On Sarkosıçan Ve Yüz Merkeçıyan, İçdeki “Bir Fransız Kalmış” Eder Mi?!
27 Aralık 2011
İdâre-i Avâm Ve Onun Türkçe Bilmeyen Devlet Erkânı!
12 Ocak 2012

Irak sınırındaki Uludere’de 35 kaçakçı garîbanın, kendi devleti tarafından bombalanarak öldürülmesi ve T.C. Askerinin en tepesindeki İ. Başbuğ adındaki

TEMELDE, VAHİY VE AKIL BOĞUŞMASI YATIYOR!

Ahmed SELÂMÎ

 

Irak sınırındaki Uludere’de 35 kaçakçı garîbanın, kendi devleti tarafından bombalanarak öldürülmesi ve T.C. Askerinin en tepesindeki İ. Başbuğ adındaki adamın, “mütekâidîn-i askeriyeden” olarak tevkîfi, ruznâmenin kavşağına çöreklendi!. Böylece bütün zihinler, dünyânın en mühim mes’elesi buymuş gibi, cunta cumhuriyeti tarafından esir alındı!. Ayrıca haçlı politikası ve yalan-dolan medyası denen çukurlar tarafından bu esâret her gün takviye edilmekde… Modern köleliğin (esâretin), insanlara kıydığı noktaların başında, bu zihin yönlendirmesi (tevcîhi) ve bunun neticesinde de beyin şartlandırmaları gelir…

Âdem Aleyhisselâm’dan beri akıl, ya vahye veya (nefs-ins-iblis) takımına tâbi’ olarak varlık sahnesinde… İns ü cinnin, bu ikisinden başka tâbi olduğu başka bir metbû’, muhal derecesinde de yok!.

Vahiy ise, îmân, ülülemr, itaat, adâlet, hukûk, âhıret, hesab-kitab, müşâvere, ehliyet, ihtilâfı kitab ve sünnet başda olarak şer’î edilleye redd, zerre kadar hayır ve şerrin hebâ olmayacağı gibi hususları, en baş esas olarak bünyesinde taşır ve kendi hükûmetini de bunlarla mükellef addeder ve bütün Cihân’a “olmazsa olmazlarım (lâzım-ı gayr-ı mufârıkım) bunlardır!” der…

Vahiy, (nefs-ins-iblis) takımlarına tâbi’ aklın icâdı olarak ne varsa ve bu meyanda bütün felsefî sistem, ideoloji ve doktrinleri, insan hürriyetini ve YARADANA giden yolu tıkayan mutlak çirkinlikler ve mânialar olarak insana bildirir. Vahyin “hürriyet” dediği ni’met, ins ü cinnin “hukûkuna” sâhib olabilmesi ile vücûd bulan, ilâhî ve insanın en vazgeçilmez cevheri… Vahiy, “hukûk bendedir!” der; ve mücerred, “mutlak hakîkat olma iddiasını benim dışımda ağzına alanı bile gösteremezsin!” hükmünü bayraklaştırarak, ins ü cinnin karşısında dimdik durur…

Vahiy, “cumhuriyet, demokrasi, beşer icâdı hukuk, parlamento, vatandaşlık, halk hâkimiyyeti!” gibi beşer icâd veya uydurması şeylerden mutlak ma’nâda münezzeh… Gene, “adâletine ters eşitlik, ırk üstünlüğü, maddeye esâret, dünyâ hayâtını temel alış!” gibi kendisi dışındakileri, mutlak olarak hâricinde ve uzağında tutar… “Mutlak hakîkatım!” demenin zarûrî bir netîcesi, zâten bundan başkası olamaz…

35 “vatandaşının” kaçakçılık suçuna o bölgede göz yuman, lâkin başka yerde böyle nice kaçakçılıkları suç sayıb cezâ veren hukûk, adâletin değil, mutlak zulme açılan beşer aklının vahiy dışı kalmış ve kendisini rubûbiyyet makâmında gören ihtilâcı içindedir…

“Vatandaşım!” dediği insanının “başka gelir kaynağı olmadığı içün!” böyle bir göz yummaya giden idâre, “adâlet”den bahsedemez, orada hukûk, iflâs bayrağı çekerek mutlak zulme inkılâb etmişdir… “Vatandaşlık” denen kıymet hükmünü uyduran bir felsefe, “vatandaşım!” diyerek, sahtekârlıkdan uzak zerre kadar samîmî bir sâhiblenme ortaya koyuyorsa, o insanlara “meşru” bir kazanç yolu bulmakla mükellefdir, buna mecburdur, ve me’murdur… Bu mükellefiyetini idrâk edemeyecek kadar sapık ve çürük bir idâre ve onun şakşakçısı medya yalan makineleri, “bombalamanın ve 35 zavallının katline ne kadar kılıf ve bahâne” bulmaya çalışırsa çalışsın, “perde arkasındakiler v.s.” diyerek ne kadar şeytanlıklara bulaşırsa bulaşsın, bunların oyalama ve oyalanmadan başka hiçbir ma’nâsı da olamaz… Ve bu, “bînemaz özründen!” başka bir delâlete de sâhib bulunamaz…

Uydurma ve izâfî beşer “adâleti” denilen ve mutlak adâlete nisbeti sıfırın altında sıfır bile olamayacak kadar bomboş bir nesne bulunan mecâzî ma’nâda bir “adâlet” önüne, bir orgeneral emeklisinin çıkarılması hâdisesi bile, bu kadar büyütülebiliyor ve günlerce zihinler böylesine işgâl ve esir edilebiliyorsa, oradaki insanlık şeref, haysiyet ve şahsiyeti tek kelimeyle meflûc ve merduddur, çürümüşdür… Adâletin olduğu bir sistemde, değil bir paşa eskisi ve emeklisi, devletin başı “Halîfe-i Müslimîn” bile olsa muhâkeme edilir; ve bu, en tabii, basit ve yevmî bir hâdiseden başka bir şey de kabûl edilemez…

1923 cunta darbesiyle ortaya çıkan; ve böyle bir zorlama ve gasbı, irsiyet âmilleri hâlinde “gençliğine, genç subaylarına, bürokrasisine, maarifinin her kademesine ve kendi 6 oklu partisine” şırınga eden; ve bu cuntacılığı, idâresinin temeli yapan; ve bu karekterini, millete rağmen, ekalliyetin de ekalliyeti nesillerine “kanla irfanla kuruculuk” şeklinde mirâs bırakan; ve bütün bunları, vücud hikmeti olarak gören, çarpık ve ucûbe bir sistem, bir asra yakın ayakda kalabilmiş ve bunları, bayramlık bir hâdise yaparak da muârızlarına ölüm tezgâhı gibi mecbûriyetle yaşatır olmuşsa, oradaki askerden, başka hiçbir nesne ve istikâmet beklenemez…

Ankara’daki münâfıklara (!) karşı dağa çıkan silâhlı kan dökücü cânîlerin teröristliğini devamlı ön planda tutan, fakat bütün buna rağmen 103 senedir kendi milletini asıp kesen, darağaçlarına çeken, kurşuna dizen ve kendi milletinin DÎNİNİ “irticâ’!” i’lân etmekden zerre kadar iffet, hayâ ve nâmus sıkıntısı çekmeyen ve bugünki terörün azdırıcısı ve peydahlayıcısı olan bir avuç cuntacı teröristleri; ve zaman zaman bizzat devlet ve hükûmet olarak bu kabil terör şenâatlarının fâillerini; ve müslüman kılıklı bazı politika cambaz ve şeytanlarının Allâh’a karşı irtikâb etmekden çekinmedikleri terörü hiç ağzına bile almayanların, “terörle mücâdele!” perdesi altında yürütdükleri faaliyetlere ciddiyet atfetmek, dört başı ma’mûr bir salaklık ve îmân, beyin, akıl ve fikir körlüğüdür…

Meşrûiyyet çizgisinden zerre kadar bile bahsedemeyen “cumhuriyet ve dembokrasi aydını!” denen siyâset ve medya kalabalıkları da, artık “mutlak adâlet ve hürriyet!” mefhûmuna, işte bu kadar ve nâmütenâhî uzak…

(Nefs-ins-iblis) takımlarının esir alıb köleleştirdiği suskun ve pısırık millet aklı da, vahyin karşısında bu iğrenç zulmüyle durmakda; ve insan hayatından (hürriyet) mefhûmunu piçleştirib iğdiş ederek, yokluğa mahkûm etmektedir… Bugün, Anadolu halkları da dâhil, beşeriyetin hiçbir noktasında (hürriyetden) bahsedilemez; ve ruznâmede bulunan da, bir avuç mutlu ve putlu takım elinde, sâdece rıkkıyetdir, esâret ve kölelik…

Nisbî, izâfî ve “ölü yüzü pudralamak!” kabilinden satıhdaki “değişim-dönüşüm!” palavra ve gözboyamalarına zerre kadar i’tibâr edilemez; ve hakîkata nisbetle de, bunların i’rabda aslâ yeri bile olamaz… Bu palavracıların, “iyiye gidiyoruz, yavaş yavaş, bak dün nasıldı bugün nerdeyiz, neredeeeen nereye, sabır!!!” şeklindeki şeytânî gözboyamalarının sebebi, bedâhaten ortadadır ki dembokratik makam, mevki, muhâliflerine hâkimiyyet, seçim ve politika hesablarıdır ve aksini söylemenin, bindikleri dalı kesmek olacağı düşüncesi!

İslâmlık haysiyet, şeref ve şahsiyetine sahib herkesin, ferd, cemiyet ve cemaat hâlinde, bütün varlığıyla duyması ve mücâdelesini vermesi icâb eden ilk ve birinci mükellefiyet, mecbûriyet ve me’mûriyet, zulüm ve sömürü cuntalarının insanlığa giydirdiği bu rıkkıyet denilen köleliğin yok edilmesi savaşıdır…

İnsan haysiyetini yok ederek, onun yerine tam tersi mefhumları, (gözboyama) sırnaşıklığı ve politikacı utanmazlığı ile oturtan bütün beşerî sistemler, mutlak zulümden ibâret iç yüzleri ile bilinib nefy ve reddedilmediği müddetçe, beşer, bu koşuşturmalar, bu çırpınmalar, bu aldanışlar, bu yalanlar, bu soygunlar ve bu kan ve kıtâl ve zulüm envâı ile, iç içe, koyun koyuna yaşamaya devâm edecekdir…

Aksi halde, vahye âid her noktanın, sıfıra ircâ’ olunacağı zârûrî netice olur!. Bu ise muhâl…

Bedâhat derecesindeki hakîkatı bile göremeyecek aşşağılık bir insan kalabalığı, her gün, her hâdise arkasından gürültü ve heyecan estirmeye, zihinleri esir alıp insanlara geviş getirtmeye, onlara esâret ve köleliklerini hatırlamamak içün zihinlerine kelepçe takmaya devam edecek; ve medya, parti, bürokrasi ve potika denen şeytânî çukurlar ve bunlara bağlı binlerce damar, insanların sâdece cehennem yollarını açmaya yarayacakdır…

(İntişârı: 08.01.2012)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir