B. Anadolu gazetesinde “Kerbelâ Fâciası” serlevhasıyla intişâr eden serî yazınızın 28 ve 29 Şubat 1972 târihlerinde çıkan kısımlarını okuduk. Ba’zı satırlarınızı, mukaddesâtımıza saplanan hançer mesâbesinde telakkî etmememize imkân bırakmadınız!.
Bay M. Râif OGAN!
Şunu hemen çok iyi biliniz ki, samimî bir sünnet ehli müslümanı, hiçbir sahâbîye seb ve şetmetmez, küfretmez, sövmez, hakâret etmez ve aslâ iftirâ etmez. İşte esefle kaydedelim ki, siz ise Büyük Sahâbî Hazret-i Muâviye Radıyallâhu Anh Hazretlerine, zerre kadar sıkılmadan bu edilmiyeceklerin topunu birden etdiniz.
Rasûl-i Ekrem Aleyhisselâm’ı seven, O’nun “sevin” dediğini sever, “sevmeyin” dediğini de aslâ sevmez/sevemez… Ashâbı seven, O’nu sevdiği içün sever; ashâbı bevmiyen de, O’nu sevmediği içün sevmez/sevemez… 14 asırlık değişmez kânun budur!
Siz, Hazret-i Muâviye’yi sevmiyebilirsiniz; iddialı bir şiî ve bir alevî vatandaş kadar düşman da olabilirsiniz. Hattâ, müteveffâ Şemseddin Yeşil gibi: “Şam vâlisiyle ölünceye kadar mücâdele edeceğim” yollu ilân-ı harb fermanları da çıkarabilirsiniz! Ama, size âid olan mekânda… Kendi dâireniz içinde… Buna kimse ses çıkarmaz. Fakat te’sîri bütün dünyâya açık gazete gibi bir vâsıta ile buna tevessülünüz hâlinde, iş değişir. Böylece aleniyyete dökülen bed sedânızı, sarp ve yalçın kayalara çarparak geri dönen aks-i sedâ olarak duymak ve biraz da irkilmek zorunda kalırsınız! Biliniz ki suç ve aks-i sadâ, sadânızın; sadânız ise sizin eserinizdir…
Bay R. OGAN!
Hazret-i Muâviye’ye (Radıyallâhu Anh) edilmeyecekleri etdiniz. Hesâb etmeliydiniz ki O Büyük Sahâbî, geçmiş ve geleceğiyle milyarlarca sünnet ehli müslümanın mukaddesâtından bir parçadır. Mukaddes sahâbîler, yüce Allâh Nizâmı İslâm’ın temelini, canlarıyla, mallarıyla, tâ İstanbul önlerinde kopan başlarıyla, kollarıyla, bacaklarıyla, ter, gözyaşı ve oluk oluk akıtdıkları kanlarıyla yoğurdukları harçla atsınlar ve bize devretsinler; sonra da biz, onlara edilmiyecekleri eden Râif OGAN karşısında susalım! Bu mümkün müdür? Bu, ehl-i sünnetin Îmân, İslâm ve nâmus anlayışının dışında bulunuyor…
MADDE 1- “Hissiz ve merhametsiz”
Yalan ve som iftirâ. Hisli ve merhametli…
MADDE 2- “Desîsekâr”
Yalan ve katı iftirâ. Desîsekârlıkla alâkası yokdu…
MADDE 3- “Makâmı için hiçbir cinâyeti irtikâbdan çekinmez.”
Yalan ve su katılmadık iftirâ. Alâkası yokdu…
MADDE 4- “Şüphelendiği kimseleri öldürmekten çekinmez.”
Yalan ve iftirânın bayağısı. Bu kadar iftirâ olamaz, zerre kadar alâkası yok!
MADDE 5- “Siyâseti muhâliflerini yok etmek idi.”
Kimsenin inanamayacağı bir yalan ve iftirâ. Bunun da alâka noktası sıfır…
MADDE 6- “Hz. Hasan’ı zehirletdi.”
Pek iri ve insanlığı gaseyân etdiren bir yalan ve iftirâ. Zerre miskâl alâka bağı yok.
MADDE 7- “Hucr bin Addi katletdirdi.”
Alâka noktası yalan ve iftirâdan ibâret…
MADDE 8- “Melik Esteri öldürtdü.”
Zerre kadar alâkası yok, şii düzmesi…
MADDE 9- “Abdurrahman’ı zehirletdi.”
Alâka bağı yalan ve som iftirâ!. Acem palavrası…
MADDE 10- “Sözünde durmayıcı.”
Bu da yalan ve iftirâ çıkını… Muârızı bulunan ahlâksızların uydurması…
MADDE 11- “Tutduğu siyâset MAKYAVEL istibdâdına uygun.”
Mücessem bir yalan ve iftirâ. Edeb yoksulu… Tam bir şia uydurması!
MADDE 12- “Bağî.”
Mükemmel bir yalan ve mülevves bir iftirâ! Rafızî iftirâsı…
MADDE 13- “İsyâncı.”
İsyân derecesinde yalan ve iftirâ… İslâmsız acemistan düzmesi…
MADDE 14- “Bağy ve isyânının ise, BİZİM BİLGİN GEÇİNEN MÜTEASSIBLARIN BUYURDUKLARI GİBİ İCTİHÂD DEĞİL, tamâmıyla hânedan riyâsetinin te’mîni maksadıyla tutulmuş bir dünyâ siyâseti olduğunu söylemekten de vazgeçemem.”
(İctihad) olduğunu beyân eden nice müctehid, müceddîd, müfessir, muhaddis, fakîh ve târihçiye kadar uzanan ve kulaç ölçüsü içinde vücûd bulucu bir dile âid yalan ve iftirâ… Mücessem bir mezhebsiz ve râfızî herzesi…
VE DEHŞET VE CİNNET MADDESİ:
MADDE 15- “İsmet yâni kusur ve günâhlardan korunmuş bulunmak sıfatı, ancak Resûlü Ekrem (S.S.)de mevcut ve müstehakk’dır. (Ondan gayrı, sıfat ve derecesi ne olursa olsun) hiç bir ferd kusur ve noksandan arınmış değildir. Bu sebeble târihî şahsiyyetlerin tenkîd ve muâhezeleri de normâldir.”
Değildir, anormâldir. Bu 15 nci maddeniz cihânın ismetine uzanıcı bir günâh mahsûlü olarak fâciadır… Peygamberimiz İbrâhim, Mûsâ, Îsâ, Âdem ve Nûh Aleyhimüsselâm ismetsiz miydiler? Bu peygamberân-ı ızâm Hazerâtı arasında gelmiş onbinlercesi de dâhil nice Peygamberân ismetsiz miydi? Değildi. Hepsi de tam ismet sâhibi idi. Size iptidâîde peygamberlerin sıfatlarını ezberletmediler mi? Bu ne kadar cinnetlik ve müthiş bir ismetsizlik isnâdıdır?
Artık bütün sıraladığımız şu maddeler, hakkınızda bu 15 nci maddeden hâsıl olacak zarûrî bir ilmin ve itimâdın ışığında derhâl halledilme imkânı da bulabilecekdir…
MADDE 16- “Muâviye’nin İslâm’a yaptığı kötülükler.”
Bu da yalan ve iftirâ…
Bay Râif OGAN!
14 asır evvel en üst kademe arasında cereyân eden hâdiseleri, sizin gibi (veya benim gibi) en alt kademeden birinin, hıristiyânî 1972 Şubat’ında yeniden fırınlayıp öne sürmesinin faydası nedir? Böyle yapmakla hangi ihtilâfın önünü alıp İslâmiyyet’e hizmet etdiğinizi sanıyorsunuz?! 10 Muharrem Hazret-i Muâviye’ye sövmek panayırı mıdır? Komünistlere, siyonistlere, ataistlere, bilmem ne “istlere” saklasanız o buğz, adâvet, kin, hased ve bilmem nelerinizi, Müslümanlık’a birazcık yaklaşmış olmaz mısınız?
MADDE 1) Hz. Muâviye, Kur’ân-ı Kerîm’deki sahâbîlerle alâkalı âyetlerin şümûlü dışında mıdır? O, sıkılmadan sıraladığınız sıfat ve hallerin sâhibi olsaydı, Cenâb-ı Hakk “Muâviye hariç” diyemez miydi, hâşâ? Hani böyle bir âyet? Halbuki Hazret-i Muâviye, sahâbîleri öven, yücelten, onların “biribirlerine merhametli” oluşunu beyân eden her âyetden hissedârdır. Yâni Allâh Azze ve Celle, O’na “iyisin” derken, siz bay OGAN, “kötüsün” diyorsunuz! Ve siz bu hâlinizle, Allâh’a itaat ve Hazret-i Ali (Kerremallâhü Vecheh) Efendimiz Hazretlerine ve ehl-i beyte muhabbet iddiasındasınız öyle mi?
Ne kadar zavallısınız, acındırıyor ve hatta güldürüyorsunuz!
MADDE 2) Hazret-i Muâviye, dediğiniz gibi (hâşâ) kötü, iğrenç, sıfat ve hâllerin sâhibi olsa idi, Rasül-i Ekrem’in (Vahy kâtibliğinde) ve (Kayınbirâderi) olarak yakîni olmakta işi ne? Gene bu vesîle ile hücre-i peygamberîde ve harem-i seâdetde işi ne?.
MADDE 3) Atıp tutmalarınız doğru olsa, Hazret-i Muâviye’nin hadîs râvîsi olarak, Sahîh-i Buhârî’de, Sahîh-i Müslim’de, Sünen-i Tirmizî’de, Sünen-i Neseî’de, Sünen-i Ebî Dâvûd’da, Sünen-i İbn-i Mâce’de işi ne?! Yüksek ilâhıyatçı (!) olarak hadîs râvîlerinin sıfatlarını bilmeniz îcâb etmez mi? Hadîs rivâyet edici bir zât olarak kütüb-i sittede yer almak, sizce bir ma’nâ ifâde etmez mi?. O YÜCE sahâbî (ehl-i sika) olmasaydı yani ömründe bir kere bile YALANINA rastlansaydı, (ehl-i sika) olarak bu 6 hadis kaynağımızda değil adı ve sanı, esâmîsinin kırıntısına bile rastlanabilir miydi?..
Gene Hazret-i Muâviye, isnâd ve iftirâlarınız istikâmetinde bir zât olsaydı, İmâm-ı Mâlik gibi bir allâmenin El-Muvatta’ında işi ne? İmâm-ı Ahmed İbni Hanbel gibi bir müctehid, Müsnedinde O’nu tam (104) hadîsin nâkili olarak kaydetmiyor mu? İmâm-ı Şâfiî gibi yüce bir müctehid de, Müsnedine O’nun nakletdiği hadisleri almamalı değil miydi? Mâdem almışlar, sizin beyânlarınızın yalan ve iftirâ olması muhakkak olur. Aksi halde şu 10 allâme zâtın, beş paralık kıymeti kalmaz… Mantık bunu âmirdir. Sizi mi tercîh edelim onları mı?!
Bu kadar kendi kendini şişiren zavallı olmak, sizi hangi sıfatların sâhibi kılıyor, tefekkür nimetine sâhib olarak bunları zerre kadar olsun hiç düşünebildiniz mi?.
MADDE 4) Hulefâ-yı Râşidîn ve Aşere-i Mübeşşereden olan muazzez sahâbî Hazret-i Ali ile Hazret-i Muâviye arasındaki ihtilâfa ictihâd ayrılığı diyenleri: “BİLGİN GEÇİNEN MUTAASSIBLAR” olarak techîl ve tahfîf cür’etinde bulunuyorsunuz. İmdi:
“Râfızîler ve bilhassa onların gulâtı, sahâbe-i kirâmdan ba’zıları hakkında pek ziyâde buğzda, ta’n ve teşni’de bulunmuşlardır ki, bunlar, ikinci ve üçüncü asırlarda bulunmıyan bir takım hikâyeler ve iftirâlar üzerine müsteniddir. Bunları dinlemekden sakınmalıdır. Çünki bunlar her ne kadar sırât-ı müstakîm üzere dosdoğru yürüyenlere te’sîr etmezse de, gençleri şaşırtır, orta hallileri hayrete düşürür.” (Şerh-i Makâsıd, sh: 303)
Bay Râif OGAN!
İŞTE 16 MADDELİK YALAN VE İFTİRÂLARINIZ, Kitâb, sünnet, icmâ’ ve müctehid imamlarımızca ve İslâm âleminin en büyük allâme ve âlimleri, akıl ve nakil ile, böyle püskürtülüb, böylece red ve cerh edivermektedir… Bu muhterem müctehid, müfessir, mütekellim ve âlimler, fakih ve târihçiler, adı geçen ihtilâflara “İCTİHÂD”dan başka bir şey demezken, sizin:
“Bizim bilgin geçinen müteassıbların buyurdukları gibi ictihâd değil!”
Demeniz, ne ifâde eder? Bu hâl, sâhibi bulundunuz hangi rûh hâlinin ifâdesi olabilir? Siz kim ve nesiniz?
Siz binlerce Peygamberân-ı izâm Aleyhimüsselâm Efendimiz Hazerâtına “İsmetsizlik isnâd edecek kadar ismet hudutları dışına fırlamakdan” zerre kadar hayâ, nâmus, edeb sızısı çekmiyor musunuz? Sizin o sünnet yolu dışına düşmüş mantığınıza göre, İmâm-ı Ali Kerremallâhu Vechehû Hazretlerini ve ehl-i beyti sevmiş olmak içün, Hazreti Muâviye’ye küfretmek mi lâzım? Yahut Hazret-i Muâviye’yi seven, Hazret-i Ali ve ehl-i beyti sevmemiş mi olur?
“Edeb yâhû!.”–“El hayâ el edeb.. El îmân!”
Milyonlarca müslümanın mukaddesâtına saldırmak cür’etini hangi dalâlet kitablarından derliyorsunuz? Umarım ki şu makâle-i âcizânem, sebeb-i necât ve ıslâhınız ola… (Bizim Anadolu) refîkimiz de, adı geçen yazı ile eleme boğulan müslümanlara tavzîhde bulunursa, bizim dostça îkâzımın yerine varmış olur.
Ve minallâhittevfîk…
(04.03.1972)tt.
[ Muhteşem Şerîat ve Fikrî Mes’eleler (1), Ahmed Selâmî, sh: 229-236) Tab’ı: 1976 ]