde her yere ihrâc edib sıvarız!”

3)               5.Nisan.2005 tarihli Süleyman Ârif Emre Bey’in yazısına bakılacak olursa apaçık şunu görüyoruz:

“-Ali İhsan Çelikkan, hukuk fakültesi talebesi iken, Millî Türk Talebe Birliği teşkîlâtını temsîlen bir hey’et hâlinde Celâl Bayar’ı ziyâret ediyorlar. Söz, laikliğin esas gâyesinin ne olduğu mevzûuna getiriliyor. Bayar onlara:

“ÇOCUKLAR! BİZ, BATILILARA LOZAN’DA SÖZ VERDİK, İSLÂMİYYET’İ BİR ZAMAN SÜRECİ SONUNDA HALKA UNUTDURACAĞIZ. BEN, BU SÖZÜN BEKÇİSİYİM. BENDEN SONRAKİLER DE, BU VAZÎFEYE DEVÂM EDECEKLER.”

Diye beyânda bulunduğunu, Ali İhsan Bey bana nakletmişdi…”

4)               Mütevveffâ ateist Bay Bayar’ın, bu hedeflere vâsıl olmak gâyesi ile,“İslâmiyyet’i bir zaman süreci sonunda halka unutdurmak!” içün de, şöyle beyânât verdiği, o zamanlar bütün matbuâtın ma’lûmu olmuşdu:

“- Biz bu işi mihrabdan halledeceğiz!”

Bu şu demekdi:

“-Din görevlisi adı altında öyle bir ruhbân sınıfı yetiştireceğiz ki, bunları mihrablara geçirib (ta’yîn edib), İslâmiyyet’i, bunlar vâsıtasıyla tahrîf, tebdîl ve tağyîr ederek unutduracağız…”

Onun içündür ki, 1949 da ilk defa Ankara İlâhiyyât Fakültesini bu gaye ile açmışlardır… Sonra da diğer enstitü ve mektebleri… İşte oralardan çıkanlar, (müstesnâlar varsa tenzîh ederiz!) bugün, 15 asırlık İslâmiyyet’i beğenmedikleri içün, binbir fırıldak çevirerek ve “dünyâya bakarak bir din inşâ’ etmenin!” peşine düşmüşlerdir… Rejim beslemeleri bel’amlar, bütün İslâm târihinde zaman zaman görülmüşlerdir…

5)               27. Ocak. 2010 târihli haber sitelerinden, Prof Âişe Kadıoğlu Hanımın müthiş bir hâkîkatı dile getirişini okuyalım:

İsmet İnönü’nün Lozan’dan döndükten sonra “Eğer hocalardan kurtulmazsak, bir şey yapamayız!” dediğini hatırlatan Prof. Aişe Kadıoğlu, bu tarihten sonra dinin yasaklandığını ve “gerici” bir konsept olarak görüldüğünü belirtti.”

Bu 5 cümle ile ve en zirvedekiler ağzıyla ortaya konulan hüküm ve tatbikata bakılırsa, Türkiye’de Müslümanlığın yasaklanmadığını söylemek aslâ mümkin olamaz… Daha yüzlerce vesîkadan ise, asıl mes’elemiz bu olmadığından, yukarıda da arzetdiğimiz gibi bahsetmiyoruz…

Sadede gelecek olursak, acaba kurtlu-putlu vezninde “Kutlu-Mutlu Doğum Haftası!” adını takarak, yehûdî-haçlı uydurması “Kadın Hakları Haftası!” v.s. gibi düzinelerce gün ve haftaların taklidçiliği ve teşebbühü ile varılmak istenen hedef ve gâye nedir?.

1)               Evvelâ şudur ki, 15 asırdır 12 Rabiulevvel’de tes’îd edilen Velâdet Kandilimizi, bu (kurtlu-putlu) veznindeki (kutlu-mutlu) gibi şirinlik (!) muskalarının ambalajına sararak, “doğurganlık-doğurmak-doğurtmak-doğum” gibi şeyleri tedâî etdiren sokak ağızlı, âmiyâne, basit ve yalama kelimelerin gölgesinde bırakmak ve zaman içinde ortadan kaldırmak… Sûret-i Hakk’dan görünerek, içden kemirerek yıkma oyunları… Kâinâtın Fahri Aleyhisselâm’a, 15 asırdır bilinen şahsiyeti dışında, (hâşâ ve kellâ) bir başka ılımlı, hoşgörülü, her parti-pırtı-ideoloji ve doktrine eyvallah diyen, ibâhacı ve hümanist bir kılık geçirmek… Sarıklı politikacı (Yar..koğlu) gibi adamların hayatlarında, “doğum-doğurmak-doğuramamak-doğurtmak-doğurganlık-doğurtulmak….” gibi sokak ve mahalle ebesi ağzı ifâde ve ibârelere yer olabilmesi çok tabiidir!. Ancak, münâfıklıkdan behresi olmayan samîmî müslümanlardan hiçbirisi, asırlardır olduğu gibi Kâinâtın Efendisi Aleyhisselâm içün böyle pespâye lâkırdı ve lâfları ağzına alamaz…

2)               O Rasûl ki, Allâh Azze ve Celle’nin Habîbidir; ve topyekûn peygamberlerin de, kendileri hakkında mîsakda bulundukları Kelâm-ı Kadîm’imizle sâbit, Peygamberler Peygamberi… O, Seyyidü’l-Enbiyâ ki, ins ü cinnin vâhid-i kıyâsîsi (ölçü birimi) ve yaratılanlar içinde gerçek müslümanın biricik sevgilisi…

Ecdâdımızdan tevârüs etdiğimiz ve asırlardır devâm eden ta’zîm ve tekrîm ifâdeleri yerine, böyle ayağa düşürücü ta’bir ve ifâdeleri ortalığa bulaştıranlar şunu unutmasınlar ki, bu halleri ile sâdece, “şecaat arzederken sirkatlerini söyleyen!” mahlûkâta müşâbihdirler!

“Mevlid Kandil-i Şerîfi” veya “Velâdet Kandil-i Şerîfi” demeye dilleri dönmeyen adamların, (kurtlu-putlu) veznindeki (kutlu-mutlu) kabilinden sahne varyeteciliklerinin, O Rasûl-i Zîşân Hazretlerinin tes’îd edilmesi ile zerre kadar bir münâsebeti olamaz…

3)               Kâinat çapında yegâne en mukaddes bir şahsiyyetin, mülevves mekânlarda ve ateist adamların şovları içinde ve karnaval suratlılara karşı abuk sabuk hatta kaş yaparken göz çıkaran hezeyanlar içinde ele alınması, utanılacak değil, iğrenilecek bir keyfiyetdir…

Rahmetli Üstad Necib Fazıl Bey’in “Denaet İşleri” dediği yer, 1989’da, bu (kurtlu-putlu) veznindeki haftasını o zaman hicrî takvime göre başlatmış; ve ancak bu haftaya halkın gözü ve kulağını 5 senede alıştırdıkdan sonra 1994’de, bunu hristiyanların (Weihnachten=Kutlu Jesu Christi=Noel)“Kutlu İsa Doğuşu”na benzeterek, mîlâdî Nisan ayına sâbitlemişdir!. 16 yıldır da, aynen Hristiyan “Kutlu Doğum Ritüelleri” örnek alınarak, onları nasıl maymunca taklîd etdiklerini isbatlamışlardır… Bu adamların zerre kadar îmân, vicdân, haysiyet ve Fahr-i Kâinât Aleyhisselâm’a mahabbet ve ihtiramları olsaydı, O’nun “yahudi ve nasrânîlere aslâ benzememe”emrine inkıyâdla, böyle derekelere tenezzül etmemeleri iktizâ ederdi…

4)               Server-i Kâinât Alâ Ekmelü’t-tehâyâ Hazretlerinin tevellüd buyurdukları 11 R. Evveli 12 R.evvele bağlayan gece meydana gelen mu’cizeler, dost ve düşman bütün mahlûkâtın kulaklarına az çok vâsıl olmuşdur… Amcası Ebû Leheb gibi bir müşrik azgınının, yeğeninin velâdetine sevincinden câriyesini âzâd etmesi, onun, o elîm azâbının  her yılki mevlid kandil-i şerîfi sene-i devriyelerinde hafiflemesine sebeb olmuş; ve bu, 15 asırlık müslümanlık târihi içinde kayda değer bir ma’lûmât olarak da elimizdedir… (Kurtlu-putlu) veznindeki (kutlu-putlu) doğum-doğurganlık-doğutmak-doğurtulmak haftalarının, bu adamların kendi ebter Ebû Leheblerinin azâb-ı elîmine bir hafifleme getirib getirmeyeceğini ise, bunlar, canları çıkarken iyice ve net olarak göreceklerdir!

5)               Gerçi bu reformist Lüter taslağı adamlar, “geçmiş dönemlerde yazılmış kitabların satırlarını ve formatlarını!” hiç kaale almasalar da, 15 asrın müslümanları bunları ciddiyyetle ve tam bir îmanla kaale ve kalbe alır; ve bu (Yar..koğlu) dilindeki “revizyonistlik!” iktizâsı uydurma haftalar, müslümanlarca laiklikçi sahne komedilerinden başka bir netîce de ortaya koyamayacakdır! Müslümanlar içün, “Velâdet Kandil-i Şerîfi” vardır; ve onun da târihi, kilise direği gibi sâbit değil, 12 R.evvel olarak 36 senede bütün ayları ve zamanları kuşatır…

6)               12 Rabiülevvel’lerde Kâinâtın Fahri Aleyhisselam’ın da, bizzat, doğduğu gece ile alâkalı anlatdıkları bulunduğu, reformist ve revizyonist sarıklı politiklerin kafa ve gönüllerinde aslâ yer tutmasa da, 15 asırlık Müslüman müdevvenâtında bunlara rastlanmaktadır; ve hatta ashâb-ı güzîn Hazerâtının da 12 R.evvel gecelerinde toplanarak o mukaddes ve muazzez velâdet-i şerîfi sohbet ile yâd etdikleri, ecdâdımızın eserlerindeki beyânlar olarak elimizdedir…

Allâh Rasûlünü, O’nun ashâbını ve Kelâm-ı Kadîm’i zerre kadar seven, onların yapdığını yaparak müslümanlara benzer; ve fakat, Haçlı Avrupa’nın yapdığı gibi (kurtlu-putlu) vezninde (kutlu-mutlu) doğurtma ritüel ve vaynahtın’ları uydurarak o kabuklu gürûhuna aslâ benzemez!

7)               Bu reformist ve (Yar..koğlu) nâm sarıklı politikacının resmen i’tirâf etdiği gibi ma’lûm “revizyonist!” takımlar, Kadir gecesinden sonra en büyük kandil olan Mukaddes Velâdet Kandil-i Şerifini hangi salâhiyyetle 12 R.evvelden kaydırıb, haçlılar gibi sabitlemekde; ve hangi hakla da Nisan ayı içinde istedikleri günlere yamamaktadırlar?. Her sene nisanın aynı günlerine değil de, 23 Nisan laiklikçi îcâdı günlere göre ayar yapmaları da, onların bu işi nasıl maskaralık malzemesi yapdıklarına bir hüccetdir… Hiçbir şer’î istinâd ve mantığı olmayan bu rezil bid’atın mürtekibleri, 15 asırlık milyarlarca müslümanın aziz hâtıralarından da mı utanmaz; ve onların beddualarına müstahık olacaklarını da mı zerre kadar hesâb etmezler?

8)               Kurtlu-putlu veznindeki kutlu-mutlu haftalarını 5 yıl müddetle 12.R.evvelin etrafına yayıp, halkı alıştırdıkdan sonra da Nisan ayına sâbitlemeye çalışan reformist ve revizyonist laiklikçi ve sarıklı politikacı takımı, bu gidişle Ramazan ayını, haccı, ve diğer kandil-i şerîf günlerini de haçlılar gibi, efrencî takvime göre sâbitleme haltını başlatırlarsa, kendilerine yakışanı yapmış olacaklarını şimdiden beyân ederiz!

Bu memleketde 1932den 1950’ye kadar ezân-ı şerîfi, haçlıların yapamadığı kadar büyük bir Hakk düşmanlığı ile irtikâbdan aslâ çekinmeyenler, ellerine fırsad geçdiğinde, bunları da gözlerini kırpmadan irtikâb edeceklerinde aslâ şübhemiz yokdur…

9)               (Kurtlu-putlu) vezninde (kutlu-mutlu) doğurma haftaları fırlatanlar, Rasûl-i Kibriyâ Aleyhisselam’a zerre kadar sevgi ve ihtirâm sâhibi olsalardı, O Peygamberler Peygamberini tes’îd etme gibi bir keyfiyeti haçlı kabuklular gibi Nisan ayının bir haftasına sâbitleyib habsedemezler; ve hicrî takvimin her 36 senede bütün ayları ve buna bağlı olarak bütün zamanları dolaşan âhengiyle hemâheng olub rûh bulur, taaffün etmiş bir cesed ve câmid bir kaya gibi taşlaşmış bir vicdân ve ölü bir yürek de taşımazlardı… Beton kafalı ve ruhsuz reformist ve revizyonizt güruh-ı lâ yüflihûnu, “sana aylardan sorarlar” diye başlayan Kelâm-ı Kadîm’in âyetlerini, beğenmedikleri Osmanlı ulemâmızın eserlerinden ve meselâ Muhammed Hamdi Efendi Merhûm’un Tefsîrinden ders çalışarak ıslâh-ı nefs edecek insâf ve kabiliyyete mâlik bile görünmemektedirler…

10)            Orucuyla, haccıyla, mukaddes gün ve geceleri ve münâkehât ve muâmelâta müteâllık nice hukûk nizâmıyla kamerî ayı esâs alan bu DÎN, 36 senede bütün 12 ayı da dolaşarak topyekûn zamanların nizâm ve sistemi olduğunu 15 asırdır cihâna haykırırken, sağır, kör, dilsiz ve kalbleri mühürlü olan güruh, bunu asla ne duyar, ne görür, ne dile getirir ve ne de kalblerinde bir tasdîk ve tahsîn belirir!

11)            Kilise duvarı gibi suratlar ve papaz ocağı gibi mekânlar, Mukaddes ve Muazzez Velâdet’den zerre kadar ma’nevî bir nasibe eremezler ki, bunun biricik ilâcı olan pazarlıksız bir îmân ve ihlâs denen cevhere mâlikiyyet kesbetsinler… 14 Nisan gecesi Haliç Kültür bilmem nesinde okudukları ilâhilerini bile, aslımıza (soyumuza) âidiyyet belirtemez bir batı taklidçiliğine bulayarak, kilise mûsikîsine yaklaştıranlar; ve garb sesinin remzi piyanodenen homurtuyu, klâsik Osmanlı mûsikîsinin remzi bulunan kânun denen bülbülü sustururcasına orta malı edenler, elbetde 12 R. Evveli silmek içün, böyle (kurtlu-putlu) keyfiyetlerini de, (kutlu-mutlu) kavanozlar içinde sergilemekden aslâ hayâ etmiyeceklerdir…

12)            Bu DİB sarıklı politikacılarının uydurduğu (kutlu-mutlu) haftalar ve şimdi ona ekledikleri “Kur’an yılı!” gibi hezeyanlar, birer mutlak bid’atdır; ve hem de, haçlı kabuklulara benzemekde Allâh Rasûlü’nü âlet etdiklerinden; ve haçlılara  teşebbüh ve yaklaşmayı hedef alarak hem dâll ve hem mudill olduklarından, ayrıca “ifsâd-ı akîdeye!” sebebiyyet verdiklerinden, îmanları dahî zîr ü zeber eden zehirli bir bid’ad… Bu, Müslümanlığın en ince, hassas ve mukaddes noktalarından birine indirilen vahşî bir darbe…

13)            “Kur’an yılı!” diyerek, bütün zaman ve mekânların mutlak kitâbı ve ana kânunu olan Kelâm-ı Kadîm’i, belli bir tek seneye münhasır gibi takdîm etmenin de, ne Rasûl-i Kibriyâ Aleyhisselam’ı zerre kadar sevmekle ve ne de Kur’an-ı Mübîne ihtiramla zerre kadar alâkası olabilir… Namazı günde 5 vakit yerine senede iki bayram sabâhının namazına tenkîs edib buna münhasır kılmanın bînamazlığını, bu adamlar, Kur’ân-ı Mu’cizü’-l Beyân içün de sinsice bir tek yıla habsediyorlar… İşte bunlar, ruhsuzlaştırmanın ve Kur’an-ı Mübini hayâtın birtek yılında hatırlanması lâzımmış gibi göstermenin ifsâdı peşindeki, laiklikçi Kur’ân sevmez  dîn tâciri yobazlardır…

14)            Hele hele bu memleketde Rasûl-i Ekrem Hazretlerine, o falan râkımlı tepelerden “Araboğlu, çöl bedevîsi!” gibi hakâretler savuranlar; ve Kur’an-ı Kerim’i jandarmalarla toplatarak binbir hakâretle yıllarca yakıb yıkan ve millete işkence edenler; ve hiçbir haçlı emperyalistin işgâl etdiği bir memleketde asla yasaklamaya cesaret bile edemediği mukaddes ve muazzez ezânımızı yasaklayanlar; ve bunu tam 18 yıl sürdürenler, bugün kalkmış Haliç Kültür bilmem nesinden, vâizlik yaparcasına Allâh Rasulünü ve O’nun Kitâbını bir din mütehassısı edâsıyla anlatacak ve milleti de irşâd edecekler!!! Buna, rezâletin son perdesi denir…

15)            BU ÖYLE BİR REZÂLET VE HIYÂNETDİR Kİ, BİR TAKIM KURTLU-PUTLU VEZNİNDEKİ KUTLU-MUTLU BİD’ATLAR UYDURUB, BUNLARI, MEVLİD KANDİL-İ ŞERÎFİNİN YERİNE OTURTARAK, O MUKADDESLERİMİZİ ADEME MAHKÛM ETMEK HIYÂNETİDİR…

16)            DİB denen yerin başındaki sarıklı ve içden pazarlıklı politikacı, söyleyemediği en galiz yamultmaları da, (Cehe….partisi) başındakine söyletiyor… Adamın eline vermişler yazdıkları yâveleri ve oku demişler! Ömründe hiç inanmadığı şeyleri okuyacak herhangi bir adama, tutukluk ve sıkıntı basması ne ise, işte onun on misli bir ınkıbâz ve azâb içre okunan bir metin!

DİB’in yazdığı metin, laiklikçileri memnûn etsin diye o kadar yamuk bir metin ki, okuyan (6 .okçu Bay Baykal), evvelâ göz gezdirip okuyor ve metnin o yamukluğuna karşı yine de “bu kadar da olmaz!” deyib geçiyor; ve “şuna değmiş buna değmemiş!” hesâbıyla da öyle bir nefes molalarına saplanıyor ki, seyredenlerin altlarına kaçırmaması mümkin değil!

İki cümle okumayı müteâkıb, sonra gelenleri kontrol ve süzekden geçirib eleyerek okumak içün uzun uzun molalarla devâm eden bir hatîbe de, ilk defa bu doğum haftasında, 9 doğurarak ıkınanlarda rastlanmışdır!

17)            Ancak Bay Baykal, çok, hem de çook zorlanmasına rağmen, bazı cümleleri tam teftiş edemeden emr-i vâkî denecek bir oldu bitdi ile okumak zorunda kalmışdır!.. Bu tarafları ile, anıt kabirdeki yarım düzine mevtânın kemiklerini sızlatmış ve Murad Karayalçın misillü ateistlerin aforozlamalarına uğrayacak olsa da, 15 asırlık Müslümanlığın zarûrât-ı dîniyyesinden nicelerini de silip atarak veya yamultarak, Cenâb-ı Hakk’ın gadabını müstahık bulunmuşdur… Ayrıca, nice Müslümanlara da, olmayan bir müslümanlık va’zı vermekle, ekran başındakilerden milyonlarca sözlü tâcize uğramışdır!..

İki tarafın da fırlatıb reddetdiği bir keyfiyet içre Bay Baykal, çok sıkıntılı bir 9 doğurma törpüsünün içinden geçmek zorunda bırakılmışdır!

18)            Bay Baykal fıkıh düşmanlığı yapıb, mukaddes ve muazzez İslâm Hukûkunu (fıkhını), dînin içinden çıkarmak, bunun dinle alâkasını yok göstermek gibi fezâlara sığmayacak bir dalâlet çukuruna batmakla da, 6 (.okçu) fıtratını ortaya koymadan da edememişdir! Zaten bu (kurtlu-putlu doğurtma haftalarının) ana hedefi, “ılımlılık, sevgi, saygı, hoşgörü bilmem ne…” diyen, ama siyâsî, iktisâdî, ictimâî ve hukûkî nizamlarından soyulmuş adı İslâmiyyet olan bir dîn uydurmak… Cascavlak ve Müslümanlık ile alâkası olmayan, beylik lâflarla ifâde edilen, basmakalıp, ruhu çıkarılmış, her bedene uygun, hümaniter ve protestanlaştırılmış ve hormonlu şöyle bir DÎN icad etmek:

-Peygamberimiz ve Kur’ân’ımız yücedir, büyükdür, uludur, onları sevmeli saymalı, onları kalbimizin en derin ve serin yerlerinde sarmalayıp saklamalı, onlarsız olamayız, onlar bizim canımız ciğerimiz, onlar gibisi aslâ olamaz, onların ahlâkı, sevgi saygı düsturları hiçbir yerde bulunamaz, her müslüman eski kitabları bırakıb bilimi esas almalı, bilimsel olarak dînimize yaklaşmalıyız!!! V.s.”

Böyle ıvır zıvır, ruhsuz, mâdenî, kof, boş, nâhoş, suya sabuna dokunmayıcı, ne şiş ne kebap deyici lâf u güzâf kuru kalabalıkları… Yahudi-haçlı patronlarının canını sıkmayıcı; hatta onlardan “âferin müdürüm, güzel idâre ediyor, şâhâne oynatıyorsun!” tebriklerine erdirici uyutma seansları…

İşte bu kabil terânelerle, basma kalıb, ruhsuz, içi boş, adam uyutma ve oyalama şablonları elinde içi boşaltılmış bir Müslümanlığı, hümanizmaya ve hıristiyan protestanlığına çevirerek, millete “İslâmiyyet diye yutdurmak…”

19)            Bay Baykal’ın İslâm düşmanlığından başka vücud hikmeti tanımayan ve bir kısmı kırılmış 6 şirk okundan ibâret ve partisinin de biraz sıcak bakacağı bir Baykalizm dinini, Baykal Efendiye îcâd etdirib, o cenâhı da, DİB’in “dünyaya bakarak inşâ’ edeceği bilimsel dîni!” etrafına çekmek; ve “millî birlik ve bütünlüğün!” engin huzûrunu yakalamak!… Şeriatsız, dünya işinden ve devlet mes’elesinden aslâ ve zinhâr anlamayan bir Din!.

Şirk, küfür ve nifâkın yüzmilyon şekli, zinâ, kadın satışı ve kerhâneciliğin bin çeşidi, kumar, fâiz ve sigorta hortumculuğunun onbin şekli, ayyaşlığın ve uyuşmanın, lezbiyenliğin ve homoluğun envâı çeşidi, zulüm ve işkencenin beşbin türü karşısında süt dökmüş kedi gibi mahcûb ve sessiz, her an tepesine tokat yemeye müheyyâ, her kalıba giren, ağzı var ama dili yok ve mostralık bir din!!! Alın ve başınıza çalın diyebileceğimiz cinsden…

Hoşfendi diyasporası da 120 memleketde bu iş için yahudi-haçlı sermâyesi ve desteğiyle mekteb üstüne mekteb açıb, aynı hedefe yürümektedir… Dolayısıyla birlik ve beraberliğimizin ortak paydası(!) işte budur; ve böyle bir dinle yol aldık mı da, gelsin huzûr ve sükûn, yurtda sulh cihânda sulh, kardeşlik, aşk u meşk ve dünya mahabbetleri ve Âhıret’de de cennetler ve hûrilerle gılmanlar!

20)            (Kurtlu-putlu) vezninde (kutlu-mutlu) doğurtma seanslarıyla Bay Baykal’a DİB sinsilerinin yazıb eline verdikleri dîn i’câd etme reçetesinde, bakınız son kullanma târihi geçen ne bayatlamış ilâçlar var!. Bay Baykal’ın ağzından DİB samanaltı su sızdırma ekibinin ma’rifetleri, buyrun:

“-Şura, adâlet ve işlerin ehillerine verilmesi temel değerlerdir. Ama bunlar hiçbiri siyâsetin tekelinde olmayan ve her zaman gözetilmesi gereken unsurlardır. İstişâre şarttır. İster mecliste, ister kendi partinde yaparsın. İşi ehline vereceksin. Benim dostumdur, akrabamdır diye iş vermeyeceksin. Ve adâleti de gözeteceksin…”

Aynen 87 yıllık (Cehe….Partisinin) adâleti gibi!

Bay Baykal da, bu güzel vâiz ve müfessirliği ile aynen ismiyle müsemmâ bir zât-ı şerîf olduğunu 2 hafta sonra isbât edecek ve ekranlara da düşerek ne kadar “istişâre ehli!”  olduğuyla (iştihâr!) edecekdir! Bir takım“işlerinin!” ne kadar ehli bulunduğunu ve bu “işlerini (!) dostum ve akrabam!” diye de asla onlara vermeden bizzat kendisi îfâ ve kazaya bırakmadan edâ ve icrâ etdiğini; ve “adâleti gözetmeyi!” de nereleri“gözetliyerek!” yerine getirdiğini, bütün dünya ekranlarıyla cihâna servis-teslis ve testis eylemişdir…

Ancak o, 9 yerine 109 doğurtan “görüntülerle”; ve evli ve bir çocuklu 50 yaşındaki milletvekîlesi çeyrek asırlık “her türlü çok yakın mesâfeden mesâî arkadaşını” bir kısrak kıstırma atraksiyonları ile de dünyâ ekranlarının önüne çıkarmak zorunda kalmışdır!.

 Böylece, Haliç Kültür Kürsü Vâizliğiyle vaz’etdiği “din uydurma cürmünün!” tokadını, 2 hafta sonra (Azîzün züntikâm) olan Hakk Celle ve Alâ Hazretlerinden pek okkalı yemek zorunda kalmışdır!

Bu (kurtlu-putlu) vezninde (kutlu-mutlu) doğurtma ve uydurma ekipler âmirliği bilmez mi ki, Şûrâ âyeti birinci meclisin duvarında kocaman bir levha hâlinde iken, devlet, Anayasasında “Devletin dîni İslâmdır!” yazan; ve hükûmetinde de Konyalı Merhûm Muhammed Vehbî Efendi Hazretlerini“Şer’iyye ve Evkaf Vekîli” olarak taşıyan bir İslâm Devletiydi!. İslâm’ın, şûrâ, adâlet ve emânetin ehline verilmesi gibi temel ve şümûllü kânunları, yine o dînin diğer bütün kânunları ile bir (korelasyon) teşkîl ederek vardır… İslâm’ın şûrâ dediğini, İslâm’ın dışındaki bir sistemde, geberseniz de yaşatamaz ve aslâ tatbik edemezsiniz… İslâmiyyet’in adâlet ve emâneti ehline vermek dediği temelleri de…

İnsanın kalb ve deverân sistemini, kalb nakli ameliyyâtı ile ondan söker de, bir kubur fâresine naklederseniz, o mahlûku yaşatmak hayâli, bir akıl ve ruh kaçıklığından başka hiçbir ma’nâya nasıl gelemezse!!!

İslâmiyyet, îmânî, ibâdî, hukûkî, siyâsî, iktisâdî, idârî, askerî, mülkî ve ictimâî bütün nizamları ile, “tecezzî kabûl etmeyen bir bütündür…” Onun her nizâmı, yine onun içinde olduğu halde bir varlık, seâdet, nizâm ve mutlak adâlet unsurudur…

Dünya şeytan globalizmi ve “hoşgörü-diyalog” iblis cebhesi, bunu çok iyi bildiği içün, milleti, “Peygamber ve Kur’an” diyerek ve dedirterek, içi boş lâf u güzâf kalabalığı ile kukla gibi oynatmanın peşinde!. Kur’ân-ı Kerîm’in içindeki binlerce (HÜKÜM)den, acaba neden bir tek kelime ile bahsedilmiyor; ve ahkâm âyetlerinden, Kur’an-ı Kerîm’in ta’biriyle“ASLANDAN KAÇAN YABAN EŞŞEĞİ” gibi neden kaçılıyor!!! DİB’in başındaki sarıklı Başpolitikos sâdece ve yalınız bu suale cevab verebilirse, kendisinin mücerred nâmusdan ibâret bir heykelini Kocatepe kubbeleri üzerine dikebiliriz!

21)            DİB, artık elini Müslümanlıkdan mutlak olarak çekmeli ve hiçbir dînî mevzuda en küçük bir kıpırtıya bile cesâret ve cür’et edememelidir!.“Laik ve dem-bokratiğim!” diyen bir sistemde, DİB gibi bir yerin bulunması ve İslâmiyyet’e müdâhale etmesi en büyük zulümdür; ve aksi halde her müdâhalesinin İslâm nazarında en küçük bir kıymeti de asla olamaz; ve onun her türlü icraat ve işleri, gerçek îmân sâhibi bir müslüman nazarında, mutlak ma’nâda keenlemyekündür…

22)            “Din hizmetleri laiklik ilkesi doğrultusunda anayasa çizgisinde yürütülür!” diyen bir anayasalı sistem içinde, Cenâb-ı Hakk’ın irâdesi, darbeci Evren takımının irâdesi peşinde yürütülmektedir; ve o darbeciler, vahyin metbûu kılınarak (hâşâ ve kellâ) Cenâb-ı Hakk’ın mâfevki ve O’na tanrı yapılmış demek oluyorlardır ki, cihân târihinde bundan daha dehhâmeleşmiş bir şirk (putperestlik) aslâ düşünülemez…

23)            (Kutlu-mutlu) doğurtma ve uydurmalar peşindeki adamlarda zerre kadar îmân, vicdân ve Peygamber ve Kur’ân mahabbeti olsaydı, herşeyden evvel anayasa denen hapishâne nizamnâmesi kılıklı bu şirk nesnesine ısyân edib, şu günlerde dedikodusu ayyûka çıkan bilmem kaç maddesine el ve tekme atanlar meyânında, bunların da yollara dökülüb, icâbedeni icâbetdiği gibi cihâna haykırmaları icâbederdi… Halbuki adamların kılı bile kıpırdamıyor! Bunlar mı Peygamber ve Kur’an aşkıyla yanan aşıklarmış!!!

Gene bu adamlarda zerre kadar îmân ve vicdân olsaydı, DİB’in 633sayılı kânunuyla, İslâmiyyet’in ibâdet, îmân ve ahlâk düsturları dışındaki binlerce zarûrât-ı dîniyyesinin anlatılmasını, müftü, vâiz ve imamlara yasaklanışını da ele alır; ve bunun nasıl bir İslâmiyyet’i yasaklama rezâleti olduğunu cihâna duyururlardı…

Eski çamlar bardak oldu, Bay Bardakoğlu Bardak takımları! Susan değil, ama, hakkını söke söke alan bir nesil karşısında, artık işiniz çok ama çok zor! Fikrin kuşatması altında, gözleriniz kararacak ve tutunacak bir kulp da bulamayacaksınız! Yüzlerdeki makyajların akmaya ve suratlara bulaşmaya başladığı bir dönemeçdeyiz!

Evet, zerre kadar îmân, vicdân, Peygamber ve Kur’ân sevgisi(!) olanları görüverelim! Biz, münâfıkları, putperestleri ve müşrikleri artık çok iyi görüyoruz! Onlar bunu istemeseler de… Fikrin, yumruk hâline gelişini görmeden uyananlara ne mutlu…

(İntişârı: 11.05.2010)

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir