Nûr İle Zulmetin Telbîsi…
30 Nisan 2021
-6- “Aşı (İğne) Orucu Bozmaz” Ve “hesâbât-ı nücûmî” Fitnesi!
12 Mayıs 2021

RAMAZÂN-I ŞERÎF, NE OLUR ÇABUK GEÇ!

Ahmed SELÂMÎ (Dağıstânî) 

 

Allah ve Rasulü’nün dîni İslâm ile, resmî ve gayr-ı resmî hoca kılıklı şeytanların uydurup adına da “İslâm!” dediği dîni ayırt etmek ve birincisine îman, ikincisine de redd ve nefy, direniş ve cihadına geçme hasleti, bugünün “müslümanım!” diyen kalabalıklarında ne ilim, ne îmân ve ne de amel çapında görülebilir olmuşdur…

“Uydum arâziye!” diyen bir kavim…

Ramazan ayı, sun’î, hormonlu ve o uydurma dînin reklâmı içün, tam bir panayır hâline getirildi; ve ekranlara çöreklenen şeytanlar da, bini bir paradan “fetvâ!” yumurtlama ve hezeyân gaseyân etme işinde geviş getirmeye sürüldü…

Neyse, bir hafta sonra iftar ve sahurlar bu insî şeytanların tasallut, tegallüb ve tecâvüzünden kurtulacak; ve biz bunu, “Mübârek Ramazân-ı Şerîf’in Kurtuluşu!” olarak selamlayacağız!

Allâh, Ramazân hürmetine topunun da müstehıkkını versin!

“Yol kesen eşkıyânın” en mülevves ve en necis takımları… 

“Müslümanım!” diyen bugünki mahlûk ve adamsa, yukarıda ikiye ayırdığımız o (iki dînin) hangisine aid (orucu) tuttuğunun bile farkında değil… Oruç mu oruç, 16 saat yeme içme, ama her haltı yiyib iç, sonra da (top patlayınca) yumul sofraya ve silip süpür…

Allâh ve Rasûlü’ne âid dînde oruc, namaz gibi, cihâd gibi, nikâh gibi, teaddüd-i zevcât gibi, Cuma ve Bayram gibi, fıtır sadakası ve zekât gibi, ülülemre itaat, bey’at, cemaat gibi, ta’lim terbiye, askerlik, hıfsı’s-sıhha şartları gibi, topyekûn beşerî münâsebetleri tanzîm gibi; hukûkî, siyâsî, iktisâdî ve ictimâî topyekûn nizâmların birlikde meydana getirdiği vahy bütünü içinde, o bütünün her noktasıyla organik ve kopmaz bağlar içinde bir cüz… Bu cüz olmazsa, o bütünün de olamıyacağı bir şart… Nizam ve sistem i’tibârıyle, olmazsa olmaz unsurların bütününden bahsediyoruz…

Oruç, böyle bir (vahy bütünü) içinde, o bütünün lâzım-ı gayr-ı mufârıkı…

Allâh ve Rasûlü’ne âid dîn, işte bu… O bütünden ayrı ele alındığı zaman, orucun, oruç olmakla alâkası sıfır! O bütün de, ona sâhib olmadıkca ma’nâsız bir DİN… Haçlı Avrupa kellesindeki “Religion” aslâ… Ayrıca oruç, hilâl, gurûb, imsâk, edâ ve vücûb şartlarının vücud verdiği bir meşrut… Bel’amların oruca getirdiği izâh hezeyanlarının mutlak ma’nâda dışında bir keyfiyetin sâhibi…

Hoca kılıklı şeytanlara icâd etdirilen ve tâğûtları memnun etmek üzere resmî ve gayr-ı resmî ideoloji haline getirilen uydurma ve adı da “İslâm!” olan (religion) ise, yukarıya aldığımız şart ve vasıfların hiçbirine ciddî bakmayan ve hakîkî dîni ortadan kaldırıb yerine oturmaya dayatılan seküler ve laik bel’amların ürünü…

Îmân ve fikir kanserinin sirâyet hududları üzerindeyiz…

İşte Ramazan boyunca bu dînin reklamını yapan fitnevizyonlar ve oralara çöreklenen boynu ağlâlli, suratı eşşek veya hipopotom derisi kadar tüysüz, kaygan ve lüzûcî, mezhebsiz, kendi teşehhîlerini iki ayaklılara “dîn” diye yutdurma peşindeki iblisleşmiş herifler, mübârek ayı, ayıca hırpalayıp kendilerine benzetmek içün ıkınıp durdular… Bazıları ise, ağlâlsiz ve sakallı olsa da, “ham softa kaba yobaz!” mantık ve karekteriyle, komedyen ahengiyle horuldayıp durdu…

Allâh, “ulemâyı” çekip, lâyık olmayan millet ve kavimlere, haçlı hançeresinden “akademisyen” denen belâyı musallat edince, işte netice… Bir kavme, Kahhâr-ı Zülcelâl’in vereceği en büyük musîbet ve cezâ…

Tefekkür ve incelik hasleti kalmayan, sekülerleşip laikleşmiş bir kavmin bu noktaları anlaması da aslâ mümkin olamaz; ve onlardan bunu beklemenin mantığı da bulunamaz…

Keyfiyet bu kadar düşmüş ve ayak seviyesi altına inmişse, elbetde bel’am, laik-ateist-dembokratik düzen hâkiminin “boşamak istiyor musun!??”  lâfına, “istiyorum!!!” diyen; bunu da, mücerred katolik kilisesinden müdevver tâğûtî kânûnu resmiyet plânında iptâl etmek niyet ve kastında bulunan bir adamın, ağzından çıkan kelimenin sîgasını da aslâ hesâba katmadan ikrâr edişini, karısını bir “bâin talakla!” boşadığı hükmüne bağlayan; ve bütün bunları, namaz niyetini imama uyarak yapan, tahiyyât ve selâmını ise papazın arkasında edâ (!) eden adamın diyalogçu ve “ibrâhimî” ucûbe mantığıyla yürüten; ve bundan da zerre kadar îmân sancısı, hayâ, iffet ve utanma hissi taşımayan; ve şer’î nikâhı, gayr-ı şer’î zemin ve şartlarla ifnâ mantığı taşıyan o herif veya Matiboğlu, bütün bunları, ekranlardan o kavme esrar çektirir gibi çektirecek; ve onları, şer’î (vahye müstenid) sistemin dışına da îmân etdirip, böylece, o tâğûtların da ulûhiyyetine bağlamış olacakdır…

Bir başkası da, Okyanus ötelerinden, “Onlara ruhumuzun güzelliklerini aktarırken neler yapmalıyız?” sualini soruyor ve cevab diye de, “BİR MİKTAR ŞAKLABALIKLARIN BİLE YAPILABİLECEĞİNİ!” ŞAKLABANLIK KELİMESİNİ HUSUSAN KULLANARAK REKLAM EDEBİLİYORSA… (Habervaktim, F. Uğurlu, 9.8.012)

 Ve gene internetlere düşen bir başka konuşmasında,

“-… Ama bir başkası örfâneye “Lâ ilâhe illallâh” ile iştirak etmiş; alır başıma korum onu. Rabbimin hatırına! “Muhammedu’r-Rasûlullâh” demese bile; O’nun hatırına alır başıma korum ben.”

Diyerek, Allâh ve Rasûlü’nün dînini tâ en ana merkezinden (Kelime-i Tevhîdinden) bombalayarak bölüb berhavâ ediyor ve böylece fezaları çatırdatan ve Kainatı patlatmaya kâfî gelebilecek hezeyânları hocayım masalı içinden savurup sıkabiliyorsa; ve peşindekilerde de hâlâ zerre kadar îmânî bir hayâtiyet kımıldaması görülmüyorsa; ve yahudi-haçlı, kardinal ve haham dünyâsı da, bu manzara önünde kendinden geçecek kadar cis-trans olup “doyuma” ulaşabiliyorsa, başlarım böylesine bâtıl ve iblis gâvur dünyâsının kıblesinden…

Ve bel’amlardan, Ramazân vesîlesiyle, daha bitmeyecek kadar mebzul, hezeyan ve nâneler…

Dert, bir kere oruç tutmak olacaksa, bin kere de Ramazân’ı kurtarmak olmalı!

Bir Şevval’in kurtarıcılığı hasretiyle, “kurguladıkları” dînin, açlığa ta’lim etdirdiği açlarının bilgilerine…

 

(İntişârı: 10.08.2012)

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir