Laik Ankara’da Perşembeyi Kandilli Takvimiyle, Vehhâbî Suud’da Cum’ayı Abd Takvimiyle Bayram Yapan Bir Dib Başına Ne Denir???
10 Haziran 2018
“İslâm’ın Unutdurulması” İçün Lozan’da Verilen Sözler!
24 Temmuz 2018

POZİTİVİST (LÂYIK-SEKÜLER) POLİTİKA İLE DÎNİ SÂHİBLENMEK, MÜSLÜMAN OLMAK DEĞİLDİR!

Ahmed SELÂMÎ (Dağistânî)

 

1908’den i’tibâren Osmanlı bakiyesi coğrafyadakiler, hususân Anadolu’dakiler tam bir çıkmaz sokağa girmiş ve ümmetin enkâzı olarak varlık ortaya koyabilmişdir!.. 15 Temmuz Haçlı Seferinin, daha adı bile tam ta’yîn ve telâffuz edilemezken; onun, hâlâ daha “Darbe, heybe nakâratıyla abuk sabuk” dillendirilişi ve püskürtüldüğü istikâmetindeki hamâset cayırtı ve şamataları, sâdece göz küllemek ve psikolojik harb taktiği olarak (aldatma) temelli bir ma’nâ ifâde ediyor…

Türkiya’da İslâmiyyet’in kaldırılışı ve yasaklanışından; ve dâr-ı İslâm olmakdan çıkıldıkdan sonra, 1000 yıllık o şaşmaz (Devletin Teşhis ve Tedâvî) kabiliyyet ve isâbeti de o nisbetde iflâs etmiş; hâdiseleri okuma disiplin ve ihtisâsı tepeden tırnağa dumûra uğramışdır… Osmanlının 600, Selçukluların 400 yıllık devlet-hükûmet tecrübe ve liyâkât dereceleri (kurbağaca kazanımları), Haçlı Bâtıl Batı’nın, 1908 meşrûtiyet ve 1923 Lozan ve (cumhûriyet meydan muhârebelerinden) tam muzaffer çıkmalarıyla hâkile yeksân edilmiş; ve bütün 1000 küsûr senelik TÜRK devlet telâkkîsindeki adâlet, ehliyet, hikemiyyât ve eşsiz istikâmet, zîr ü zeber ve paramparça edilmişdir…

Netîceten, 1000 yılın inkârı üzerine, tamâmen Haçlı Batı standartlarında bir yapı, Lozan bastırmasıyla çakılmışdır…

Haçlı Bâtıl Batı, İslâm coğrafyasından bu Dîn-i Mübîni şövalye sürülerinin kılıç zoruyla söküb atmayı asırlarca denedi. Bunun bir işe yaramadığını çok görüb iyi bildiği içün, ikinci ve tek çâre olarak bu Muazzam ve Mutlak Dîni reformize etmeyi (Bozub tanınmaz hâle getirmeyi) hedefledi. Diyalog-hoşgörü şirkiyle bulandırma, sahte mehdîlerle uyuşturma, Yardakoğlu tiplemeleriyle revizyonlama; “Kedicikli” maskeler arkasına gizlenerek, dîni, modern “umumhâne” meşrûluğuna (!) ve yahudice tahriflerle  ibâhiyyeciliklere sürükleme; resmî politikacılar diliyle de “Güncelleme, değişim ve dönüşüm, mezhebler dîn değildir diyerek inkâr ve hezeyanlar savurma; sünnîliği, İslâm coğrafyasını tehdîd eden tehlike gösterme; ictihadları, değiştirilmesi lâzım diye karalama; 14-15 asır evvelki hükümler bugün uygulanamaz” demelere kadar, son derece öldürücü lâfların delâletiyle, İslâmiyyet’i, harabeye çevirmek… Ve bütün bunlara, zaman zaman tecdîd (yenileme) kılıfı da giydirerek, Yahudi kılavuzlu Haçlı Batı, istediği sulandırma ve tahrîfi, müslüman görünen içdeki (câsusları ve şartladıkları) eliyle yapdı; ve hedeflediği bugünki çukurun dibi netîceyi memnûniyetle gördü!. Fakat aslâ kâfî bulmadı; ve hiçbir şekildi tam tatmîn de olmuş değildir!

Bugün Türkiya’yı, 1000 senelik devlet ve hükûmet telâkkîsi ve tecrübesinin ve adâlet-ehliyet ve terâkümünün her bakımdan ve tamamen dışına çıkarak, düşmanının standartlarını, îmânî, amelî, ahlâkî, siyâsî, iktisâdî, hukûkî, ictimâî ve askerî bütün hayat kademelerine aksetdirdiler… Ve târîhî devamlılık ve kök bağı, ecdaddan tevârüs edilmesi şart olan şahsiyet ve hasleti taşımanın tamâmen dışında bir yapıya kaydırılarak, bu karanlığın içinde kaybolmuşdur!. Ne kadar acem palavrası çapında “Osmanlı ve Selçuklu” edebiyyâtı yapılırsa yapılsın, bugünün Türkiya’sının bunlarla alâka derecesi sıfır bile değil, sıfırın da korkunç derecede altındadır!

Bu manzaranın en mebzûl yetiştireceği mahsûlün, GDO’su ile oynanmış (Hâin sürüleri) üretmekden başkası olamaz…

1000 yıllık devlet ve hükûmet asâlet ve hakîkatını (Beğenmeyib reddeden), bunun içün de Haçlı Bâtıl Batı kafasının standart ve temelleri ile düşünen, 110 yıllık modernite törpüsü yemiş politik beyinlerin (Teşhis ve tedâvî) usûlleri, bedâhaten ortadadır ki, o tecrübe edilerek yaşanmış ve hakîkatı görülmüş ve doğruluğu test edilmiş târîhî hakîkatları reddetmek ve binnetîce müteharrik bir cenâze  veya  (intihâr) manzarasını netîce vermek olmuşdur!.. Bu vâkıayı, “Osmanlının küllerinden dipdiri bir gencoğlan fırlatdık” nakarâtının ortadan kaldırması, câhil sürüleri ne kadar aldatmaya ve gözküllemeye ma’tûf olursa olsun, aklı başında bir insanı narkozlaması kat’iyyen mümkin değildir!

Buradaki en temel ve esas nokta, rûh ve beden dünyâsını birlikde ve tam bir aheng hâlinde ele alan münezzeh ve ilâhî (İslâm Telâkkîsinin), 110 sene içinde sahte banknot seviyesine düşürülüşüdür… Bu sebebledir ki, dünyâyı ve vatanı (Teşhis ve tedâvî) usûlü tamâmen piçleştirilerek, alınan bütün tedbir ve netîcelerinin, istisnâsız zehirlenme ve  ihtilâc içinde çırpınmak ve biribirini yemek olduğu görülmektedir!..

Tanzîmât, doğduğu günden i’tibâren 13-14 asırlık dîn telâkkîsini, Kahhâr-ı Zülcelâl Allâh Azze’nin irâde, hâkimiyyet ve takdîri dışına taşımayı (!) Haçlı Batı karşısında kendisini âciz görerek hedeflemiş; Yaratıcı’nın, müslümana her 24 saatde bir, en az 40 defa “Gayri’l-mağdûbi aleyhim veled-dâllîn” diye dua etmesini emretdiği Fâtiha Sûresinin bu cümlesindeki, (Gadab etdiğin yehûd ve dalâletde bırakdığın hıristiyan yoluna sakın bizi uydurma-sevketme) şeklindeki yakarışı, amelî planda iptâl ile işe başlamış, yüzünü resmen Haçlı Batı’ya dönmüşdür… Bu, binlerce esef edilse azdır ki, bugünün politik zirvelerinde bile hâlâ, korkunç derecede bayatlamış olduğu hâlde berdevâm bulunmaktadır…

Bütün bunlar, Kahhâr-ı Zülcelâl ve Azîzü’n-züntikâm olanın va’d ü vaîdine tersdir; ve ferdin sağ ve solundaki iki Kirâmen Kâtibîn tarafından her ânıyla kuşatılıb zapda geçirilişini hesabdan çıkarıcı (pozitivist bir din telâkkîsine) Müslümanlık diyerek, ruh ve beyin felcini yaygınlaştırmayı netîce vermişdir… Böylesine pozitivist (lâyık-seküler) bir dîn uyduruğuna kaymanın netîcesindeki bütün (Teşhis ve Tedâvîlerin) de, hakk ve hakîkatla alâkası kalmadığından, Tanzîmatçılık, bu ölçüde can çekişmekden başka bir noktaya müncer olamamış; ve bundan sonra da olunamıyacağı, riyâzî kat’iyyetle ve bedâhaten ortadadır…

2.Meşrutiyet de, aynı çarpıklığı biraz daha ilerletmiş; Cumhûriyet devri ise,  tuğyân derecesinde çok daha ileri gitmiş; ve 1960 ve sonrasındaki  Haçlı (Nato) darbeleriyle, “İslâmiyyet’i kılcal damarlarına kadar değiştirib güncelliyerek bozma” dalâleti ve şirki, ya’ni mutlak zulüm, çok daha kolaylıkla ve müslüman görünen münkirler eliyle, önü daha da açılarak ileri tırmandırılmışdır…

1964’lerden itibâren ise, Feto denilen hâini kullanan Haçlı Batı (Nato Takımları) veya Global Çeteler, bu yahudi ve mason yaratık eliyle milletin kadîm devlet ve hükûmet anlayışını torpillemek üzere, bu Pensil kardinalini “Din Telâkkîsini” değiştirmek vazifesiyle ve Graham Fuller eliyle gütmüş; ve bunda da, bilinen “Hoşgörü-Diyalog” maskesi kullanılmışdır!.

Sokakdaki ve politikadaki bir takım adam ve madam cinsi narkozlu zavallıların, “Asker kıyafeti giymiş hâinler” dediği kanser hücreleri, aslında aslâ öyle değildir; ve fakat, “Feto’nun İslâm Telâkkîsini Değiştirdiği” Allâh’sız ve İslâm dışı mahlûkâtdır… Pensilvanya Alamut Kalesindeki Haşhâşî Başı’nını tam teşhis edilmesi bile, hâlâ bugünün politikacısı tarafından ortaya konulamıyor; ve (Teşhis ve Tedâvî) adıyla yapılanlar da, “Ölü yüzü pudralamak kabilinden” ıvır zıvır işler ötesine gidemiyor… Çünki yanlış teşhis, yanlış tedâvî ile ifâkati değil; marazın daha da azmasını intâc edebilecekdir!..

Pozitivist (Lâyık-seküler) din anlayışındakilere Allâh Azze’nin vereceği dünyevî cezâları kâle almıyan son derece çarpık ve bâtıl telâkkîler elindeki İslâm dışı “müslümanlık”, adı böyle olsa da, hakîkatıyla zerre kadar bile O ya’ni İslâmiyyet değildir ve olamaz… Bunun içündür de, Haçlı Batı standartları ile rûhu ve temelleri tütsülenmiş bir dîn telâkkîsini, hükûmet politikaları olarak yürütmekle; ve bu çarpıklıkların daha dünyadaki “ilâhî cezâsının”  ne olduğuna islâmî telâkkînin mücerred vahiy çizgisi üzerinden vâsıl olunmadıkça, aslâ sulh u sükûna kavuşulamıyacakdır…

Allâh Azze’nin (Hâlık’ın) MUTLAK irâde ve hâkimiyyetini dışlıyan, bunun yerine mahlûkun irâdesini “Halk irâde ve hâkimiyyeti” veya “Dembokrasi” diyerek oturtan, pozitivist, lâyık, seküler, Haçlı Batı standardı bir “Dîn anlayışı”, dine müsâvî değil, İslâm akâid kânunları karşısında mutlak dinsizliğe müsâvî bir müşriklikdir… Bunun da, “Allâh, Kitab, Rasûl, Kader, bilhassa ve en başda, omuzlarda mevzilenmiş Yazıcı Melek îmânı ve zerre miskâl îmân ve amele kadar her hususda Hesâb Günü i’tikâdı” dışına fırlamış hâliyle, zerre kadar ne “Teşhis ve ne de Tedâvî” ortaya koyamıyacağı mutlakdır ve bedâhaten ortadadır…

Mutlak dalâlet ve ebedî hasâretin, bugün en başda gelen global esâret çerçevesindeki sebebi de işte budur…

1000 yıllık devlet ve hükûmet nizâmının, haçlı satandartları hesâbına ve Allâh’sızlık sebebi ile Allâh’dan değil de, onlardan korku sâikiyle terkedilişi, bu ümmet telâkîsinin de sıfırlanışı demekdir. Halbuki ÜMMET, Büyük müfessir ve Allâme Merhûm Muhammed Hamdi Efendi Hazretleri’nin Tefsîrindeki ta’rîfe göre muhayyel ve mevhûm bir mefhûm değil, en keskin hadd şekliyle şudur:

“Ümmet, öne düşen, fırâk-ı muhtelifeyi toplayan metbû’ bir cemaat demekdir ki, hepsinin önünde de İMAM bulunur!” (c. 2, s.1154-55)

İMAM yoksa, ümmet de yokdur…

Bugünün politika bezirgânlarının, kartondan kaplan uydurur gibi ümmet deyiş üzerinden, “İmam da var, o da işte şudur!” deyiş ve uyduruşları, tam bir siyâset kataküllisi ve ahlâksızlığıdır!..

Bu ta’rifde geçen RAHMÂNÎ imamları, cebâbire, decâcile ve zaleme devri politikacıları, her islâmî mefhûm ve ıstılahı yapdıkları gibi, onu da, bâtılla telbis peşine düşdüler…

Rahmânî imamların sistemleri de RAHMÂNÎ idi; ve Müslüman Türk’ün 1000 yıllık bu devrindeki o sistemler, uzviyetin milyarlarca hücresine oksijen pompalayan bir kalb gibi, teb’asının her bir ferdine “ALLÂH” îmânı üzerinden “Mutlak hakîkatı ve O’nun adâlet ve emânet esâsını” pompalıyordu… Dembokratik sistemlerde ise oksijen pompalamak durmuş, ya’ni “Allâh îmânı” yerine, global  şirk, küfür, nifak, bölücülük ve zulümden ibâret (Allâh’sızlık) pompalanır olmuşdur… Oksijensiz kalan uzuvlar ise, bugün FELÇ olmuş; uzviyetse, beyne’l-hayât ve’l-memât, çürüme devrine girmişdir… Üç beş yaşındaki süt çocuklarının ve öz iki kızının birden ırzına geçen babaların; âile içi cinsî kudurmaların, çocuk kaçırma ve cinâyetlerinin, binbir türlü sapıklığın tavan yapdığı bir vasatın, hangi çürüme alârmları verdiğini, aklı ve îmânı sızlamadan seyredebilecek bir Allâh kulu varsa, buyursun işte manzara… Bunlara alışkanlık kesbeden bir cemiyetin hangi çukurda bulunduğunu politikacılar görse de, görmemiş gibi yapmayı, kahrolasıca îmânsız ve vicdansız politikalarının bir şartı gibi görür olmuşlardır!..

Dünki ecdâdın sistemi (nizamı) ile, bugün Haçlı Batı’dan idhâl şeytânî ve fıtrat dışı sistemlerin mukâyese ve muhâsebesini yapabilecek akıl sâhibi ferd-i vâhid bulabilmek bile, artık bir kimyâ oluş gibi zorlaşmışdır!. Mefhumların içleri öylesine boşaltılıb yerlerine tam tersi şeyler doldurulmuşdur ki, Lâtin alfa-be’tası nasıl “millî harfler” oluvermişse, İsviçre Medenî Kânûnu nasıl “Türk Medenî Kânûnu” yapılıvermişse; politik sistemler de dembokrasisinden cumhuriyet ve lâyıklığına, paralamentosundan karalamentosuna kadar nice sistem ve düzinelercesi de, “Yerli ve Millî” damgası yiyerek (Hâşâ min huzûr), haram bilmem ne mahlûkunun eti gibi “yerli ve millî et” dercesine memlekete boca edilmişdir!. Böylelikle, NESİL EMNİYETİ de, AKIL, DÎN, CAN, MAL EMNİYETİ gibi müthiş bir sûikasda ma’rûz bırakılmaktadır!

Feto, ne kadar Nato ve Batı güdümünde bir haçlı seferi ortaya koymuş; ve bu, bugünün âciz ve kök mahrûmu politikacıları tarafından aslâ görülemiyorsa; Feto-Nato iltisaklı Adnan Bokto da, aynı “Kedicik” maskesi altında “İslâm’ı değiştirme ve güncelleme, eksenini, omurgasını kaydırma ve genleri ile oynama” teşkilâtından başka zerre kadar bir şey olmadığını ortaya koymuş bulunmaktadır… Casusluklarına varıncaya kadar her belâ da, elbetde bunun kaçınılmaz, zarurî bir netîcesidir; ve aynı zamada bu, dîni oyuncak eden cem’iyyet ve otoritesine, ilâhî ve cezâî bir darbedir!..

 Kedi-köpekçikli Pokto nasıl Feto-Nato ile iltisaklı ise, Yalçın Yanar adında ortaya çıkan Bursavî nevzuhur da, yüzde yüz şeyh karikatürü Kıbrıslı Nazım kalıbının genç mukallidi olarak da Pokto ile iltisâkını alenen ortaya koymuş; ve sanki, sivri külâh, cübbe ve âsâ ile süslü bir manken düülmüşlüğü ile “Ben de varım!” demişdir… Bunları, âdî çete ve zekte yerine, İslâm ıstılâhâtındaki mukaddes ve muazzez “Cemaat” ta’bîriyle muhâtab almak ise, ya modern câhiliyyenin echeliyyeti; veya cemaat mefhûmu üzerinden İslâmiyyet’in karalanmasını istihdâf eden bir alçaklığın eseri bilinmelidir…

DİB’ine kadar, nice resmî merci’ler de, eğer “İslâm telâkkîsini” 15 asırlık Rasûl-i Rusül Alayhisselâm’dan beri gelen ana ve temel şekli dışına çıkararak, “GÜNCELLEME, ictihadları değiştirme, 14-15 asır evvelki hükümler artık bugün uygulanamaz” diyerek, Azîz DÎN, tahrif ve tağyir adına kurcalanmıya ve örselenmiye başlamışsa; ve bütün bunlar, resmî veya gayr-i resmî bir takım lâyık, kayık ve gayr-i ayık ağızlar tarafından dile getirilebiliyorsa, bunların da, son yıllar ve günlerde ihânetleri ayyûka çıkan kökü dışarıdaki “çete cürüm zincirlerinin” bir başka versiyonu olarak telâkkî edileceği, elbetde zarûrîdir… Bunun, başka bir izahı da düşünülemez…

Havuz, iktidâr ve muhâlefet medyalarının MECÂZÎ MA’NÂDAKİ teşhis ve tedâvîlerinin de, politikacı madrabazlarınkisinin tekrârı ve kuyruğu olmakdan ötede hiçbir ma’nâsı yokdur ve olamaz… MUTLAK hakîkat karşısında topu da, ihânetden başka hiçbir delâlet ortaya koyamaz…

Globalizmanın, “dembokrasi” nakarâtıyla dünyanın dört bir tarafını kuşatdığı görülmeden, agoradaki kavgaların, aynı pozitivist, lâyık ve seküler küresel çetenin kol ve dalları arasındaki saltanat ve nöbeti devralma boğuşması bulunduğu idrâk edilemez… Ve karşılarında en büyük engel olarak gördükleri İslâmiyyet’i, içinden BOZARAK saf dışı bırakma ihâneti, kat’iyyen anlaşılamaz…

CHP, 27 yıllık doğrudan diktatörlüğünde ve 1960’dan sonra da vesâyeti sebebiyle “HALKI KARŞISINA” alarak İslâmiyyet’e müdâhaleyi, O’nu yasaklıyarak irtikâb etmişdir… AKP ise, halkı CHP gibi karşısına alarak değil; “HALKI YANINA” alarak İslâmiyyet’in omurgasına, eksenine ve genlerine müdâhale peşine düşmüşdür… Bu ise, CHP müdâhalesine munzam, çok daha büyük bir tehlike ortaya çıkarmaktadır… Evvelkisinde halk, derhal reflex göstermiş, fakat üzerinden 20-30 sene geçince bu reflexler gitdikçe hızını kaybetmişdir. Bundan sonra da, İslâmiyyet’in, temelleri ve  amelî kısmıyla yasaklanışı, Anadolu insanı tarafından artık tabii bir hâlmiş gibi kabûl edilmiş; ortaya, adı “Müslümanlık” kendisi İslâm dışı olan ecâib beşerîleştirilmiş bir dîn çıkmışdır!. AKP, CHP’nin bu hâle getirdiği İslâm dışı İslâmiyyet’i, aynen muhâfaza ederek, bir de bunun üstüne, kendi revizyonizmi ve güncellemelerini, reformizmini, değişim-dönüşümünü, sünnîlik inkârlarını, 14-15 asır evvelki islâmî hükümlerin “Bugün uygulanamazlığını” ve nice tahrîflerini de ilâve etmişdir.

Tekrar edelim ki, AKP, halkı CHP gibi karşısına alarak değil; CHP’nin başına gelenlerden ders alarak (!) halkı, YANINA ALARAK CHP çizgisini devam etdirmektedir… Böylece, halkın din telâkkîsindeki narkozlama ve tahrîfât, bugün hadd safhaya gelmiş, Haçlı Avrupa’nın “Dîn telâkkîsine” müsâvî bir anlayış bu “İslâm Vatanına” çakılmaya başlamışdır. Artık “Vesâyetden Kurtulduk” demenin de hiçbir ma’nâsı kalmamış; “Dîn Telâkkîsi üzerindeki bu vesâyetden daha büyük bir vesâyetin ve işgâl ve kültür emperyalizmasının olabileceği de düşünülemez…”

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir