(4) Virüs Devrinde Bile, Ankara Dib’i Fıtratları Îcâbı Gene Tahrîf; Ve Bulanık Suda Balık Avlama Peşinde!
8 Nisan 2020
(6) Virüs Devrinde Bile, Ankara Dib’i Fıtratları Îcâbı Gene Tahrîf; Ve Bulanık Suda Balık Avlama Peşinde!
15 Nisan 2020

VİRÜS DEVRİNDE BİLE, ANKARA DİB’İ FITRATLARI ÎCÂBI GENE TAHRÎF; VE

BULANIK SUDA BALIK AVLAMA PEŞİNDE!

(5)

Ahmed SELÂMÎ (Dağıstânî)

 .

İRÂDESİZ VİRÜSDEN KORKDUKLARI KADAR, MUTLAK MÜESSİR KAHHÂR-I ZÜLCELÂL’DEN KORMUYORLAR!

Dünyâyı saran virüs orduları, pek çok dinsiz ve layık ferdin olduğu kadar, sarık-cübbeli de olsa nice müesseselerin bile iç yüzünü ortaya çıkardı!.

 Allâh’sız, vahşî ve zâlim dünyâ, müessir-i hakîkî olarak hâlâ, irâde ve hâkimiyyeti muhâl olan; ve o, gözle görülemeyecek kadar küçücük organizmaları görüyor! Bütün tedbirini de bu yamuk esas üzerine binâ etdiği içün, temeldeki çarpıklık, “Süreyyâ yıldızına kadar bütün binâ düzgün de yapılsa, gene çarpık” kalacak, gene bozuk olacaktır!

 Allâh’sız Dünyâ, “irâde ve hâkimiyyetim var” diye de, Allâh Azze ve Cele’ye kafa tutan o müşrik kibri ve bir türlü görmek istemediği dehhâmeleşmiş (acziyle), “Hiçbir irâde ve hâkimiyyetim yok, beni yaradan ne emrederse onu yaparım” diyen o virüscükler önünde dize gelib, acziyyetinden tavuk gibi kümeslerine sığınıyor; ve ağzını burnunu, beğenmediği hatta sövüb saydığı PEÇE ile kapatıb, bu peçenin kadr ü kıymetini de (intâk-ı Hakk) kabilinden yırtınırcasına i’lân ediyor! Bunun içün neredeyse biribirini bile yer hâle gelecekler!. Hava meydanlarında, gâvur gâvurun önünden itlerin kemik hırlaşması gibi biribirinin maskesini aşırıyor!

İşte “Medeniyetine bevledilesi” Batı, ABD’si, Frengistanı ve bilmem nesiyle bu…

Şuayb Aleyhisselam’ın azıb kuduran, udvân, ısyân ve tuğyân ehli kavmini, dayanılmaz sıcaklık vererek evlerinden sokağa-araziye fırlatan (müessir), hiçbir irâde ve hâkimiyyeti olmıyan o (sıcaklık) mı idi; yoksa, o sıcaklığın HÂLIKI olan, mutlak irâde ve hâkimiyyet sâhibi o MUTLAK müessir, Allâh Azze ve Celle mi idi?

Onları evlerinden dışarı fırlatan Mutlak Müessir ne ve kim idi ise, bugün insanları sokakdan evlerine tıkan da, o ma’kûsen mütenâsib manzaranın yaratıcısı olan aynı Kuvvet, aynı Zât-ı Kibriyâ’dır, O’dur, ancak O’dur!.

Bunu bile anlayamıyan, göremiyen, bilemiyen ve netîcede buna ÎMÂN edemiyen şu insanlık, kaç paralık kıymeti hâiz olabilir?. Bunun içün de KORKUDAN, virüsden beter perîşân olmaktalar… Bu iki ayaklılar bunu anlayıb teslîm olmadan, Mars’a değil, Uranüs’e-Jüpiter’e, binlerce güneşe çıksa kaç paralık kıymet yazar?.

İşte biribirine hava atan, biribirini iktidâr-muhâlefet cebheleriyle sırtlan gibi dişliyen, parti-pırtı ayrılıb biribirine havlıyan, cebâbire, decâcile ve zaleme sürülerinin elinde bir dünyâ…

Acziyetin zirvesinde olduğu hâlde, ilâhlık iddiasıyla en tepelerde olduğunu vehmeden mahlûk.. İşte bu, dünyânın da köstebeği ins denen yırtıcı…

 Rabbine bile nankör (kenûd) şu Âdemoğlu, böylesine zâlim ve vahşî bir acûze…

Virüs orduları Mutlak Müessirin emri ile gırtlaklarına çökmüş, onlar ise hâlâ Mutlak MÜESSİR ile uğraşdıkları kadar, virüs ile uğraşmıyorlar!

Daha 36 gün evvel, 8/Mart/2020 târîhindeki (Kadınlar Günü) denen Global Eşkıyâların uydurduğu günleri vesîle yaparak, bazıları, Ankara DİB’inin pro Profu Madam Martı gibi “Erkek, kadının nâmûsundan sorumlu değildir!” diyerek sapıtabildi; ve leydimsi birileri de, “Başkasının ahlâkından sorumlu olmak kimsenin görev tanımı değildir!” soyundan lâf ü güzâfları sıkabildi!..

“Martı ve karga gibi kuşları güdümlerine alarak halka kılavuz yapanların”, politik sarhoşlukları sebebiyle netîceleri göremiyor oldukları ortadadır… Ancak koskoca Türkiya bu noktalarda sessiz kalırsa, mes’ûliyyet bütün 82 milyonu da kuşatıb perîşan edebilir!.

Nâmus ve ahlâk mevzuu bir millet içün:

1)Dîn ve Ahlâk,

2)Âile ve Nâmus,

3)Dil ve Elifbâ,

4) Târih ve Eslâf gibi, en mühim ve şümûllü 4 ana temelin birini teşkîl eder ki, bunlardan biri olmadığı zaman diğerlerinin de varlığı tehlikeye girer… AKP hükûmetlerinin son senelerinde, “Cinsiyet Eşitliği” gibi bazı uydurma ve zehirli mefhûmların türetildiği; ve memleketimize de bazı sözleşmelerle bunların sokulub, yine bazı madam dernek ve faaliyetleri ile de iyice çakıldığı görülmektedir…

Yukarıda da temaâs etdiğimiz gibi, “Nâmûs ve Ahlâk” mevzuunu menfî cihetlerden dillerine dolayan madamlar, belli mihrâkların güdümünde, Global dünyâya şirinlik ve dalkavukluk peşindedirler. Bunlar, aynı zamanda bir takım politikacıların, onları perde arkasından sevk ve idâreleri ile de, daha cür’etkâr ve külhânî tavırlara girib, medyada, paralamento ve muhtelif mekânlarda bir nevi dembokratik ve modern terör bile estirebilmektedirler!.

İktidâr parti-pırtısının, gayr-i resmî küçük ortağı ırkçı tâifelerden aldığı cesâret ü teşvîk ve 15 Temmuz ihtilâcının verdiği korku ve tedirginliği hâlâ üzerinden atamayışı ile, Kamalistlere de bir nevi sığınma manzarası ve refleksi doğmuşdur!.. Dolayısıyla, Müslümanlık ve müslümanlarla arayı gitdikçe açmaya başlamışlardır… Bu cümleden olarak “Nâmus ve Ahlâk” telâkkîleri de, 1923-50’li yılların şefokrasi esaslarına doğru çekilmiye başlamış görünmektedir!.

MÜTEVEFFÂ Uğur Mumcu, Müteveffâ Karabekir’den naklederek şöyle yazıyor:

“Ankara İstasyonu özel kalem binası… Tarih: 10 Temmuz 1923… «10 Temmuz 1923 Ankara istasyonundaki kalem-i mahsus (özel kalem) binasında” Fırka nizamnâmesini müzâkereden (Parti tüzüğünü inceledikten) sonra, Gâzî ile yalnız kalarak hasbihallere başlamıştık.”

Dini ve nâmûsu olanlar aç kalmaya mahkûmdurlar” dediler. Kendisini hilâfet ve saltanat makâmına layık gören ve bu hususlarda teşebbüslerde de bulunan, din ve nâmus lehinde türlü sözler söyleyen ve hatta hutbe okuyan, benim kapalı yerlerde baş açıklığımla lâtife eden, fes ve kalpak yerine kumaş başlık teklîfimi hoş görmeyen Mustafa Kemâl Paşa, benim hayretle baktığımı görünce, şu îzâhâtı verdi:

“Dîni ve nâmusu olanlar kazanamazlar, fakir kalmaya mahkûmdurlar! Böyle kimselerle memleketi zenginleştirmek mümkün değildir. Bunun için önce dîn ve nâmus telâkkîsini değiştirmeliyiz. Partiyi (CHP’yi), bunu kabûl edenlerle kuvvetlendirmeli ve bunları çabuk zengin etmeliyiz!” (Uğur Mumcu, Kâzım Karabekir Anlatıyor, 1996, s 75)

Öyle anlaşılıyor ki, Ankara DİB’indeki Pro Prof Martı’nın: ““Erkek, kadının nâmûsundan sorumlu değildir!” gibi lâkırdıları; ve leydimsi birilerin de, “Başkasının ahlâkından sorumlu olmak kimsenin görev tanımı değildir!” gibi son derece hılâf-ı hakîkât beyânları, “ilhamlarını, yukarıya aldığımız (Şef Beyanlarından) alıyor” dedirtmektedir… Dolayısıyla AKP, CHP’leşme yolunda hızla ilerlerken, CHP de 99 yıllık çizgisinden bir yerlere savrulub durmaktadır!

Kamal Paşa’nın beyanları son derece açık ve netdir. Lozan’da Batılılara verilen sözler istikâmetinde cebren yapılan (Devirimler) de, Türkiya’da nasıl bir (DİN VE NÂMUS TELÂKKÎSİ) îcâd edilmek istendiğini apaçık gösteriyor. Dolayısınla AKP tarafından DİB’deki Martı’lara ve Leydimsi bir takım madamlara verilen güdümlü (Kılavuzluk) vazîfeleri, Kamal Paşa’nın sanki direktifleri istikâmetinde yeniden ve biraz daha kapaklı ve başörtülü madamlar diliyle ve “cinsiyet eşitliği hesâbına” tatbîkâta konuluyor gibidir…

82 milyon Türkiya halkı, geçen kasım-aralıkdan bu yana (8/Mart Kadınlar gününe kadar) 4 aydan fazla, bütün dünyâ ile beraber can derdindeyken, birileri de sanki et derdinde olub, “Nâmûs ve Ahlâkı”  Batılı Kamalist standartlara göre tebdîl ve tağyîr etme derdinde  görünüyor!. Bunlar, hâlâ ve her hâlükârda “Allâh Azze ve Celle’nin dînine ters gitmeyi” kendilerine vazîfe edinmişlerdir… Bunların kendi beşerî ve dijital, layıksal ve sayıksal hatta genital her bahsi de içine alan dinleri, “Nâmus ve ahlâk sorumlusu veya sorumluluğu olmayan bir cemiyet” emredebilir! Fakat Allah Azze’nin Bütün Beşeriyyete gönderdiği DÎN ise, böyle bir halt olmakdan kat’iyyen münezzeh olub, tam tersine, bugün lağvedilmiş olan (Âile reislerine, nâmûs ve ahlâkın ve nice hususların muhâfazası içün kat’iyyen MES’ÛLİYYET) yükler…

ÂYET-İ KERÎMELER, ÂİLE REİSLERİNİ KAT’İYYEN MES’ÛL TUTARKEN…

ALLÂH AZZE ve CELLE, O Kahhâr-ı Zülcelâl, Tahrîm Sûre-i Celîlesindeki 6 ve 7. âyetler ile meâlen şöyle buyurur:

” Ey o bütün îmân edenler! KENDİLERİNİZİ VE ÂİLELERİNİZİ KORUYUN BİR ATEŞDEN Kİ, YAKACAĞI, O İNSANLAR, O TAŞLARDIR. Üzerinde öyle melekler vardır ki, yoğun mu yoğun, çetin mi çetin. Allâh kendilerine ne emretdiyse ona ısyân etmezler ve her neye me’mûr iseler onu yaparlar. Ey, Küfredenler! O gün özür dilemiye kalkmayın, çünki hep, yapdıklarınızın CEZÂSINI ÇEKECEKSİNİZ!” (1936 tab’, c.7, s. 5104)

Âyet-i Kerîmenin tefsîrine mürâcaat etdiğimiz zaman ise, orda burda öttürülen “Feminizma ve DİB madamlarının Nâmus ve Ahlâkdan kimseyi sorumlu tutmadığı”  noktada, onların dinlerine tam zıd olarak bizim dînimizin, “Âile REİSLERİNİ” tam MES’ÛL tutduğu, noktasına kadar şöyle beyân buyruluyor:

“ÇÜNKİ ÂİLE SÂHİBİ, KENDİNDEN MES’ÛL OLDUĞU GİBİ ÂİLESİNDEN DE MES’ÛLDÜR.”  (1936 tab’, c.7, s.5122)

Aynı âyet-i Kerîmenin tefsiri, “Hulâsatü’l-Beyân Fî Tefsîri’l-Kur’ân”  nâm, Muhammed Vehbi Efendi Merhûmun Tefsîrinde de şöyledir:

“Evlâd ü ıyâli cehennem ateşinden vikâye etmek, âdâb-ı Şer’iyye ile te’dîb eylemek, ibâdete ve envâ’-ı hayrâta onları sevkedib, Allâhu Teâlâ’ya ubûdiyyetin (kulluğun) yollarını öğretmek ve şer’an menhî olan (yasak ve haramlardan) ve câiz olmıyan şeylerden onları men’etmekle olur.” (Çevik Matbaacılık, İst., c.14, s. 5998,)

AKP  devr-i saltanatında iyice gemi azıya alan “Cinsiyet Eşitliği” peşindeki, Dîn ve âileyi yozlaştırmak içün Batı’yı kıble edinmiş madam cemiyetleri, medya ve politika patronlarının kanatları altında, (Âile, cinsiyet, nâmûs ve ahlâk) bâbında çok tahribkâr ve tahrifkâr olmaktadırlar. Kadınlar üzerindeki erkek muhâfaza ve murâkabesini İslâmiyyet aleyhine kırmak, yıkmak ve yok etmek üzere,  fıtrat ve hılkate bir nevi meydan okumaktadırlar…

Kelâm-ı Kadîm, Âl-i İmrân Sûresi 104. âyet-i kerîmesi ile, “Emr-i ma’rûf ve münkerden nehyeyler bir ümmetin bulunmasını” kat’iyyen emrediyor. NÂMUS ve AHLÂK da dâhil her hususda,  “Hayra da’vet, emr-i bilma’rûf ve nehy-i ani’l-münker yapacak bir ümmet ve İMÂMET teşkîli, Müslümanların ba’del îmân (îmandan sonra) İLK FARÎZA-İ DÎNİYYELERİDİR.” (Elmalılı, c. 2, s. 1155)

Tefsîr şöyle devam eder:

Bu “Ale’l-umûm müslümanlara farz-ı kifâyedir. Bu yapılmayınca, hiçbir müslüman kendisini MES’ÛLİYYETDEN KURTARAMAZ……ALE’L-UMÛM MÜSLÜMANLARIN VAZÎFELERİ, İÇLERİNDEN BUNU YAPACAK BİR (ÜMMET-İ MAHSÛSA) TEŞKÎL ETMEK VE ONLARA MUÂVENET VE İTTİBÂ’ EDEREK, o vâsıta ile bu vazîfeyi îfâ etdirmekdir. Bunlar ta’yîn ve teşkîl edildikden sonra emr ü nehy, bizzat onlar üzerine FARZ-I AYN olur. Ve Fakat bunlar farzlarını edâ etmezlerse, MES’ÛLİYYET evvelâ bunlara, sâniyen umûma teveccüh eder. Nizâm-ı tevhîd bozulduğu zaman, zuhûr edecek şerr ü belâ da, yalınız zâlimlere isâbet edib kalmaz, umûma sirâyet eder……..ma’rûf ve münkeri hablullâh’dan başka mi’yâr ile ölçmeye kalkmak, hevâya ve nefsânî arzulara tâbi’ olmakdır ki, BU DA TEFRÎKA İHDÂS EYLEMEKDİR.” (s.1155)

Kendilerini her şey zannedib Allâh’a tâatden hurûc edenler az çok zilletden kurtulurlarsa, yine Allâh’ın veya Allâh’ın kullarının ahd ü emânı sa’yesinde kurtulabilirler.” (s.1158)

Zikri geçen madamik ve politik ifsâd mihrakları, “Cinsiyet Eşitliği” diyerek, erkekleri kadınlaştırmak, kadınları da erkekleştirmek gibi son derece ucûbelik peşine düşmüşlerdir! Bunlar, global çetelerin parmaklarında oynamaktadırlar ki, böylece âile yapısı diye birşey kalmıyacak, çocuklar, bir nevi kadınlaşmış erkekler karşısında (babasız),  erkekleşmiş kartaloz ve cadaloz kadınlar karşısında (anasız) kalıb, ruhları çalınmış birer hilkat garîbeleri olarak yetişeceklerdir!. Bunun sonunda da, “Üst akıl” dedikleri insî şeytanların emrinde, virüsle nüfûsun tırpanlamasına muvâzî (paralel), babasız ve anasız yetişen bu kabil fabrikasyon ve çarpık ruhlu nesiller peydahlanacakdır!

Neticeten, Global eşkıyâlar, kendilerine köle yapan hatta taptıran bir proje tahakkuk etdirilmiş bulunacakdır… Bizim madamları da politikacılar üzerinden oynatmaları son derece çirkin bir manzara…

(Mâba’di var)

İntişârı: 11.04.2020 /  (tt)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir