“Bize, Müslüman İsmi Taşıyan Değil, Müslümanlıkdan Anlayan Lâzım!”
6 Eylül 2011

Ahmed SELÂMÎ

BAŞLARKEN…

 

Ahmed SELÂMÎ

Besmele, hamdele ve salvele ile…

Hemen beyân edelim ki, kimliği (hüviyeti), yahudi eliyle tahrif ve tahrip edilerek iflâsa sürüklenmiş bir milletin bakiyesiyiz!

Bunun içün de, “yeni dünyâ düzeni!” denilen dünyanın patronluğu peşindekilerin ecnebî planlarını uysal koyun keyfiyetiyle tatbik eden ve direniş mahrûmu, dolayısıyla da (diriliş) kuvvet ve kudreti taşımayan bir keyfiyet iktisâbı içinde erimeye mahkûm bir “ulus!”

Tam 103 senedir, “batı hayranlığı!” gibi tuz rûhu dökerek eriten netâmeli bir illetin pençesinde, can çekişen ve bütün bu korkunç manzaraya rağmen dâimâ ilâç yerine zehir içmekde çâre arayan yatalak bir hasta!

Allâh îmânını zaman ve mekânı kuşatıcı keyfiyetinden çıkararak şu ve bu noktalara tahsis etme şirki içinde kalındığından beri, topyekûn kıymetlerimiz yok hükmü yemiş; ve netîcesi ise, tam bir (Allâh’sızlığa doğru kayış) rezâletini doğurmuşdur. Bundan sonrası, Üstâd Necib Fâzıl Merhûm’un ifâdesiyle “ölü yüzü pudralamak!” kabilinden ve gâvur dilindeki “ritüel” keyfiyetine denk, salakça bir “dinî yaşayış!” tesellîsi…

Asırların içinde yoğurulan (şahsiyet), mücerred şu veya bu noktasıyla değil, en ana noktasının atom infilâkine benzer bir tahriple parçalanması neticesinde, cüzlerin, ne kadar çok olursa olsun, topunun da yokluğa müncer  olduğu hakîkatı karşımızda… 

 “Tecezzî kabul etmeyen bir nizâm” bulunduğu Âdem Aleyhisselâm’dan beri karşımızda olmasına rağmen, bu millete, dîni, beşerî bir doktrin veya ideoloji mertebesinde revizyonizma ve reformizma süzgecinden geçirilerek dayatıldı; ve böylece de aslî hüviyeti, sun’î ve hormonlu bir keyfiyete raptedildi…

Mutlak hakîkatin tâ kendisi olan Müslümanlık, i’tibarî ve izâfî din ve doktrinlerin insanlığı geberten soysuzluğuna kurban edilirken, bu kahreden manzaranın karşısında milletçe ve cebhe keyfiyetiyle durulamadı ve nebevî bir hamleye cesâret edilemedi… Buna binbir bahâne ve kılıf takdîmi elbetde mümkindir; ve zâten, nefisler bunun içün bu günki“yahudi saçı!” noktaya gelip mes’eleler kör düğüm olmuşdur.

 Mevzii (lokal) terör belâlarına çakılıp kalınan ve fakat, umûmî ve Rabbe karşı hükûmetler ve devletler çapında girişilen “terörü!” göremeyen, göstermeyen ve ketmeden şeytânî dünyâ potikaları ve onların içimizdeki kuyrukları, millet çapında farkedilmedikçe de, aslâ mahalli terör belâsından halâs beklenemez… Uyduruk ve gabî idâreler, beşer târîhi boyunca ortadadır; ve fakat, bunu görecek ne beyin ve ne de göz bırakılmışdır!

Mutlak medeniyyeti göremez ve batının (fâiz-alkol-fuhuş) teslisini binbir ambalaja sararak millete “medeniyet” diye zorla tıkıştıran ve binnetîce milleti, ibrânice “sürü” demek olan (ulus) hâline getirenler, bugün hâlâ, her pisliğin ana sebebi olarak bile teşhis edilemiyor!

“Ölü yüzü pudralamaya devam!” veya “Durmak yok, yola devam!”

Halâ “yol, köprü, taş, toprak, hızlı tren!” v.s. gibi tekniğe taparcasına raptedilen bir zihin kepâzeliği, asıl mes’eleyi ruznâmeden düşürmekden başka bir halta yarayamaz… Bu, beşeri, (insan) hâline getiren (mutlak nizâmın) ne olduğunu kavramaya nâmütenâhi uzak; ve gitdiği bataklık yolun idrâkine varmaya da ısrarla ve inatla terslik ortaya koyan, beynelmilel güdümlü bir göz külleme usûlüdür, o kadar…

Bütün müsseseleriyle çürümüş ve çöken bir sistemi, bir kanadın hâlâ sağlammış ve sıhhatliymiş gibi reklâm etme göz bağcılığı ise, hasis politik hesaplarla dembokratik saltanatlarını kaçırmama gayretidir. Mutlak bir nizamı, hass adıyla güdümlü ağızlarına alamayıp, gece gündüz zikredercesine, mutlak hakîkata düşmanlığı zerre kadar su götürmez bir dünyayı baş tâcı yapmak; ve onlarla, hakîkatı bozup sulandırmanın aynı“dembokrasi dinini” kaynana zırıltısı mertebesinden vırvır zikretmek ve bununla beyinleri çürütüp zonklatmak, siyâsî, ictimâî, askerî, ictimâî, iktisâdî her noktanın iflâsında, Ebû Cehil inâdıyla haqq ve hakîkata inâdî bir karşı çıkışın manzarasıdır…

Bugün 15 asırlık düşmanlar, içlerine ve parmaklarına aldıkları bünyenin idârecilerini öylesine sarıp sarmalamışlardır ki, artık “iftar sofralarına” kadar vantuzlarını uzatmış ve ve din dediğimiz mutlak sistemin piramidini tepesi üstünde tutuyorlarmış gibi bir göz bağcılığı, millete şırınga eder olmuşlardır… “Bütün vatandaşlarının eşitliği!” öyle bir ifrat ve yalakalık sınırlarından da fırlamış ve taşmışdır ki, ana ve aslî unsur “Müslüman millet”, üçüncü sınıf insanlar mertebesine itilmiş, mühmel ve muattal, silik ve ezik bir dereceye bağlanmışdır! Onların nasîbi şudur:

“- Sen, nasıl olsa sâhibsizsin, bu berikilerin sâhibleri var; sen, beklemede kal, onlar imtiyazlı! Bir de sen tehammüllüsün, çile çeksen de olur, çocukların pisipisine kendi adamlarımız tarafından tertemiz alnından vurulup eriyor mu, sen gene bol bol doğurur cebheye davul zurnayla gene gönderirsin! Sen, şehid vermek içün yaratıldın, bir ölür bin dirilirsin, ama onlar imtiyazlı, birinci sınıf, diyalog peydahlayan ve nârin vatandaşlarımız!”

 Hesâb bu!

Kelime-i Tevhîdi, kimliğinin (hüviyetinin) her zerresine zerketmeyen, edemeyen ve batılı şeytanların güdümlü maskarası olarak iş yapıyor görünen, bu milletin dininden utanan, hatta o dinden ve o dine iman eden gerçek müslümanlardan “kasvereden kaçan yaban eşşekleri” gibi uzak durmaya can atan herifler kim olursa olsun, bu millete en büyük hâinliği yapıyorlar demekdir. Protestanlaştırma planları ile “Ritüel keyfiyetine!”büründürdükleri üç beş şer’î ibâdet, merâsim, Cuma, iftar v.s. yi, dine hürmetmiş gibi istismar ve âlet ederek milleti yemleyen ve onları böylece peşlerine takarak belli mihraklara esir etme istikâmetindeki politika göz bağcısı “sihirbazlar!” iyi bellenmedikçe; ve bu keyfiyet içinde,  ne kadar başlara çöreklenmiş idâreciler varsa, topundan da kurtuluş planlarına sâhib olunamayıp bunlar kuvveden fiile çıkarılamadıkça, bir millet, felâketini kendi elleri ile hazırlamakta demekdir.

Gece gündüz zikretdikleri “dembokrasinin” yüzde biri kadar “Allâh Azze irâdesini” ağzına alamayan ve bunu devlet politikasının lâ teşbih“ekânim-i selâsesi” gibi zihninde ve yüreğinde taşıyan, bütün bunları da, dininden utanan adamlar oldukları içün irtikâb eden yaratıklar, tekrar beyân edelim ki, ve kim olurlarsa olsunlar, “daha ehven” oldukları masalıyla başa çıkarılır ve bu onların eline “alternatifi olmayan bir çâre gibi takdîm edilirse!” aslâ şımarmalarının ve sapıtmalarının önüne geçilemez, ikaz ve ihtarlar da, kâfi uyarıcılıkda yerine getirilemez… Böyle olduğu takdirde de, önümüzdeki seneler, bu memleketin ve milletin paramparça olacağından başka bir netîce vermiyecekdir…Dembokrasi dîninin insanı zombileştiren parti kalıplarına hapsolarak, “Mutlak Adâleti!” merkeze almayan bu millet, aslâ sahil-i selâmete çıkamaz…

Tefsir Sâhibi Büyük Müfessir Merhûm Muhammed Hamdi Efendi Hazretlerinin kaleminden dökülen âyet (meal ve tefsiri), herşeyi apaçık izah ediyor:

 “- Ulûhiyyeti büsbütün nefy ü inkâr etmeseler de, açık veya gizli bir şirk koşmadan Allâh’a da inanmazlar!”

Allâh’a, Allâh Azze’nin istediği  îmân olmadığı takdirde de, Kâinatla, hakîkatla, adâletle, insanlıkla ve medeniyetle buluşma noktası yakalamak muhaldir; ve bu muhalin ortaya koyacağı netîce ise, beşer tarihine bakan bir göze hiç de yabancı olamaz! Bu milleti papaz ve hahamlara kuyruk yapmanın peşindeki ahmaklar, milletin de, kendilerinin de âkıbetini, (bâtıla satarak) ateşe atmakdan başka bir iş yapmıyorlar…

(İlk intişâr târihi: 29.08.2011)

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir