(2) Sarıklı Politikacı Fesli Mısırzâdeyi Ziyâret Edince, Devlet Köpürdü; Chp Patladı, Madam İp’i Kopardı!
21 Kasım 2018
(4) Sarıklı Politikacı Fesli Mısırzâdeyi Ziyâret Edince, Devlet Köpürdü; Chp Patladı, Madam İp’i Kopardı!
6 Aralık 2018

SARIKLI POLİTİKACI FESLİ MISIRZÂDEYİ ZİYÂRET EDİNCE, DEVLET KÖPÜRDÜ; CHP PATLADI, MADAM İP’İ KOPARDI !

(3)

Ahmed SEYYİDOĞLU

 

Bir evvelki yazımızda Alamanya’ya kaçan imtiyazlı Feto’culardan Jan Murdar’ın, Milliyet’de Kamal paşa hakkında:

“Atatürk’ün İslâm Dînini reddettiği, el yazıları’nda ispatlanmıştır.”

 Gibi birtakım yazı ve konuşmalarına işâret etmişdik…

Jan ve bazı muharrirler, “Atatürkçü geçinenlerin” hakîkatları saptırdığından da şiddetle müştakî idiler … Bunların, “Hakîkatı gizlediklerinden, Kamal Paşa’nın bidâyetde politika îcâbı Dine, Osmanlı’ya ve Pâdişâh’a tarafdâr gibi göründüğünü yazdıklarından; 1922 sonlarından i’tibâren bu yüzünü değil, gerçek yüzünü göstermiş olduğunu kaleme aldıklarından; ve diğer bazı muharrirler gibi Jan Murdar’ın da, dîn aleyhindeki hâli “isbatlanmışdır” gibi beyanlarda bulunduğundan” bahsetmişdik…

Ayrıca Büyük Müfessir Merhûm Muhammed Hamdi Efendi’nin de şu bir kısım pek hikmetli satırlarına yer vermişdik:

“…BAZI MÜTEFEKKİRLER, BÜYÜK POLİTİKA ADAMLARININ KENDİ KENDİLERİNİ MA’BÛD İ’LÂN ETMELERİ VEYA İNSANÜSTÜ BİR TAKIM KUVVETLERE SÂHİB GÖRÜNEREK KUVVET VE KUDRETE HAYRÂN HALK KİTLELERİNİ PEŞLERİNDEN SÜRÜKLEMİYE TEŞEBBÜS ETMELERİ GİBİ YALANCI BİR İDDİA VE UYDURMA BİR RÜTBE OLDUĞUNU SÖYLEMEKDEN ÇEKİNMEZLER. BUNLARIN VARDIKLARI ŞU NETÎCE, SIRF KENDİ NEFİS VE İMKÂNLARINI ESAS TUTARAK YAPMIŞ OLDUKLARI YANLIŞ BİR MUKÂYESEDEN DOĞMAKTADIR…. POLİTİKACILARIN, İKTİDÂR MEVKİİNE GEÇDİKDEN SONRA, AYNI PRENSİPLERİ AYNI KANAATLERİNİ ASLÂ DEĞİŞTİRMEKSİZİN, ONLARI CANLARI PAHASINA TATBİK ETDİKLERİNİ GÖRMEK İNSANLIĞA PEK NASÎB OLMAMIŞDIR…. İSLÂM’DA İSTİKÂMETİN İLK TE’MÎNÂTI TAKVÂDIR. ZÎRÂ KENDİ KENDİNE VEYA ALLÂH’DAN BAŞKA MA’BUDLARA (İLÂHLARA) TAPAN RUHLAR İÇÜN  İSTİKÂMET İMKÂNSIZDIR….”

Paşa, bazı kaynaklarda da şöyle geçmektedir ki internete girildiğinde bunlara çok kolay erişilebilmektedir:

“MUSTAFA KEMAL DİYOR Kİ; BEN YAHUDİYİM, SABETAY SEVİ’nin soyundan geliyorum. Kendisine hayranım. Keşke bu dünyadaki bütün yahudiler onun mesihliği altında birleşse..” “yani hem burda bir yahudi olduğunu hemde yahudi inancına bağlı olduğunu söylüyor.”

(Kaynak: Uluğ İğdemir: Atatürk’ün Yaşamı, I. Cilt, sahife 23, TÜRK TARİH KURUMU YAYINLARI , 1980)

Bütün bu gibi sözler mevcûd mevzûâta göre suç olmadığından olacak ki, 50-60 yıldır bu kabil ma’lûmât pek çok kişi tarafından dile getirilib söylenebilmekde; ve artık hiç de yadırganmaz hâle gelebilmektedir… Çünki aynı kafatasları içindeki beyinlere sâhib olan insanların, o taslara âidiyyet belirtmeleri de bir dünyâ gerçeğidir!. CHP’nin 27 yıllık şefokrasisi zamanında bir aralar “kafatasçılık” da tepelerdeki zevâtın “ulusal ve uygarsal hobisi” olmuş; 65 kadar mezardan çıkarılan kafatasının üzerinde pek “ilimsel, bilimsel, milimsel ve kellesel” tedkîkâtlar yapılmışdır!. Böylece “Muâsır Medeniyet” seviyesine çıkışda, bunlara bile ciddiyyet ve insâniyyet adına tutunuluvermişdir!. Meselâ Büyük dâhî ve Osmanlı, Mimar Sinan Merhûm’un bile başı gövdesinden ayrılarak, onun kafatası ölçüleri, bu “Büyük keşif ve medeniyetçilik uğrunda” kullanılmış; fakat şu anda bile bu kafatasının nerede ve ne olduğu, Vehhâbî-Suud eşkıyâlarının cesedini yok etdiği Kaşıkçı’nın kellesi gibi mechûl bulunmaktadır!.

Görülüyor ki, son asrın mechulleri, bilinmezleri ve uydurmaları fevkal’âde çokdur. Hökûmât-ı Tayyibât, himmet edib bütün bu gibi binlerce vak’a ve vâkıayı aydınlatıb gün yüzüne çıkarmayı kendisine “yerli ve millî oluş” adına son derece mühim bir vazîfe addetmelidir! Aksi hâlde dünya önünde, şeref ve haysiyet gibi hususlar, daha uzun yıllar (istintâk) mevzuu yapılabilecekdir!..

Aşağıdaki mevzular ve yazılanlar da, aynı şekilde muallâkda bırakılmamalı, hakîkatı ne ise, o meşhûr “resmî devlet aklı” ile ortaya konulmalı; ve bu ümmet bakıyesi halk, “Bütün bu yalan, dolan, uydurma ve gizlilikler benim târîhimdir” diyerek; ve dünyâ önünde böyle hacâletâver manzaralara düşürülerek yaşatılmamalıdır!.

Bir başka misâli de Tâhâ Akyol’dan verelim:

“Müslüman/Dindar bir Atatürk portresi çizmeye çalışan muhafazakârların kullandıkları olayların hepsi, 1923 öncesinin M. Kemal’ine aittir. (…) Kurtuluş Savaşı’nda Bolşevik ve İslâm’cı kavramlarını bir arada kullanan M. Kemal ile, 1930’larda İslâm’cı kavramlarını toplum hayatından tamâmen çıkarmaya çalışan M. Kemal, farklı Mustafa Kemallerdir.” [Taha AKYOL – Şubat 2012]

Cumhuriyet Prof.larından Mete Tuncay da şunları yazmış:

“Kemal, Millî Mücadele’de ve Cumhuriyetin başlarında siyâset îcâbı İslâm’ı övücü sözler kullansa da, temelde kendisi (İslâm) dinine karşı olup Comte’un fikirlerine inanıyordu. Bu mânâda 1930’larda yazdırdığı iki kitap (Liseler İçin Tarih Kitabı ve Medenî Bilgiler Kitabı) onun (İslâm) dînine inanmadığını gösteriyor. Yüzlerce sözlerinden sadece biri bunun delilidir: M. Kemal bu (kendi) ifadeleriyle İslâm dinini “anlamsız, mantıksız, safsata” olarak târif ediyor. “İslâm gelişmeye mânidir” diyor.” (Prof. Mete Tunçay, Tek Parti Dönemi)

Yavuz B. Bâkiler’in yazdıkları:

“M.Kemal şartlar olgunlaşmadan, iktidarın bütün güçlerini eline geçirmeden Türkiye gibi Müslüman bir ülkede, kalkıp da dînin aleyhinde (inkâr) konuşamazdı-konuşmadı. Konuşursa kendi bindiği dalı kesmiş olurdu. Nitekim Mustafa Kemal Paşa, Millî Mücâdelenin hiçbir devresinde Sultân Vahîdüddîn’in ve Halîfe’nin aleyhinde de tek cümle söylemedi. Millet yaşayışımızda ve anlayışımızda İslâmiyet’i yavaş yavaş silebilmek veya onu hafife almak için önce Âmentü’den (Dîn’den) işe başladılar.”

(Yavuz Bülent Bâkiler (Türkiye gazetesi) 16 Şubat 2013 Cumartesi)

1950’de de, BÜYÜK DOĞU şunları yazmış:

“Güyâ aydın geçinen, (çağdaş, yobaz yahut kültürlü maganda) fakat ayağını nereye bastığı ve yüzünü ne tarafa çevirdiği belli olmıyan, kokmaz, bulaşmaz bir zümre vardır ki, Birinci Cumhur Reisi (M. Kemal Atatürk) hakkında şöyle düşünür: «Onun İslâmiyet’e hiçbir zararı olmamıştır! Belki de, kaba taassubu yok etmek bakımından dîne faydası dokunmuştur! Ne îmâna, ne ibâdete, ne de herhangi bir dînî esâsa el sürmüş değildir!» Böyleleri, benzerleri ve benzerlerinin benzerleri arasında, Birinci Cumhur Reisini rahmetle ananlar, ona Mevlit okutturanlar bile vardır. Halbuki Birinci Cumhur Reisi, herhangi bir temennîye «İnşaallâh…» duâsını katan insan için «Bak, Allâh’tan bekliyor, Allâh’a inanıyor!» diye mukâbele edecek ve Kâinâtın Mefhari hakkında «Donsuz Bedevi!» hakâretini savuracak kadar Allâh ve Resûlü’nün düşmanıydı.”

(Kaynak: Necip Fazıl Kısakürek, Büyük (orta) Doğu Dergisi, 22 Aralık 1950, Sayı: 40, sayfa 3.)

Ve internetden:

“Sonsöz:…… Mustafa Kemal Atatürk’ün 54 yaşında kimliğinden Mustafa ve Kemal adını silip “Kamal” (yahudi dilinde put) diye adını değiştirdiğinden başlasınlar. “Atatürk” bir soy isimdir kânunla verilen.. Bu durumda o, 54 yaşında adını silmiş, beğenmemiş, değiştirmiş. Hâlen neden “Mustafa Kemal” diye ezberden konuşuyorsunuz? Yok efendim öğretmeni “senin adın Kemal olsun” demiş.. Anıtkabir’de kapı gibi nüfus cüzdanı duruyor, adı “Kamal” soyadı “Atatürk” yazıyor. Müzede sergileniyor. Adını değiştirdiğini bile anlatamayan bu resmî târih kitapları, başka gerçekleri nasıl anlatsın? Cahillere gerçekleri anlatmak kabul ettirmek kadar zor bir şey olmasa gerek.” (http://mustafa1senyurt.blogspot.com/2015/05/mustafa-kemal-turk-degil-ki-ataturk.html)

Vesâyet rejimi altında olan bir ülkedeki sistemin adı,  istediği kadar dembokrasi, başkanlık, hürriyet, adâlet, hukuk, vatandaşlık, cumhuriyet, anayasacılık, v.s. de olsa; orası, bu kabil uydurmaların, sahteliklerin, güzellemelerin, makyajlamaların ve küllemelerin en modernine de sâhib gösterilse, bütün bunların ötesindedir; orası, bu uydurma şirinlik muskalarının ve bir de en mühimi Mutlak Hakk ve Hakîkatın kat’iyyen dışında kalmışdır; ve fakat orası, ancak, cebâbire, decâcile, zaleme, tâğûtçuluk, diktatörlük, beşerîlik, izâfîlik ve faşizma gibi şeytanlaşmaların en berbat olanı elinde bulunuyor demekdir!

Kânûnunda suç olmayan şeyleri bu halka ve bu gençliğe “suç” diye dayatır, Edirne’deki Emine Şâhin hâdisesinde olduğu gibi muhayyel suçlar uydurursan; “Beşerî ve izâfî hukuk ve kânunlardan anlamıyorlar” diye halkın ve gençlerin tepesinde giyotin sallamaya kalkarsan; zâlimlerin en zâlimi faşist ve ceberut bu suratın, seni, “Zulm ile âbâd olanın encâmı berbat olur” noktasına çakar ve eriyib gidersin!..

Paşayı mitoloji kahramanı insanüstü bir tabu hâline getirmek, onu insanlıkdan çıkarmak olarak ona en büyük ve sunturlu hakâretdir… 1974’de Cumhuriyet Gazetesi sâhibi Nadir Nâdi’nin başmakâle serlevhasını bile, bugünün hakîkat tanımaz, fikir nedir bilmiyen “CUMHÛRİYETÇİ primitif” kafalarına hatırlatmakda fâide olabilir:

“Kahraman, Putlaştırıldığı zaman ölür!”

Bugün Paşa’yı “Putlaştıran” kemalist ve atatürkçülük maskesi takmış bütün istismarcıların, bu putlaştırması, Paşa’nın, insan olarak değil de “insanüstü mitolojik” bir varlık hâlinde ele alınmasıyla, bu kalabalıkların, bütün söz ve iddialarının kâle alınamaz, itimad edilemez, tamâmen mecnûnâne yâve ve hezeyanlardan ibâret olduğu telâkkîsini muhatablarına telkîn ve onlarda tahkîm eder ki, bu da, onların aklı başında insan yerine konulmasına KAT’İYYEN MÂNİ’ OLACAKDIR!..

Bugün içde ve dışda türeyen Anadolu düşmanı hâinlerin binbir ihânet ve tuzakları, oradaki ehâlinin her türlü varlığını yok etmeyi hedef almışken, bir adamın diğer adamı ziyâretini bahâne ederek bir bardak suda fırtınalar koparmak, mütecâsirlerinin, ne kadar keyfiyetsiz, gâfil, zaif akıllı ve basit politikacılar olduğunu gösterir!. Memleketin idâresi de bu kabil partili kesânın eline verilecekse, bu memleketin batırılması göze alınmış demekdir…

Bahçeli, Akşener ve CHP’li bir takım adamların aşağıdaki konuşmalarının, i’tidâl ve akıl karşısında 3.5 puan bile alması imkânsızdır. Hele “MEMLEKETİN BEKÂ MES’ELESİ” gibi pek mühim mes’eleleri dile getiren adam ve madamların, böyle çer-çöp mes’elelerle halkın huzûrunu bozarak gerginlik ve husûmet tohumları saçıb-savurması, bunların, “Memleketin BEKÂ mes’elesi” gibi bir mevzuda da aslâ samîmî olmadıklarını gösterir… Bağırış çağırışlarla ve hiç yakışmıyan galiz hakâretlerle, 90’nına merdiven dayamış zavallı hasta bir adama ve onun ziyâretçisi sarıklı politikacıya, milyonlarca oy sâhibi politikacıların “orantısız güç kullanarak” çullanması, son derece ayıbdır; ve memleketin de  zarârınadır ki, bunları bile bu politik adam ve madamların görememesi, ayrıca pek ciddî bir felâketdir…

Bağçeli’nin, galiz hakaretlerle dolu grup konuşmasında, bir adamın diğer hasta bir adamı 2 kişi çapında ziyâret etmesini, pireyi deve yaparcasına büyütüb şişirmesi; ve aşırı evhâm derecesinde mevhûm ve muhayyel tehlikeler düzmesi; veya kâbus görmeye denk hâller ortaya koyması, pek esef edilecek şu lâfları da diline alabilmesiyle şöyle sürdürülmüşdür:

“Ayrımlar körükleniyor, milli ve tarihi değerlerimiz üzerinden kutuplaşmalar alçakça kışkırtılıyor. Atatürk’ü sevenler sevmeyenler diye bölünmeler yapılıyor; bu yanlıştır ve  cepheleşme tetikçiliğidir. Hiç kimse karanlıkta göz kırpmasın, Atatürk de bizimdir, Ankara da bizimdir, cami de bizimdir, cemevi de bizimdir. Doğulusu da batılısı da güneylisi ve kuzeylisi de bizdendir. Anıtkabir ve Kocatepe arasında bozgunculuk yapmaya, pis oyunlarına alet etmeye asla kalkışmasınlar, bedeli çok ağır olacaktır. Gelişmeler hayra alâmet değildir.”

Buna, bir kaşık suda fırtınalar koparmak, felâket tellâllığı yapmak da denir!

Ortada çok büyük suç varmış gibi acem şişirmeleriyle gerginlik uydurmak, suç olan asıl fâciadır… “Hukuk Devletiyiz” diye yırtınan, “Vatan-millet sevgisini” inhisârları altına alan, “Bekâ Mücâdelesi ve hassâsiyeti” içinde olduklarını söyliyen politikacılar eğer bunlarda zerre miskâl samîmî iseler, ortada da suç  varsa, bunu, emniyete, müddeiumûmîlik denen mercîlere mürâcaatlarını yaparak ihbâr eder; ve hiç kimse, kendi keyfinin istediği usûller ve bağırtı-çağırtı ile, mahalleyi ayağa kaldırıb tehdidler de savurarak insanlara dehşet saçamaz!..

Herkesin kimi sevib sevmiyeceğini kim dayatıyorsa, “cebheleşme tetikçileri” asıl onlarken, Bay Bağçeli’nin “Paşa’yı seveceksiniz, sevmeyeni de sevmiyeceksiniz” dercesine bir asabiyyet içinde tehdidkâr bağırış-çağırışları, çok büyük bir tenâkuzdur… Aşağıda bunu çok daha açık görmek mümkin olacakdır:

“Atatürk üzerinden cumhuriyetle hesaplaşılmaktadır. Türklük üzerinden milletle hesap görülmektedir. Bitmiş olan Türkçe ezan tartışmalarıyla manevi değerlerimiz örselenmektedir…

Bir yanda bunlar oluyorken, diğer yanda Diyanet İşleri Başkanı’nın esef verici ziyareti gerçekleşmiştir. 9 Kasım saat 14.30’da cüppesini giyip eline vereceği hediyesini de alarak Atatürk’e hakâret eden, Yunan tezlerine methiyeler düzen fesli Türk düşmanını ziyarete gitmiştir.”

“Yunan tezlerine medhiyeler düzen fesli Türk düşmanı” diye 90’ına gelmiş hasta ve yatalak bir târihçiye çok ağır hücûm edilecekse, Anadolu’muzu kan ve ateşe, kıtal ve vahşete boğan  Yunanlının; harbden 9 senecik geçer geçmez 1931’de, o yunan başvekîli Venizelos’un koluna karısı Mevhibe’yi takarak, kendisi de arkalarından yürüyen İkinci ve kinci İnönü’ye ne denecekdir?. Aynı Yunan Başvekîli, Kamal Paşa’nın da “NOBEL ödülü” denen global şeytanlığa resmen namzet gösterilmesini neden istemişdir; ve bunun arkasında da, hangi ma’nâ ve maksadlar aramak îcâbedecekdir?!..

Bağçeli, milyonların tepesindeki adam olarak: “Fesli Türk Düşmanı, meczub, fesli provakatör, fesli münâfık, çukur şahsiyet, vatansız, kurumuş vicdan, satılmış ruh, işgal artığı, yunan gâlibiyyetine özlem çeken” diye kânûnen hakâret ve suç teşkîl eden çok ağır ve ğalız sözler ile, muhâtabına “Da’vâ açma ve “isbât et” deme hakkı da verecek hâllere” düşmektedir!. Milyonlarca insanın (oy)unu alan bir politikacı içün böyle hakâretâmiz bir düzineye yakın kelimeyi bir çırpıda ağıza alması, son derece yakışıksız olsa gerekdir… Muhâtabının “Yunan Mezâlimi” nâm kitabı kadar bir eseri olmayan Bağçeli Bey, hiç değilse adı geçen kitabı okursa, “Türk ve hele müslüman düşmanlarını” kendi çevresinde, çok sevdikleri arasında ve kendi dünyasında bile görmeye başlayabilir; ve hatta dehşete bile düşebilir!.

Bağçeli devamla:

“Bunun tamamen insani duygularla yapılan hasta ziyareti olduğu bizzat Diyanet İşleri Başkanı tarafından açıklanmıştır. Kimin kime gideceğiyle, düşüp kalkacağıyla ilgilenmiyoruz. Herkes beşeri münasebetlerinde toplumsal âdâb ve ölçülere uyduğu sürece özgürdür. Anlayamadığımız husus, Diyanet İşleri Başkanı’nın fesli provokatörü ziyaret tarihindeki manidarlıktır. Diyanet İşleri’nin Sayın Başkanı sorarım sana, meczubu ziyaret tarihi olarak bula bula 9 Kasım’ı mı buldun. Diğer günlerin suyu mu çıktı? Durdun durdun da 10 Kasım’dan 1 gün önce mi hasta ziyaretini aklına getirdin. Mustafa Kemal’e saldıran şahsı 10 Kasım’ın arefesinde ziyaret etmek nasıl bir aklın mahsulüdür.”

Devlet Bağçeli, yatakdaki hastaya “Fesli provakatör, meczub” gibi suç teşkîl eden ağır hakâretlerden uzak durmayı bile bu hassas devrede ve “Memleketin Bekâsı mes’elesinde” şart göremiyorsa, çok yazık olur!. 90 yaşında hasta bir adam, ğalîz hakâretler etmeden de, birinci yazımızda bizim yapdığımız gibi uyarılabilir veya tenkîd edilebilirdi!.. Ancak bu yaşında yatağa bağlı bir hastaya “Provakatör” demek fizîkî şartlar zâviyesinden imkânsız değil midir? Ayrıca bu, edeb ve “etik ve politik şahsiyet” hudud ve insâf noktalarını da ihlâl etmek olmaz mı?!.

Öyle tahmîn edilir ki, Bağçeli’nin bu kadar hırçın ve ğalîz hakâretlerinin sebebi, yaklaşan 31 mart mahallî intihabında (seçiminde), ortağı AKP ile yapdığı “Cumhûr ittifâkı” denen şeyin suya düşmesi olmuşdur!. Böyle olunca da, AKP’ye ve başındaki BAŞKAN zâta o kadar içerlemiş ve seçimde uğrayacağı hezîmet o kadar gözünü korkutmuş olmalı ki, gözüne, AKP ve Raiz’ini acem palavrası çapında meddâhînlik yaparak “Tayyib Bey’i desteklemek Kur’an’ın emridir, Şerîat’ın emridir” gibi ayarı kaçık, hakîkatı muhâl lâflar sıkan “Fesli Kadir Bey’i” kestirmişdir!. Onun üzerinden muârızlarına öyle bir çullanmışdır ki, acısını hasta bir adamdan çıkararak sanki gerginliğini teskîn etmişdir!

Adı geçen ziyâret bugün yapılsaydı, Bay Bağçeli’nin buna aksül’ameli belki de hiç olmıyacakdı!. Çünki ortağı AKP ile aralarındaki gelin-kaynana zırıltısı mesâbesindeki dırdır hâllolmuş, “Kutsal, yerli, millî, türkçüsel, cumhursal, atasal,  çıkarsal ve seçimsel hatta bekâsal ittifak” yenibaşdan te’sîs edilmiş, gülücüklü ve sevicikli (!) devreye silbaşdan ve yeniden girilmişdir!.

Politikacıların “mutlak hakîkata” istinadları olmadığı içün, mütelevvin karakter onlarda dâimâ “dominantdır”; ve bunun içündür ki, indî, insiyâkî, izâfî, i’tibârî, enfüsî, hissî, nefsî ve yevmî hareket etmeleri kaçınılmazdır!. Âkil, âmil, kâmil ve nâil olanların, avâm-ı nâsın aksine, politikacıların ağızlarından çıkanlara aslâ bel bağlamaması hikmet-i İslâmiyye muktezâsı bilinmelidir!. Bağçeli, geçmişde de son derece asabî ve (Bozkurt Toteminden gelen bağırgan) bir üslubla ve sağ elini pek hızlı ve sert havaya kaldırarak “Receb Tayyib Erdoğan’dan Cumhurbaşkanı olmaaaz!” diye kürsüleri titretiyordu!. Şimdi ise, Sarây-ı Hümâyûn’un (Başdanışmanı) değilse de, (Başmüdâvimi) oluverdi!. Başmüdâvimlerin, bazan başmüşâvir ve yâverlere, kalın ve ince ayar sözcülere bile emirler sızdırdığı, târîhan da sâbit hakîkatlar cümlesindendir!

Ne gelir elden ki, Osmanlı’dan sonra millet bakiyesi “İngiliz’den kurtulmuş ulusun (!) gene İngiliz güdümlü hâli” kaderinde böyle imiş!

Görene!

 

(Mâba’di var)

İntişârı: 04.12.2018 / 17:15:12

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir