Ahmed SELÂMÎ (Dağıstânî)
HEYKELİSTLER, VİRÜS ORDU KUMANDANLARININ HEYÂKİLİ İÇÜN DE HAREKETE GEÇEBİLİRLER!
Gâvur dünyâsının, bölge ve cebhe çapında muzaffer veya münhezim bazı kumandanlarının, hakikatler hılâfına heykellerini dikib memleketlerini heykelistana çevirdiği bilinir! Müslümanların da, bütün arz çapında her cebhede savaşıb muzaffer çıkan ve bütün beşeriyeti dize getiren virüs cenâblarının heykellerini dikecek hâlleri elbetdeki olamaz!… Cüsseleri küçük mü küçük, ammâ zafer ve yapdıkları işler büyük mü büyük, hem de bütün dünyâ iblislerini dize getirib onları inlerine tıkacak kadar büyük mü büyük olmasına rağmen…
Gâvur ve layık, alkolik ve heykolik hatta coranatik ve virüzoptirik akıllılar, kafataslarına eserse, aşağıdaki gibi bir manifesto da düzebilir, hatta bunu, onuncu yıl marşı çıngırağına eş besteleyib balkon ve pencerelere de çıkarak, gitar ve saksafon anırtıları arasında karşı apartmanlara konser ve sosyal mesâfeli dualar niyetine aktarıb okuyabilir; ve bütün virüsleri kızdırıb başlarına üşüştürebilirler de!.
Güftesiyle o “görkemli ve kör-kemli” manifesto, heykelist bir beste olarak, en münâsib yerleriyle şöyle olabilir:
“Ey, bizi evlerimizin gurk tavuğu yapan heykelleri dikilesi CORANA, KOR-ANA AVRAT yani koru (közü) ile herkesi yakan Virüs Yoldaşlarımız!
Birinci vazîfemiz, senin emrinde seni ilelebed muhâfaza ve müdâfaa yani bütün mutasyonlarınla devrimci zürriyet ve hürriyetini korumak ve kollamakdır! Taşıdığın öldürücülük, damarlarımızdaki asîl kanla beraber her tarafımızda gece gündüz “devriye gezmekde”, bir karış bile “Güvenli bölgemiz” kalmamaktadır!
Kral, kraliçe, ağa, patron, reis, cenırıl, futbolcu, vekîl, vüzerâ ve rüzelâ nice böyyükbaş ve damızlık insî boğalarımız varsa, rütbe ve nışanlarına bakmadan, bir omuz atışınla onları hadım ve hanım edib evlere-odalara kilitlemekdesin! Bu muazzam ve yüce iktidârınız, cihân târihinde hiçbir Heykel, Fir’avn ve Nemrud’da, ma’kûsen mütenâsib olarak binde bir nisbetinde bile görülmemişdir!
Hele dijital ekonomi ve hele şeytan boynuzlu anten ve baz istasyonları ile 5G elektromanyetik yel değirmenleri de sizin açdığınız kutlu ve mutlu yoldan bir yürümeğe başlarsa, insanoğlu, sizin kadr ü kıymetinizi ancak o zaman takdîr edecekdir! Siz, “Dünyâ Virüs Orduları Yurtda Sulh Konseyi ve Dembokratik Barış Güçlerinin Kurtarıcı Büyük Harekâtının” ne büyük ni’met olduğunu bugün tasdîk ve takdîr edemiyenler, sizin, kutsal ve mutsal işgâl ve istîlâ harekâtınızı kaldırır kaldırmaz, bin kere pişmân ve perîşân olacak ve Homo sapiens maymunlarının inlerine kadar, sığınacak 5G’siz bir yer ve plaj arâzîsi bile bulmakda zorlanacağa benzerler!
O ev nedir bilmez kahvehâne, kumarhâne, tavlahâne, politikhâne ve bilmem ne ve ne hâne sokak itlerine kadar cümle ev firârîlerini, mırmırlıyan hâlis-muhlis ev kedisi, hatta kül kedisi eylemekdesiniz!
Dünyânın gidişâtını birkaç ayda yapdığınız (Devirimler, evirimler, çevirimler, gerilimler, serilimler, mutasyonlar, rotasyon ve sirkülasyonlarla) tepeden tırnağa değiştiren yüce tanrıçalarımız; siz, muhteşem vantuzlarıyla ateist dünyânın ödünü patlatan, dijital şeytanlıklar ve 5G’lerle de yakın akrâbalığı ve müttefikliği de olan Muzaffer Virüs Ordularımız!
Gece-gündüz 24 saat, korkutub “stres” çakan ve metres hayâllerimizi zehreden; cihân târîhinde eşi benzeri görülmemiş böyle muhteşem, muazzam, mutantan ve hârikül’âde VİRUS orduları ve onların kahraman, muzaffer, haşmetlû ve şevketlû şefleri!
Emirleriniz olursa, her meydan, resmî devâir ve münâsib yere hatta adım başına, yanında yarı soyunuk ve vücûd münhanileri belli bir genç ve dinç kız olduğu hâlde, pek alışık olduğumuz şekliyle sizin de “görkemli” heykellerinizi bütün ihtişâmınızla ve dimdik dikmek istiyoruz!
Bunca virüs şehidlerimizin hatırına bizleri sakın kırmayınız!
Biz, yerli ve millî kuvâları ve parti-pırtılı kadın kollarını, gene bunların sipsivri tırnak ve feministik parmaklarını da, fıtratımızdaki bu bir asırlık Batılı mutasyonlarla kazandığımız heykelperestliğin tezâhürlerinden aslâ mahrûm bırakmıyacağınızı, bütün yüreğimizle temennî ederken, sizlere “Kalın Sağlıcakla” demeyi ise “ulusal, putsal ve kutsal” çok büyük bir vazife ve borç biliyoruz!
Ve bütün millî-yerli ve ataist bayram-seyranlarımızda, her kuruluş, kuduruş ve kurumluşumuzda, bu heyâkîliniz önünde rükû’ ile eğilib, hepinize, ataist ve ateist ubûdiyyetlerimizi ve tapınış ve eğilişlerimizi; ve büklüm büklüm bükülüşlerimizi, bir Türkün dünyâya bedel oluşunu, Türk gibi kuvvetli bulunuşumuzu, ne mutlu ve putlu Türküm deyişin insana sâde iki cihânda değil 5-10 cihanda bile yeteceğini, at üstünde doğub virüs altında öleceğimizi ve bunlar gibi sağlam bütün millî meziyet ve hasletlerimizi sunacağız!
Altaylardan, Tienşanlardan ve Tanrı dağlarından kutsal Bozkurt reisliği ve başbuğluğunda kasırga gibi garba akan, önünde hiçbir ordunun bir gün bile dayanamadığı târîhî ordularımız bile, sizin cinsel yani üçharflisel, çinsel, biyoharbsel ve görünmez sihirli ve şehirli gücünüz karşısında nerede ise buharlaşmak üzeredir!
Asrın en çağdaş zenperest, heykelperest, mozoleperest ve putperestleri olarak; ve.. Kahhâr dedikleri ALLÂH’a inad mı inâd ve tam homo-pezo-lezo triumvira nesli olarak; ve.. izinde olduğumuz ataistler ulusu hâlinde ata kültü ve Şamanist kültürü ve haçlı Batı kafa konforizmine taparak ve bunların altında bir ve beraber olarak; ve.. (Cin Pataklı) gibi orkestra şeflerimizin ucu sivri sopaları ucundan, varlığımızı ve gözümüzü aslâ ayırmadan, “Anayasanın layıklık ilkesi doğrultusundan” aslâ sapıtmadan, babayasanın “Değiştirilmesi bile teklif edilemeyecek” madde ve fıkra ve bendlerine bende, sende ve onda olarak iştirâk ve inanç ve kıvanç tâzeliyerek; ve.. Bütün bunları vatanî görev, ödev ve edey bilinci-sevinci ile, evet bunların alayını, güzel ve virüs müttefîki vefâkâr ve cefâkâr halkımıza yedire yedire ve kanırta kanırta yapacağız!
Bir vurdu mu pîr vuran, Asrın, pardon çağın yiğidi Kor-ana adlı kor gibi ateşliyen muhteşem Virüs orduları!
Sözümüzden dönmeyeceğiz, çünki size söz veren döndü mü, ölümden bile zor dönüyor bunun el altından da olsa farkındayız!
Evet.. özümüzden bin kere dönsek de, sizlere verdiğimiz sözümüzden dönmeyeceğimize, bütün homosal ilkelerimiz, pezosal devirimlerimiz ve lezosal feministlerimiz, kancıksal sözleşmelerimiz, KADEH’sel Morcadılarımız; ve koru-masal 5816’larımız ve LGBT’sel tercihlerimiz ve.. 6284 güdümlü, “dişi beyanı esasdırlı” gökden inmişlik taşıyan, buna müstenid çok ileri hukukumuz ve gugukumuz üzerine el basarak.. ve.. bütün bunların ölüsünü öperek yeminler ederiz ki.. sözümüz delikanlı sözüdür, bundan bizi hiç kimse birbuçuk metrelik “asosyal mesâfe” ile bile ayıramaz!
Birbuçuk metrelik o meşhûr “sosyal mesâfe” kara kedi gibi aramıza girse de, sizler, daimâ bizim gönlümüzde ve kalbimizde, kazârâ da olsa ciğerimizde olacaksınız! Sosyal hukuk devletinde elbetde sosyal mesâfe olacakdır! Şer’î mesâfeler ise zâten, layıklık bakterileri nezâretinde bir asra yakın fabrika ayarları ile korunmakda; bugün de, câmilere sokmıyan zât-ı mikrobiyoloji ve virüsolaikliğiniz sa’yesinde “Dînî mesâfeleri” de, ilk defa ve kandil-Ramazan demeden, “hasret, sevgi ve mahabbetle bağrımıza basıyor, gözlerinden öpüyoruz!”
Husûsan bu arada Şerbokan hocamızı da yâdetmeden edemiyor ve gidemiyoruz! Müteveffâ sağ olsaydı ondan çok çekerdiniz! Zirâ sizleri de derhal politize eder, parti-pırtısına bir eksiksiz hepinizi “üye” yapardı! Bilhassa kadın kollarında ve kadın parmaklarında sizleri “görevlendirir”; hepinizi en ön saflara çekerek “yahudi askeri” partisizlerle sizleri birbuçuk metrelik mesâfeden karşı karşıya getirir ve havan atışlarınızla parti-pırtısız düşman mevzîlerini dövdürürdü!
Müteveffâ Hoca, 65 yaşınızı geçince de hepinizi emekli yapar, piyasaya “virüs yağı” çıkaran makineler sürerek topunuzu yağa veya muma çevirirdi! Genç ve dinç ve “Kerâmet buyurdunuz efendim” demeye dili dönenleri, Uyuzhan Bey vâsıtasıyla umûm müdürlüklere yerleştirib vatan evlâdları olarak bütün sülâlenizi istihdâm ederdi! Hele “Elhamdülillâh Müslümanım, Elhamdülillâh Millî Görüşçü değilim” dediniz mi, ağzınızla kuş tutsanız sizin işiniz biter, afarozu yer ve hayat hakkı bitikler defterine geçersiniz! Bütün bunların esbâb-ı mu’cibesi içün de, yarım asır AMGT genel bilmem neliğinden bilmem ne umum bilmem nesine kadar etrâfına cehâlet püsküren (Hazan Hımar) veznindeki kelbleriyle de, bunu söyleyen müslümanlara Rotterdam’larda “YAHUDİ ASKERİ” dedirten konferanslar bile verdirirdi!
Dostumuz virüs orduları!
Biz heykelistler, “Müslümanız” diyenleri Allâh’ın verdiği nimetlere şükredecek zannederdik! Halbuki onlar biz heykelperestlerin başlatdığımız parti-pırtıcılığa öylesine (tapar) oldular ki, başlarına geçirdikleri Haçlı Avrupa kafalı pro profesörler, içlerinden çıkdıkları müslümanları “Yahudi Askeri, Patates dinli” i’lân ederek, bizim bir asırdır onlara yapamadıklarımızı müslümanlara yapdılar! Artık biz, “Müslümanlık ve Şerîat Tehlike ve İrticâından” kurtulmuşduk! Kendisini müslüman etiketiyle halka yamayan mostralık meddâhîn yani adı geçen partici-pırtıcılar da, o “Yahudi Askeri” damgası yiyen dindaşlarını (!) vurub çiğnemeyi ma’rifet bildiler!
Sen gelmeseydin, memleketde partici-pırtıcı, partisiz-pırtısız, Fetocu-Totocu, ak koyun kara koyun, kurt izi-it izi, şefokrasi-Dembokrasi, Batıcılık-Geberesicelik, falancılık filancılık gibi nice uydurma bölünücülükler zaten bizi bir sona doğru götürüyordu!
Sonra sizler Şerbokan zamanında gelseydiniz, daha da derinden ve çakdırmadan çalışma kabiliyyetinde olanlarınız bulunursa, bunları, parti teşkîlâtlarında “Bizansın Çocukları” olarak bulunan mikrogölge adam ve madamların peşine hafiye olarak takar, onları da husûsî cinleriyle ta’kib ederdi! Hâinlik temâyülünde olanları veya dalkavukluk içün kavuk sallamıyanları “temâyül yoklamalarına” bile sokmadan partiden aforoz eder, sicilât defterlerini de Müteveffâ Şef-ket Sazan Bey’e tuttururdu!
Neyse şevketlû Virus arkadaşlarımız!
Bu vesîle ile biraz (nostalji ve moral desteği) de yaparak, muâfiyet “Kurbağaca bağışıklık ve tanışıklık” “kazanım ve azanımlarımızı” da böylece takviye eylemiş olduk!
Sadede şürû’ edecek olur ve nihâye hattımızı çekersek, yukarıda verdiğimiz sözümüzde pazara kadar değil mezara kadar beraberiz; ve sıfırı bile tüketen Manukyan diplomalı nâmûsumuz üzerine de, meclis andıyla and içeriz.. ve.. varlığımız virüs varlığına da bin kez armağan olsun deriz!”
Evet.. Lâyık, kayık ve gayr-i ayık Müşrikîn-i cümhûriyye ve edeniyye gençliği ve dinçliğinin böyle bir manifesto “yayınlayıb yalamaları” da, bu hassas ve hansdaş devirde kuvvetle muhtemeldir!
Bunca teşbihâtı, yukarıdaki mîzâhımızla idrâklere sunub, bilhassa kadîm dostlarımızın fehmedeceğinden şübhemiz olmıyacağını da ilâveden sonra, sadede şürû’ ile asıl mevzuumuza devâm edebiliriz…
EN EMÎN, MÜDEBBİR, MÜTEVEKKÎL VE SAĞLAM KALACAK OLANLAR, HER DEVİRDE MÜSLÜMANLARDIR…
Ancak müslümanlar, Allâh Sübhânehû ve Teâlâ Hazretlerine şerîk olan herhangi bir heykel ve putu dünyâya çakmakla, müşriklik iğrençliğine düşemezler!. Bilirler ki, Kelâm-ı Kadîm mu’cebince ŞİRK, EN BÜYÜK ZULÜMDÜR…
Sâdece tedbir ve tevekkülle muvazzaf olduklarını bilen muvahhidîn-i İslâm, “Sübhânallâh-elhamdülillâh ve Allâhuekber” der, tesbîh, tehlîl ve tekbirle, virüsleri de yaratan ve mutlak irâde ve hâkimiyyeti ile murâdı istikâmetinde onları sevk eden Kahhâr-ı Zül’celâl Hakk Teâlâ’ya boyun eğerler, rükû’ ve sücudda bulunurlar… Onlar çok iyi bilirler ki, îmân edenler her Peygamber zamanında Hâfız-ı Zülcelâl Allâh Azze ve Celle’nin hıfz u emânında kalmışlar; helâk olanlar ise, îmân etmiyen ve başlarındaki nebîleri tekzîb eden kâfir ve müşrik tâifeleri olmuşdur…
Bugün de dünya, başındaki Rasûl-i Rusül Aleyhisselâm’a ısyân, tuğyân ve tekzîbinin cezâsını çekmektedir. Îmanları sahîh ve kavî olanlar yani Haçlı Batı’dan idhâl edilmiş şeytânî ve beşerî sistemlere, laik cumbokrasilere, âileyi dinamitleyib fuhşu körükliyen feminist madam cemiyetlerine, bölücü parti-pırtı politik şebekelere; fâiz, kumar, alkol, tesettürsüzlük ve hayâsızlık cereyanlarına, heykelist müşrikliklere; vehhâbîlik-râfızîlik gibi daha onlarca îmânı ifsâd sapıklıklarına bulaşmıyanlar, (her devirde kavimler helâkinin dışında) kalmışlardır ki, bunları Kelâm-ı Kadîm kat’iyyen haber vermektedir…
MERHÛM MÜFESSİR MUHAMMED HAMDİ EFENDİ HAZRETLERİ, SÜNNETULLÂH’IN DEĞİŞMİYECEĞİNİ İSBATLAR…
Büyük Müfessir Merhûm Muhammed Hamdi Efendi Hazretleri, Şuarâ Sûre-i Celîlesi ile alâkalı şöyle buyurur:
“Bu sûre, Sûre-i Furkan’daki inzârın (insanları îkâz ve korkutmanın) misâlleriyle best ü tafsîlini (geniş îzâhını) ve onun gibi Rasûlullâh’a tesliyeyi (teselliyi) tazammun ediyor.” (c.5, s.3616)
Merhûm Müfessirimiz, Mûsâ Aleyhisselâm’ın, Fir’avn ve etrafındaki ateist ve lâyık putperest ve heykelistlere şöyle buyurduğunu kitâbet eyler:
“Hergün görüldüğü üzere güneşi doğdurub batıran, o meşrık ve mağribi ta’yîn eden ve değiştiren ve bu sûretle ecrâmı (güneş sistemlerini ve yıldızları) hareket etdirerek bütün Kâinâtı idâre eden, hepsinin üzerinde HÜKÜM SÜREN, hepsinin sâhib ve mâliki O. Eğer siz âkil olsanız, bunu anlardınız. O maşrık ve mağribin Rabbi, bizi parlatıb, sizi dulundurmağa (batırmaya) kâdir ve şerîkden münezzeh olduğunu anlardınız da “O nedir” diye sormazdınız.”
Mûsâ Aleyhisselâm HAKKI tebliğ etdikden sonra bu sefer Fir’avn, bugünün nemrutları, fir’avnları, despotları, derin güçleri, terör ve mafya babaları; ve kapitalist, dembokrat, ateist, kamalist, faşist, nazist, komünist, global çeteleri; infâz eşkıyaları, ihâle ve potitika baronları, haşhaşî vâizleri, dijital ekonomistleri 5G şeytanları gibi, “münâkaşadan TEHDÎDE” geçib, şöyle böğürüyor:
“Kasem ederim ki, eğer benden başka bir İLÂH ittihâz edersen, seni mutlak ve muhakkak o ZİNDANDAKİLERDEN EDERİM.” (s.3624-25)
Yukarıda saydığımız bugünün fir’avnları da, zamanımızdakiler olarak aynı minvâl üzere insanların tepesinde zulüm çarklarını işletib, onları yaldızlı sözlerle kandırmakda ve kanlarını-iliklerini emmekte ve sıkışınca da (tehdîde) sarılmaktadırlar!
Şimdi şu aşağıda gelecek ibretlik hâle ve bugünün manzarasını bir başka cihetden aynen yaşıyan ısyankâr ve sapıtan, , decâcile, cebâbire ve zaleme sürülerinin manzarasına bir bakınız:
Şuayb Aleyhisselam’ın îmânsız kavmine de Kahhâr u Müntakîm Allâh Azze ve Celle:
“Bunlara 7 gün ve gece şiddetli bir harâret musallat kılmış, nefesleri tıkanıyormuş! Evlerinin içlerine sokulmuşlar duramamışlar, sahraya fırlamışlar. Bir bulut güneşe gölge olmuş, bir serinlik ve bir lezzet duyar gibi olmuşlar. Biribirlerine bağıraşarak altına toplanmışlar. O zıll, o (gölgelik), min tarafillâh (Allâh tarafından) bir ateş hâlinde üzerlerine inmiş, hepsini yemiş bitirivermişdir. Bu sûretle üzerlerine istedikleri gibi semâdan bir kıt’a düşürülmüş demekdir.” (c.5, s.3640-41)
Çünki Şuayb Aleyhisselam’a yalancılık iftirâsı atıb, “Eğer sana inanmamızı istiyorsan, sâdık (doğru isen) semâdan üzerimize bir kıt’a düşürüver” demişlerdi… (Şuarâ 187)
İşte Kâinâtın Sâhibi ALLÂH Azze ve Celle de semâdan üzerlerine bir cisim, kıt’a düşürüveriyor!
Yahudisinden hıristiyanına, ineğe tapanından heyâkile tapanına, homosundan pezo ve lezosuna, dembokratından cumhuriyetçisine, kralcısından âyetullacısına, Fetocusundan Futbolcusuna bugün de bütün dünyâ, topyekûn yeryüzüne gönderilen SON PEYGAMBERİ “Yalancı” olarak i’lan ediyor ki, O’nun getirdiği ilâhî kânunları zerre kadar kâle alıb tatbîk etmiyor, bununla da kalmayıb onları aşağılayarak reddediyor!
Bugün de virüs, o zamankilerde olduğu gibi “Nefeslerin tıkanmasına” yol açmıyor mu?.
Onlar “evlerinden dışarı fırlamışlar”, bugününkiler dışarıdan evlerine tıkılmıyor mu?
Bu ne işdir ey, ibret almaz, tefekkür etmez, görmez. duymaz, hissetmez, akletmez, azgın ve beyinsiz cihân?
Geçmiş kavimlerin başından geçenleri Kahhâr-ı Müttakim gözümüze gözümüze sokarken, hâlâ bu küfr-i inâdî neden?
Merhûm Müfessirimizden:
“Bu kıssa burada muhtasaran (kısaca) zikrolunan 7 kıssanın sonuncusudur. Peygamberleri tekzîb edenlere (yalanlıyanlara) azâbın nüzulü (inişi) bir âdet-i câriye (Allâh Azze’nin geçerli âdeti-kânûnu) olduğu, bu 7 kıssa (bu kat’iyyen yaşanmış hâdise) ile anlatılarak, MÜNKİRLERE TEHDÎD VE PEYGAMBERE TESLİYE (teselli) YAPILDIKDAN SONRA…..” (c.5, s.3641)
Bugünki dünyâda yaşıyan iki ayaklılar, zannediyorlar ki, bu kabil kıssalar “esâtîru’l-evvelîn” yani evvelkilerin masallarıdır, böyle hâller bizim başımıza aslâ gelmez; biz, her türlü ısyân, tuğyân ve rezilliği yapar, her zulmü ve her alçaklığı mazlumların tepesinden geçirir, her haltı yeriz, ammâ bizim başımıza bir âfet, bir helâket, bir felâket ve bir belâ yumağı düşmez!
Peki bu virüs patlamasıyla bütün dünyânın, bugünki içler acısı hâli nedir???.
Bütün dünyâ Son Peygamber Aleyhisselâm’a tâbi’ olmakla mükellef, mecbûr, me’mûr ve mahkûm iken, O’na: “Senin getirdiğin hükümler 14-15 asır geride kaldı, bugün uygulanamaz, senin getirdiklerin güncellenmelidir, v.s.” diyen dünyâ, O’nu tekzîb etmiş, yalanlamış olmuyor mu?.
Son Peygamber Aleyhisselâm’ın TEBLİĞ sâhası olan bütün arz yuvarlağı, O’nu tekzîb ve iftirâ ile yok sayarsa, Allâh Azze ve Celle de HABİBİNİ (Sevgilisini) böyle izzetli kılıb tasdîk ve te’yîd ederken; işte, düşmanlarını da böyle rezîl, hakîr ve sefîl eder!.
Kendisine îmân edenleri de, yukarıda beyân edilen 7 kıssada geçdiği gibi, her Peygamberle onların mü’minlerini de sâhil-i selâmete çıkarır; ve onları, küfr-i inâdî, cehlî ve hükmî içinde çırpınan şeytan cebhesi gibi helâket ve felâkeler içinde bırakmaz, bırakmamış ve bırakmıyacakdır biiznillâh…
(Mâba’di var)
İntişârı: 08.04.2020 / 15:26:21 (tt)