Yehûdîlere “mağdûbi”, nasârâya da “dallîn” kelimeleri ile işâret eden Fâtiha sûresinin son âyetinden ve Bakara Sûresinin nihâyetindeki âyet-i kerîmeden küffâr ü füccâr misillü rahatsızlık duymak da, adı geçen âyetlerin ebedî tehdîdi altında bulunanlarla, aynı dalâlete rızâyı ve binnetice aynı encâm ve âkıbeti paylaşmayı yani muhalled fi’n-nâr olarak âyetlerin aynı muhâtabı olmayı intâc edecekdir…
T.C. Maarif Vekîli denilen “mübâreği!” maarifin başına bütün vantuzlarıyla geçiren ve başvekîlinin bizzat i’tirâfıyla da “iktidâr olup muktedîr olamayan” AKP, bu nevzuhûr (hâşâ min huzûr), “Hoşgörü-dialog mezheb-i vatikânîsine” yataklık yapmanın faturasını, pek feci bir şekilde öderken, en küçük bir merhamete bile lâyık olamayacakdır… Zîrâ müslümanların en kıymetli ve en azîz varlığı ve kıymetler mecmuası, Kelâm-ı Kadîm’in ve Kâinâtın Fahri Aleyhisselâm’ın getirdiği dîn ü şerîatdır ki, bunlarla la’netli yahûdî gibi oynamak, bedâheten sâbitdir ki, ekber-i küfr ü denâetdir… Binâenaleyh, dünyânın her mıntıka-yı memnûasındaki yehûdî-haçlı şebekesinin kadın-erkek nice meczub ve misyonerlerinin plânlı ve maksatlı şişirmeleriyle şöhret putu hâline getirilen “hoşfendi” ve onun “Hoşfendi Diasporası” ile aşne-fişne olmak, körle yatip şaşı kalkma mukârenetinin işbirlikçiliğini en üst seviyede irtikâb etmekdir… Böylelikle AKP, “globalleşme, küreselleşme ve dünyâya açılma” gibi göz küllemelerle, karanlık bir yola sapmış; ve binnetîce, Allâh Azze ve Celle’nin Dînini sulandırıp bulandırma cür’etine kıyâm ederek, “gadab-ı ilâhîyi” da’vet eder olmuşdur ki, bunun netîcelerini de yakında bütün dünyâ ayne’l-yakîn ibretle görecekdir…
DEM-BOKRASİ DEYİNCE, BUGÜN NE ANLAMALI!
Bizim bu satırları, herhangi bir “dem-bokrasi parti pırtısı” adına yazmamız da aslâ düşünülemez. Zîrâ, o dem-bokrasinin “vazgeçilmez unsurları” ya’ni lâzım-ı gayr-ı mufârıkı olarak meydanlarda salma gezen ve olur olmaz her zaman ve mekânda, bir kerecik “Allâh’ın Dîni”deyemeyib bin kere “dem-bokrasi” zikriyle âlûde ve muhtel, vahyin nûru yerine dem-bokrasi parlamentarizminin karanlık ve (serhoş akıl tanrıçasını) “çağdaşlık sanemi” olarak her metre kareye dikmek isteyen, bin yalan ile göz küllemeyi de, amelî mezheblerinin birinci umdeleri hâlinde tatbik eden mevcud partilerin hiçbirisiyle, en küçük alâka bağımızın olmadığı ve olamayacağı îmânı üzerindeyiz…
Global yehûdiyyet, nasrâniyyet ve “hoşgörü-dialog” emperyalizması demek olan istîlâcı dünyâ terörizmi, lokomatif olarak da ABD buştlarının peşine kuyruklanıb, bu “dem-bokrasi” herzesini de yiyerek, âdemoğluna şirin görünecekleri hesâbıyla insanlığı aldatıb oynatmağa devâm etmektedir… Bazı safoş safların, bu noktalarda ne kadar aldatılmaya müheyyâ (salak manzaraları) ile ortaya çıkdıklarını da, pek sık görüb durmakdayız!…
“Dem-bokrasi” denilen şirkin, bugün “Allâh” zikrinin önüne geçirildiği; ve bu şirke aykırılığın, parti pırtıların ve her tür muârız tarafların biribirini suçlamakda en baş ve en mukaddes “şirk âmentüsü” hâline getirildiği de fehmedilirse, felâket ve fâcianın nisbeti, der’akab tesbît edilmiş bulunacakdır…
“Dem-bokrasinin D’sini bile ağıza almanın…” neye bâdî olup hangi küfre müncer olacağını, Ali Haydar Efendi Hazretleri gibi bir Mürşid-i Kâmilden bizzat duyan muhterem zevât-ı kirâma, ki bugün hayatdadırlar, bu îmânî mevzu’ları suâl etmekde nâmütenâhî fâideler vardır!. Hatta, medya borazanlarından Amwaye fitnelerine dahî fetvâ vermekde hevesli parti pırtızan mollacıklara kadar bazıları-tabii delil kabûl buyururlarsa!-“secdeli kâfirlere” değilse de, bu zevât-ı kirâma kemâl-i hayâ ve’l-edeb, vakit fevt etmeden âcilen suâl edebilmelidirler!!!.
DEM-BOKRASİ ZİKRİ, W BUŞLA AYNI ZİKRE DEVÂM DEMEK!
Selefin çizgisini, hayât tarz ve nizâmını, ahlâk ve üslûbunu terkedib megalamoniye tutulanlar, dem-bokrasi seçimlerinden (intihâbâtından), iltihâbât yüzdelerini de, yüzleriyle ve astarlarıyla almamışa benzerler!.. Her 4-5 senede bir, dem-bokrasi kumarına bel bağlayanların yarım asırdır kâr hânelerine bakılacak olursa, havanda su dövmekden başka acaba ne bulunabilecekdir!?. Bir de, muhtelit salonlarda “şov ve etkinlik” yapmış olmak için, aslâ fiilî ve amelî bir aks-i sadâsı görülmeyen “Kur’an ziyâfeti!” dedikleri şeyleri, mücerred sesli mûsikîye inhisâr ve tenzîl etdirerek, hânende dolaştırır gibi de, meşhûr etdikleri hâfızları dolaştırmak… Hele zavallı “müştehât” kızcağızların cıyak cıyak kanalizasyonlarda bağırtılmaları, pek hayâsız kaçıyor…
Allâh Azze ve Celle’nin irâdesi demek olan Şerîat-ı Garrâ-yı Ahmediyye’yi, yaz boz tahtasına çevirib, dem-bokrasi’li makamlar ve dünyâlıklar uğruna bozuk para gibi harcamak isteyenler, hangi klik, şîa, fırka ve parti-pırtı içinde bulunurlarsa bulunsunlar, en az, vatikancı “hoşgörü-dialog hoşfendi diyasporasıyla” aynı yoldan ABD terörizmine çıkarlar!. Her mes’eleye parti-pırtı at gözlüğü ile bakma hastalığına yakalanıb şartlanmış parti-pırtızanlar, istemeseler de, görmeseler de, farketmeseler de…
Parti-pırtılarına rey vermeyenleri “yahudi askeri” i’lân etmekden bile zerre kadar hayâ ve îmân sancısı duyamayan dembokrasi mü’minîni, Buştlar şebekesine zâhirde ne kadar verip veriştirseler de, işte vâkıa budur; ve mızrak ne kadar çuvala sığarsa, bunu da o kadar saklamaya muvaffak olacaklardır!..
Hangi parti-pırtı olursa olsun, değil mi ki “dem-bokrasi” zikri peşindedir, o, “dem-bokrasi” yemiyle insanlığı zehirleyen; ve Afganistan, Çeçenistan, Bosna, Sudan, Filistin, Somali ve Irak gibi nice İslâm coğrafyasını “dem-bokrasya” bombardımanıyla hâk ile yeksân etmek isteyen; (yahudi-haçlı-globalci-hoşgörü ve dialogçu) şebekelerin sergerdesi ABD buştlarının kuyruğundadır; ve onlara rızâlarına binâen de, onlar gibi ( buşist birer terörist)dir vesselâm!…
“-Bunlar demokrat değil, bunlar (demokratör!)”
Diyerek, yeni ta’birler uyduranlar; ve muârızlarının “dembokrasiyi terkgünâhı” işleyerek ne büyük irtidâda düşdüklerini (!) ve asıl dembokratların kendileri olduğunu ısrarla ta’mîme çalışanlar da, şecaât arzederken sirkatlerini söyleyenler sınıfına giren zavallılar olarak belleneceklerdir… Afganistan ve Irak gibi nice memleketin tepesine “demokrasi” diyerek çullanan kâtiller, Avrupa ve Amerika devletleri iken, yani dembokrasiyi kâmil ma’nâda (!) icâd, ihyâ ve ipkâ eden bunlar iken, hem, bu adamların demokrasilerinin, eşkıyâlığın ve kâtilliğin bir vâsıtası olduğunu göreceksin, kaynana zırıltısı gibi vırvır bunu tekrarlayacaksın; hem de, bu mahlûkların îcâdı olan aynı belânın, “en iyisi, hakîkîsi, bozulmamışı, bikri izâle edilmemişi bendedir!” diye horozlanıb duracaksın!!! Dembokrasi, mûcidlerinin ve kuyruklarının elinde olunca onları “demokratör!” yapacak, ama senin elinde olduğu zaman“demokrasi” kalacak ve insanlık seâdet-i dâreyni boylayacak!..
Aman ne seâdet!
Yâhu haçlı keferesinin “hristiyan dembokratlar markasını” taklid ederek “müslüman dembokratlar” mukallidi arkadaşım! O ne menem bir keyfiyetdir ki, adına ve uğruna kanlar akıtılır, soygun ve vurgunlar yapılır, ocaklar söndürülür, kadın ve kızların, kocaları ve babaları önünde ırzına geçilir, hânümânlar yıkılır, çoluk çocuk ana-babasının gözleri önünde katledilib kurşuna dizilir, ortalık bombalarla vîrâneye çevrilir, adamlar kaçırılıb guantanamolarda binbir işkencelerden geçirilir, insanlığın ruhiyyâtı ve asabiyyâtı gerildikçe gerilir ve bulandırılır, sonra da bu karabelâ, ankâ kuşu olup çıkar; ve “müslümanım” diyenlerin siyâsiyyât bağçesinde, üstelik bülbül şakıması olarak kulaklara gece gündüz pompalanır durur…
Aman ne seâdet!
Arkadaşım! Bu asrın ankâkuşu, bu belâdır… “Globalci ve hoşgörü diyalogçu şeytanların” hangisi, o zikrinden geçilmeyen“dembokrasinin”, o âşık olunacak izine, ismine ve resmine ve hele cism ü cânına, dünyânın neresinde rastlamışdır!?.
Vahyin zikrini bırak, “dembokrasiye” tak!
Ne o, her köşebaşına sıvanan siyâset, afvan, poli-tik (moda!) o!.. Göbeğini ve bilmem neyini açmak (moda) olunca oranı buranı aç, çarşaf (moda) olunca çarşafa bürün…
Aman ne seâdet…
REJİM BİÇEN MODA EVLERİ DE, YEHÛDÎ-HAÇLI TEZGÂHIDIR!
Bir zamanlar “cumhûriyyet” moda idi, şimdilerde ise, “sezon ucuzluğu!” yaparak, esnaflar elden çıkarmanın telâşını yaşıyor! Tabii dedelerimizin don modası, daha evvel “meşrûtiyyet” nâmında bir ankâkuşu imiş!. 1908’in 23 temmuz’unu, 27 mayıs gibi bu moda için bayram bile yapmışlar. Nice memleket evlâtları:
“-Bu don modasına göre biçilib dikilen nesne, bana bol gelir, durmaz düşer, mıntıka-yı memnûam meydana çıkar!”
Dedi diye, iplere çekilib sallandırılıvermiş… Bartın Müftüsü Merhûm Muhammed Rif’at Efedi Hazretleri’ni de, İttihad-Terakkî’ci (İT’ci) bir talebesinin “Müftü de İT’çi değil!” ihbârı üzerine, bir kalemde“idâmlıklar” listesine alıvermişler… Ve o târihlerde binlerce idâm sehpâlarında, sallanan sallanana… İnsan canının, bininin bir para etdiği devirler… Ne içün mü?. “Meşrûtiyyet” nâm Ankâ kuşunun “hürriyet, adâlet ve uhuvvet!”den ibâret üç esrarlı tavusvârî kıçüstü kuyruk renkleri içün!.
Sonraları Ankâ kuşumuz, karşımıza “cumhûriyyet” nâmıyla çıkarıldı; ve gene sehpâlar… Canın bini bir para… Hatta hızını alamayan öyle vahşîler ortalıkda uludular ki, Kemahlı Hoca Merhûmu, vefâtından sonra yağlı urgana mahkûm edib, mezârından çıkardılar ve darağacında sallandırdılar… Yanlış okumadınız, merhûm vefât ediyor, sonra hakkında verilen idâm cezâsının infâzı içün mezârından çıkarılıb boynuna urgan geçiriliyor ve darağacına çekiliyor!. Ne adâlet! Hem de mülkün temeli olarak!..
Ankâ kuşumuz, 1950’den beri 4-5 darbeden geçirilse de, yarım asırdır, dökülen bazı kuyruk tüylerini yeniden tavuslaştırmış ve künyesini de“dembokrasi” olarak kazıyıvermişdir!…
Ufukda görünen Ankâ kuşu olarak ise şimdi, bazı hayâlperestler,“yehûdî-haçlı globalizmi ötüşlü bir hoşgörü-diyalog” mahlûkunu, millete, uyuşturucu olarak zerketmenin şeytanlığı peşindedirler… Asıl hedefleri ise, “ılımlı İslâm” denilen İslâm dışı bir İslâm… Yehûdî-haçlı globalizmine itaatkâr, hatta hizmetkâr, sun’î ve uydurma bir dîn… İşte bu “hoşgörü ve diyalog” denilen nesne, bu uydurma dînin teşkîlinde vâsıta ittihâz edilen, vatikânî bir mezheb usûlüdür…
BEY’ U ŞİRÂ’, ZAPETERO İLE TAYYİB-İ MUHTEREM ARASINDA…
“Ilımlı İslâm’ın” teşkîlinde T.C. hükûmetini ise, “medeniyyetler ittifâkı!” nakarâtıyla dolaştırıb kullanıyorlar. ”Zapetero” mu “Sıpadıro” mu nedir, acaba neden onunla“Tayyib” ikilisi seçildi?. Zapetero, son müslümana kadar kesen bir milletin bugün yaşayan başvekîli, Tayyib-i muhterem ise, son ferdine kadar İslâmiyyet’i yasaklanan bir milletin berhayât olan vezîr-i a’zam benzeri, yani o da bu tarafın başvekili!.. Yahûdî-haçlı globalizmi, bu iki el ile, bir devir-teslim tanzîm etmişdir ki, o da, Allâh Azze ve Celle’nin Dînini verib, mukâbilinde “ılımlı nesnenin” alınışı gibi bir alım satım (bey’ u şirâ’) akdidir… Safoşlar da zannediyor ki, biz seçdik, %47’yi buldurub tek başına iktidâr eyledik, öyle ise Tayyib-i muhterem de, bizim adımıza İspanya’ya sefer kılub, kadîm memâlik-i islâmiyyeyi fethede!.
Globalizm, reyleri kanalize etme süper atraksiyonunu, onunla yürütemeyecek olsaydı, ne diye Irak çöllerine varıncaya kadar“dembokrası!” diye yırtınıb dursundu!? Acaba Buşt dünyâsı, kâtil atalarının hayrı içün mü “dağa taşa, çöle çamura” binbir çileyi göze alarak “dembokrasi!” taşıyor!?.
Global şeytanlar, “Dinler İttifâkı!” dedirtib, bu perde altında İslâmiyyet’i de, Endülüsü benzetdikleri gibi benzetecekler ama, safoş gerzeklerin “Bu da fazla çorbacı!” demelerinden çekiniyorlar… Fazla acıtmadan, birden değil de kademe kademe zerkederek… “Dinlerin ittifâkı!” herzesi açıkdan yense, “şeytanlık” hemen sırıtır olub çıkar ve plânlar suya düşer!. Ayrıca bütün beşeriyyet bilir ki, Hakk ile bâtıl, ak ile kara, ne zaman “ittifak” etmişdir!?. “İctimâ-ı zıddeyn” ne zamandan beri mümkin olur hâle gelmiş de, cihânın haberi olmamışdır!?.
Medeniyyetleri dinler doğurur; medeniyyeti din inşâ’ eder. Medeniyyetlerin sebeb-i vücûdu olan dinler ittifâk edemeyecekse; dinlerin inşâ’ etdiği medeniyyetler de bedâheten hiç “ittifâk” edemezler… Dünyâ şeytanları, insanlığın “mantık nâmûsunu” da izâle etmenin peşine düşmüşlerdir…
Hem, intihâr kaçkını Gökalp ırkçısından değilse bile, Efgânîci ve Abduhçu Âkif Bey’in şiirlerinden işine geleni okumakda pek de mâhir görünen Tayyib-i muhterem, Zapetero yârenine de:
“-Medeniyyet dediğin tek dişi kalmış canavar!”
Gibi bir mısrâ’cık fısıldayıverseydi, Sıpadıro birâderinin Qıyâmeti mi kopardı!?. T.C. Başvekîli Beyimiz, Âkif Bey’in kemiklerini “canavarlara!”arzetmekle kalmıyor; “garib gurebâ, fakir fukarâ” dediği milleti de, en az on asırlık târîhi ile canavarların ağzına sokub ziyâfet çekme peşinde görünüyor… Ve yehûdî-haçlı globalizmi, 15 asırdır, bu günlerin rüyâsını görüp her seferinde karabasanla zıplayıp yatağından fırlarken, şimdi küffâr u füccâr olarak bu in’âm ü ihsânlar karşısında mutlaka gözlerine inanamıyordur… Ele bayram, bize mâtem diye mutlaka buna dense gerek…
TEK HEDEF, ALLÂH AZZE VE CELLE’NİN DÎNİNİ YOK ETMEK…
“Ilımlı İslâm” denilen bu uyduruk dîn, Allâh Azze ve Celle’nin Dîni olanDîn-i Celîl-i İslâm’dan nâmütenâhî derecede farklı bir keyfiyete sâhibdir. Birincisi şeytânî aklın mahsûlü iken, ikincisi, doğrudan doğruya vahye müstenid ve 15 asırdır yalınız bütün zarûrat-ı dîniyyesi ile değil, haber-i vâhîd ve ictihadları ile de bir kuyumcu hassasiyyetine muhâtab elmas gibi işlenmiş ve muhâfaza edilmişdir… Bunun içün de, 15 asırdır yehûdî-haçlı şebekelerinin dünyâ hâkimiyyetine gidişde bir türlü bertaraf edemediği, aslâ aşılmaz bir mânia teşkîl etmişdir. Bilhassa, bu Allâh Dîninin, bey’at, üli’l-emr, hükûmet ve cihad gibi zarûrât-ı diniyyeden olan ana temellere sâhib oluşu, müslümanlığın aslâ yok edilemeyişine ve binnetîce, şeytânî cebhenin de dünyâya hâkim olamayışına en büyük sâik bulunmuşdur…
Binâenaleyh, yehûdî-haçlı globalizmi, bu Hakk Dîn olan mutlak hakîkatin yani Müslümanlığın ortadan kaldırılışını, onun da tahrîf, tağyîr ve tebdîlinde görerek; Allâh’ın Dînini sulandırıb bulandırmak yani“ılımlılaştırmak” yoluna girmişdir. Bunun kuvveden fiile çıkarılması içün de, “hoşgörü ve diyalog” nâmındaki bir şeytanlığı peydahlayıb, bâlâda zikri muharrer ser-zevât ve gürûh-ı lâ yüflihûn, bu işin ameleliğine muvazzaf kılınmışlardır…
Aksi halde, bey’at, ülü’l-emr, hükûmet ve cihâd gibi temel esasları ile yaşayan bir dîn, globalizm denen yehûdî-haçlı müstemlekeciliğine târih boyunca nasıl geçit vermemişse, bundan sonra da yine aslâ geçit vermiyecekdir…
TERÖR MEFHÛMU SAPTIRILIYOR
İşte bunun içündür ki, yehûdî-haçlı globalizmi doğrudan doğruya,“hoşgörü-diyalog mezheb-i vatikânîsi” ise, bilvâsıta, bey’at, üli’l-emr, hükûmet ve cihâd gibi 4 ana mefhum başda olmak üzere nice islâmî ıstılahlarla hem lâfzî ve hem de tatbikî plânda boğuşmaya başlamışdır… Bilhassa, zikri muharrer bu 4 ana ve temel esası, gerçek İslâmiyyet’in 15 asırdır devâm eden zarûrât-ı diniyyesinden olarak kabul, tasdîk ve tahsîn eden müslümanlar, dünyânın neresinde olurlarsa olsunlar “terörist”olarak damgalanmak üzere, bu şebekeler tarafından birinci tehdîd ve hedef i’lân edilerek düşman seçilmişlerdir…
Bu cümleden olarak, işgalci ve müstevlî yehûdî-haçlı sürüleri ve onların paralı uşşak ve casusları, kendilerini, “demokrat, hoşgörücü, dialogcu ve daha bilmem neci” olarak dünyâya yutdururken; işgal ve istîlâya uğrayan İslâm coğrafyasının “Dîn ü Devlet ve vatan ü millet” müdâfaası içün silâha sarılan direnişçiler (vatanlarını muhâfazaya çalışanlar) da,“terörist” yaftası ile insanlık vicdânında mahkûm edilmek iblisliğine ma’rûz bırakılmışlardır…
T.C. Başvekîli Tayyib-i Muhteremin, 7 ocakda grubunda yapdığı konuşma, maatteessüf yukarıda arzetdiğimiz hakîkatları aslâ dile getirememiş, (terör) ve (terörist) gibi mefhumları sâdece T.C. hududları içindeki şekliyle ele alarak, dünyâ çapındaki asıl ve korkunç terörizmi izah etmekden, ziyâde korkmuşdur. Gerçi bu hitâbelerinde “korkunun ecele fâidesinin olamayacağı!” noktasında da durmuş; ve muhatablarını tehdid ederek gûyâ sıkıştırmayı tecrübe etmek istemişse de, dünyâ terörizminin bir bütün olduğunu da,kimlerden nasıl korkmaksa, aslâ dile getirememişdir!. Bu dünyâ terörizmi topyekûn ele alınmaz, mazlumlarla zâlimler kat’î hatları ile ortaya konulamazsa, terörizm hakkında kim ne derse desin, o adam samimi bir terör aleyhdârı olduğuna kimseyi inandıramayacak; ve o, mazlumlardan yana olmamanın cezâsını, zâlimlerin ökçeleri altında kalmaya mutlakamahkûm olarak tadacakdır… Zîrâ Sünnetullâh böyledir…
Bugün, dünyâ çapında katliâm yapan yehûdî-haçlı terörizmini görmeze gelib külleyerek, mahallî ve mevziî terörlerle uğraşıyor görünmek, milleti kandırıb aldatmakdan başka bir iş değildir; ve böyle bir keyfiyet samimiyyetsizliğin isbâtı olacağı cihetle, mahalli terör de bundan, daha çok azıp kudurma imkânı bulacakdır!.
Terörizmle mücâdelenin birinci şartı sa mi miy yet dir… Bu samimiyyeti isbât edecek olan şaşmaz mîzân da, dünyâdaki topyekûn terörü görüb, onun tamâmını lâ’netlemekle ortaya çıkarılandır… DTP’li muârızlarına“PKK teröristdir!” dedirtemeyen akıldânelerimiz, acaba:
“-Vatikânî Kardinal ve Buşt sürüleri ve onların kuyruğundaki diyalog keneleri, bunca katliâmın mücrimleri olarak dünyâ çapında en büyük teröristlerdir!”
Diyebiliyorlar mı!?..Aksi halde, “terörle mücâdele!” lâf u güzâfları, grup ictimâ’larında şakşak toplamakdan başka hiçbir neticeyi ortaya koyamaz… Hele “hoşfendi diyaspora cenâhının” Amerikan buştları ağzıyla teröre tel’in yağdırmaları, yehûdî-haçlı yârenleri yanında yer alıb, kardinal külahlı şovlar yapmanın tâ kendisi kabûl edilir; ve ciğerlerindekine kadar bütün damar sistemleriyle meydanda teşhîr edilmeye yarar…
(ma’bâdi var)
(İntişârı: 02.02.2008)