Başlarken…
29 Ağustos 2011
Cihan Târîhinde Zirve Yapan Bir Tek Gözboyama Ve Sahtekârlık: 11 Eylül 2001!
12 Eylül 2011

Başında imparator taşıyan ve adı veya vasfı imparatorlukolan ve en bâriz husûsiyyeti de emperiyalistlik bulunan devlet ve hükûmet vâkıası ve

“BİZE, MÜSLÜMAN İSMİ TAŞIYAN DEĞİL, MÜSLÜMANLIKDAN ANLAYAN LÂZIM!”

Ahmed SELÂMÎ

 

Başında imparator taşıyan ve adı veya vasfı imparatorlukolan ve en bâriz husûsiyyeti de emperiyalistlik bulunan devlet ve hükûmet vâkıası ve şekillerine biz, haçlı dünyâsında, sonra da laik ateist “düzmece düzenlerde” rastlıyoruz… Bize âid ta’birle, müstevlî ve zâlim hükûmet, devlet ve idâreler… Bunların tamâmında da ortak paydanın en ana çizgisi, vahye istinâd etme yerine, beşerîlik; ve o da, nefs emrindeki (akla) tâbi oluş sapıklığı…

Bu i’tibarladır ki, orada, beşer üstü bir murâkabe ve teftişe yer olamaz. Bu olmayınca da, zaman ve mekânı geldiğinde “hesab verme!” diye bir mefhûm, orada muhal… Televizyonlar dolusu “akıl satma tüccarı!” ve etiketli-rütbeli lâf borazanları, durup dinlenmeden bu muhâlin iblisce reklâmı peşindedir…

Bu muhâlin de zarûreten ortaya dikeceği netice, “mutlak adâlet!” denen ve dünyâ seâdetinin de en baş âmili bir cevherden sonsuz mahrûmiyyet!

O adâlet varsa, zulme hayat hakkı olamaz; ve eğer zulm varsa, o adâlete, o haqq verilemez!

Vahy, o “mutlak adâleti”, ins ü cinne indiren gene mutlak hakîkât!

İşte Âdem Aleyhisselâm’dan beri “olukların” birinden akan, bu “adâlet” yani nûr; ve diğerinden akan ise, “zulm!”yani kir…

Bunu, aklî ve nazarî planda beşeriyet inkâr edebiliyor mu?

Hayır, ancak, yine de bu hakîkat yokmuş gibi zulme yani o kire yamanarak yaşamanın iptilâsında kör mü kör ve bir sürü!

Ve o (kir-zulm) adına, ne ideoloji ve doktrinler ve ne felsefe ve kânunlar uyduruldu; ve hâlâ da uyduruluyor ki, işte beşer felâketinin ve dünyânın cehennemî bir hâl almasının biricik sebebi, bu akıl tutulmasıdır…

“Arap baharı!” masalının arka plânındaki global ve diyalogcu şeytanların, Şam ve Tel-aviv şeytanlarına seyirci olma vicdansızlığı ve vampirliği de, ancak böyle izah edilebilir…

Lâkin gelin görün ki, pozitivist ve laik kelleler içün, akıl tutulması bunun tam tersidir… Akıl, vahyin liderliğini kabul etmediği takdirde, zarûrîdir ki, beşerî nefs ve hevâ onu avcunun içine alacak; ve bu gün “eşşek hürriyeti ve şehvetinoktasına!” ve “ayyı odunluğuna!” ve “hınzır encesliğine!”v.s.’ye kadar varan şeytânî sistemlerin ağına düşülecek; ve geberiş, bu yolla ve teknik putperestliğinin can çektirişiyle olacakdır…

Yehûdiyyet ve Nasrâniyyet, bu akıl tutulmasının ortaya çıkardığı mecâzî ma’nâda ve uydurmalar elindeki dinler, daha doğrusu religionlar… Aslı muhâfaza edilemeyen nesnenin elbetdeki ortada görünen vücûdu, onun aslı dışında bir şeydir, işte o kadar!.

“Avrupa medeniyeti!” denilen nesne de, işte aslının kendisi değil, aslının dışındaki bir keyfiyet…

Ne yazık ki, elinde bulunan (vahy) hakîkatı, Tanzîmatçı iblisler eliyle ilk resmî darbeyi aldı… Bunları ta’kib eden Jönlerin, ittihadçıların, meşrutiyetçilerin, cumhuriyetçilerin, dembokratların, halkçıların, darbecilerin ve ABD ve AB taşeronlarının biribirine devretdiği çizgi, (zulm ve kir) hattı hâlinde aynı kirli ve zulm bulamacı çizgidir… Mutlak haqq, hakîkat ve adâlet hattı karşısında, global emperializma zulmünün hâkimiyyet çizgisi…

Bu gün dünyâ denen nesnede bu global zulm, istisnâsız bütün devlet ve hükûmetleriyle iş başında ve can alıp kan dökme iblisliğinde bulunuyor… Buna, dışımızdakilerin hançeresiyle “kültür ve kıymetler emperyalizması” demek de mümkin! İnsî şeytanlar dünyâsına âid “müstevlî istîlâ ve işgâli!”

Buradaki en müşgil nokta, bunun, bu müstevlî istîlâ ve işgâlinin!” görülür, tutulur ve dokunularak hissedilir olamayışı; ve tam tersine, bu sunturlu belânın binbir ambalaj içinde takdimi sebebiyle, topyekûn menfîliklerden arındırılmış ve topyekûn müsbetliklere de kavuşturulmuş olarak, beşeriyete yutturulması, içirilmesi ve yedirilmesi…

Şu insanlık târîhine, T.C. hâkimiyyetinde insan gâitası yedirilen köylüler olarak geçen zavallıların, bilfarz bu yediklerini en mükemmel ve leziz “pasta” olarak telâkkîleri neyse, kültür emperializması denen gâitanın beşeriyete zorla ve zorbaca yedirilmesi de o… Hatta, bundan binlerce defa daha iğrenç ve leke sayılsa yeri!

Dinsizliğin din, medeniyetsizliğin medeniyet, adâletsizliğin adâlet, hürriyetsizliğin hürriyet telâkkî edilmesinden daha korkunç bir idrâk ve telâkkî ucûbeliği olamaz! Bugün dünyâ, ne kadar esef edilse azdır ki, böyle bir tersliği yaşamanın pençesinde kıvranmaktadır. Bu i’tibarladır ki, yokluğu varlık ve varlığı yokluk olarak dayatan dünya kültür emperializması, bu sâik ile insanlığı sürüleştirmenin ve güdümüne almanın ısrarlı zorbası olarak karşımızdadır.

Ne yazık ki, Tanzimât denen o meşhûr (tenzîlât), İslâm âlemini, zikretdiğimiz idrâk ve telâkkîler i’tibâriyle müstevlî istîlâ ve işgalinin (kültür emperializmasının) içine itmiş, o günden beri de bu istîlâ ve işgalden kurtulunamamışdır.

Dünyânın her yeri, bu yok edişden nasîbini almakla berâber, bunu en a’zamî nisbetde yaşayan mekân, hiç şübhesiz Osmanlı bakıyesi olan memleketlerdir. Bunlar içinde de en başda geleni, “mîsâk-ı millî hududları” denen ve haçlı müstevlîlerin çizdiği sınırlar içindeki Anadolu ve Rumeli coğrafyasından ibâret kıt’adır. Devlet ve hükûmet şeklinden, dînî îmân, amel ve ahlâk anlayışına, yazı ve san’at telâkkîsinden âile ve ictimâî hayatına kadar, binlerce değerleri tepe taklak edilen, yakılıp yıkılan, hukuk ve siyâsetinden, iktisâd ve askeriyesine kadar garb cebhesi hesâbına bütün varlığı yok edilip, yerine garb değer ve ölçüleri cebren oturtulan yegâne mekân, işte burası…

Bu gün burada, öylesine karma ve çorba bir değerler hercü merci içine girilmişdir ki, “birlik ve berâberlik!” nâmına hiçbir asgarî müşterek bırakılmamış, binnetîce, devlet politikalarındaki  kavmî ve ırkî ucûbe kıymetlerin koparıp ayırıcılığı, “terör” denilen belâyı kaçınılmaz bir son hâline getirmişdir… Tanzimât denen ve vahyî kıymetlere sırt dönerek Mutlak Hakîkat’a karşı başlatılan resmî ve hükûmet çapındaki “terör!”, her dönemeçde ivmesini artırarak günümüze kadar en üst çizgiye çıkarak gelmiş; ve istikbâlde de hangi mikyâsda seyredeceği mechulümüz olduğu halde, ehâlî bünyesinde kangrenleşmeye başlamışdır…

Hâlâ aklını başına alamayan ve Mutlak Hakîkat olan Dînini değil de, haçlı Avrupa’dan idhâl rejim ve sistemlere gece gündüz zikir derecesinde ve putperestçe tapan, îmân ve beyin yoksulu politikacı gürûhunun bu mutlak bâtıldaki ısrarları, felâketin en büyüğü ve en geberticisi bilinse yeridir…

Merhum Üstâd Necib Fazıl Bey’in buyurduğu gibi:

“- Dostlar, biz, arkamızda yürütmek veya arkalarında yürümek üzere kimleri istiyoruz, biliyor musunuz? Müslüman ismi taşıyanları değil, Müslümanlıkdan anlayanları…” (Çerçeve 2, s: 176,17 Kasım 1950)

(İntişârı: 06.09.2011)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir