“Hoşgörü-diyalog mezheb-i vatikânîsinin” FBI korumasındaki “Hoşfendi”sine büyük bir vecd ve cezbe derecesinde merbûtiyyet içre bulunanlardan T.C. Maârif Vekîli Hüseyin Çelik, Kur’ân-ı Kerîm’in ba’zı âyetlerinin mekteb kitablarında sansüre tâbi’ tutulması karşısında, dut yemiş bülbül olabilmeyi bile beceremedi!. Mumâileyhin gazetecilerin bu mevzûdaki suallerine verdiği cevâb da, tam “dialogçu ihlâs ve samîmiyyetinin!” vesîkası olarak şöyle:
“ -Ayakda sorulan suallere cevâb vermiyorum!” (1)
Tabiî bu noktada, mantık yerinde duramıyor; ve mefhûm-ı muhâlifinden yola çıkarak, derhal şunu netîce olarak nazara veriyor:
“ -Oturarak veya yatarak sorulan suallere cevâb verebilirim!”
Gazeteci, acabâ “oturalım!” veya “yatalım!” mı deseydi!?
T.C. Maarif Nâzırı Beyfendi Hazretlerinin cevâbı, sâdece bir kaçış değil; aynı zamânda suç üstü ediliş ve en mühimi de, bir suç saklama ıkınışıdır!… Bu da, onun hangi plânın içinde yer aldığını bir kere daha ortaya koymanın isbâtı…
Fâtiha-yı Şerîfe’den, yahudîlere delâleti bütün müfessirlerce ittifâk edilen “el-mağdûbi”; ve nasârâya delâletinde de ittifâk bulunan “dâllîn” kelimelerinin çıkarılarak, meşhur yahûdi tahrifçiliği ile buna el atılışı, fevkal’âde iğrenç ve tel’îni müstelzim meş’um bir cür’etdir… Müslümânların, her gün beş vakit namazlarında, Allâh’ın huzûrunda durup, Cenâb-ı Hakk’dan Fâtiha ve Bakara sûrelerinin son âyetleri ile tam 40 def’a nasıl duâ ve niyazda bulunduklarını, M. Hamdi Efendi Merhûm’un tefsîrinden kelime kelime
takib edelim:
“ -Ey Allâh’ımız! Bizi ni’met verdiğin Şeriat ehli müslümânların yoluna, tarafına, onların cemâatına dâhil buyur; (gadabına) uğrayan yahudîlerin ve (dalâl) içinde kalıp sapıtmış nasrânîlerin (ehl-i salîbin, hristiyanların) gürûhuna, birliğine, topluluğuna aslâ…”
“Hoşgörü-Dialog Mezheb-i Vatikânîsinin Hoşfendi Diasporasını teşkil eden dâhilî ve hâricî meczubları”, bu satırları aslâ okumaz ve görmezlerse de, müslümanlar bu satırları mükerreren okumalı; ve üzerinde ciddî tefekkür etmeğe kendilerini memûr, mecbûr ve mahkûm bilmelidirler…
Allah Azze ve Celle, “ŞARÎAT EHLİ MÜSLÜMANLARIN YOLU” ile, “ALLÂH’IN (GADABINA) UĞRAYAN YAHUDİLERİN, VE (DALÂL) İÇİNDE KALIP SAPITMIŞ NASRÂNÎLERİN GÜRÛHUNA, BİRLİĞİNE VE TOPLULUĞUNA” ÂİD Y O L U, KAT’Î HATLARLA AYIRMIŞ BULUNMAKTADIR… Namaz kılan bir müslüman, her 24 saatde tam 40 def’a, hem de: 1) Abdestli, 2) Kıbleye dönmüş, 3) Ellerini bağlayarak Rabbinin huzûrunda, 4) Ve k ı y â m kıvâmında olduğu halde bu ta’lîm ve terbiyeden geçmektedir…
D e h ş e t…
Dikkat: Kâinâtın Hâlıkı Allâh Azze ve Celle, müslümanları bu ta’lîm ve terbiyeden geçmeğe, her 24 saatde tam 40 def’a kat’iyyen tâbi’ tutarken; “Hoşgörü-Dialog Mezheb-i Vatikânîsinin Hoşfendi Diasporası” ve Küreselci ve (küfeselci), AKP’ci ABD’ci AB’selci, cemci demci dem-bokrasici, parti-pırtıcı ve batı kıbleci, ulusalcı ulumacı kemalist ve layikçi geyikçi gevişçi bilumum müşrik ve müfsid gürûh-ı lâ yüflihûn, Allah Azze ve Celle’yi, Nemrut, Fir’âvn ve Ebû Cehil misillu (tekzîb) edercesine avaz avaz höykürüp durmaktadırlar:
“- Biz, (gadabmış) (dalâlmiş) gibi mefhumları, Fâtihaları değil, tam tersine ve Allah’a da tam tersleşerek (Şerîat ehli müslümanların yolunu) da değil, lâbis-i libâs-ı katrânî papaz ve papaların, kardinallerin, hahamların, patriklerin ve topyekûn yahudi-haçlı şebekelerinin (Avrupa b i r l i ğ i n i ve Avrupa t o p l u l u ğ u n u n y o l u n u ve illüminatili, neo-konlu, evangelistli, masonizmalı ve kabuklu dünyâ şeytanlarının ve onların (hoşgörü ve dialog iblisliğini) nazar-ı i’tibâre alır; ve bu yolda dinimize kadar herşeyimizi, aslımızı, neslimizi, târîhimizi, topyekûn kıymet hükümlerimizi, varlık hikmetimizi ve ruh bünyemizin her türlü yüksek tecellîlerini, namus telâkkîmizin en mahrem nescine kadar her cevher ve özümüzü, gözümüzü kırpmadan, o kabuklular cebhesinin ellerine teslim etmekde zerre kadar tereddüd bile etmeyiz…”
İşte, yahudi tahrif ve tağyirciliği ile Fâtiha-yı şerîfenin son âyetindeki (el-mağdûbi) ve (dâllîn) ve Bakara Sûre-i celîlesinin son kelimeleri ile ortaya konan hüküm ve ma’nâlar ile kimlerin çanına ot tıkanmışdır; ve çanına ot tıkananların yalakaları da, bundan, patronları hesâbına ne kadar rahatsızdırlar; ve etek öperek göze girmek ve bunun için de nasıl hizmete âmâde olduklarını isbât etmek üzere, neleri, hangi rezâletleri irtikâbdan çekinmezler, işte bütün bunlar, dünyânın gözü önünde, yukarıda arzedildiği gibi apaçık vesîkalara raptedilebilmektedir…
Bütün bu uğraşmaların ve şeytânî planların vardırılacağı topyekûn ve en umûmî netîcetü’n-netîce, bir tek cümle ile, Allâh Azze ve Celle indinde mutlak Hakk Dîn olan İslâmiyyet’in, yeryüzünden tasfiyesi iblisliğidir…
Bir insan hem “müslümanım” diyecek; ve hem de, bu Kur’an-ı Kerîm’in ma’nâ, hüküm ve haberlerinde tahrîf, tağyîr ve tebdîl gibi aşşağılığın dibinin dibi bir tablo karşısında, hâlâ:
“-Hoşgörü-dialog pisliği yiyen hoşfendi diasporasının, ben, şakşakçısı ve îmân edicisiyim!..”
Diyebilecekdir…
Evet, dehşet…
Ve yine bir mahlûk, hem “müslümanım” diyecek, ve hem de bütün müslümânların, her yatsı namazından sonra:
“ -…kâfirler gürûhu üzerine bize nusret ihsân et, maddeten ve ma’nen Hakk’ı müdâfaada ve i’lâ-yı kelîmede bizi gâlib ve muzaffer eyle…” (2)
Diye duâ, niyâz ve tadarrûda bulunarak, yalvarıp yakarışından da rahatsız olup, bu satırlarla ortaya konulan Rabbânî hüküm ve ma’nanın ortadan kaldırılması iblisliğini irtikâb edebilecek; veya, bu şenâat ve denâata bulaşan gâfil ve hâinlere tarafgirlik içinde olabilecekdir!… Zehi dalâlet, zehi ihânet ve zehi rezâlet…
T.C. Maârifinin başındaki ve onun da başındaki ve onun da…. tâ ABD Pensilvania’sına, oradan da Vatikan’a, buradan da muharref İncil Nasrâniyyetine ve oradan da bu Nasrâniyyetin de üzerinde bulunan muharref Tevrat ve topyekûn Eski Ahid yahûdiliğine kadar uzanan kumanda silsilesi üzerindeki (ser-zevâtın), ne kadar ekber yaraları vardır ki, adı geçen âyet veya o âyetlerdeki kelimelerden bu kadar azîm bir gocunmanın içine girmiş bulunmaktadırlar!.. Hayır, belki de en doğrusu, vahiyle sâbit yegâne mutlak KİTÂB Kur’ân-ı Hakîm hakîkatı karşısında, kırmızı görmüş İspanyol öküzü gibi kan beyinlerine sıçramaktadır!!!…
Burada hemen tasrîhi elzemdir ki, Kelâm-ı Kadîm, bâlâda tâdât etdiğimiz bu kumanda silsilesinin en tepesindeki yehûdiyyeti, bilhassa “lâ’netlemekde”; ve yine yahûdileri, müşriklerden evvel zikrederek “müslümanların en büyük düşmanı”olarak beyân buyurmaktadır… Zirâ yahûdiyyetin en fârık ve bâriz vasfı, evvelen: “Mutlak Hakk ve Hakîkatı” ortaya koyan vahyi yani Allah Azze ve Celle’nin indirdiği kitabları, tağyir, tahrif ve tebdil etmek; sâniyen, buna binâen de Allâh Azze ve Celle’ye iftirâlar savurmak; sâlisen, Hakk Dînin sâdık mübelliğleri olan binlerce enbiyâ-yı kirâm aleyhimüsselam hazerâtını da, bir kısmıyla inkâr, bir kısmıyla da yalan ve iftirâlarla hayâsızca karalamak; ve bir kısmını da en hunharca ve alçakça kıtâlen şehîd etmek olmuşdur…
İşte bütün bu şenâatlara binâendir ki, yahûdiyyetin ve bunun masonizmaya kadar varan mimarları olan yahûdilerin, Allah Azze ve Celle’nin “GADABI” altında oldukları, HAKK DÎNİN ALLÂH KELÂMI OLAN KİTÂBINDAKİ Fâtiha Sûresinin son âyeti ile cihâna apaçık beyân buyurulmuşdur…
Nasrâniyyet de, yine yahûdinin, tahrif , tağyir ve tebdili ile, İslâmiyyet’in ve O’nun Îsâ Aleyhisselâm elindeki Şerîatının, yamultulup saptırılması ve çarpıtılması ile ortaya çıkmış, bâtıl, yani beşer zihninin el atdığı, indîlik, nisbîlik, keyfîlik, hevâîlik ve felsefîliklerle telbîs edilerek “ılımlılaştırılmış!” yani sulandırılmış; ve bütün bunlara binâendir ki, vahiyle alâkası kalmamış, beşerî ve mecâzî ma’nâda bir dindir…
Ancak yahûdi, Îsâ Aleyhisselâm ile Peygamberler Peygamberi ve gerçek Tevrat-ı Şerif’de ism-i şerîfi AHYED, gerçek İncil-i Şerif’de ism-i şerîfi AHMED ve Allâh Azze ve Celle’nin son Kitâbında ise ism-i şerîfi MU…… olan (alâ ekmelü’t-tehâyâ sallallâhü aleyhi ve sellem)i yani SON RASÛL’ü, peygamber değil, (hâşâ ve kellâ) yalancı peygamber olarak tanımaktadır… Dolayısıyla yahûdiyyet, İncil-i şerîfin de, ne hakîkisini ve ne de vahiy dışı ve beşer derlemesi nüshalarını tanıyor; ve ne de, mutlak vahiy olan Kur’ân-ı Kerîm’i… Üstelik nasrâniyyet ise, yahûdiyyete âid bütün mukaddes kitabları, kendi kitabları olarak ilâhî kitablar cümlesinden addetmektedir… Bu da, nasrânîler nazarında yahûdiyyet ve yahûdilere bir imtiyaz kazandırırken; yahûdîler nazarında nasrânîler ise, hâşâ yalancı bir peygamberin peşindeki sapık ve aldanmışlar sürüsü!!!…
Mûsâ ve Îsâ Aleyhimesselâmın ikisinin de, İsrâiloğullarına gönderildikleri, islâmî mutlak bir hakîkat olduğuna göre, Mûsâ Aleyhisselâmdan sonra sapıtarak Müslümanlıkdan yahûdiyyete inkılâbeden bu kavim, elindeki bu beşerîleştirilmiş bozuk ve mecâzî ma’nâdaki dinin Îsâ Aleyhisselâm tarafından reddedilip, yerine, Müslümanlığın yeniden ikâme edilişine şiddetle muhâlefet etmiş; ve dalâl ve sapıklığını gûyâ ketmetmek içün de, Îsâ Aleyhisselâm’ı tekzîb ederek (yalanlayarak) ademe mahkûm etmek istemişdir… Yahûdiyyet, aynı dalâlet ve denâeti, Son Peygamber ve Kur’ân-ı Kadîm içün de aynen irtikâb edecekdir…
(Mâba’di var)
(İntişârı: 01.12.2007)