Dembokrasi gibi vahiyle zerre kadar alâkası olmıyan ve hiçbir (selection)a tâbi’ tutulmayan ve her türlü necâset beşer akıl ifrâzâtına dayanan; ve oradan peydahlanan bir sistemde aslâ “adâlet” tasavvur edilemez. Bu her noktayı yalama eden sistemde “nefs murâkabesi ve Ukba’daki yüce dîvân” îmânı da muhâl olduğundan, Allâh Azze’nin Kelâm-ı Kadîm’inde buyurduğu “ilâhehû hevâhu” hakîkatı ile ferdin aklı, “nefs ü hevânın tanrılığına” itaat hâlinde çalışır; ve netîce, dâimâ hüsrân, terör, kıtâl, felâket, zulüm, sömürü ve herc ü mercden ibâretdir…
Öyle bir sistem ki, mutlak hakîkat, dâimâ ekseriyet önünde kurban edilmenin mahkûmu; ve sayının (çokluğun) hâkimiyyeti, zulüm de olsa alkışlanmak zorundadır!
Bu vahy dışı şeytânî düzen veya sistemlerde, bir takım madde plânında “yapılan ve edilenlerin”, ferdin ruh bünyesine nüfûz ederek onda “huzûr ve sükûna” tahvvülü muhaldir. Tâmâmen gevşetici ve yalamalaştırıcı bir hürriyet telâkkîsine kaymak ve buradan terör havasına geçmek son derece kolay ve hatta olağandır da…
İzâfî kıymetlerin ictimâî fokurdaması hiçbir zaman dinmez; ve alt yapı hamlelerinin insanları nihâî bir seâdete bağladığı da hiçbir zaman ve zeminde görülemez… Rûhu ihmâl eden materyalist-ateist kafalarla insanlık, tam tersine felâketlere sürüklenmişdir… Bu sistem, fikri katledilmiş kalabalıkları, sihirbazlık derecesindeki bir takım adam ve madamların kendi hevâ ve heveslerini “tasdîk” içün kullanmaları gâyesiyle uydurulmuş ve dünyaya servis edilmişdir… Ateistden, agnostiğe; fâhişeden homosuna, cânîden kâtile, hırsızdan ayyaşa, müslümandan dindar gavura kadar herkesi eşit kabul eden; ve hiçbir dînî, rûhî, ahlâkî üstünlük ve fazîlete derece tanımıyan, dehhâmeleşmiş bir antiinsânîlik mekanizması…
Dembokrasi, (vahyi) kat’iyyen kâle almıyan ve yüzdeyüz (ateist) bir felsefe istikâmetinde ilerliyen tamâmen beşerî bir sistemdir. Yüzbinleri bulan bütün Peygamberler, istisnâsız bu gözboyama, yalan ve iftira şartlı sisteme, zerre kadar iltifâtdan münezzeh… Mutlak hakîkati insanlara ta’lim ve terbiye ile mükellef olan en üstdeki o peygamber kitlesinin, mutlak ma’nâda (izâfî) bir sistemle insanlara muhatab olabileceğini kabûl muhaldir… Bu i’tibarladır ki, beşerî sistemlerin “mutlak hakîkat” ile alâkası yokdur, olamaz… Bunun netîcesi olarak da, “hakîkatın tersi ve hatta azılı düşmanıdırlar!”
Buna rağmen, İngiliz nişanlı “Kayserili Hacı Abdullah Efendi ile fâiz-vâiz lobisi hociası” gibi bazı mihraklar başda olarak, bütün parti-pırtı kadroları, hâlâ:
“İslâm ile dembokrasi biribirine ters değildir; bu ikisinin beraberce ve biribirine zıdlığı düşünülmeden götürüldüğü tek İslâm ülkesi Türkiye’dir; ve bu bir örnekdir”
Gibi küllemelerde (mugâlata ve saptırmalarda) müttefikdirler… Tabii bu da, bizdeki yerli dembokrasi taşeronlarının fikri olmakdan son derece uzak kabûl edilmelidir. Bu projenin asıl sâhibi hiç şübhe yokdur ki, Tanzîmât belâsı ve onun uzantısı olan bütün idârî şekil, darbe, ihtilâl ve inkilâpların planlayıcısı garbî ve harbî “üst akıl” denen mihrâklardır! Başda İngiliz olmak üzere, bütün yahudi-haçlı şebekelerinin “vahye müstenid Osmanlı hılâfetinden” el aman çekmeleri, onları ısrarla Türkiye coğrafyasını narkozlıyarak ehlîleştirmiye itmiş; ve bunda da ele geçirdikleri taşeronları vasıtasıyla yapacaklarını bol bol yaparak muvaffak olmuşlardır…
1946’da ABD San Fransisko’sundan verilen talimatla, T.C., aynen ABD’de olduğu gibi “Cumhûriyetçiler ve dembokratlar” olarak iki kutba (fırkaya) bölünerek ve biribirlerine hasım iki düşman haline getirilerek, yekdiğerini yemekden (bitirmekden) başka hedefi olmıyan ve netîcede yok edilmiye namzet bir uzviyet olarak ele alınmışdır. Kat’iyyen (benzeten) ve (benzetilen) vâkıası… Fakat işin bu tarafı hiçbir zaman yüksek sesle dile getirtilmemiş; dâimâ “dembokrasi” vazgeçilmez, en ileri ve “uygar” bir sistem (aslında religion) olarak bu millete her fırsatda son derece zorlıyarak şırınga edilmiş durmuşdur. Böylelikle 1000 yıllık asliyet ve şahsiyetinden sıyrılan o yüce millet, “ibrânice sürü demek olan ULUS” hâline getirilmişdir! Artık bu ulus’a, istediğiniz kadar, “bu dembokrasi dîni ile 1000 yıllık İslâm dîninin biribirinin mutlak mütenâkızı” olduğunu söyleyin durun, bu bir ma’nâ ifâde etmiyecekdir. Sandık kumarı artık tek kurtuluş hedefi yapılmış; dembokrasi uydurukçusu kadîm yunanın bugünki veledleri bile birkaç ay evvel bu kumara % 55 gibi bir iştirâkle yürürken, 1000 yıllık Müslüman şühedânın kanları ile yoğurulan Anadolu topraklarında bu nisbet %33 daha zamlı olarak %87-88’lerle koşarak içlere sindirilmişdir!. Çünki dünya çapındaki “üst akıl”, bu dembokrasi dinini de Anadolu’daki dîne zam etmeden, “İslamiyyet’i” kontrol altına alamıyacağında kat’iyyen kararlıdır. Bu, içdeki bütün parti güdücüleri tarafından da kabûl edilmiş, kökden en büyük bir sapma ve inhirafdır…
Mücerred vahye dayanan bir dîn ile mütedeyyin olan bir milletin, dünyâya, eşya ve topyekûn varlığa bakışı, dembokrasi de diyen bir ulusun bakışından nâmütenâhî farklı olacağı muhakkakdır; ve bunu, yahudi-haçlı “üst aklı” denen mikrâklar fevkal’âde iyi bilmektedir. Gene bilirler ki,“İslâm Âlemi” denen coğrafyanın, Dünyâ emperiyalizma ve ateizması ile bütünleşmeden yahudi-haçlı dünyâsına rahat yokdur; ve bunun da çare-i yegânesi vahyin yerine laik veya seküler “aklı” yani “dembokrasiyi” oturtmakdan geçecekdir. “İrâde ve Hâkimiyyet”, dembokrasi dininde olacak; “geleneksel ve geçmişin normları” dedikleri dînin sadece merâsim, ibâdet ve “ritüelleri” ise, akla göre ayar verilerek “İslâm (!) Dîninde” bırakılacakdır!. Artık dünya çete merkezleri, bundan sonra “İslam’ın veya yeşil tehlikenin” bir TEHDÎD” olamıyacağında ittifâk ederek rahata ermiş bulunacaklardır…
Gerek 7 haziran ve gerek 1 Kasım “sandık kumarına”, parti-pırtıcıların daracık çerçevesi içine preslenerek değil, tarihî bir zâviyenin millet hayatına getirdiği îmânî kıymetler manzûmesi bütününden bakmak şartdır. Dembokrasinin narkozlayıcı akıl ve mantığı, beşeriyeti ve 90 yıllık “yüce ulusu” aldatırken, “gir içime ve 16 hücremden birini beğenme hürriyet ve irâdesiyle (!) bas mührü” diyor!.. Ya, 16’sı da gözümde “imânî zarûretlerimin” dışında redd ve nefyi müstahik, “mutlak hakkın” dışında “mutlak bâtıl” ise, (ki gerçek Müslüman içün bu mutlaka böyledir) benim dînimi hiç biri “mutlak hakk ve hakîkat” tanımıyor da, “4 hakk dîn vardır” diyerek onu bâtılla müsâvî görecek kadar aşşağılıyor; ve dînim ve şahsımla nâmütenâhî çapda bir muârazaya cür’et ediyorsa, o zaman ne olacak?.
İşte insan irâde ve imanıyla alay eden dembokrasi zorbalığı, buna, kadük de olsa “para cezâsı” ile suç demekden bile zerre kadar utanmıyor!!! Üstelik bu, dembokrasi diktatoryasının bir hayâsızlık vesîkası olarak bile kimsenin dilinde levmi haketmiyor!.
Görüldüğü gibi, dembokrasi, insan icâdı olan en sinsi, gizli ve en içe nüfûz eden ve en hissedilmesi müşkîl, yıllar içinde zehir te’sîrini gösteren, eşşek hürriyetini terörizme kadar doğurabilen; ve bir kere yatalak etdiğini, posasını bile zâyi’ etmeden yem fabrikasında paraya tahvil eden korkunç bir illetdir…
Kulun kula kulluğu diktatoryası, adını dembokrasi olarak da insanlığa yutdursa, Âdemoğlu, Allâh’ın irâde ve hâkimiyyetini tanımadığı müddetçe, bu dembokrasi dînine ve onun tanrılarına köle olarak “tapmıya” devam edecekdir…
İşte Yahudi-haçlı şebekelerinin bütün bu projeleri, Tanzîmât-ı şerriyye denen çukurdan itibâren her dönemeçde biraz daha hızını artırarak bugünlere gelmiş; ve bütün partiler, “demokrasi dinimizdir” demeseler de “ parlamentomuz, dembokrasimizin MA’BEDİDİR” diyebilmekde; ve böylece, Müfessir Merhûm M.Hamdi Efendinin: “İmtiyâz-ı Rubûbiyyet sınıf-ı ruhbandan parlömanlara geçmişdir” şeklindeki hükmüne kat’iyyen haklılık kazandırmışlardır…
Ayrıca, hakîkatde ve fiilen, bu dinin mü’minleri olanlar, “global vampirler dünyası” ile bütünleşmenin ve o dünya içinde erimenin yoluna son derece kararlı olarak girmiş bulunuyorlar. Bütün politik böyyük başların miting ve beyânâtlarına bakınız, bu “dembokrasi” dinini, yeri gelse de gelmese de, en küçük fırsatda zikrederek, ulusun zihnine çakmak üzere ağızlarından hiç düşürmediklerini göreceksiniz!
Cumhûriyet Bayramlarında bile o kadar devletlinin sözleri arasında bir kere “Allâh” lafzının geçmediğini; ve fakat, Dembokrasi ve onun tanrılarını sık sık zikretdiklerini dikkat sahibleri elbetde esefle görmüşlerdir. Ancak, ittihadçı eşkıyaların beste ve güftelerini, “FATİH Cennetmekân zamanının mehter marşları” zannı ve vehmi içinde “uluslarına=halklarına” dinletenler, orada geçen “ALLÂH” lafzını kâfî görmüş olabilirler!!!
Sarıklı cübbeli bir takım hacı-hoca ve ilâhiyâtçı v.s. geçinici zekâ ve fikir dereceleri herkesce müsellem donu düşük bel’am ve madam kılıklı adamlardan da, yukarıda zikretdiğimiz şer’î, fikrî ve tarihî hakîkatlere akıl erdirmelerini beklemek, çok safdillik olacağından; onlara “tefekkür ve tezekkür” tavsiye etmenin bile abes kaçacağının farkındayız…
Politika piyasasının bütün (bir eksiksiz) parti ve pırtılarının, dünya çapındaki merkezlere âid bir projeyi tatbikde olduklarını görmeden:
“Şu parti kazandı, bu parti bitdi, soyguncusunun üçkâğıtçısının muhâmîsi olanlar yükseldi, taş gibi yılların Allahsızı tâife yerinde saydı; piskevitçi, Emsâlettin’i ile yerin dibine geçdi; dağ eşkıyâlarına belini ve bilmem neresini dayayanlar söküldü kana bulandı; dangalak veznindeki (Kam.l.k) tabahhur etdi, ötekiler çöpe gitdi!” gibi mülâhazalar, hakîkat nazarında abesden ve dembokratik ağız ishâlinden başka bir ma’nâ ortaya koyamaz!
Allâh Azze ve Celle Hazretlerinin İRÂDE VE HÂKİMİYYETİNİ tanımamayı en baş prensib hâlinde kabullenen; ve dembokrasi, laiklik, cumhuriyet diye yırtınarak bunları da “TESLİS” kabul eden hangi parti, pırtı ve ferd olursa olsun, ona, “hakîkat terâzîsiyle tartınca” aslâ kazandı denemez…
Ancak, UKB hayatının, HESAB günü ve “YÜCE DÎVÂNI” bulunduğuna tam ve pazarlıksız inananlar kazanmışdır; ve “mücerred kazanmak ancak böyle olur” diye “ÎMÂN-I ŞER’Δ sâhibi olan “ğurabâya” da ne mutlu…
(İlk intişârı: 04.11.2015)