Diyasporada Bir İlâhiyyâtçının Hezeyânı…
10 Mart 2008
Sarıklı Başpolitikacı, Allâh’ın Dîninden Ne İstiyor!
7 Nisan 2008

Geçdiğimiz seçim, “demokrasi, parti, sandık ve oy!” diye yırtınan nice fırkaların, içlerine âit pek iğrenç röntgen filimlerini sergiledi; ve ecdâdın “idâre-i

KENDİNİ, “HOCAYIM”LA BALON GİBİ ŞİŞİRENLER…

Ahmed SEYYİDOĞLU

 

Geçdiğimiz seçim, “demokrasi, parti, sandık ve oy!” diye yırtınan nice fırkaların, içlerine âit pek iğrenç röntgen filimlerini sergiledi; ve ecdâdın “idâre-i avâm” dediği, ayakların baş, başların ayak oluş rezâleti, bütün zırıltılarıyla cihâna aksetdirildi…

Biz, ırkçı batı emperyalizminden ithâl politika çirkefi içinde boğazına kadar, yalan, dolan ve binbir göz boyama necâsetine batanlar için:

“ – Adamın flora ve fıtratı, bilmem ne böceği gibi yaşamak ve konuşmak… Bu böceklerden samimiyyet, dürüstlük, hakkı hakk bilib ittibâ, bâtılı bâtıl bilib ictinâb kat’ıyyen beklenemez!

Desek de, bunu, sakallı cübbeli manzarası ile M.Talu Beyin politik bir parti-cemâat adına “hocayım” yollu ekranlara zıplayarak sürdürmesi, mideleri bulandırmışdı…

Defaatle “hocayım” derken, bunun altında hiçbir sıfat ve rütbeyi kabûl etmez bir pâye tutkunluğu ile, seçimden bir gün evvel Kanal 5 vâsıtasıyla bunları sergileyen “hoca” da, öyle bir “ham softa kaba yobaz” prototipi örneği vermişdir ki, gülünç olmakla da kalmamış, Allah’ın âyetlerini ve akâidin “Sırât köprüsüne” kadar şer’î ıstılahlarını, partisi hesâbına yamultup çarpıtarak, o bir türlü dilinden bırakamadığı “hoca sıfatımla söylüyorum!” deyişi ile pek güzel isbât(!) edebilmişdi…

Yahudi-nasrâniyet menşe’li müesses sistemin politikası içinde yer alan bir iki düzine parti pırtıdan (belli bir parti) tutkunluğu ile yaşamanın “vâcib” olduğunu beyan; ve bunu da, Allah’ın Azze ve Celle’nin iki âyetini okuyarak isbâtlama(!) ıkınışı, şer’î mes’ûliyyetsizliğin ve Allah’ın âyetlerini parti-pırtısı hesâbına istismârın ve binnetîce Kelâmullâh’a saygısızlığın vehâmet çapında bir manzarasıdır… Talu’nun meşhûr ef’âl-i mükellefîninden olan “yanlış oğlu yanlışdır!!!”

İhtisâs, akıllılık, bilginlik ve selâhiyyet sâhibi yegâne bir otorite olmak gibi, “kerâmeti kendinden menkûl bir şeyh!” zavallılığıyla, ikide bir, “hocalığını” gözlere sokma heveskârı “hoca”, acabâ gerçek bir hoca olan merhûm Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi Hazretlerinin “Zarûrât-ı Dîniyyeyi” de işâretleyen şu fevkalâde mühim ibâresi karşısında, bu ibâreyi anlamak için en az bir hafta çalışmak, tevbe istiğfâr etmek ve esâs duruşa geçerek îmân tâzelemek mevkîinde değil midir?…

İşte o ibâre:

“ – … Ben, Hilâfetin lüzûmunda (şübhe) ve (tereddüd) gösteren insanların, hem (akıllı) hem de (müslüman) olmalarına ihtimâl veremem.[1]

Zamâne mollalarımız, “Cumhûriyyeti biz kurduk!” palavrasına kadar şekilden şekle giren; ve kendini gazetesiyle “müctehid, müceddid, peygamber misyonlu lider!” v.s. îlân etdiren adamlara rey’ toplamak içün, üç paralık akıllarına ve bir o kadarlık ilimlerine abanarak desteksiz atmalar yerine, “ulemâ-yı islâmiyyenin” son halkası olan “ulemâ-yı osmâniyyeye” ittiba’ etmek edeb, terbiye, haysiyet ve şerefini ihtiyâr edebilmelidirler…

“ – (…) Hoca efendi, her seçimde (…) partisine oy vermişdir!

Yollu yâveler, gerçek hocaların üzerinden, parti pırtı hesâbına rant devşirme sevdâsına düşmekdir ki, bu, evvelâ o hoca efendileri kullanmak terbiyesizliği ve necâset politikaya âlet etme edebsizliğidir…

Hayatda veya merhûm olmuş nice hocalarına kadar, onları istismârdan çekinmeyenlerin encâmı, işte dün de, bugün de eşekden düşmüşcesine meydandadır; ve bundan sonrası da farklı olmayacakdır…

Aynı ekranda:

“ – Bizim asıl gâyemiz barajı geçmek değil, Sırât’ı geçmek!

Gibi, sulu beyânlar ise, seçim zamanları zuhûr eden:

 – Bu seçim müslümanın sayımı olacakdır! Bu seçim İstanbul’un fethinden daha mühimdir! Bu seçim asırların en mühim hâdisesidir! Bu seçim Çanakkale harbinden daha mühimdir!!!

Gibi Erbakan palavralarından ve tulûât sahnelerinden ilhâm almışa benziyor…

Sandığa git, yarığından oyunu sarkıt ve Sırâtı geç!!! Ne sarîh ve sahîh îmân, ne sâlih amel, ne cihad, ne çile, ne direniş!. Bütün bunlar, yarık sandıkdan sokuşturulan kağıt parçasının mazrûfunda mündemic…

 Zavallı 15 asrın müslümanı! Onca kan akıtıb can vereceğine, onca hanümânları yıkık, onca çoluk çocuğu boynu bükük bırakacağına, şu haçlı sistemin yarrık sandığını neden keşfedemedin de, bu sandık cihadını ve sıratdan geçme formülünü neden göremedin, neden, neden?!.

Bütün bunların, “hoşgörü-diyalog mezheb-i vatikânîsi” peşinde “papalık misyonunun bir parçası olduğunu” söyleyen “Hoşfendi diyasporasının” Allah Azze ve Celle’nin dinini “ılımlılaştırması” yani sulandırması rezâletlerinden farkı nedir?.. Bunların, akâid, fıkıh ve tasavvuf kitablarındaki hakîkatlarla, zerre kadar alâkası görülmüş müdür?!.. Fetulla Beyin dîn ü mezhebinde de, geçdiğimiz senelerde, Mardin taraflarında bir köprü yapıp, orada da imam, haham ve papazı ne kadar kolay ve beleş Sırât’dan geçiriveriyorlardı!!!

Sırât’dan geçmeyi çocuk oyuncağı zanneden ve “hocayım” nakarâtına sarılanlar, bildikleri en muhterem hoca efendiye gitsinler ve sorsunlar:

“ – Ali Haydar Efendi Hazretleri Demokrasi için ne buyurmuşlardı?

Biz, cevâbı, suâli sormadan ve birebir muhâtab olarak almışdık:

“ – Demokrasinin D’sini bile ağıza almak k……ür!

Hocayım!” havalarıyla ve “hani” nakarâtıyla televizyonlarda parti şovmenliğine sakal ve cübbeleriyle ara sıra da sarıklarıyla soyunanlar, bunlardan bin kere evvel, Sırât’ı geçmekde samîmî iseler, MerhûmŞeyhülislam Mustafa Sabri ve Ali Haydar Efendi Hazerâtı gibi gerçek hoca ve dâhî allâmelerin yukarıya aldığımız iki cümlesine en az bir hafta çalışıb bunları kalblerine indirmeğe; ve sonra da vird-i zebân eylemeğe baksınlar…

Sırât’ı geçirecek olan, partili ırkçı emperyalizma demokrasisinin herhangi bir partisine yarık sandıkdan oy kakalamak değil; “Zarûrât-ı Dîniyye”nin (yukarıya aldığımız iki cümle de dâhil) binlerce kânûn ve kâidesinde, sûret-i kat’ıyyede şübhe ve tereddüd etmeden, cezm ve yakîn derecesinde mutlak bir “tasdîk” ve “tahsîn” gösterebilmekdir…

Da’vâsında samîmî olanlar, “5765 senelik ırkçı emperyal siyonizma düşmanlığını”, oy araklama zamanları değil, her 24 saatlerle muttasıl olarak ve zındanların işkencelerini göze alarak erkekce sürdürenlerdir… Seçim biter bitmez, bıçakla kesilmiş gibi seslerini kısanlar değil!.. Hem, kerimânım ve mahdum beyler Pâris ve Dubâî yollarına balayı nâmeleriyle süzülür ve düzülürken, o “ırkçı emperyal siyonizma tehlikesi!” acâba hangi dağın arkasına kaçmışdı?!

“ – Beni duyuyor musun, sakalsız yularlı Hüsnüüüüü!?

Samîmiyyetsiz olur ve göz külleyiciliği baş karakter edinirseniz, Selânik dönme mahrecli cem’ci hırsızların aldığı %3’ü bile, sittîn sene bulamazsınız!.

“ – Hadi ordan, hadi ordan, hadi ordan!!!

(Diyemez), ve fakat (denilen)  hâle gelirsiniz… Ve o zaman hangi “dembokratik seçim” dümenlerinin, “Çanakkale harbinden ve hele İstanbul’un Fethi’nden daha mühim olduğu” hezeyânlarını, ebediyyen bir daha gaseyân edemez hâle de geliverirsiniz…

Onbeş asırdır, Ulemâ-yı İslâmiyye ve onun son halkası olan “Ulemâ-yı Osmâniyye” ne demişse o… İşkembeden atarak yol kesen kim olursa olsun, buna aslâ fırsat bulamamalı; ve onbeş asrın en değişmez ve muhkem hakîkatının şu olduğunu da, (eğer kuş kadar aklı varsa) o aklının en mûtenâ köşesine  kim olursa olsun, ve hangi tür açık veya gizli cumburlobiyet müctehidi veya âyetullahı bulunursa bulunsun, kazımak zorundadır:

“- Îmân ızhâr-ı hakk’dır. Hakk-ı sarîhi ketmetmek küfürdür… Îmân, mu’cibe-i külliyyedir, küfür ise sâlibe-i cüz’iyye ile teşekkül eder… Îmân, mücerred kabûl ve tasdik değil, aynı zamanda “tahsin”dir… ALLÂH AZZE VE CELLENİN DÎNİ, TECEZZÎ KABÛL ETMEYEN BİR BÜTÜNDÜR…”

 Biz, “hoca sıfatımla söylüyorum” palavrası ile ayakları yerden kesik ve kendini hoca zannederek yaşayanlar gibi böyle sıfatların şişiriciliğine muhtac olmadan; ve bu kabil kendinden menkûl etiketlerin pazarlayıcılığına zerre kadar iltifât etmeden beyân ederiz ki, Merhûm Şeyhülislam Sabri Efendi’nin kalemindeki “hoca kılıklı şeytân-ı ahrasların” ortalığı kapladığı bir zaman ve zeminde, selefin ve sâdât-ı kirâm hazerâtının formül ifâde ve ibârelerine sarılamayanlar, hangi sarık ve cübbe altında olurlarsa olsunlar, (..feterabbesû..) emrinin muhâtabları olacaklarını unutmasınlar kâfî!..

Nasibse, “hangi mahkemenin tefrîki talâk hükmü taşır!” sıra buna da gelir…

[1] Yarın Gazetesi, 8 Receb 1347 – 21 Kânûn-ı evvel 1928

(İntişârı: 07.04.2008)

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir