(4) En Büyük Tehdîd Şimdi Sünnîlik; Ve Bu, “Başlarına Derd Olmuş!”
23 Mayıs 2015
Sülüman “Müslümandır Ve İslâm Mücâhididir” Diyenleri De Gördük!
19 Haziran 2015

“Ç. SÜLÜMAN” DA TOPRAKDAN  GELDİ; VE BOL OLASI TOPRAĞINA GİDECEK!

Ahmed SEYYİDOĞLU

 

Bütün geçmiş Cumbaşlarının hâfızalara kazınmış birçok lâf ve atışları vardır!

Meselâ 1.’si der: “Araboğlunun YÂVELERİNİ (hâşâ saçmalıklarını) Türkoğullarına öğretmek içün Kur’ânı Türkçeye terceme etdireceğim ve öylece de okutturacağım. Tâ ki budalalık edib aldanmasınlar!” (Uğur Mumcu’nun Kitabına bakınız)

2.si der: “Dîn medenî bir cemiyet olarak ilerlememize mânî’ bir zehirdir!” (1950’de Taksim’deki mitingde) 

 “Hocaları ortadan kaldırmadıkça hiçbir iş yapamayız!” (Uğur Mumcu’nun Kitabından)

3.sü der: “Biz Lozan’da Batılılara SÖZ verdik, belli bir zaman içinde İslâmiyyet’i Türkiye’den kaldıracağız. Ben, bunun baş tâkibçisi olacağım, benden sonrakiler de beni takib edeceklerdir!” (Süleyman Ârif Emre Bey’in bir makâlesinden)+

Ayrıca: “Aziz Atatürk! Seni sevmek millî bir ibâdetdir!” (Kamalist Tarih Kitablarından)

4.sü, 2.si içün der: “Paşam, senin emirlerin bize Peygamber buyruğudur!” (1960 ihtilâli gazetelerinden)

İşte İslâmköy’lü Sülüman Bey, bu devlet felsefesi içinde ve Arnavut kavminden (menşeinden) gelmesine rağmen, bütün ömrü boyunca, “Ne mutlu Türküm!” şemsiyesi, tezgâhı ve kapanı içinde bir tehteşşuura sâhib kılınmış; bunların mu’cebince bir şahsiyet ve kimlik sahibi yapılmış; ve bütün cumbaşları gibi o da, 33 dereceli Bayar’ın, daha düşük dereceli de olsa, uygun adımla yürüyen bir “takibçisi” olarak reis-i devlet makâmında ibqâ’ eylenmişdir!

Bir iki gün içinde Müteveffâ’yı, “laik-dembokratik-Cumhûrî teslisin sarık cübbeli ruhban sınıfından” bir hizmetçi, O’nun hiç sevmediği ve “teokrasi” lâtincesini maske yaparak yarım asırdır reddetdiği “Şerîat” esaslarına göre (gasledib) yıkayacakdır! Ve lüzumlu gördüğü mıntıka-yı memnûasına pamuk tatbîkini müteâkıb; tekfin ve techiz ameliyesi… Sonra da musallâ taşına sâlimen muvâsalat!. “Cumbaşı Muhteşem Sülüman Beyefendi Birâderimiz” bile deme âlîcenâblığını (!) gösteremeden, sâdece “errrrr kişi niyyetine!” şeklindeki garipsetib yumuşatıcı o bir oktav tiz bağırtı ve çağırtıdan sonra ellerin kulaklara kalkışı… Binbir (çelenk ve çiçek cümbüşü) içindeki “birâderâna mahsus husûsî bir ritüel”in; ve o  Ukbâ’ya vize makâmına da kâim olacak namazın(!)kılınışı!.. Ve sonra da, akapella koro hâlinde, bir güzel “tezkiye” marşı olan “iyi biliriz” üçleme nakarâtıyla ortalığın inletillişi; ve bütün bu ritüellerden sonra da, “ver elini İslâmköy’deki ebedî istirâhatgâh!..” deyiş…

Hiç unutmam: Sene 1972. Eski tüfenklerden Hikmet Kıvılcımlı, marksist-komünist çizgideki samîmiyyeti ile vasiyet etmiş:  

“Dînî hiçbir ritüel istemem, ne gasil, ne tıkama pamuğu, ne tekfin, ne techiz, ne namaz mamaz, ne dua, ne telkin ve ne bilmem ne!. Takım elbiselerimi giydirin, kravatımı takın ve öylece mezara koyun!.

 İnsan sırılsıklam münkir de olsa, küfründe samîmî ve dosdoğru ise, 5 milyar münafığa veya yanar dönere müreccah bilinmeli… Fakat adamı Edirnekapı Cami-i Şerîfi musallasına tâbûtu içinde ve takım elbiselerini giyinmiş ve kravatını takınmış haliyle getirdiler; ve DİB denen yerin sarık cübbeli hizmetçisinin (leş kargası demedim), önüne koydular!. Ve bu utanmaz Laik dembokrat cumhurî rejimin o me’mûru, “errr kişi niyyetine”den başladı, “iyi biliriz” dedirtmiye kadar ne var ne yok hepsini banka otomatı gibi sıraladı!. Mezarlıkda ne halt edildi onları takib etmedim… Gel de böyle DİYÂNET mi DENÂAT mı nemenem nesne ise, onun ervâh-ı gayr-i tayyibesinden başlama!. Bu rezâlet üstü rezâletleri bu memleketde dilinin ucuyle bile protesto eden adam gibi adam veya “hoca, âlim, muharrir,  v.s.” denen mahlûka, meydanlarda bir elin parmakları kadar olsun rastlıyamadık!. Musallâ taşına tâbût içinde papa cesedini veya bir haşhaşî ölüsünü, bir mason leşini, bir Allahsız homo necâsetini, bir Allahsızbaşı  çöpünü de getirseler, Allah’ın irâdesi olan DÎNİ kapıkulu yapan bir düzenin keyfiyle, o ne isterse o yapılacakdır!. Bunun adı da “Laik dembokratik sandıksal hakk ve hürriyetler!”

Gel de (la’net olsun) deme… Bu rezâletler DİB eliyle hâlâ berdevam ve bundan sonra da sürüp gidecekdir!

İlle de herkese “müslüman” denecek… Böylece, müslümanlığın (ehl-i sünnet ve’l-cemaat)ın bütün hudud taşları çatır çatır sökülecek; ve ortaya, Haçlıların religionları gibi protestan, ılımlı, her kalıba giren, her damağa uygun ve hiçbir hakikatı ve müessiriyyeti kalmıyan bir nâne çıkarılacak!. Ateist-Sabataist-Loca koalisyonu, 106 senedir hâlâ hızlarını alamadılar. Adam komünistse, bırak herifi istediği gibi toprağın altına girsin ve kaybolup gitsin!. MASONSA, laikse, kamalistse, haşhaşi ise, cumhuriyetçi ise, ateist homongolos ise, bilmem ne sapık mezheb ve dinlerinden ise… Neden onların üzerinde, İslâmiyyet’in bir takım kanunları örtü yapılarak çirkefe bulanır!? “Sandığa gitmiyen vebal altındadır” diyerek dembokrasi mantığının itliğiyle çirkef kusan cübbeli cübbesiz, Sefil-Sebil, Beşer-Şaşar hezele gürûhu, binlere bâliğ bu rezâletleri (oylarıyla) tasdik ve tahsîn eyleyince hangi religiona (îmân) tazelemiş olacaklar ve hangi “vebal altından”  kurtulabileceklerdır!?î

Geçelim… Gelelim mezarlığa!

 Orada ise,  “İslâmköy Anıtkabirinde!” ve “serin selviler altında”, “uykuya garketme tekriz veya telkîn merâsimi!”

Bunların bir kısmını insanlar görecek ammâ, toprak altına inişden sorası görülemiyecekdir. Bundan ötesi, ancak HAKK yanında derece sâhibi bulunan “ehl-i keşif” dediğimiz nasiblilere ma’lum olacakdır!.. Berzah âleminin kabir denilen hücresi ki, artık “cehennemden bir çukur” mudur;  yoksa “cennetden pek mükemmel bir bağçe” midir, orasını görmemiz zor… Ancak “mü’min ferâseti” taşıyan nasibliler çok iyi tahmîn edebilir!. Farz-ı muhal müteveffâ her suâle 10 numaralık  cevab verse de, “226 âyetle alâkalı sözleri ile münâsebetdâr suallere”, eline gizlice haşhâşî kopyası bile tutuşturulsa, dili tutulmadan ne der, bize burası da lihikmetin ve şimdilik mechûlmüş gibi kalacakdır!

Hulâsa âlem-i dünyâ, âlem-i ervahdan, âlem-i ukbâ’nın âlem-i BERZAH karantinasına göçerken, bir günlük bekleme durağıdır, o kadarcık!..

Şâirin çok isâbetle dediği gibi:

“Çocukluğunda ağlar beşikde,

Feryâdla geçer o vakt-i ismet!

Civanlığında bin türlü a’mal,

Şeyhûhetinde bin türlü mihnet!

VAKT-İ ECELDE MÂZÎ, BİR AN…

Bir an içün mü bunca sefâlet!?

Hâtıfî bir ses verdi cevâbı:

Hayatda bunca zevk u kıymet,

Âkiller içün seyr-i bedâyi’,

Câhiller içün, yemekle şehvet!…”

Dünyâ, îmanının emrindeki (âkil) ile, nefsinin emrindeki (câhil)i tefrîk içün, bir anlık imtihan durağı…

Bu durakda (âlem-i berzah) vâsıtasına binmek içün bekleşen milyarlar ise, binde 999’u i’tibâriyle bön bön bakar; ve o vasıtaya binerek (âlem-i berzâha) gidenlerin arkasından (hakk ve hakîkat terâzisiyle) tartmayı zerre kadar hesâba katmadan, herze ve hezeyanların binini bir paradan saat başı püskürtürler!. Hele “birâderân” ve bunları sırtlarında taşıyan “beygirân”, iyilere kötü, kötülere iyi demek içün cıyak vıyak bağırtılırlar!

Mason, kamalist ve ateistlerle, eyyamcı ayak takımlarının dilinde dolaşan “ölmüşün arkasından kötü konuşulmaz!” soyundan laik dembokratik bir cumhuriyet mitolojisi (hurâfesi-uydurması) da vardır… Bunun gibi daha nice islâmî esasların budanması veya kanserli hücrelerin urlaşması ile DÎNE eklenen abes, ahbes ve hades esâtîr yığınları da, bugün ortalıkda kelepirdir!. DÎNİN esâsı, Allâhsız bir felsefeden başka bir şey de olmıyan laik-dembokratik-cumhûriyet teslisi” ile, her geçen gün kaybedilmektedir. Adı geçen felsefî (teslîs), Allâh Azze’nin irâde ve hâkimiyyeti rağmına, kendi irâde ve hâkimiyyeti içün bu kabil (din öldürücü) mitler uydurmıya muhtaç ve mecburdur!. “Ölmemek içün öldür” veya “yaşamak içün zıddını yaşatma” noktasından hareketle, bu kaçınılmaz câhiliyye netîcesi ortaya çıkar!. Modern CÂHİLİYYE, bu kabil düsturları ile yol almaktadır!

Mutlak hakk ve hâkîkat olan (vahy), şeksiz ve şübhesiz, kendisi dışındakilere (ÎMÂN VE MAHABBETİ) nefy eder. Mücerred kendisine cezm ve yakîn derecesinde îmân eden KENDİ MÜ’MİNLERİ vefât etdikden sonra, onların arkasından (aleyhde-gıybetâmiz) konuşmaları ve her türlü fiil ve tavrı yasaklar… Müslümanın öz kıymetleri arasında, Nemrut, Fir’avn, Ebû Leheb ve İbni Selül gibi nice Allâh ve Rasûlü muârızları arkasından ölü ağlayıcıları gibi medhiyeler düzmek, Dîn esasları içinde yer alamaz; ve İslâmiyyet, bundan kat’iyyen münezzehdir… Dünyanın neresinde ve hangi zamanda olunursa olunsun, Allâh ve Rasûlü’nün nizam ve düsturlarını yok etmiye çalışanlar;  bu DÎN nazarında EN BÜYÜK HARBÎ ZÂLİMLERDİR; VE BUNLARIN, MÜSLÜMANLARA İBRET VE İKAZ NOKTASINDAN TEBLİĞ VE TA’MÎMİ, DÎNEN FEVKAL’ÂDE MÜHİM BİR VAZÎFEDİR DE… İslâmiyyet’in, kendi işlerine gelen taraflarını kesip biçerek kullanmıya kalkanlar, hiç şübhe edilemez ki, nâmert, şerefsiz, modern, insî şeytanlardır…

 İşin aslı bu olduğu hâlde, beyan etdiğimiz gibi bunu ve nicelerini, adı geçen (teslis), yamultma ve aslından saptırma motoru gibi çalışmaktadır!. Tabii DİB ve İlâhiyatlarla “ham yobaz kaba softa” takımları başda olmak üzere bütün tâğûtî düzenlerin, bunlar üzerinden yapdıkları hakîkatde bir tek iş de, “hizmet” maskesi altında işte bu sahtekârlıklardır…

“Allâh, Rasûl ve nizâmına” bilâ kayd ü şart îmân-ı şer’î ile (tasdîk ve tahsîn) ortaya konulmadan müslüman olunamıyacağı ve müslim kalınamıyacağı izâhdan vârestedir. Bugün ise, bunun, incitilmiye ve örselenmiye asla tehammülü olamıyan sınır çizgilerini, yazboz tahtasına çevire çevire bütün dalâlet fırka ve mezhebleri ile silme küfr ü dalâleti yaşanmaktadır… Aksi takdirde, Allâh ve Rasûlü’nün istediği her şer’î dikkat, incelik ve hassâsiyet, iblisçe bir müdâhale elinde ve son derece dessasca, “aşırılık  ve tekfircilik” şekline yamultularak   bastırılmak istenemezdi!. Adı geçen (teslîs), bu netîceyi “müslüman geçinmenin” sanki temel esası yapdı; ve “mü’min” manzarasını bu tipoloji üzerinden yürütür oldu!

Îmânî sınır çizgileri belli olmıyan ve “Rabb ve ukbâ” mefhûmları tanımıyan Budizme kadar uzanıb tırmanıcı bir çizgide, hâşâ, böylelerinin bile “hakk dîn” kabûlü ve küfriyyâtına şâhid oluyoruz! “Diyalog ve hoşgörü” cemaatları; iri bir takım politik mihrâklar; sünnîliğe, din deyici sünnîler varmış gibi göstererek onlara tuzak kuranlar;  ve Teymiye selefîliğine bulaşarak guluvva sapma ve tahrif çukurlarına düşenler, v.s’ler, işte bu cümledendir…

Bugün, en ateistinden, “226 âyeti bırakın, bunlar laik devletle alâkalı şeyler, geriye kalan 6400 küsur âyet neyinize yetmiyor” diyen tâze müteveffâ masonuna kadar; ve Allâh Azze’ye cisim, şekil ve mekân isnâd eden beyni sulanmış necdî münkirlerden, şu haçlı gâvurlardan âferin alma pahasına binlerce (hadîs-i şerîfi) pirinç ayıklama kabilinden tasfiye peşindeki nefislere kadar nice iblislerin, hevâ ve heveslerini (ilâhlaştırdığı) bugünün o modern (teslisli) dünyasında, artık İslâm diye bir sisteme hayat HAKKI bırakılmamışdır… Hakîkatdekine değil, görülmek istenen musavver ve muhayyel nesne ne ise, buna “Müslümanlık” diyen, tam bir gözkülleme, tahrîf, desîse ve aldatma kıskacındayız!

Eh, imtihanın hikmeti o ki, ölenin dili tutuluyor; ve artık, “konuşan Türkiye” şaklabanlıkları da bıçakla kesilmiş gibi munkatı’ olub mâzîde kalıyor!. Ukbâ’dan ve onun berzah âleminden haber vermek de, yüzmilyonda bire mümkin!.

İnsan haber veremiyorsa da, hatm-i enfâs eyleyince (son nefesi verince), HABERİ oluyor!. Tabii treni kaçıran içün (kara toprak), (kara tren) gibi altdan kayıp gidivermişdir!

“Dembokraside ÇÂRE tükenmez!” hurâfe ve palavrası sıkılsa da, bunun, ne ölüme, ne gebermiye ve ne de (karatoprağın içine girip erimemiye) ÇÂRESİ vardır!

Muhteşem Süleymân olsan, birtek ÇÂRE Âdem Aleyhisselâm’dan beri ortada…

 Süleyman Aleyhisselam ki, cinlerden orduları vardı; ve bütün mahlûkâtın dilinden anlar; Belkıs Vâlidemizi tacı, tahtı ve İfrit’e verdiği emirle tâ San’a’dan Kuds-i Şerîf’e anlık zaman içinde getirtir; ve  biavnihî Teâlâ rüzgâra hükmeder, kudretine cihân dayanamazdı!

Ne oldu?

“Ona bile kalmadı!”

Böyle densin ve ibret alınsın diye HAKK’a niyaz etmiş; ve duâsı müstecâb olmuşdu!

İns ü cin, “ibret alıyor mu?”

Alsalar, Allâh Azze’nin irâde ve hâkimiyyeti’ni YASAKLAYIB, “Halkın irâdesi ve hâkimiyyeti” herze ve hezeyanları yenir, modern şirkin tapınakları içinde sürü sürü toplanırlar miydi?

İşin aslını ve iç yüzünü, “karatoprağın altına” giren “alnı karaşapkalı birâderân ile, münker-nekire muhatab olan ins ü cin, hemen o anda ve o istintakda (sorguda)  en iyi anlıyacak!

(İntişârı: 17.06.2015)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir