Temelde, Vahiy ve Akıl Boğuşması Yatıyor!
8 Ocak 2012
Müteveffâ Ve Toprağı Bol Olasıcalardan Lefter Ve Denktaş…
17 Ocak 2012

Son haftalarda, T.C. potitikaları “teröre” döndü ve aldı başını gidiyor. Bilmem ne arısı gibi havada vızıldayan lâflardan birkaçı: “-Darbe, darbe terörü,

İDÂRE-İ AVÂM VE ONUN TÜRKÇE BİLMEYEN DEVLET ERKÂNI!

Ahmed SELÂMÎ

 

Son haftalarda, T.C. potitikaları “teröre” döndü ve aldı başını gidiyor. Bilmem ne arısı gibi havada vızıldayan lâflardan birkaçı:

“-Darbe, darbe terörü, dağa çıkanın terörü, şehir terörü, politikacı terörü, silahlıların terörü, bürokrasi terörü, ulan, hastir, onbaşısın, gel sıkıysa dokun, on koyun güdemezsin, silâh sigortamız, burada kafatasları var, işkence, iskeletler çıkdı!”

Ve daha neler ve neler… Millet, devlet ve hükûmetçe zaten sıfırı tüketilmiş Türkçe’nin, geriye kalan ve dembokratik politika denen cıvıma ve ağız ishâlinin ana maddesi veya 20-30 temel lugâtçesi, işte bunlar; ve bunların benzeri çerden-çöpden köprüaltı kelimeleri…

Tanzimât rezâleti denen, gevşemeye, cıvımaya, şahsiyeti kaybetmeye ve 1000 yıllık mütecâviz düşman haçlılara devlet ve hükûmet tekniğinde alabildiğine ve maymundan beter benzemeye adım atalı beri, 170 yıldır grafikdeki menfîlik çizgisi başaşağı gidiyor; ve her rezâlete alışdıkca da, bir gelecek rezâletin sirâyet ve işgâl kudreti, o nisbetde sür’at ve müessiriyet kazanıyor…

İslâm ile şeref ve şahsiyet kazanan kavimler ve bilhassa Oğuz Türkleri, devlet ve hükûmet tekniğinde de bunu îmânî bir esâsa bağlı olarak yaşamış; ve böylece de, dünyevî zilletden ve dolayısıyla da uhrevî azabdan kurtulmuşlardır…

“Emânetin ehline verilmesi!” gibi mükemmel, münezzeh ve mutlak bir emre itaatin netîcesinde, devlet ve hükûmet denen varlık, böylesine muhteşem bir vücûd kazanmışdır. Bu emrin, idârecilerde kıvam ve keyfiyetinden kaybetmesi nisbetinde de, o dediğimiz başaşağı düşüş, bir fâcia olarak hayatın her şûbesini pençesi içine almış; ve bugünki sıfır altı noktayı kaçınılmaz kılmışdır.

“Ehl-i hâl ve’l-akd” denilen îmân ve İslâm kıvamındaki zihin ve gönüllerin, “emânete ehil” olarak yaşayışı, bey’atı, şûrâsı, adâleti, insâfı, efendiliği ve nâmûsu nerde; bugünün yukarıya aldığımız 20 kelime ile devletin tepesine çöreklenenlerin, emânete ehil olmayarak, îmân ve İslâm cevherine ınkıyâdı bırakınız dile bile almayı, onu, bir asırdan fazla irticâ’ ve bir suç sayarak; ve şûrâ, adâlet, devlet ve hükûmet tekniğinde de, kapkara bir haçlı felsefe ve hayat tarzını, tanrılarına tapma derecesinde bir rehber tanıyarak; ve başların ayak, ayakların da baş oluşu çukuruna saplanarak, nefsin, hevâ ve hevesine batması nerede…

İşte, tefrikanın ortaya çıkmasını netîce verişi mutlak olan cumhûrî laik dembokrasinin, bugünki karmakarışık, keyfiyetsiz, aldatmaya bağlı, Allah’la doğrudan harb hâlinde ve mahalle karılarının kavgasına müşâbih çirkin ve iğrenç manzarası…

4 fırka (parti) ile biribirlerine sövüp saymanın, kendi menfaatlerine zıt düştüğü an, taptıkları cumhuriyeti de, dembokrasiyi de, laikliği de, kendi hâkim, savcı, paşa, maşa, devlet ve hükûmet başı, vatandaşları, bilmem ne daşları da dâhil her şeyi, ayaklarının altına alıp parçalayıcı ve ezici bir iblislik, ifrat ve ifrit hâli…

Muhâlefet başı Dersim’li Kamal’ın, bizzat kendi ifâdesiyle ve bin sözünden mücerred doğru bu bir teki de olsa, “her noktada çivisi çıkmış!” bir zaman ve zemin!

Doğrudur, ancak bu tür manzara çizmenin asıl temeli nedir; ve bu, hangi cins hasmının sırtını, hangi uğurda yere getirmek gâyesine matufdur?

İşte bu, “idâre-i avâm!” denen ve “emâneti yüklenmeye” nâmütenâhî çapda uzak bir keyfiyetin, zaman ve zemine sıvadığı cıvıyış ve şirâzenin darmadağın oluşundan neş’et eden mutlak ma’nâda menfî bir netîce…

Basite ve onların yevmî ve tabii keyfiyetlerine ircâ’ ederek ve “hâşâ min huzûr!” diyerek, misâllendirmeye geçelim:

Allâh Nizam ve sistemi dışına kudurmuşcasına firâr edenlerin, yırtınarak sâhiblendikleri nesnelerin başında gelen şu haçlıdan devşirdikleri hukuk ve adâlet müesseselerinin manzaralarına bakabilecekseniz, buyrun!

Kendi kurbağacalarıyla “yargı bağımsızlığı!” dedikleri nesneye bir bakınız; ve onun ters istikametde iki tarafa çekilen bir beygirin âkıbetine denk olan encâmını bir düşününüz!. Bir tarafın, “tevkif edilmesi şartdır ve edilecek!” dediği yerde, öteki tarafın, “hayır, gayr-i mevkûf olarak muhâkeme olmalılar!” gibi bir yırtınışı, sızlanışı ve mevkufların şiddetle mağdûriyetini kurcalayışı…

Yahudinin ağlama duvarı önünde tanrısına yakarışı ile Müslümanların hâfızalarına kayıtlı “Mütekâidîn-i askeriyyeden” emekli (İ. Başbuğ) nâmındaki orgpaşaya gelince:

Oraya buraya saklanan ve toprağa gömülü darbe mühimmât ve silâhlarının fışkırdığı bir zamanda, eline aldığı bazukaya “boru” diyerek, o suç âletini bir hiç göstermeye ıkınan; ve Albay Çiçeğ’in ıslak imzâlı meşhur suç vesîkasını “kâğıt parçası!” lafıyla masûmiyyete kavuşturma kurnazlığına soyunan; ve “harb gemilerindeki savaş urbalarıyla” politika piyasası esnafına meydan okuyan; ve onların topuna ve bilhassa hükûmet partisi cenâhına “milletin silâhı bende, burnunuzu sürttürürüm!” yollu dayılaşma gözdağları dayatan; ve bir takım üst hâkimleri çağırarak gizli konuşmalarla gûyû îmân etdikleri dembokrasilerinin partilerinden en irilerini kapatma tezgâhlarına el ve dil bulaştıracak kadar siyâsetin içine ve karanlıklarına dalan; ve salâhiyet sınırlarını alabildiğine tecâvüz ederek nelere ve nelere temas izi taşıyan bir orgpaşa… O da, her suçlu bürokratın can simidi olan millete istinâdı, dokunulmazlığı olan bir tanrı gibi diline aldı; ve “millet adına” ahkâm kesici her politika cambazı edâsıyla da ünledi:

“- T.C’nin 26. G.K.Başkanı, terör örgütü kurmak ve yönetmekle suçlanıyor, takdir, yüce Türk Milletinindir!”

Düzinelerce darbeci orgenerallerin hesab verdiği bir devirde, o orgerallerden sadece biri olan bir (g.k.başkanı) içün “terör örgütü kurmak ve yönetmek!” sanki muhaldir, sanki mümteni’dir, sanki müstahildir!!!

Terör denen cinnet, cinâyet ve rezâlet, bu orgpaşaya ma’lûm olmalıdır ki, bugünün ve dünün T.C.’sinde o, yalınız PKK denen ucûbe dağ eşkıyâ ve çetelerine mahsûs değildir. Jön Türk, İttihadçı ve onların cumhûriyet içindeki uzantılarına kadar nice parti ve teşkilâtların, hatta hükûmetlerin ve ordu içlerine sızmış mihrakların pekâlâ el atdıkları ve 103 senedir sürdürdükleri cinnet, cinâyet ve rezâletlerin adı, ne kadar “kurtarmak, medenîleştirmek, asrîleştirmek, batılılaştırmak, inkılâb v.s.’ler” olsa da, bu gözboyama taktiklerinin asıl keyfiyetini ifâde eden kelime, “terörden” başkası olamaz!.

Dünyânın her yerinde ve her zaman, terörist devlet, hükûmet, parti ve teşkilâtlara rastlanmış ve bundan sonra da rastlanacakdır!. Bugün müslüman coğrafyasına işgâl kuvvetleri olarak çöreklenen ABD, İsrail ve Kafkasya’da Moskof denen nesnelerin, bu memleketlerde ve Ebû Gureyb ve Guantanamo gibi çukurlarda ortaya koydukları “dembokrasi!” perdeli apaçık işgâl hareketlerinin, hangisi “terör belâ ve cinâyeti!” sayılamaz? Ve bu terör belâsının en iğrenç ve sunturlusunun ve en gâvurca ortaya konulanının da, Allâh’a, Rasûl’üne ve bunların Dîni’ne karşı ortaya atılan şekli olduğunda kim şübhe edebilir?!…

Evet, o, o adamlar dilinde öyle bir “Yüce Türk Milletidir!” ki, tam 103 senedir cebhelere sürülür; Yemen, Galiçya, Çanakkale, Balkan, Kafkas, Trablus v.s. cebhelerinde aç ve susuz kırılır; Sarıkamış’ın Allâhüekber dağlarında 90 bin asker evlâdı donarak yok edilir; hacısı-hocası-şeyhi-mürşidi-müridi-dervişi-müderrisi-müftüsü-imamı ile ipe çekilerek Osmanlı ulemâsına “soykırım=tenkîl” alçaklığı sıvanır; verdiği vergileri heykellere, mutlu ve putlu şirretlerin şehvethâne ve san’at adı altındaki rezâlethâne ve sefahathânelerine akıtılır; Menemen’lerde, Muğlalı mıntıkalarında kurşuna dizilir, bunlar gibi binlerce hâdise ile “tenkîl-itlâf” edilir; ve bütün dîni müesseseleri, medrese-dergâh-zâviye ve tekkeleri kapatılarak ilgâ edilir; ve nâmusu ile örtüsü, yunan ve moskof askerinin bile yapmayacağı derecede hâlâ alçakça tecâvüze uğrar; şurda burda ve nice darbe, andıç, postmodern eşkıyalık, e-muhtıra ve bilmem ne ile müretteb hâdiselere çekilerek binbir işkence ve hukuksuzluk elinde zorbaca ve alçakça eritilmeye “soykırımına” ma’rûz bırakılır, ama o, dâimâ ve sivil-asker her politikacı dilinde, dünyânın en kahraman ve cesur “YÜCE TÜRK MİLLETİDİR!!!”

“Netekim” Kenan’ın, darağaçlı darbesinden sonra da, devlet televizyonundan onun sesini duyanlar, şu üç kelimeden başkasıyla karşılaşmamışlardır: 

“-Aziz Türk Milleti!”

Sonra da, bir sağdan ve bir de soldan, eşitlik esas ve askerî kelle disiplini içinde (!) ördek boğazlar gibi, o (Aziz Türk Milletinin) gençlerini ipe çekmeler… İşkenceler… Ne işkencesi, o işkencelerin en iğrenç ve akla hayâle gelmeyen soysuz cinsleri…

Türk milleti (tanrılama ve yağlamasına) yapışan kim olursa olsun, dikkat!.

Bunların, topunun da evvelâ Müslüman, sonra da Türk olub olmadıkları mutlak sûretde vesîkaya kavuşturulmalı, aksi halde, (soy) noktasında zerre kadar inandırıcı olamıyacakları bütün Kâinâta ma’lûm bulunmalıdır!

Ve sıkışanın, Allâh’a değil de, ya “Kamal Paşaya” veya “Yüce ve Azîz Türk Milletine!” tanrı niyetine sarılması ve iltica etmesi, mücerred bu milletin içinde peydahlanmışdır; ve bunun en revacda olduğu çukurlar da, devşirme ve dönmelerdir…

Başvekîlin, “iki sene mesâî arkadaşlığı yapdığım!…..” dediği kişinin, gayr-i mevkuf olarak muhâkemesini dünyânın gözü önüne kurularak dillendirmesi, kendi “bağımsız yargılarını!” kazığa çakma işi ve teşebbüsü değil midir? Çankaya sâkîni de dâhil, bütün bir muhâlefetin ve bazı medya tulumbacı takımlarının, kurbağaca “tutukluluk” dediği “tevkifin” karşısında tepinircesine karşı duruşları, neyin adınadır?… Bunların ma’nâ ve delâletlerini anlamamak içün, T.C. ehâlisinin ileri derece akıl geriliğiyle ma’lül ve zekâsında mefluc olması gerekir!. Bu halde, “delilleri karartma ve kaçma ihtimâli yok olmayan bir adamın tevkîfi lâzımdır!” diyen kendi adliye takımlarının, bundan müteessir olmamalarına zerre kadar ihtimâl verilebilir mi?

İşte, “bağımsız adliye!” diye yırtınanların, tepeden tırnağa, “samîmiyyetin” zerresini taşımadıklarının resmi!.

Al sana, “bağımsız yargı erki!” diyen bir devlet; veya, bağı, ipi, urganı ve halatıyla “adâlet dağıtacak!” hükkâm sınıfı!!!

Yakışmıyor diyebilir misiniz?

Onun içün, bu sistemlerin mahkeme dedikleri yerlerden adâlet denen cevherin, bir tek elektronluk miktârına bile nâiliyyet ümid etmek, zihin ve îmân kazınmışlığından başka bir şey ortaya koyamaz…

Altı (.oklu) Dersim’li Kamal’ın, “biz kurduk dediği cumhuriyetinin cumhûriyet Savcılarını!” kendileri hakkında “fezleke”, (kurbağaca tutanak eki veya özeti) gibi bir işe bile el atamaz hâle getirmek içün, “bunlara savcı demeyi içime sindiremiyorum!” diyerek, reddedib aşağılaması ve hakâretle kuşatması…

Sâhiblerine yakışmıyor diyebilir misiniz?!

Bu (cumhûriyet H.Partisinin) cumhuriyetçi ve altı (.oklu) başı, bu “cumhûriyet savcılarının” cumhûriyet mekteblerinden diplomalandırıldıklarından yoksa şübhe ve derin bir endîşesi mi bulunmaktadır!?.

Bir başka Zerdüşt dinli partinin yani (dembokratik tefrika) âmilinin, bugün T.C. askerinin başındaki orgpaşaya, “paşa değil, gözümüzde bir onbaşısın!” savurması ve molotof sallaması!

Bunlar da, Kürt halkının meccânî ve PKK’nın gönüllü, emireri ve mecbûrî politikacılarına yakışmıyor diyebilir misiniz?!

Meclislerini idâre eden ve Okyanus ötesinin mürîdi (Prof. Sağlam) adındaki gayr-i sağlam “AKP’li başkan vekîlinin”, umûmî ictimâdaki bir vekîline, meclislerinin edeb ve terbiye derecesi ve Türkçesiyle “hastir!” çekişi?…

İdâre-i avâm denen dembokrasinin ve “erdemi!” kendinden menkûl cumhûriyetin meclisine ve onun engin fazîletlerine, edeb ve terbiye inceliği olarak, bu yakışmıyor diyebilir misiniz?!

(11.1.12) günü, Anayasa komisyonu başkanı AKP milletvekili Prof. Kuzu’nun, Dersimli Kürt ve alevî vatandaşı Kamal’i terbiyeye çalışırken, “Çevik Bir neye dışarıda geziyor? bana ne ULAN, git savcıya söyle!” deyişine?.

Yakışmıyor diyebilir misiniz?!

O Kamal’ın, belaltı kasetiyle târihe ve dünyânın en meşhur 10 uçkuru düşüğü arasına geçmeye hakk kazanan sâbık g.başkanına, nasıl Brütüs olduğunu görmeyip, şimdilerde, kendisine Brütüslük içine girenlere yalın kılıç hodri meydan çekişine… Kasımpaşalı olmakla müftehir T.C. Başvekîline, Haziran intihâbında (seçiminde) “Dişlerini sökeceğim!” nidâsı, kükremesi, horlaması, nefhası ve sayhasına…

Yakışmıyor diyebilir misiniz?!

Bunlar, dembokrasilerinin lâzım-ı gayr-ı mufârıkı değil midir?

Neydi o, daha 6-7 ay evvelin intihab çalkalanmaları, çalkalayışları, hakâretleri, yalan ve dolanları?

Nasyonalist Başkanları bile, televizyonla bütün dünyâ yuvarlağına avazı çıkdığı kadar ve boğazı yırtılırcasına bağırarak, gûyâ fukarâ temsîli içün, “Anne benim neden PİSKEVİTİM YOK!” derken, o bile, böyük ve köklü bir soy şecaati arzetdiği kanaatinde bulunmuyor muydu?

Bu bile, yakışmadı diyebilir misiniz?..

Ecdâdının yolundan ayrılıb, haçlının devlet ve hükûmet tekniğini bir maymun kâbiliyyet ve yüceliğinde (!) taklîd eden; ve ecdâdın “idâre-i avâm!” dediği dembokrasiye her konuşmalarında ubûdiyyet içre bulundukları ikrâr ve mîsâkı veren; ve böylesine “YÜCE BAŞLARA ve BAŞKANLARA!” sâhib olan; ve hulâsa Allâh irâdesine açılan en az bin ana damarı kesib atan; ve böylece hadd safhada bir kalb krizine dûçâr olan bir mekâna, elbetde “Müntakîm ve Serîü’l-ıkâb!” olan Allâh Azze tarafından bir fatura çıkarılmayacak mıdır?

İşte, (kelime-i tevhîdi) tasdik ve tahsinle Allâh’a ubûdiyyet yerine, (tekzîbe) ve (teslîse) tapar hâle gelişin zarûrî netîcesi, bu yahudi saçı karmakarışıklık ve her mes’elede ihtilâc içinde çırpınmakdır…

Kalblerin, Kelime-i Tevhîde ne kadar yabânî olduğundan bahsetdik gene, hepsi bu kadar!

(İntişârı: 12.01.2012)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir