Halîfe-i Müslimîn Cennetmekân Abdülhamîd Hân’ı Yâdederken!
10 Şubat 2020
(1) Virüs Devrinde Bile, Ankara Dib’i Fıtratları Îcâbı Gene Tahrîf; Ve Bulanık Suda Balık Avlama Peşinde!
26 Mart 2020

ÇANAKKALE VE VİRÜS CEZÂSI!

Ahmed SELÂMÎ (Dağıstânî)

.

-Bugün Receb 1441, ayın tahminen 15. Günü…

-Efrencî 18/Mart/2020…

-Eşhuru’l-Hurum’dan RECEB…

-Eşhur-ı Selâse’den hem…

-Virüs’ün, 3 ay geçmeden, Allâh Azze’nin (irâde ve hâkimiyyeti) altında dünyânın anasını bellemeye sebeb kılındığı (emredildiği) eyyâm-ı ibret!

-Zâlimler elindeki ve insî şeytanlar avcundaki dünyânın, İslâm coğrafyasına kan kusturduğu günler!

105 sene evvel 1915 senesinin bu gününde de, İngilizinden Avustralyalısına kadar bütün şark ve garb kefere dünyâsı, ittihad-terakkî (İT) denen takımının sebeb olduğu facianın fâilleri olarak İslâm topraklarını istîlâ ve işgâl azgınlığı ve kuduruşuna geçmişlerdi… Ümmetin başına belâ olmuşlar; ve fakat Müslimînin HALÎFESİ ve Müsliman Oğuz Türklerinin Hâkânı Abdülhamid Cennetmekân Hazretlerinin iki kelimesiyle yerlerine çakılmış ve gâvurluklarında muzaffer olamamışlardır…

Müsliman Oğuz-Kayı irsiyet âmillerinin de sâhibi o Büyük adam, yahudi, dönme ve yerli çıfıtlar eliyle hal’ edildikden sonra Selânik’deki Alâtini yahudisinin köşküne sürgün edilib nezâret altında tutulur… Selanik’den sonra da Harb-i Umûmî’de Payitaht’daki Beylerbeyi Sarayında kafese konur!…

Haçlı gâvur donanmaları Çanakkale’ye dayanınca, Talât Paşa denilen hâin, maiyetindeki (it) çetesi ileri gelenlerinden 8-10 sütsüzle Beylerbeyi Sarayına gelir ve İstanbul’un işgâli ihtimâline karşı, ihânet edib elini kolunu bağladıkları Hakan Hazretlerinin Eşkişehir veya Konya gibi iç taraflardan bir yere naklini münasib gördüklerini söyler!…

Yüzsüz ve seviyesizce ve sürüngen gibi gelirler!

Aldıkları cevab, hâinlerin iliklerine işler:

“Ceddim Fâtih Hân Cennetmekân’ın fethetdiği bu beldeden hiçbir yere gidemem, gerekirse düşmanla çarpışır ve şehîd olurum… Mukaddes Fetih’de vatanını vermemek içün çarpışarak, asâkir-i İslâmiyyenin atları altında ezilerek ölen Bizans kumandanı Kostantin, mukaddesâtına benden daha çok bağlı olamaz! Ben, boğazdaki surları çok iyi tahkîm etdirdim, onları plânlarımız mu’cebince kullananabilirseniz, düşmanın Çanakkale’yi geçmesi mümkin değildir!”

Ve, (it) takımına arkasını dönerek müzâkereyi bitirmiş ve odayı terketmişdir!…

(İt) takımı da kıyıdaki feribota atlıyarak karşı yakaya dümen kırmakdan başka çâreleri olmadığını görmüş ve defolmuşlardır! Ancak Halife-i Müslimîn Hazretleri “surları kullanabilme plân ve hassâsiyetini”, onların önüne kurtuluş formülü olarak koymuş; ve Çanakkale bu sa’yede geçilememişdir…

(İt) takımı, boğazın ortalarına kadar ağızlarını bıçak açmadan ve hiçbir havlama eseri koyamadan defolub giderlerken, Talât denen ve Alamanya’da ermeni dostları tarafından gebertilen, mason ve sâbık postacı beygiri, sâdece iki kelime  mırıldanabilir:

“Aldık mı cevâbı?”

Evet, cevâbı almışlar, Çanakkale geçilememiş, 57. Alay ise, başdan sona şehîd olmuşdur!

Asıl başkomutan kimdir bu hâlde?

Çanakkale’de, tepelerinde alman general Limon Von Sanders’i taşıyanlar ve o zaman sâdece Yarbay olan Kamal Paşa’nın bugünki bütün parti-pırtılı layik ve cumbokrat nesilleri, bu hakîkatları hâlâ târih kitablarına yazmaz; “Ertuğrul ve Osman” dizileri gibi binlerce “kurgu-senaryo”, uydurma, masal ve şeyt.nî sahnelerle Osmanlı’yı tahrîf; ve ehâlîyi de gûyâ tatmîn, teshîr ve (uyuşturmaya) ma’rûz tutarlar!.

Bugünün “yerli ve millî” dümenlerine uygun, görmek istedikleri, ammâ hakîkatini göstermek istemedikleri, ucûbe bir varlığı, “Osmanlı” olarak takdîm ve tahrîf cinneti…

Ve Osmanlıya (İT) takımının indirdiği darbenin takibçiliğini yapanlar, hakîkatları, maarifleriyle (mektebleriyle) yamuk yumuk etmekden zerre kadar iffet sancısı da duymazlar!

Müfessir Muhammed Hamdi Efendi Merhûm’un buyurduğu gibi “Arz ve semâ DEVLETİNİN müstakillen MÂLİKİ olan Allâh Azze ve Celle Hazretlerinin” her zerrede bulunan mutlak irâde ve hâkimiyyetini de tanımazlar; virüs belâsının ilâhî bir cezâ olduğunu, pazitivist-ateist ve ataist mercimek akılları ile mutlaka inkâr ederler!

Münkirin önde gideni oldukları içün de, Haşr Sûresi 24. Âyetinin isbât etdiği:

“Göklerde ve yerdeki bütün herşey onu TESBÎH eder” hakîkatına da, hâliyle aslâ inanmazlar!

Buradaki “bütün herşeyin” içinde, “corona virüsünün” olduğuna da şeytânî akılları bir türlü eremez!. Evet o virüsler bile, YARADAN’larını tesbîh ile noksan sıfatlardan tenzîh ediyor… Lâkin bunu, bu zâlim dünyanın idrâk, îmân ve teslîm etmesini, nasıl bekleriz? Böyle olsalardı, zaten (zâlim) olmaz, (âdil) olurlardı!!!

Bunlar, virüslere, her türlü hücre, molekül, atom, elektron, nötron ve protonlara ve onların da her zerresine varıncaya kadar istisnâsız her varlığın mutlak yaratıcısının ve onlar üzerinde mutlak irâde ve hâkimiyyet sâhibinin mücerred ALLÂH Azze ve Celle olduğunu bile düşünemez, böylesine nasibsiz ve mühürlüdürler!

Daha da hayâsızlaşır, dinsizleşir, azgınlaşır ve kudururlar da, Çin’deki 3 aylık ıkınmalar elindeki teknik üçbuçuk faaliyyeti fitnevizyonları ile “ÇİN İŞİ MU’CİZE” diyerek ve şov’laşarak homurdanır ve böylece zımnen şöyle demiş olurlar:

“Mu’cize dediğin nedir ki, işte aklın icadları bugün, dünün akletmez ve akla tapmaz insanların (vahiy) dediği şeylerdir!”

Böyle diyerek, İslâmiyyet’i küçümser, onunla alay eder, DİB denen uydurma ve “Kula tapış dîninin” merkezlerine nanik yapar, onların “Din ve vicdan özkörlüğü” dediği gözküllemeleri ayaklarının altına alır; bu toprakların, 1000 yıllık müsliman oğuz fetihleri ile ecdâdın olduğunu nazarlardan kaçırır, Çanakkale’de şehid olan 250 bin vatan evlâdının kanları üzerinde hora teperler; heykellere tapar, kerhâneler, fâizhâneler, meyhâneler, kumarhâneler ve binbir türlü şeytanlık yuvaları açarlar…

Çanakkale’de, 57. alayın tepeden tırnağa şehid oluşu karşısında zerre kadar ihtirâm ve minnet duymaz, şeytanlarının kölesi olur; parti-pırtı hırlaşmalarıyla, millet yerine “ulus=İbrânîce sürü” ikâme ederek, onlara biribirini ısırmanın, bölünme, parçalanma ve tefrîkanın her saat ta’lîmini yaptırırlar!.

Elmalılı Merhûm’un buyurduğu gibi paralamentolarını ALLÂH’dan gasbetdikleri “imtiyâz-ı rubûbiyyetin” şirkhânesine çevirirler, kânunlarını kullara yaptırır, Mutlak yaratıcı Allâh Azze ve Celle’yi aslâ beğenmezler!.

Göze görünmeyecek kadar mikoskopik virüsle de, “İnnallâhe Azîzünzüntikâm=Herşeye gâlib ve intikâm alıcı” ALLÂH Azze ve Celle, onbinlerce senedir nice kavimleri, verdiği belâ ve musibetlerle nasıl dize getirmek içün kahretmiş, titretmiş, helâk etmiş ve SONSUZ KUDRETİNİ ortaya koymuşsa, aynen bugün de ortaya koymuş ve intikâm alıcılığıyla tecellî etmişdir…

Evet böyle hükmetmişdir; ve İngilizi, yahudisi, ABD’lisi, Acemi, Moskofu ile 8-10 milyon Sûriyeliyi kış-kıyâmet yollara döken, Çinlisiyle Uygur Müslümanlarını işkinceden geçiren, Hindularıyla Müslüman evlerinin kapılarını parçalayıb içeri giren o dünyâ zâlim ve vahşilerini, gene o dünyâ denen denî ve şenî âlemin müşrikleri nasıl koltuklarına kurulub tv’lerden yan gelib seyretmiş ve tüyleri bile kıpırdamamışsa; Kahhâr-ı Zülcelâl, aynı o (zâlim) dünyâyı, şimdi virüsle böyle dize getirib hayatının %98’ini felc, ağız tadının da %1000’ini nasıl hâkile yeksân ediyor ki, dehşet ve ibrete şâyândır!

İbret alacaklar mı?

Hayır, almıyacaklar! Eskiler nasıl almamış ve kahrolmuşlarsa, bunlar da temerrüd ederek, küfr-i inâdî ile onların yolunda olacaklardır!

“Virüs, bizim alacağımız tedbirden daha büyük değildir” gibi bir takım abes lâfları dolaştıran mugâlâta erbâbı da türemedi değil!

Böyle lâf u güzâf edenler, aceba şunu diyemezler miydi:

“Allâh Azze’nin kuvvet ü kudret, irâde ve hâkimiyyeti, yaratdığı ins ü cinnin irâde ve hâkimiyetinden nâmütenâhî ve mukâyese edilmesi muhâl olacak kadar âlî ve hakîkîdir. Nemrudu bir sinekle yere kapaklıyan O, bütün dünyâyı da, göze bile görünmez o bir tek hücreden ibâret mahlûkâtına verdiği emri ile, ins ü cin tedbîrinden sonsuz kere büyükdür! Büyük olan tedbir değil, sâdece YARADAN’dır…

Beşer, tedbîrin birini değil, binini de alacak; bu ona, YARADAN’ın EMRİ olacaktır! Ancak, O’nun TAKDÎRİ, beşerin sonsuz  tedbiri de olsa, onu hâkile yeksân eder!. Çünki O HÂLIK, yaratdıkları mahlûkdur, O’nun kudretiyle her an yok edilebilirler!

İşte tam tedbîr, sonra da o KUDRETE tam tevekkül!”

Evet, böyle diyemezler miydi?.

Diyemezler, çünki Allâh Azze’nin “İrâde ve hâkimiyyetini”, her an heykellere ve beşeri tanrılaştırmaya fedâ edenlerden, bu beklenilemez!

Kahhâr olan O, bütün arz zâlimlerinin ödünü patlatmıya muktedirdir… Ve hüve alâ külli şey’in kadîr…

İnsî şeytanların, işte, gözden kaçırdığı ana nokta: TEVEKKÜL! Allâh Azze’ye inanmamak veya inanıyor görünmek sahteliği…

YARADAN’ı tanımıyanlar, netîcesine katlanacaklar ve faturayı ödiyeceklerdir…

Çünki Muhammed Hamdi Efendi Merhûm’un buyurduğu gibi:

“Arz u semâ DEVLETİNİN müstakillen mâliki O’dur!”

Düya zâlimleri, Nemrut, Fir’avn, Şeddad, Ebû Cehil, Lenin, Stalin, Mao, Vaşington, yehûd, dönme, dölleme, Heykel, Kraliçe  ve bilmem ne olsalar ne yazar?!

Her şeyin SÂHİBİ, (Enbiyâ 23)de:

“Lâ yüs’alü amma yef’alu ve hum yüs’alûn!”

 Buyurur… Kahhâr-ı Azîz, yapdığından, hiçbir fi’linden sual olunmaz, mes’ul değildir; onlar, yani mahlûkatdan kullar ise mes’uldürler!

“Çünki O’nun fevkinde hiçbir hâkim, hiçbir illet yokdur. O, bütün hâkimlerin ahkemi, bütün esbâb ü ılelin Hâlık ve müsebbibi bir fâil-i muhtardır. Keyfe mâ yeşâ’ tasarruf eder, bununla beraber lehivden mühezzehdir. Hiçbir işi oyuncak değil, her fiili aynı hikmetdir. Hikmetinin hakîkati de, kendi ılmindedir. Bildirirse bildirir, bildirmezse yalınız kendisi bilir…… (ve hum yes’elûn) halbuki onlar, yani kullar mes’uldürler.” (Elmalılı, c. 5, s.3347)

Virüsler de, O’nun yaratdıkları ve O’na boyun eğen, O’nun emrindeki, O’nu tesbîh eden mahlûkât!. Mutasyon kabiliyyeti ile onları donatan ve yaratan da hep O…

Kâfirlerin bunlara inanmalarını beklemiyoruz; ve bekliyerek abesle iştigâl edecek de değiliz!. Biz, bize âid kıymet hükümlerini ortaya koymakla mükellefiz, o kadar…

Tevekkülü olmıyan TEDBÎR, korkuyu da besliyen bir canavar olmakdan aslâ uzak duramaz!

Dünya zâlimleri, işte bu korkuyla karanlıkda ıslık çalarak yollarına devamdalar! Takallüs eden suratlarının iğrençliği ve siyahlığı, kalblerindeki zulmün, kin ve ihtirasın nasıl olduğunu gösterir…

Ne kadar saklasalar da, hakikat bundan başkası olamaz!

Levh-i mahfuzda yazılan, zerre kadar şübhe edilemez ki, olacak, kazâ ne ise göreceğiz…

“Kaderin üstünde bir kader vardır” teselsülünün butlânına batanlar da, kaderi inkârlarının farkında olmıyan echel-i cühelâ olarak, ötekilerle beraber KORKU ile titremiye devamdan uzak kalamazlar…

İntişârı: 19.03.2020 / 14:01:46

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir