Hz. Muâviye’ye Karşı Bay Râif Ogan İnsâf ü Edeb!
20 Eylül 2018
Ölüm Herkesi Öldürür; Hiç Kimse Ölümü Öldüremez!
11 Kasım 2018

TÜRKÜN 1000 YILLIK YAZISINI YASAKLAMAK, ONUN DÎNİNİ, GEÇMİŞİNİ (VARLIĞINI) YASAKLAMAKDIR!

Ahmed SELÂMÎ (Dağistânî)

 

Türk’ün 1000 yıllık “Elif-Bâ”lı yazısı (1/Kasım/1928)de kaldırıldı ve yasaklandı. Yerine de “Lâtin Alfabeta’sı” çakıldı. Böylece Cihan târîhinde benzerine rastlanmıyan cinsden bir “soykırım” irtikâb edilmişdir. Bu soykırımın, 1000 yıllık Dine, onun bütün ilmî müktesebâtına, Türk edebiyyâtına; câmiler, vakıflar, kabristanlar ve buralardaki kitâbelere, resmî devlet arşiv, vesâik ve evrakına, Müslüman Türk harsiyatına; ve on asırlık ma’nevî hayâta ve toprak altındaki milyarlarca Müslüman Türk’e karşı yapıldığı düşünülürse, Anadolu’da kanı akıtılan 500.000 Müslümanın imhâsı, pek küçük kalacakdır…

Fâlih Rıfkı kitabında “1919-22 arasındaki Yunan Harbinde Anadolu’da yarım milyon kişinin” canına okunduğunu yazar ki ifâdesi şöyledir:

“İrticâ’ ile boğuşmanın istilâyı söküp atmakdan daha lâzım ve zor olduğunu belirtmek isteriz. Kurtuluş savaşındaki (10 bin) can kaybının 50 kat fazlasını irtica ile savaşta verildiğini hatırlatmak gerekir. (..) ” (Kaynak Falih Rıfkı Atay Eski Saat, S. 330)

Kamal Paşanın da Şekerbank “Çocuk Mecmuasının” geçmiş sayılarının birinde, Mısır’dan gelib orada da Paşa’nın inkılap yapmasını istiyen hey’ete: “Kellesi alınacak 500.000 kişilerinin olub olmadığını” sorduğu yazılıdır!

Demek ki Anadolu’da 500.000 kişinin kellesinin alındığında bir mutâbakât mevcuddur…

Yapılan devrim adındaki “değişim ve dönüşüm” hareketlerinin, 1000 yıllık “Müslüman bir Millet” yerine, “Pozitivist-Seküler-Lâyık-Ateist ve Ataist” ve haçlı Bâtıl Batı dümen suyunda bir “ulus” peydahlamak olduğunda, dünyanın bile aslâ bir şübhesinin olmadığı ma’lûmdur. Bunda, Lozan’ın gizli maddelerinin ve o zamanki patron İngiliz-Yahudi parmağı ve  diktesinin ve onların aşığı bazı Türk idârecilerinin ne kadar rolü olduğu, ilerideki yıllarda mutlaka çok sarih olarak tevsîk edilecekdir…

Osmanlının son devirleri ile meşrûtiyet ve bilhassa cumhûriyet şemsiyesi, bütün bu kendi kendisi dışına sürüklenerek Batılı olma ve en azından ona benzeme ve onu taklid ile alâkalı her şeyin icrâsında ana mihrâk noktası ve koruyucu hatta taarruz merkezi yapılmış; ve bütün din zıdlığı ve muhâlifliği bu dokunulmaz yapılan tabulaşmış Fransız ihrâcı ideolojinin diktası altında “anti-islâmizm” olarak şiddetle yürütülmüşdür…

Cumhûriyet, bilhassa üç ana hedefi ele geçirmek içün son derece başına buyruk; ve içeriyi zerre kadar adam yerine koymayıb onlara forsa gözüyle bakarak; ve dışarıyı ise tanrı derecesinde tapılmaya lâyık bir makâm görerek  “Değiştirme, yasaklama ve yok etme” hücûmuna geçmişdir:

1) Hılâfet’in kaldırılması… Böylece İslâmiyyet kendi kendisi olarak devamdan mutlak olarak men edilecek; Haçlı Bâtıl Batı’nın gözünde nasıl görülmek ve ne kadar ehlîleştirilib muti’ ve münkâd yapılmak isteniyorsa; ve ne kadar amme hayâtından çekilib ma’bed ve vicdanlara kilitlenmesi hedefleniyorsa, o hâle döndürülmek üzere şiddetin en ağırı bile olsa tatbik edilerek, bu manzaraya kavuşturulacakdır…

2) Elifbâ yerine Lâtin harfleri (alfabeta’sı) ikâme edilecek… Böylece de 1000 yıllık Müslüman Türk MİLLETİNE âid şahsiyet ve varlık kökünden koparılarak, ortaya yüzde yüz sun’î bir (ULUS) çakılacak; ve bu BÖLÜCÜLÜKLE ortaya çıkan 2 taraf, biribirinin can hasmı olarak yekdiğerini yiyib bitirecek; netîcede, Anadolu (1000) yıllık milletden boşaltılarak, Kadîm yunan ideallerine âmâde esirleri (ulusu) ile, “Megalo idea” tahakkuk imkânı bulacakdır…

3) Âile hayâtının iflâsı… Millet olunduğu zamanın muhkem, ahengdâr ve dağılmaz yapısından, Haçlı Bâtıl Batı “norm ve standartlarına” zorlanarak, büsbütün dağılan, çözülen, “şiddetin” hakimiyyetinde, pespâyeliğin parmaklarında, âidiyyet iflâsının ibtizâlinde, “İsviçre kilise nikâhının” pamuk ipliğinde, boşanmaları her an patlamaya müheyya el bombası gibi elde ve dilde hazır bir  çukurlaşmaya sürükleniş… Millet zamanının âilesi gidib, yerine, Haçlı Bâtıl Batı özentisi ile gelen ve ne Haçlı’dakine ve ne de eskisine benziyen, ucûbe ve köksüz bir âile “patalojisi” veya “sahte para kadar geçerli” bir nesne…

İşte bu üç ana cebhede, bu millet kaybetdi; ve “Beyaz Türkler” denilen Haçlı Bâtıl Batı tezgâhlarında îmâl edilmiş bir (ulus), bu memlekete, Haçlıların ileri karakolu olarak çakıldı…

Asıl mevzuumuz, bâlâdaki 2. Madde ile ortaya konulan ve milleti yok etmede en müessir âmillerden biri bulunan Lâtin yazısının verdiği zarardır. Lâtin Frengi yazısının memlekete zorla dayatılması, aklı başındaki millet evlâdı tarafından istikbâl bırakmıyan bir hâl, mazîyi katleden bir sâik olarak görüldü…

Bugünki azgın bir takım din düşmanı “İslâmsız Devrim yobazlarının” 3-5 gündür ortaya koyduğu mücerred tuğyankâr “kuduru ve çıldırıları”, eski zorbalıklarının artık pörsümüş oluşuna; ve buna bağlı olarak da mağlûbiyyet acısına bağlanabilir… Bazı kolu kanadıkırık ve çenesi yamuk, hatta Feto-Toto ve Foto’su sapık, cadaloz ve kaşerlenmiş madamların tv ekranlarında dağıtıb tepinmeleri, kudurmaları ve heyheylenmelerinin ana sâiki de budur!.

Lâtin yazısının (alfabeta’sının) doğuracağı korkunç netîceleri, Büyük Allâme Şeyhülislâm Merhûm Mustafa Sabri Efendi Hazretleri bir makâlesinde şöyle dile getirmektedir:

“Yeni harflerin adını türk harfleri koydular. Evvelkiler Arab harfleri olduğundan Türk harfi olamazmış! Lâtin harfi bir gün içinde Türk harfi oluyor da, Türkün 1000 senedir kullandığı Arab harfi Türk harfi olamıyor!. Besbelli, Türk’e Arab kadar yabancı yok! Arab’dan başka her milletin her şeyini, bugünün Türk milleti benimsiyebiliyor!”

Dünya târihinde, herhangi bir milletin lisânına böylesine kör bir tapa vurulduğu gösterilemez. Türk’ün, 1000 yıl kullanarak varlık ve medeniyyetinde onu evc-i bâlâsına çıkarak yazı “Türk yazısı olamıyor” amma, Haçlı Bâtıl Batı’dan alınan Lâtin yazısı 1 tek gün içinde “Yeni TÜRK YAZISI” oluveriyormuş!.

1000 yılda ve 1000 cihetde yazılan binbir kıymetli eser ve kütübhâneler de, ateşe verilerek yakılıb YOK EDİLME derecesinde ortadan kaldırılıb ademe mahkûm edilmiş; ve 1000 yıllık “Kazanımlar”=başdöndüren san’at, kazanç, terâküm, medeniyyet, eserler, müktesebât ve hulâsa varlık, bıçakla kesilmiş gibi milletin hayatından koparılıb alınmış ve atılmışdır…

İşte Anadolu izmihlâlinin en ana üç temelinden birisi budur.

Merhûm’un makâlesine devam edelim:

“Geçenlerde İstanbul gazetelerinden biri ilk sahîfesine yeni harflerle şu şiiri yazmışdı:

Yeni harfler ola kutlu,

Türkler içün bu ne mutlu.

Bir el geldi bize “Rabb”den;

Halâs olduk biz Arab’dan…

Yalanın, hayâsızlığın en büyüğü, Türk’ü Arab’dan halâs eden elin, “Rabb”dan gelmiş olduğunu söylemelerindedir. Arab’dan halâs olub kendi benliklerine kavuşdukları da yok ya.. LÂTİNLEŞİYORLAR. Daha doğrusu benlikleri yok ki onu bulsunlar!. Benliği olan millet bütün kütübhânelerindeki âsârını okunmamaya mahkûm etdikden başka, vükelâsına ve meb’uslarına şâmil olmak üzere ne kadar okumuş, yazmış kısmı varsa hepsi birlikde yeniden (elifbâ)dan başlamağa muhtâc birer ümmî hâline gelmeği kabûl eder mi? Benliği olan millet, mâzîye âid ilim ve maarifini inkâr ederek onlarla âşinâlığı kesmek şöyle dursun, en küçük bir millî âdetini tağyîr ve tahkîre cür’et eden ricâl-i hükûmeti ayağının altında ezer. Türklük’den istifâm’dan yani mufassal esbâb-ı mu’cibesiyle yazdığım manzûmemden dolayı bana “Milliyetini tahkîr etdi” diyenler, bil’akis, benim o manzûme ile milletini tahkîr edenleri tahkîr etdiğimden gafletle, kendi gabâvetlerini meydana koydular. Benliğine sâhib olan millet, elinde bulunan yazısının, o yazı ile âsâr bırakan eslâfının, ulemâsının, şuerâsının nâmdâr hattadlarının HİÇE SAYILMASINA tehammül edemez.”

Bu satırlarla, yazı değişikliği ile, milletin kendi benliğinden çıkıb, bir başka ırkların veya kavimlerin kopyası yapılmaya çalışıldığı, bütün vehâmetiyle dile getirilmektedir. Bir takım Beyaz Türklerle, yani ulusallamacı köksüzlerle ve Yamuk-ray veznindeki Yıldıray ve Saydıray cinsi nevzuhur ve sâbık “ihlasçıların”; ve ham softa kaba yobaz tıynetsizlerin, Merhûm’un “Türklükden istifa ediyorum” serlevhalı manzûmesine it gibi diş göstermeleri de, bir tek cümle ile Osmanlı tokadı misüllü karşılığını almışdır; ve artık kabaları üzerine de oturuvermiş olmaları iktizâ edecekdir!. Ehemmiyetine binâen, müfterî, şerefsiz ve haysiyetsiz heriflerin topuna da, Anadolu yiğidi ve bu toprakların sâhibi Merhûm Mustafa Sabri Efendi Hazretlerinin bu cevâbını tekrar okutacağız:

“Türklük’den istifâm’dan yani mufassal esbâb-ı mu’cibesiyle yazdığım manzûmemden dolayı bana “Milliyetini tahkîr etdi” diyenler, bil’akis, benim o manzûme ile milletini tahkîr edenleri tahkîr etdiğimden gafletle, kendi gabâvetlerini meydana koydular.”

Merhûm Şeyhülislâm gibi özbeöz Anadolu evlâdı olanlara “Milliyetsizlik” isnâd ve iftirâsı, son asır resmî târihinde  nice soysuzlar tarafından çok iğrenç mikyasda kullanılmışdır…

Merhum’dan okuyalım:

“Yine İstanbul gazetelerinde yeni Türk ukalâsından birinin yazdığına nazaran Türkiya’da okuyub yazma bilenler, ekalliyetde olduğu cihetle okuma-yazma inkılâbının müşkîlâtını his edenler bu ekalliyetden ibâret olacakmış. Öte tarafdaki ekseriyet, eskisini öğreneceğine yenisini öğrenir, ve öğrenilmişden bir şey gâib etmezmiş……. İpin ucunu gâib eden ve ipliği pazara çıkan  inkilap memleketinde, hangi kıymetin BEKÂSINA İ’TİMÂD OLUNABİLİR?!”………………………….

……Yeni Türk’ün Arab’a adâveti, dîn düşmanlığından başka bir şey değildir. İşte ancak bu his ile Lâtin harfine “Türk Harfi” gibi sarıldılar. “Arab harfi olmasın da ne olursa olsun; ve her ne müşkîlât ve zâyiât pahasına olursa olsun!” dediler. Görmüyor musunuz, Ankara Reis-i cumhuru, “îcâb ederse bu uğurda bizzat KURBAN gitmeyi bile göze aldığını” söyledi.”

Demek ki, mes’ele son derece ciddî; ve (proje), dünyâ çapında ehemmiyeti hâizdir…

……………………………………….

Merhûm devam buyururlar:

“Mahzâ Dîn-i İslâm’a ve lisân-ı Arab’a adâvetlerinden nâşî, bizim de kendilerine evvel ve âhir adüvv-i ekber olacağımızı Ankara çılgınlarının iyi bilmesi lâzım gelir. Ve onlar bilmezse, her aklı başında olan insan bilir ki, Arab’ın yazısını atmakla iş bitmez. Yazı, lisana uzakdan taallûk eden bir vâsıtadır. Lisânı, asıl, kelimeler teşkîl eder. Türk lisânının en çok kelimâtı ise Arabça’dır. Arab’dan halâs olmak içün, bunları Türk lisânından çıkarmak lâzım gelir. Halbuki o zaman Türkçe lisan kalmaz. Tamâmen iflâs eder. Ve Türkler içün NUTUK MÜTEAZZİR olur.”

Nutuk nâm kamalist mukaddes kitâbının anlaşılması, imkânsız olur deniliyor!

Bugünün kamalist Beyaz Türkleri, kendi kendilerini bile o kadar inkâr çukuruna düşürmüşlerdir ki, ellerinde, tek nüshadan ibâret, kendi kendisi olan NUTUKLARI bile yokdur; pespâyelikden suratlarına bile bakılamaz haldedirler… Terceme, sâdeleştirme ve bilmem ne adı altında Nutuk’daki ifâdeler öylesine savruk-kavruk hâle getirilmiş; ve ortaya öyle bir Nutuk “enflasyonu ve ticâreti hatta istismârı” da çıkarılmışdır ki, ma’nâlar çarpıtılmış; ve Nutuk, anlaşılır hâlde olmakdan alabildiğine uzaklaştırılmışdır. Nutuk sâdeleştirilmeleri tam bir rezâlet hâline getirilerek, gûyâ tapıyor görünerek istismâr etdikleri Kamal Paşa’yı, “ahmak dost keyfiyetsizliği”  ile, bir nevi, bizzat kendileri  yok etmişlerdir…

Merhûm buyuruyor ki:

“Demek ki Arab’dan kurtulmak istiyen Türk, dinsizlikle berâber dilsiz kalmayı da göze almadıkça bu işi boşa çıkaramaz. “Arabça ve Acemce kelimeleri kullana kullana Türkçe’mize mâl etdik!” diyemezler… Çünki kullanmakla Türk’e mâlolsa, YAZI MÂL olur ve “Arab yazısı” diyerek istiskâle ma’rûz kalmazdı. Evet, “Yazıyı atdık ve Arab’dan halâs olduk” demekle olmaz. Bugün elimizdeki Türkçe, yarıdan fazla terkîbâtını Arabça’ya medyundur. Bu borçları vermeli, ondan sonra Arab’a böbürlenmelidir…

Hâlâ başdan ayağa kadar Türk isimlerinin yüzde doksanı Arabça’nın malıdır. Onları vermeden nereye gidiyorsunuz?

Ey, Ni’met ve hakîkat kâfirleri! Ciddî bir tasfiye-i münâsebet yapılacaksa, evvelâ Arabça’dan kurtulmak istiyenlerin serg.rdesiyle hesâb görmeli. Arabça, nesi varsa sıyırıb atılmalı.. O zaman göreceksiniz ki, ne “Gâzî” kalmış, ne “reis-i cumhur”, hatta ne, “Mustafa Kemal!!!” (Yarın Gazetesi, 15 R.Âhır.13471928/ Gümülcine/ 29. Sayı)

Hakîkât apaçık ortada. İlâveye lüzum kalmamış. Ne Türk kalabilmiş ve ne de Lâtin olabılmiş, böylece de TAKLİDÇİ maymunluklarının mükâfâtını bir türlü alamamış “ulusallamacı” Beyaz’lar, bugün düşdükleri çukurdan bakalım ebediyyen çıkabilecekler mi!?

Onların başına gelenlerden bugünün Tayyibist “Değişim-dönüşümcüleri”; “İslam Güncellenmelidir” deyici din beğenmezleri; “İctihadlar değiştirilmelidir” nânesi yiyici mezhebsiz ve imamsızları;“Dört hakk din vardır” laf u güzâfları üzerinden diyalog  özenicileri; “14-15 asır evvelki hükümleri kalkıb bugün uygulayamazsın” diyen din reddedici ve bâtıla batıcıları; “Sünnîlik İslâm coğrafyasını tehdid ediyor” diyen iftirâcıları da, o karanlık seleflerinin hâllerinden İBRET alamadıkları içün, elbetde tarih tekerrür etmiye devam edecekdir!!!..

Böylece, Allâh Azze ve Celle’yi karşısına alanların topu da, ebedî mes’ûliyyeti   olan bir Hesab Günü’ne doğru, herkes gibi sâniye sâniye yaklaşacaklar; mecbûrî bir sürüklenişin dışına da, ne kadar uğraşsalar çıkamıyacaklardır!

 

İntişârı: 03.11.2018 / 12:55:06 (tt)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir