(2) Şiddet, Hangi Din Veya Tâğûtî İdeolojide Yasak, Hangi Dinde Mutlak Farz…
23 Mart 2022
İslâmiyyet’in Ramazan Ve Bayramlarına Kadar Her Şeyi, Allâh’sız Sistemin Oyuncağı Oldu!
1 Mayıs 2022

ŞİDDET, HANGİ DİN VEYA TÂĞÛTÎ İDEOLOJİDE YASAK, HANGİSİNDE MUTLAK FARZ…

(3)

Ahmed SEYYİDOĞLU

“Türkiya Cumhuriyeti” demiye herkes alışmış olsa da, 1789 Fransız ihtilâlinin ortaya çıkardığı ve düyâya ihrâc etdiği bu Garb devlet şekli olan CUMHÛRİYET=REPUBLİQUE, keyfiyeti i’tibâriyle dünyâda biribirinden çok farklı şekil ve mâhiyyetlere sâhibdir. Bugün, o zamandan müdevver bazı politik literatür de bütün parçaları (cüzleri) ile zarûreten alınmışdır ki, en önde gelenleri “lâiklik, demokrasi, partileşme, anayasa, parlamento, intihâb (seçim), vatandaşlık,” gibi temel unsurlardır. Bunun dışında  “milliyetçilik, (insan-kadın-işçi) hakları, kadın erkek eşitliği, inkılabçılık, hürriyetçilik, halkçılık, devletçilik, milliyetçilik, sosyal adâletçilik, liberalizm ve kapitalizm, v.s.” gibi şeylerin pek büyük mikyasda menşei, adı geçen Fransız aklıdır.  Bunlar Müslümanlık ve Müslüman Türk târîhinde görülmezler, çünki İslâmiyet’in HÜKÛMET ve İDÂRE şekli bu beşerî teşkillerin dışında ve bunlardan münezzeh olub, mutlak olarak vahye müsteniddir. Üçüncü Selim’den,  İkinci Mahmud ve bilhassa Tanzîmât’dan i’tibâren, mevcûd gerileme hatta çürümeyi ortadan kaldırıb atmanın yegâne çâresi, i’tilâ devrindeki şer’î devlet, ve hayât tarzına dönmekken, Haçlı Avrupa nizamlarındaki devlet anlayışındaki “ıslâhât”, mason paşaların bastırması ve padişahları iğfâlleri ile, bir kurtuluş gibi görülmüşdür!. Reşid, Midhad gibi ingilizciler, Âli Paşa gibi Fransızcılar, Nedim Paşa gibi Rusçular, ıslâhatı İslâm’da değil, Batılı masonizmanın verdiği emirlerde görmüşlerdir. Bazı lâfızlar meselâ “hakk, hürriyet, adâlet” gibi mefhumlar, lâfız olarak Dînimizden, içdeki frenklerin diline geçmiş olmakla beraber, bunların iki taraf arasındaki, ma’nâ, medlûl, ifâde ve keyfiyet farkı nâmütenâhîdir… Purof Ekrem Buğra Ekinci gibi bazı ışıkçı kafaların tanzîmât meddahlığı yapmaları, Batı mukallidi bazı padişah ve paşaları “Devleti kurtarmak içün çaba sarfedenler” olarak “pek sakîm bir adam mantığıyla sapması ve saptırması,” içinde yaşadığı batıcı cumhuriyet felsefesinden uzak duramamalarından ileri gelmektedir. H. H. Işığın “İslâmiyet tam liberal demokratik bir devlet kurmaktadır” diye yazması, tilmizinin de aynı “Liberal demokrasi” tarafında inanç tâzelediği gösterir; ve bu, vidyolarındaki kadın muhâtablarıyla yapdığı pek modern gevezelik ve zevzeklikler tedkîk edilirse, oralarda aynen görülecekdir. (H. Işık, Peygamberlik Nedir, İst, 1981, s, 58)

Bilhassa Tanzîmât’dan i’tibâren, aşağılık hissinin hâkimiyyeti ile garb âleminin pekçok mefhumları, bilhassa Fransız inkılâbının ortaya çıkardığı freng kafası, lâ teşbih bizdeki muâdillerinin yerine oturtulmıya başlanmışdır. O kadar ki, Tanzîmatçı meşhurlardan Âli Paşa ve onun kafasındakiler, 1926’da cumhuriyetçilerin İsviçre Katolik Medenî Kânûnunu memlekete çakışlarından 60-70 sene evvel, Abdülazîz Hân devrinde “Fransız Medenî Kânûnunun” Osmanlı’da da tatbîkini istiyecek kadar zıvanadan çıkmış adamlardı… Aynı Fransız kafası Cumhuriyet devrinde çok daha şiddetle devâm etmiş; ve İSVİÇRE katolik medenî kânunu, forma forma muhtelif şahıslara tercüme etdirilerek alel’acele 1926’da Mecelle’nin yerine oturtulmuşdur. İsviçre kânununda “süt kardeşlerin evliliği câizken”, tercüman, bunu değiştirmiş ve yasaklar arasına koymuşdur. Kânûn, bu hâliyle resmî gazetede neşredilmişken, bu farkedilir edilmez yeniden meclis karârı olmadan “süt kardeş yoğurt kardeş tanımam” diyenlerce İsviçre katolik kafasına rücû’ edilmişdir…

Bu Batılı ve Fransız kafası, ikinci meşrûtiyetden sonra ittihadçı gürûh zihniyetinde çok daha hızlanıb azıtmışdır. Bu devirde yetişen münevverler (!) Fransız harsiyâtı (kültürü), dil ve edebiyâtını esas aldıklarından, kadîm Müslüman-Osmanlı kafa ve gönlünü, dimâğ ve kalbini terk ile, yeni bir beşerî dîn, milliyet, kavmiyet, devlet, hükûmet ve cem’iyyet şekli uydurma ve dayatma cür’eti iktisâb etmişlerdir. Bu noktadaki taklîd ve benzeme ile kendi kendisi olmakdan çıkış, cumhuriyeti kuran kadrolar arasında her muvâzeneyi altüst edecek derecede hız ve zıvanadan fırlama kazanmışdır…

DİB’E HÂKİM FELSEFE, DÂİMÂ FRANSIZ İHTİLÂLİNİN FELSEFESİ YANİ “LAİKLİK İLKESİ DOĞRULTUSUNDA, ATEİST BİR DÎN FELSEFESİ” OLMUŞDUR…

İşte DİB denilen yer, bu vasat ve kadroların düşünce ve planları ile, 3/Mart/1924’de, Fransız inkılâbının dünyâya neşretdiği ateist kafa yapısının dogmalarına taparcasına ayar yapmayı, her ihtiyâc ve lâzımenin önüne geçirmişdir. İslâmiyyet’i, tamâmen lâik devlet murâkabe ve vesâyeti altında, kıpırdayamaz hâlde tutmak üzere, aynı kadroların bir uydurması olarak DİB zuhûr etmişdir. Hayâta ve devlete aslâ müessiriyyeti bulunmıyan; ve tamâmen lâik (ateist) bir hayat ve devlet inşâı içün, sâdece bir emniyet sibobu mesâbesinde varlık göstermesi hedeflenen beşerî bir dîni, ehâlîye zorla kabûl etdirmek, DİB’in en temel vazîfesi, programı ve istikâmeti yapılmışdır… Yani Fransız ihtilâli ile ortaya çıkan devlet anlayışı ve bunun nasrâniyyete bakışı ne ise, onun mukâbil ve muâdili, hatta çok daha acımasızı hedeflenmişdir. Hatta mutlak HAKK oluşu nazara alınacak olursa, İslâmiyyet’i bin kat daha fazla bir şiddetle susturma ve ezib küçültme, yok etme tatbîkatına geçilmişdir.

DİB, işte bu hâkim ve kâhir felsefenin ortaya çıkardığı, hayâta ve DEVLETE müessiriyyeti yok edilmiş bir müessise olarak peydahlanmışdır. Osmanlının Müslümanlık (i’tîlâ) devirlerinde,  Şeyhülislâmlık, nasıl İslâm Hukûkunun hâkimiyyet ve müessiriyyetini aslâ ihmâl edilemez ve her hukûk ve adâletin ana temel bilmiş ve tatbîk etmişse; 4 senelik ve göstermelik bir geçiş devri olan “Şer’iyye ve Evkaf Vekâleti” tatbîkini DİB ta’kîb etmişdir. İmhâ hareketleri, bu kabil (tedric) politikaları, takiye, aldatma ve yeri geldiğinde cihanda eşi görülmedik ŞİDDET usûlleri ile “Batılı Hayat tarzı” memlekete zorla çakılmışdır. DİB, böyle bir gâye ve vasatda, son derece DEVLETİN emir ve demir yumruğu kontrolünde, bir kapıkulu müessisesi olarak ihdâs edilmişdir. İslâmiyyet’i, “Biz Revizyonistiz” diyen Bardakoğlu’nun alenen i’tirâf etdiği gibi, dîni, devlete hızmet eden bir kılığa sokma terbiyecisi olarak yoluna devâm etmişdir… Hatta öyle ki, Diyânet adı altında, bütün dînî faaliyetlere zaman zaman ambargo bile konulmuşdur. Ana prensip:

“İslâmiyet çok yücedir, hayâta geçerse politikacılar onu istismâr eder! Öyle ise, son derece kutsî ve gökden indiği sanılan bu dogmatik müessiseyi, bu istismarcıların incitmesinden kurtarıb, yüce değerleri ile yaşamasını te’mîn etmeliyiz! Bunun yolu da, dîni, VİCDANLARDAKİ hücresine kaldırarak, onu mutlaka, buradaki demir parmaklıklar arasındaki muazzam ve muhteşem sarayında yaşatmalı, ebediyyen böyle muhâfaza etmeliyiz!…”

Nasıl biç mantık ama…

Anayasanın, “Dîn hızmetlerini, laiklik ilkesi doğrultusunda yürütmek” emri mu’cebince tatbîkat, bu olsa gerekdir… Aynen namaz, oruç, hacc ve zekât gibi beş ana ibâdetden biri olan ve Ahmed Zıyâüddîn Gümüşhânevî Kasddesallâhu Sırrahu’l-Âlî Hazretlerinin: “Zamanımızda en büyük ibâdet CİHÂDDIR” buyurduğu Cihâd ibâdetine kadar her nokta, artık sıfırlanmış veya ruh ve asliyetinden sıyrılmışdır; ve hatta ağza alınmakdan bile uzaklaştırılmışdır… Ahkâm-ı Sultâniye, muâmelât, ukûbât, münâkehât, mufârekât, mîrâs ve emr-i bi’l-ma’rûfa kadar ahkâm-ı İslâmiyye YASAKLANMIŞ; sonra da, yobazın ve müşriğin dilinde “Dâr-ı İslâm” uydurma ve şamatasına kadar yol açılmışdır… Sefil’i, Tıfıli, Püsküllüsü, Ağlâllisi, Mezhebsizi, Selefîsi, Eygisi, Eyrisi, Ekincisi, Holdingçisi, Ünlüsü, Ünsüzü, Tüylüsü, Tüysüzü, Cübbelâsı, Çüşbelisi, DİB’işçisi, medyacısı, sanatçısı, sakatçısı, partileri, pırtıları, liderleri, bel’amları, purofları, ışıkçısı, mızıkçısı, şeyhi, müridi, tiridi, politiği, hoca kılıklı ve iftâriyelik ekran şeytanları ve ilâhyapçılarına kadar…

Fransız kafasının DÎN muhâfaza mantığı, veya gözkülleme, ahmak aldatma şeytanlığı da bu formülle maarife devredilmiş ve yeni bir ulus böyle peydahlanırken, 1000 yıllık milletin ortadan kaldırılması (soykırım denilen topda imhâ) da, bu usûlle mümkin olabilmişdir. Artık bugün bu “Beşerî Dîn anlayışı” en dindar (!) cemaatlere, medya ve tivi kanalizasyonlarına, tarîkatları asliyesinden uzaklaştıran dünyevîleşmiş tasavvuf şebekelerine, dînî tahsil (!) müessiselerine kadar hâkim kılınmış, bunlardan da halka yayılmışdır. Böyle olduğu içün de, Mübârek Ramazan-ı Şerîfler, bu beşerî ve çarpık din anlayışının en kuvvetle reklâm edildiği misyoner panayırları hâline getirilmişdir. En mühim islâmî mevzû’lar, i’tikâfa girdim girmedim kavgaları, nafile ibâdetler, tesettürü sıfırlıyan başbezi kataküllisi, sevgi-saygı nutukları; terâvih var mı yok mu akreplikleri, imsâk vakti girdi çıkdı-uzadı-kısaldı mâlâyîleri;  fıtır, bayramlaşma, insan-hayvan-homo-pezo-lezo kardeşliği; birlik masalları, parti-pırtı ittifaklarının mistik fâideleri, madam Şeral’in keresteleri ve kadın ayağının altını öpme kuduruşları, kadın-erkek câmilere koşma eğlenceleri, açılmadığı halde açılmış gösterilen Ayasofya şenlikleri; hoca geçinen matruş ve boynu “ağlâlli” din tüccarı aşşağılık soytarıların, televizyonlarda makyajlı dişileri karşılarına alarak göz göze şen şakrak “dînî sohbetler” adı altında geyiklenmeleri; iftâr ve sahurlarda “menü” ne olursa, kilo ve sağlık fantazileri nasıl modaya uygun olur gâvurlukları; fıkıh ile zerre kadar alâkası olmıyan ve hekimlikden bîhaber doktor-boktor sürülerinin, işkembelerinden oruç fetvâları; “iğne orucu bozmaz” ifsâd ve yahûdîlikleri,  iftâr veya Ramazan-ı Şerîf kolileri ile bazı evlerin kapılarında poz verme aktörlük, nankörlük ve riyâkârlıkları; iftâr ve sahurlarda KUR’ÂN-I Azîmüşşânı değil de, mücerred LÂFZINI mûsıkîye meze yapma ve uyduruk meallerle zavallı ehâlîyi narkozlayıb uyutma seansları; dünyâda ne kadar devlet, millet, hükûmet, ordu, asker, kumandan, ölü, diri, insan, hayvan, çiçek, böcek, kâfir, müşrik ve mürtedd, heykel, put ve mozale ne varsa.. hepsine abartılı ve kabartılı duâ ve senâ iblislikleri….

İşte, Ramazân-ı Şerîf’de: “Dolu dolu, doya doya, duya duya, tıka basa, ve büyük bir hudû’ ve huşû” içinde bir ay geçirme ve geçirtme usûlü; ve böylece de “İslâm’ı yaşama” reçete ve sistematiği… Sarıklı-cübbeli hoca geçinenlerle, ağız ishâline yakalanmış bazı politikacı, aydın, okumuş, puroflamış, ışıklamış, sürü ve şarlatanların memlekete “din” diye yaşatdıkları manzara!..

Dün, vahye müstenid İslâm yaşanırken, nasıl, dünyânın gıbta etdiği bir MİLLET olmuş idiysek; bugün, tek gözlü piramidin emrine âmâde ve onun parmaklarında oynayan “küreselci ve ulusalcı” bir halk veya ulus=ibrânicesiyle sürü hâline getirilmişiz.. cihân çapında ibretlik ve mostralık tablo !…

Aşı denen zehirleri Ramazân-ı Şerîflerde bile vurularak, bozulan ve zaten oruç dışı oruçlarla tatmîn olan; ve “Ramezân değil, Şehr-i Ramezân deyiniz” emr-i Peygamberîsine rağmen Allâh Azze ve Celle’nin esmâ-i hüsnâsından olan “Ramazan ism-i şerifini” bile bu hâliyle kullanmakdan hayâ etmiyen; ve hassâsiyyet-i dîniyye ve şer’iyyesi dumûra uğramış, kilise duvarı suratlı heriflerin (HOCA) kılığıyla öne düşmeleri de, artık bugün, son derece olağan ve tabii karşılanır hâle gelmişdir!.

TECEZZÎ KABÛL ETMİYEN MUTLAK DÎN, LÂİK POLİTİKANIN BALTASI ALTINDA BUDANMIYA MAHKÛM OYUNCAK MIDIR?

DİB’in resmî kayıtlarına göre kurucusu, Şef değil, “T.B.M.Meclisidir!”

DİB denen yer, ömrü 4 yıl olan (Şerîyye ve Evkaf Vekâleti) yerine 1924’de kurulmuş olub, anayasalarına göre “İslâm Dîninin, İNANÇLARI (îmânı değil), İBÂDET, ve AHLÂK ESASLARI İLE İLGİLİ İŞLERİ YÜRÜTMEK, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibâdet yerlerini yönetmekle (kontrolla) görevli bir kurum”dur… Bu hâliyle onun vahyile alâkasından bahsedilemez…

Şu da câlib-i dikkatdir ki kendi resmî kayıtlarında “YAN KURULUŞU: Amerikan Diyânet Merkezi.”

Neden ABD???

3 Mart 1924’de, Mösyö Abdülmecid’in sözde “Hılâfetinin de lâğvedildiği gün kurulan lâiksel ve geyiksel DİB,” o kadar Şeflik kontrolü altında hatta onun hizmetinde ve Fransız felsefesinden de ötede bir şeflik felsefesiyle kuşatılmışdır ki, ilk REİS Rıfat Börekçi, hem DİB başkanı, hem de “C.H.P ANKARA İL BAŞKANIDIR!”

İşte cumputrasinin soy, sop, neseb, haseb ve gen harîtası budur…

Artık Anadolu’nun ve İslâmiyyet’in nasıl, ne tür (kurtulduğunu) buradan anlamak, cumhuriyet ve demokrasi v.s. gibi Fransız kafasıyla üretilen mefhumların şeflik irâdesiyle nasıl “Cumputrasi ve demputrasi hâline getirilerek tatbîk edildiğini buradan çıkarmak” hiç de müşkil değildir… Üstelik de bu idâre şekillerinin en mükemmelleri bile (ki bu rejimler ESASDA ütopidir) olsa, bunların sübhân olan Allâh Azze ve Celle DÎNİ içinde yer almaları; veya BU DÎNİN, bu rejimler içinde “TECEZZÎ KÂBÛL ETMİYEN BİR BÜTÜN OLARAK” YAŞAMALARI KAT’İYYEN MUHALDİR… Bu i’tibarladır ki, herhangi bir beşeri sistemin İslâm veya Müslümana “Dîn ve vicdân hürriyeti vermesinden bahsetmek, hem abes ve hem de muhâldir…”

Hürriyeti, ancak bütün ins ü cinnin yaratıcısı Allâh Azze ve Celle, İslâmiyet ve onun son Şerîatı vâsıtasıyla ve bizzat ve mücerred kendi irâdesi çerçevesinde verir ki, bunun dışında (hürriyet) mefhûmundan basetmek de, mutlak ma’nâda abes ve muhaldir… Elmalılı Merhûmun tefsîrinde buyurduğu gibi, “Allâh’a îmânı olmıyanların ADÂLET ve HUKÛKUNDAN da bahsedilemez!”

Böylece apaçık ortaya çıkıyor ki, DİB denilen müessise, aslâ İslâmiyyet’e hızmet içün değil, anayasalarının da apaçık i’tirâf etdiği gibi, Fransız inkılâbından müdevver  laik devlet felsefesine HIZMET içün kurulmuşdur; ve İslâm Dînini şekillendirmek, keyfiyetini, politik şeflerin arzu ve heveslerine uydurmak üzere ihdâs edilmişdir. “DİB’lığı, anayasanın laiklik ilkesi DOĞRULTUSUNDA görevlerini yerine getirir” diyerek mutlak emir veren âmir bir anayasanın, aslâ vahye müstenid değil, beşer heves ve nefsâniyetine göre bir din inşâ’ edeceği, kat’iyyen tebeyyün ve taayyün etmiş demekdir. Sosyalist müteveffâ Mümtaz Soysal’ın meşhûr tesbîini, burada tekrar etmek isteriz: “D. İş. Başkanlığı, dînin cumhûriyet ilkelerine UYGUN olmasını sağlıyan bir kurumdur…” Fakat ne esef vericidir ki, bazı sakallı-cübbeli ve tarikatları kendisine ticâret kapısı gibi işleten ve halkı sömüren aşşağılık adamlar, “Nice başkanlık, parti ve parti-pırtı liderlerini “Dînî merkez, sığınak yeri, ülülemr, vâcibü’l-ittibâ’ ve lâzımü’l-itâa” olarak ehâlîye yutdurmıya çalışmaktadırlar…

Cumpurof ve sâbık başkan Bardakoğlu gibi AKAP irâdesinin DİB başına getirdiği Luteryen kafalı bir takım kesânın, “Artık dîni ve dindarlığı geçmiş dönemlerde yazılmış kitabların formatları içinde değil, dünyâya bakarak inşâ’ etmek ve ona göre çizmek istiyoruz!” demeleri; böyle İslâmiyyet’i redde müeddî münkir-i hakîkât hezeyanları, şeflik devrinde Börekçi ve Yaltkaya gibi şefkulu DİB başkanlarının bile söylemekden utanmaları; ve Bardakoğlu denen AKAP ta’yinli adamın, bunu, alâmeleinnâs, cihânın gözü önünde söyliyecek kadar cür’etkâr ve umursamaz olması, memleketdeki “İslâm’ı sıfırlama projelerinin” artık hangi korkunç derekelere fırladığını gösterir!.

Fransız inkılab felsefesinin, hâlâ, İslâm’ın başı üzerinde giyotin gezdirdiği, buradan apaçık görülmelidir…

Artık BEDÂHATEN ortadadır ki, resmen laik devlet müessisesi (uydurukça kurumu) olan DİB, tatbîkatıyla da 98 senedir nice gayr-i islâmîlikler ve bu dîn-i celîle muârız ve ters inanç ve fiiller sergilemişdir ki, bunların tamâmını burada ta’dâd etmek imkânına sâhib değiliz. Yapılanlar, İslâm kisvesine bürünerek, başda Anadolu ehâlîsi olmak üzere bütün dünyâyı ve hatta kâinâtı, “layıklık adına aldatmıya kıyâm ediş” gibi bir çılgınlığı derpiş eder ki, bundan hâlâ utanmamak ve mes’ûllerinin de bundan rücû’ etmeden “yola devam” nâmeleriyle sürüye kaval çalmaları, cidden akla ve vicdanlara durgunluk verecek bir manzaradır…

*

11/5/2010 târihli makâlemizden, bervechi âtî gelecek satırlarımız da mütâlâa edilirse, beyân etdiğimiz fevkal’âde menfi ve çarpıcı hakîkât, çok daha iyi anlaşılacaktır:

“Yar..koğlu” veznindeki Bardakoğlu, kafasına aslâ yakışmayan ve sahnedeki rolü icâbı başında sarık taşıyan bir ilkmekteb talebesinin orasında iğreti bir kostüm gibi duran “cumhuriyet-politika sarığı” altından, matruş suratı ve ağlâlli boynu ile, (3.Nisan.2010’da) ajanslara geçen beyânâtında da, yukarıdaki yıllar evvelin yamukluğunu, aynen yine tekrarlamak saçmalığına avdet etmişdir… “Misyonu” ile beraber, hangi İslâmiyyet’in kökünü kurutmak; ve adı İslâm, kendi bilmem ne olan hangi nesneyi de “İslâm!” diye millete yutdurmak  olduğunu, kelimesine kadar şöyle isbatlamışdır:

“-Asırlar önce verilmiş ve kitapların satırları arasında kalmış fetvaların günümüze taşınmasını ve daha bilinir hâle getirerek tartışmaya açmayı doğru bulmadığını vurgulayan Bardakoğlu, “HER FETVANIN KENDİ DÖNEMİNİN ÜRÜNÜ OLDUĞUNU VE O DÖNEMİN GEÇERLİLİK ŞARTLARINA SAHİP BULUNDUĞUNU!” kaydetti.”

Aynı beyânât içinde bir başka cümlesi de, kelimesine kadar, buyrunuz:

“-İSLÂM ÂLİMLERİNİN DÎNÎ KONULARDA VERDİKLERİ GÖRÜŞLER, KENDİ DÖNEMLERİ VE ŞARTLARIYLA SINIRLI BİR GEÇERLİLİĞE SAHİPTİR.”

Şu sözlerin ne ma’nâya geldiğini garib gurebâ milletin %99.9’u yutar ama, biz hanefîlerin usûl-i fıkıh ilminden biraz behresi olan bir müslüman, buradaki katakülliyi yani altın kupa içinde verilen siyanürü aslâ yutub içemez ve dehşetlede  şöyle der:

 “-Asr-ı Seâdet ve İmâm-ı A’zam gibi müctehid devirleri, ashâb, tâbiîn ve tebe-i tâbiîn zamanları da DÂHİL, BÜTÜN BUNLAR, onların “KENDİ DÖNEMLERİ!” olduğuna göre, bütün bu topyekûn geçmiş ulemânın “İCTİHÂD VE FETVÂLARI”, bu adama ve benzeri DİB’çi ve ilâhiyatçılara göre keenlemyekündür, yani yok hükmünde ve “GEÇERSİZDİR!”

Hâl böyle olunca, Kitâb ve Sünnete ve ashâb icmâ’ ve ictihadlarına kadar ne varsa, hepsi de “Târihseldir” ve bugün geçmez… Bunun TÜRKÇESİNİ diyecek olursak, bu, İSLÂMİYYET’İN TOPDAN LAĞVI yani ORTADAN KALDIRILMASI DEMEKDİR… Dolayısıyla bu tür ve tip nevzuhur adamlar, “Günümüzde vahiy geçmez, akıl geçer” demeyi, bu şeytânî DESÎSE ve lâflarla ve ahmak aldatmak üzere ve son derece utanmazca ve cür’etlice ortaya atabilmektedirler… 15 asırlık dîn kalkınca, “GEÇERLİ” olacak olan ise, dînin yerine kendi akılları ile “yapay=sun’î ve beşerî bir dîn” ve felsefî doktrinler, masonik yollar, küresel ideolojiler, kamalist-ateist (ilkeler), konulacakdır! “Bugünün geçerli olan İslâm’ı budur” diyerek, DİB muâdili veya DİB’e tahavvül etmiş, mâzîde olduğu gibi gene “edyân-ı beşerî” denilen tarîkler uydurub ihdâs edecekler; ve böylelikle de, her hâl ü kârda kendilerini bu yollarla tanrılaştırmış olacaklardır…

Târîh boyunca bu fırıldağı çeviren adam, madam ve müesseseler, şebekeler ve haşhaşî mihrakları, Fetö çukurları görülmüşdür; ve milletlerle beşeriyetin başı, bu tanrılarla çok belâya girmişdir… Kendisini lâ yüs’el ve lâ yuhtî (gayr-i mes’ûl ve hatadan münezzeh) i’lân eden papalar, milletlerin iliğini kemiğini bu yollarla sömürmüş; İran ahund ve Ayetullaları, Vehhâbî Melikü’l-Muazzamaları gibi nice tanrı ve yarı tanrılar, nice şef ve diktatörler, beşerin tepesine oturub, onları sürü gibi böyle sevkedib ezmişlerdir…

Zerre kadar aklı olan bir Müslüman şu şualleri sormada durabilir mi:

“AKAP ta’yinli ve Sâbık DİB başı Bardakzâdenin, “eski İslâm ulemâsı” dediği o Allâh korkusundan gözlerine uyku girmiyen, toprağa abdestsiz basmıyan, Allâh ve Rasûlünün mutlak dîninin her şeyini kendilerine borçlu olduğumuz, o nice velî, müteşerrî’, mücâhid, ömürleri binbir çile ve ıstırabla geçmiş 15 asırlık hakîkî âlimleri, hangi neseb-i sahih olma iddiası, îmân, ahlâk, insanlık, vefâ hisleri ile fırlatıb atacağız?. Bu modernizmin kölesi, makâm düşkünü, kibir ve ene heykeli cumhuriyet hormonlularının keyiflerine göre fırlatdıkları teşehhîleri, hezeyanları ve yâveleri,  “Dîn, mezheb, tarik, fetvâ, hakk, hukûk!” kabûl edib, onu, Kâdir-i Külli Şey’ olan Allâh Azze ve Celle’nin DÎNİ  yerine koyacak ve vâcibü’l-ittibâ ve lâzımü’l-itâa mı telâkkî edeceğiz!.”

*

DİB ve ilâhiyatlar içün emsâl (prototip) olabilecek evsafda bulunduğundan,  Bardakzâde üzerinde bu kadar etraflıca durduk. Şimdiki Bay Ali Erbaş Bey de, AKAPLI politik patronlarının “Görmek istediği bir dîn” içün, selefleri gibi, bir takım işler becermiye çalışıb çabalamaktadır!

Ramazân-ı Şerîf Bayram ve nemâzını Vehhâbiyâna ittiba’ ederek SAUDÎYYA’da edâ edecek bazı böyyük baş ve başkanlar, oralardan da “esinlenib-besinlenerek” yeni bazı ilhâm ve mesajlarla dönebilir!. Piramidin, (Arab baharı köpürtdüğü) geçmişde, oraları dolaşıb “Laik devlete geçin ve laik anayasa yapın” diyerek bazılarının misyonerliğini yapdığı gibi… Çünki zaman, âr zamanı değil, kâr zamanıdır!… Modernist ve reformist veliahd, suudlu ve müstebidd ve elinde Kaşıkçı’nın kanları bulunan genç ve muhteris oğlan, bazı kocamaya doğru giden misâfirlerine çok necdî fikirler verib “rol-model” bile olabilir!… Zâten Raîsü’l-Etrâk ve lider-i ümmet bazı başlar: “14-15 asır evvelki hükümleri kalkıb bugün uygulayamazsın.. ben ve arkadaşlarım dîne dayalı DEVLET sistemine KESİNLİKLE karşıyız.. ben dört dörtlük lâikim” gibi beyânât-ı kamâliyye ve lâdîniyyesi  ile de münteşir ve müştehir olmağla, veliahd çocukla Kaşıkçı mes’elesini tatlıya bağladığı gibi, sâir bütün mevzû’larda da anlaşıb kanka bile olabilirler!…

ÖMER NASÛHÎ EFENDİ MERHÛM’UN TEFSÎRİNDE DE, ŞİDDET, ALLÂH AZZE’NİN EMRİ OLARAK NASIL?

DİB’iş başı purof Erbaş Ali Bey, 8/Aralık /2021 târihinde 40. İl “müftüleri” ictimâında 18 maddelik “Politik ve küresel-ulusal, piramitsel, feminsel-batısal-kamalsal, oryantal, papasal, AKAP’sal, v.s.” her inançdan mürekkeb ve karıştırma beyanlarda bulundu ki, bilhassa 7. Maddede, Piramitsel-Küresel Feminizma ve Leydisel Eminezma istikâmeinde ve onlara muvâzî şu lâfları etdi, tekrar hatırlamakda fâide mülâhaza ederiz:

“7. Bugün “şiddet” maalesef hayatın her alanına sirayet eden küresel bir sorun haline gelmiştir. İnsan onuruyla asla bağdaşmayan şiddet, bir davranış ve zihniyet bozukluğudur. Sebebi ve kaynağı ne olursa olsun, kimden gelirse gelsin, kime karşı yapılırsa yapılsın şiddeti meşru gören anlayış, inanış, töre ve geleneğin karşısında durarak şiddetin her çeşidiyle kararlılıkla mücadele etmek, en temel dinî ve insani görevdir. Diyanet İşleri Başkanlığımız, toplumsal bağlarımızı çürüten şiddete karşı kapsamlı bir bilinç oluşturmak gayesiyle bütün imkânlarıyla mücadelesini sürdürmekte, sorumluluk sahibi herkesi bu konuda daha duyarlı olmaya davet etmektedir.”

İslâmiyyet’le kâbil-i te’lîf edilmesi muhâl olan bu satırlardaki münkir-i hakîkât beyânların, “Müslim, Anadolulu-“yerli-millî”-vatanî, vicdânî, aklî” hüviyet taşımıyan, nasrânî bir kişiden bile çıkması aslâ mümkin olamaz… Bu dil yüzde yüz, feminizmayı kullanan Tek Gözlü Piramidin, küreselciler ve ulusallamacıları oynatan kısmının anadan doğma ana dilidir… Ancak, bu beyanlar, “İslâm böyledir” demenin dışında ise, “DİB denen yerin revizyonist ve laiklik emrindeki dîni içün böyledir” deniyorsa, bu doğrudur; lâkin bunun tefrîk ve apaçık tebârüz etdirilmesi, asgarî insanlık, insâf, edeb ve nâmus borcudur…

Geçen makâmizde beyân etdiğimiz üzere artık biz, İslâmiyyet’in kendi dili ile, ŞİDDET mefhûmuna nasıl bakdığını, Muhammed Hamdi ve Muhammed Vehbi Efendilerin tefsirlerinden sonra, Ömer Nasûhî Efendinin (Rahmetullâhi Aleyhim Ecmaîn) tefsîrinden iktibâs edebiliriz:

“Onunla beraber bulunanlar O Peygamber-i Zîşânın Ashâbından bulunmak şerefini hâiz olan nezih zatlar ve O’nun Dînine tâbi’ olan bütün hâlis Müslümanlar “KÂFİRLERE KARŞI PEK ŞİDDETLİDİRLER” O DİNSİZLERE KARŞI BÜYÜK BİR CELÂDET VE SALÂBETİ HÂİZ, ONLARDAN MÜTENEFFİRDİRLER (nefret ederler.) (Kendi aralarında ise pek merhametlidirler.) (İst. 1965, c:7, s:3440)

Şu satırlar da aynı eserden:

“Ashâb-ı Güzîn’in veyahut Rasûl-i Ekrem ile Ashâb-ı Kirâmının bu beyân olunan vasıfları (ONLARIN TEVRAT’DAKİ VASIFLARIDIR.) O mübârek zatların öyle kâfirlere karşı ŞİDDETLİ, KENDİ ARALARINDA PEK MERHAMETLİ BULUNDUKLARI ve onların yüzlerinde ibadetlerinden mütehassıl bir nurun parlayıb durması, TEVRAT KİTÂBINDA YAZILI BULUNMAKTADIR……… Cenâb-ı Hakk’ın o âlî zâtları böyle vasıflara nâil kılması, onları öyle bir kuvvete, îtilâya, ve intişâra mazhar buyurması ise, (onlar ile) o mümtâz zatlar ile (Kâfirleri öfkelendirmek içün) vâki’ olmuşdur.” (A.g.e., s:3441)

Görüldüğü gibi AKAP felsefesini Sürdüren sarıklı politikacı Bay Ali Bey’in beyanları da, kendisinden evvelki iki reformist ve 1789 Fransız ihtilâlinden ilhâm alan puroflar gibi aynı keyfiyeti taşımakdadır. Türk devirimcilerinin kıblesi olan o zamanın Paris’i, bugün AKAP iktidârında da  aynı keyfiyet ve tazeliğini ŞİDDETLE muhâfaza etmektedir!

AKAP’ın çok fazla “vatanî, leydimsi, yerli ve millî” saltanat-ı cümhûriyyesinde, 1924-1941 arasında tam 17 yıl DİB ve CEHAP Ankara il başkanlığını beraber yürüten Rıfat Börekçi ve ondan sonra 1947’ye kadar 6 yıl DİB başı olan Ş. Yaltkaya gibi kaskatı ve taş gibi şef bendeleri bile, böyle açıkdan ve alâmeleinnas, NASSLARA karşı ŞİDDET reddiyeleri düzmemişlerdi…

Hele Bardakoğlu’nun ma’rifetleri, AKAP saltanat-ı cümhûriyyesinde bir pervasızlık ve İslâmiyyet’e meydan okuma sahneleri ile doludur ki, tam 7.5 sene, adam, bir oryantalist şefi havasıyla tozu dumana katmışdır. Fakat AKAP güdücüleri bu pek korkunç revizyonist maskaralıklarını, behşüş, sevecen, hümanist ve feminist nazarlarla ve o çok meşhur “yerlilik – millîlik – başörtü mücâhidliği – Osmanlı torunluğu – müslüman gençlik yetiştireceğiz” palavralarına da hiç halel ve melâl getirmeden, zevk u meserretle, sürûr ve sükûn içinde; ve (1718-30) lâle devri hâtıralarını tahattur ve yâdeder gibi, “yürü servi revânım gidelim Sa’dâbâd’a”  felsefesiyle, tâ ki, aralarına kara kedi ve demputratik nefs ü iblis girib biribirlerine azılı düşman yapıncaya kadar seyr ü temâşâ  eylemişlerdir!. 

Tabii bütün bunların ve nicelerinin mes’ulleri dâimâ ve hiç şübhesiz “Raiz Hazretlerini yanıltan o yaramaz çocuklar yani danışman, dayışman, egemen ve sıvışman ufaklıklar” olmuş; Ümmetin makâm-ı muallâ-yı hılâfet makâmında demputrat saltanat sürenler, sütden çıkmış ak kaşık olmıya bütün ihtişâm ve “görkemleriyle”,  muttasılan, devâm-ı devlet ve saltanat-ı şevketlerini sürdürmüşlerdir…

15 asırdırdır oruç bozan enjektörle ilâç zerkedişler, geçen sene “oruç bozmıyan” DİB saltanatının fetevâ ve teşehhîlerindeki Corona Cavit grafenli aşıları önünde, pek boynu bükük ve öksüz kalakalmışlardı! Bu sene ve önümüzdeki yıllar, DİB’işçiler, kendi revizyonist dinleri ve bakalım nereleriyle, nelerin nesini bozacak veya KÜRESELCİ-ulusalcı piramidin hangi tâlimatlarına rükû’ edeceklerdir?.

 Bekliyelim.. Ramâzan-ı Şerîf bayramından sonra Necdî Saud’dan dönen devletlûlar, Ayasofya’da veya sarây-ı hümâyûnda hangi makamdan kırâate devâm ederler göreceğiz!!!.

(Mâba’di var)tt

1 Comment

  1. Davud dedi ki:

    http://www.turkcesi.biz/muharrirler/ahmed-seyyidoglu/3-siddet-hangi-din-veya-taguti-ideolojide-yasak-hangi-dinde-mutlak-farz.html

    Kâmil kardeşim, linkdeki makaleyi tetkik ile műtâlânızı istirham ederim
    Selamlar
    Davud Öztűrk

    52 seneden fazla bir zamandan beri gőrűşemediğim, bu zaman içinde de Prof. ve Dr. olup DİB teşkilatında vazifeler yaparak emekli olan gençlik arkadaşım H.K.Y ‘a bu makalenin linking gőnderdim ve şu
    yorumunu aldım :

    “Değerli Davud hocam, hayırlı cumalar diliyorum. Linke tıkladım, baktım ama tamamını okuyamadım. Voltaj çok yüksek geldi. Hayli sarstı beni. Bizim meşrebimiz biraz daha vasat, yukarılara çok çıkamıyoruz. Bağışlayın, hürmet ve dualar ederim sevgili dostum.”

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir